Demek gidiyorsun küçük kırlangıç…
Bir can almakla insan biter mi heval,
Kahpe kurşun kalemini kırar mı heval..
Şu Dicle'nin suyu senden geçermiş heval,
Analar oğul diye içermiş heval...
Bir rüzgar gibi hala esermişsin heval...
Şu Cudi'nin dağlarında gezermişsin heval,
Şu Munzur'un dağlarında gezermişsin heval...
6 Mayıs günü, ikindi üzeri başlayıp ertesi gün öğlen saatlerine kadar devam eden ve iki Partizan’ın toprağa düştüğü direniş, üzerinde durulmayı ve incelenmeyi yeterince hak ediyor. Haydar ve Murat’ın, yoldaşlarından, üstüne isimlerini de kazıyarak devraldıkları ve göndere çektikleri direniş bayrağına, dikkatlice bakmak bizi zenginleştirecek, besleyecektir.
Yoldaşların anlatımlarına göre, düşman yoldaşların bulunduğu noktayı tespit ediyor ve bu bölgede geniş bir alanı çembere alıyor. Sonrasında çemberi adım adım daraltarak gerillayı imha etmeyi hedefliyor. Bu durum daha ilk baştan grubun komutanı Haydar (Sinan) tarafından fark ediliyor. Sinan düşmanın kesin imha için yöneldiğini daha ilk andan anlıyor. Faşizm, tüm kış boyunca yoğun bir baskı altında tuttuğu, muhtarlarını ve köylülerini gözaltına alarak tutukladığı Geyiksuyu bölgesinde gerillaya ağır bir darbe indirmeyi hesaplıyor.
Başta T. Kürdistanı’nda öz yönetim alanları olmak üzere, direnişin geliştiği her alanı ablukaya alarak yok etmeye yöneldi faşizm. Birkaç yüz kişilik direnişçilere taburlarca askeriyle yönelen ama büyük bir hezimet yaşayan, Amed Sûr’da sadece üç mahalleye 90 gün boyunca giremeyen faşizm bunun verdiği öfke ve saldırganlıkla yöneldi bölgeye.
Dersim, gerillanın neredeyse suyla, toprakla, ağaçla bir olduğu bir bölgeydi ne de olsa. Dersim tıpkı Kürdistan’ın diğer bölgelerinde oldu gibi katliamlara, inkâr ve asimilasyona rağmen direniş ateşlerinin sönmediği coğrafyalardan biriydi. Bundandır ki direnişin silahlı biçimine yönelik faşist balyozun en çok vuracağı yerlerden olmalıydı. Kışın ortasında, gerillayı etkisiz hale getirmek, hareket alanını daraltmak için halk üzerindeki baskıyı yoğunlaştırdı devlet.
6 Mayıs günü Sinan’ın komutasındaki gerilla birliğine saldıran düşman, bu ruh hali içinde yönelmişti onlara. Kesin başarı, kesin zafer, toptan imhaydı amaçları…
Büyük bir askeri güç ve helikopterlerle gerillanın bulunduğu bölgeye yöneldiler. Sinan ve Murat (Rıza) tüm grubun çemberi yarıp çıkmasının olanaklı olmadığını fark ettikleri anda kararı vermişlerdi. Düşmana belli bir yerden saldıracak, düşmanı oyalayacak ve yoldaşlarına zaman kazandıracaklardı. Yani kendilerini feda edeceklerdi. Sinan ve Rıza tam da söyledikleri gibi yaptılar, saatlerce çatışarak grubun diğer üyelerini çemberden sağ salim çıkarmayı başardılar.
Sinan ve Murat’ın duruşu…
6 Mayıs günü yaşanan bu çatışma, Sinan ve Rıza’nın yoldaş sevgisini, fedakârlığını ve sınıf düşmanına karşı baş eğmezliğini dosta ve düşmana gösterdi. Sinan ve Rıza bu tutumlarıyla yaklaşık bir yıl önce Ovacık Şahverdi’de Cengiz (Ünal), Hakan (Yurdal) ve Özgüç’ün (Sefkan) onlara devrettiği mirası kanlarıyla zenginleştirip ardıllarına bırakmış oldu.
Devrimcilik, kendi kurtuluşunu toplumsal kurtuluş gerçeğiyle birleştirmek anlamına gelir bir anlamda. İnsanlaşma serüveninin, birey toplum diyalektiği kurulmadan yapılamayacağını kavraması devrimciyi harekete geçirir. Toplumsal kurtuluşun sağlanabilmesi, bencil, yoz, insana ait değerleri aşındırılmış toplumun bu değerleri kazanması ve büyütmesi birilerinin en önde yolu açması, buzu kırmasıyla olur.
İşte tam da burada devreye devrimciler girer. Devrimci ve komünistler, pratikleri, duruşları, yaşamı ve insanı kavrayışlarıyla en önde yürür ve deyim yerindeyse ipi ilk göğüsleyen olur.
Haydar ve Murat’ın tutumları bu anlamda devrimci fikirleriyle son derece uyumludur! Onlar tüm grubun imhasının devrime ve mücadeleye vereceği zararı hesaplayarak bütünün kurtuluşu için kendilerini feda etti. Böylece son nefeslerinde biz ardıllarına yaşama ve direnişe dair ölçüleri yeniden hatırlatıp çıtayı biraz daha yukarı çektiler.
Böylesi bir duruş, bir savaşçının, devrimcinin söz ile eylemi arasındaki uyumun, beynin tüm hücrelerine nüfuz ettiğini ve bir karaktere dönüştüğünü gösterir. Öyle kolay olmayan, yığınla çatışma, hesaplaşma ve sancıyla, bireyin kişiliğinde yarattığı yıkım ve ondanda önemlisi yeniden inşa sonucunda gerçekleşen bir durumdur bu.
Hedefe varabilmek, en azından kıvama gelmek içinde kumaşın ya da hamurun kalitesi çok önemlidir… Murat yoldaş için anlatılanlar, kişiliğine ve insani yönlerine dair yapılan vurgular, devrimci bir karakterin dokunması için kumaşın uygun olduğunu yeterince anlatıyor. Çevresindeki olayları süzgeçten geçiren, yaşanan haksızlıkları ve zulmü iliğinde hisseden bir insanın, devrimci saflarda yerini alması kuşkusuz uzun sürmez.
Benzer bir durum Sinan için de geçerlidir.
İstisnasız onu tanıyan herkesin ortaklaştığı en önemli nokta, onun karakteri ve duruşundaki asalet olmuştur. Güçlü bir kumaş ve hamurdan yoğrulan bir kişilik onda ilk göze çarpan özellik olmuştur. İyiden, güzelden yana ne varsa bağrında toplayan, çıkarsız ve hesapsız bir kişiliktir Sinan. Devrimcilerle, hareketimizle tanışmadan önce de böyledir o… Büyüdüğü koşullar ve aileden aldığı devrimci kültürün elbet bunda etkisi vardır.
Dürüstlük halkımız arasında takdir edilen, saygı duyulan bir meziyettir. Sinan ne yaşamışsa dosdoğru söyler, sağından ya da solundan dolanmaz. “Kim ne der?”, “Ne olur?” kaygısına düşüp içindekileri çarpıtmaya yönelmez. Hani derler ya “içi dış bir” diye, Sinan tam da böyledir “içi dışı birdir”.
Modern zaman dervişi…
Annesinin onu küçükten dışarıda, güneş altında unutmasından sebep “kara”lığıyla, hepimizin “karası” Haydar işte böyle biridir. Eski zaman dervişlerinin “bir lokma bir hırka” felsefesine cuk diye oturan bir kişiliktir. Hilesiz, hesapsız çalışandır. “Ben yapıyorum o neden yapmıyor” demez. Yapıyorsa yaptığının doğru olduğuna inandığı içindir! Bir şeyin doğru olduğuna inandı mı her şey orada bitmiştir.
İllegalite konusunda çok titizdir! Randevularına asla gecikmez. Yoldaşının, onun hata ve eksiğinden dolayı zarar görmesinden duyduğu korku ve endişe onu bir randevuya gelinceye kadar günlerce dolaştırır. İllegalitede sağlamcıdır. Gideceği adrese asla direkt gitmez. Önce noktaya yakın bir yerde görüşür, durumun temiz olduğunu anladığı ana kadar etrafta dolaşır. Ancak bundan sonra gideceği yere gider.
Korkunç bir iyimserliğe sahiptir Sinan. Belki de fazladan iyimserdir... Kızdığına, sinirlendiğine, pek kimse tanık olmamıştır. Tanık olmuşsa da konu büyük ihtimalle yoldaşlara yapılan bir özensizlik ve düşüncesizlikle ilgili olmuştur…
Hele de sözleriyle birilerini kırdığına, kötü söz söylediğine tanık olmak çok zordur… Yanlış anlaşılmasın, bu durum, herkesin söylediğine, dediğine “eyvallah çektiği” anlamına gelmez! O doğru bildiği yoldan yürür, doğru bildiğini söyler. Ama kendi meşrebince… “Lanet olsun içimdeki insan sevgisine” dercesine kimseye kıyamaz! Bu yüzden belki de biraz liberal olduğu söylenebilir.
Söz misal yapılmayan her işe koşturan odur! Çünkü onun için kolektifin görevleri beklemez. Görevler bir an önce yapılmak içindir. Bundan sebep yapılmayan her işe atılır.
Haziran 2010’da Dersim’in Ovacık’ta çıkan çatışmada gökyüzünü fethe çıkan Çiğdem Yılmaz (Kinem) (fotoğrafta Haydar ile birlikte…) ile Ferdi Karacan (Munzur) yoldaşların cenazesinde; sonrasında, 2011’in Haziranında Çemişgezek’te HPG gerillası Hewal Mazlum Erenci (Yılmaz Pılıng) ile birlikte şehit düşen Yurdal Yıldırım (Muharrem)’ın cenazelerinin alınması ve defnedilmesi sürecinde en yoğun paylaşımı yaşamıştık. Özelikle Çiğdem’e olan sevgisini hatırlıyorum. Çiğdem (Kinem) bizim “kara kız”ımız sen de “kara oğlan”ımızdın.
Sizinle azıcık sohbeti olan herkesin ortak kanısı, birbirinize olan benzerliğiniz olmuştur. Zira ikiniz de aynı hamurdan yoğrulmuştunuz. İkiniz de Kürt halkının acılarına, hasretlerine, sevinçlerine ve özlemlerine ortak olmuştu. İkiniz için de, her Kürt anasının gözyaşları bir deniz taşırdı. Newroz oldu mu ikinizin de heyecanına diyecek olmazdı!
Gençliğin konferanslarında ve tartışmalarında söz konusu Kürt sorunu olduğunda Sinan’ın radarları tam kapasite çalışır, duyargaları sonuna kadar açılırdı. Hele de tartışma direnişin ve mücadelenin ülkemizdeki haline yani gerillaya geldiğinde Sinan saatlerce konuşabilirdi. Hem de büyük bir aşkla ve şevkle hem de mest olarak.
Önce yoldaşım, önce devrimin ve mücadelenin çıkarları…
Sinan, Mazgirt’te doğmuş ve köyde büyümüştür. İçindeki öğrenme isteğinin kamçıları onu asla rahat bırakmaz. Sürekli bir arayış içindedir. Gözüyle gördüğü, kulağıyla duyduğu her şey hakkında daha fazla bilgi edinmek daha fazla öğrenmek ister. Daha önce bilmediği, ilk defa duyduğu konuları ve tartışmaları anlamadan benimsemez. “Ben de ortama uyayım, çıkıntılık yapmamayım” demez. “Çıkıntılık yapmaz” ama kendisine sorulduğunda fikrini kırmadan, dökmeden söyler. Konuya yabancıysa anlamamışsa açıkça söyler.
Kadın hareketine yönelik ilk tartışmaların gençlik alanında yürütüldüğü dönemlerdir… Dağ, vadi, patika ve Kürdistan denildiğinde rüzgar gibi esen Haydar, kadın mücadelesine gelindiğinde sessizliği tercih eder. Fazla konuşmaz, kimseye bulaşmaz, köşesine çekilir. Çünkü bilmeden, anlamadan, konuşmaktan ve yargılamaktan hoşlanmaz. O yapılan tartışmalardan ne alacağına yoğunlaşmıştır, anlamaya çalışır, susması ondandır. Bu bakımdan kendi kişiliğinde karşılık bulmayan pek çok kavram ve tespiti bol keseden yapanlardan farklı bir duruş sergiler. Kadın yoldaşların söylediklerine ve tartışmalarına saygı gösterir, hak ettiği değeri verir. Kendisine yönelik eleştirileri alır, üzerinde düşünür, gelir sorar.
Sinan’la, Kinem’in ardından yazmak için anlaşmıştık. Sinan YDG’ye çok güzel bir yazı yazdı ama ben bir türlü yazamadım. Yoldaşlarından ayrılırken Kinem’in en çok kullandığı, “Demek sen de gidiyorsun küçük kırlangıç” sözleri bundan sonra sende yaşayacaktı. Her fırsatta, biraz da Kinem’i hatırlamak içinde bunu söylerdin…
Evet Haydar yoldaş…
Bazı anlar vardır bir ömür geçse de unutulmaz ve bazı insanlar vardır bir ömür taşınacak derin izler bırakır… Sen yaşamın, sadeliğin, dürüstlüğün, mücadeleye ve direnişe olan inancınla hepimizde derin izler bıraktın. Hoşuna giden başarılı her işin arkasından söylediğin “mükemmele yakın…” sözlerinle, yoldaşlarına ve davaya olan bağlılığını daima hatırlayacağız…
Sinan ve Murat, “önce yoldaşım, önce devrimin ve mücadelenin çıkarları” sözleriyle her dönem ilham kaynağımız olacaklar… Sinan ve Murat, tıpkı Cengiz (Ünal), Hakan (Yurdal) gibi son mermilerine kadar çatışarak direniş geleneğimize bir ilmek daha attılar.
Sinan ve Murat tıpkı Özgüç (Sefkan) gibi halkımızı kör karanlıklara ve prangalara vurmak isteyenler karşı net duruşun adı oldular.
Evet Haydar yoldaş…
Tam da türküde söylendiği gibi, bir can almakla insan bitmez!
Çünkü siz tam da insana ait değerleri büyüterek aramızdan ayrıldınız!
Son Haberler
Sayfalar
ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)
Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)
Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?
Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?
Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.
SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..
“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”
“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)
7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.
İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor
Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.
Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.
3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?
Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.
Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)
Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.
Emperyalizm Üzerine Notlar-7
„Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler
Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.
Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek
Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.
Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi
Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)