Dersim’de devletin oyununu bozalım!
Düşman yoğun bir saldırganlıkla bölgede önüne gelen her şeyi yok etmeye çalışmaktadır. Burada şunu söylemek yanlış olmayacaktır; Dersim’de yakılan ormanlar ve boşaltılmak istenen köyler ile propagandası yapılan projelerin amacı aynıdır.
Dersim’de orman yangıları devam ediyor. Ovacık, Hozat ve merkez Geyiksuyu bölgesinden sonra halen Kutuderesi ve Mazgirt ormanları yanmaya devam ediyor. Faşist Türk ordusunun özellikle Ağustos ayında hem genel olarak Kürdistan’da hem de Dersim bölgesinde operasyonlarını yoğunlaştırdığı görülüyor. Gerillanın üslenim alanlarına yönelik “önleyici” kapsamda belli bir konsept etrafında yürütülen bu operasyonların yoğunlaştığı alanlar düşünüldüğünde kapsamlı bir içeriğe sahip olduğu anlaşılıyor.
Faşist TC’nin bu yönelimi çerçevesinde operasyonlar bahane edilerek bazı alanlar insansızlaştırılmaya çalışılıyor. Özellikle operasyonlara paralel faşist TC, soysuz bakanı aracılığı ile son yayınlanan genelgesinde 90’lı yıllarda uygulanan gıda ambargosuna benzer bir ambargoyu da devreye sokmayı planlıyor. OHAL vb. uygulamaları süreklileştirerek bölge halkının iradesi kırılmaya ve teslim alınmaya çalışılıyor.
Bu saldırı konseptinin bir benzerine 90’lı yıllarda tanık olunmuştu. O zamanda adına “silme-süpürme” operasyonları denilen saldırı dalgasıyla bir yandan köyler yakılıp yıkılıp bölge insansızlaştırılmaya çalışılırken diğer taraftan gerillaya karşı kapsamlı operasyonlarla sonuç alınmaya çalışılıyordu.
O dönem silahlı mücadelenin ve özellikle gerilla savaşının ulaştığı düzey, TC’nin tehdit algısını altüst etmişti. Ve o saldırı konseptinin öncelikli hedefi, gelişen gerilla mücadelesini “asimetrik” bir tarzın içerisine çekebilmek ve kabul edilebilir sınırlar içerisine hapsetmekti.
90’ların sonu 2000’lerin başına gelindiğinde faşist TC’nin bu kapsamda belli sonuçlar elde ettiğini belirtmek gerekir. Proletarya partisinin iç sorunları, ulusal hareketin geri çekilme taktiği izlemesi vb. ile birlikte düşünüldüğünde düşman için bunların kolaylaştırıcı etkenler olduğunun altını çizmek gerekir. Sonrasında 2004 Haziran hamlesi olarak bilinen ulusal hareketin kayıtlarına geçen süreci başladı. Gerilla savaş yöntemlerinde yeni bir tarzın devreye girmesi ile ibrenin yönü artık gerilladan yana bir gelişim çıtasına evrildi. Bu konunun ayrıca değerlendirilmesi gerekir.
Konumuz özgülünde 90’lardaki saldırı konseptinin amaçlarına dönecek olursak; bunun belli başlı ayaklarından biri kitle gerilla ilişkisinin bu saldırı konseptinin temel ayaklarından birini oluşturmasıydı. Köylerinden zorla çıkarılan köylülerin büyük bir kısmı bölgeyi terk etmek zorunda kalırken belli bir bölümü ise il ve ilçelerin kenar mahallelerinde yaşamak zorunda bırakılmıştı. İşte tam da burada yoksulluk ve çaresizliğe itilmiş olan ve düşmana kin duyan bu kitlenin sistemin sınırları içerisine çekilmesi, ajanlaştırma-işbirlikçileştirme; bu olmadığı durumda tarafsızlaştırma politikası devreye sokuldu.
“Tunceli’nin çehresi değişti”!!!
Startı verilen bu saldırının hedefinde bu kez yerinden yurdundan edilen bu kitlenin hafızasını da silmek, devrimci saflardan yana gelişen bilincini dönüştürmek vardı. Ülke içinde ve uluslararası kamuoyunda katliam ve zorla göç ettirmeleri meşrulaştırmak için manipülasyona dayalı yoğun bir propaganda devreye sokuldu. Elinde tenis raketi Dersim’e has kıyafetlerle yaşlı bir adamın gazetelerde boy boy fotoğraflarının yayınlanması halen hafızalardadır. Buna benzer bir dizi fotoğraf “Tunceli’nin çehresi artık değişti”, “terör baskısından kurtulan halk artık tenis oynayıp Munzur’un kıyısında yüzebiliyor” haberleri devletin bölgeye yatırım yaptığı, işsizlik sorununu çözdüğü propagandasıyla servis edildi.
Bu propagandaya eşlik eden gerçeklik ise tam da düşmanın kitleyi denetim altına alacak projelerinin yaşama geçirilmesiydi. Ecevit’in “köy kent” projesi gelişen gerilla mücadelesi karşısında ötelenmek zorunda kalmıştı. Bu projenin devamı bu süreçte, TOKİ eliyle devreye sokuldu. İl ve ilçelerin kenar mahallelerinde yaşam mücadelesi veren bu kitle önce TOKİ konutlarında iskan edildi. Düşman, görevi istihbarat olan subay ve astsubaylarını da yapılan konutlara yerleştirerek bu kitleyi denetim altına almaya çalıştı. Sonrasında yerinden yurdundan edilerek üretimden koparılan bu kitle ile fakir fukara fonu olarak tabir edilen bir fona bağlanarak yeşil kart vb. üzerinden iletişime geçilip bir ilişkilenme tarzı geliştirilmeye çalışıldı. Düşmanın bu kesim içerisinde ilk olarak yöneldikleri ise bir şekilde gerilla ile ilişkilenmiş “kurye-milis” olarak değerlendirdiği kişiler oldu. Markaja alarak zorla, işkence ve maddi kimi vaatlerde bulunarak bu insanları düşürmeye, düşkünleştirmeye çalıştı. Belli yönleri ile sonuç da aldığı bu politika ile kendi cephesinden savaşın kitle ayağını örgütlemeye çalıştı.
Dersim’de koruculuk, gerillanın ulaşamadığı ova köyleri veya bölgedeki belli Sünni-Türk azınlığın bulunduğu bölgelerin dışında tutmadı. Düşman da gözüne kestirdiği tek tek bireylere yönelerek bu politikayı bireyler nezdinde yaşama geçirmeye çalıştı. Faşist TC’nin o dönem bölgede bulunan azılı subaylarından Namık Dursun’un “her köyde, her mahallede en az bir işbirlikçi istiyorum” sözü tam da bu gerçekliği ifade ediyordu. Tabii her dönemin kendine has koşulları vardır. Düşman düşüremediği kesimler içerisine de uyuşturucu ve fuhuşu sokarak farklı bir strateji ile o kesimlere ulaşmaya çalıştı. Burada amaç; şiddet ve zorla dize getiremediği kitleleri kendi kültürel ve tarihsel değerlerine yabancılaştırarak içten içe çürütmeye çalışmaktı. Öyle ki 90’ların sonlarından günümüze, uyuşturucu ve fuhuş bölgenin temel sorunlarından biri haline gelmiştir.
Düşmanın tam da bölgenin terörden arındırıldığı ve yapılan yatırımlarla kalkındığı söylemlerine tezat bir şekilde bölge insanı her geçen gün daha fazla yoksullaşıyor, geçimini sağlamakta zorlanıyordu. Gizli koruculuk olarak gündemleşen işbirlikçilik politikasının ekonomik alt yapısı böyle şekilleniyordu. Üretimden koparılan ve ambargolarla iyice bunaltılan, en temel ihtiyaç maddelerine bile ulaşması kısıtlanan insanlar, maaşa bağlanarak “asalak” bir kesim oluşturuldu. Her türlü etkileşime açık hale gelen bu kitle içerisinden düşman kendisine elaman devşirmeye çalıştı. Düşmanın o dönem yatırım dediği yapımına başlanan baraj ve HES’lerdir. Gelinen aşamada baraj ve HES’lerin bölgenin ekosistemi ve halk üzerindeki etkileri tüm çıplaklığı ile ortadadır.
Tam da burada düşmanın tekerine çomak sokan gelişme, bölgede 2000’lerin ortasından itibaren gerilla etkinliğinin yeniden giderek artması olmuştur. Ulusal hareket kendi iç sorunlarını belli oranda çözmüş ve sınır dışına çektiği güçlerini bir hamle kapsamında ülkeye sokarak savaşı başlatmıştır. Proletarya partisi de keza aynı döneme denk gelen bir şekilde (94 ayrılığı sonrası bölgedeki güçlerini kaybetmiş veya Karadeniz’e çekmek zorunda kalmıştı) bölgeye güçlerini göndererek kesintiye uğrayan gerilla faaliyetini yeniden başlatmıştı. Gerillanın yeni bir tarzda kendisini örgütleyerek savaşı başlatması, düşmanın bölgedeki hesaplarını büyük oranda bozmuş; gerilla darbeleri karşısında düşman tüm hesaplarını yeniden ötelemek zorunda kalmıştı.
Özellikle proletarya partisinin uyuşturucu, fuhuş, ajan-işbirlikçileştirme, HES vb. uygulamalara karşı ortaya koyduğu politik tutum, bölge halkı üzerinde azımsanmayacak bir karşılık bulmuştur. Düşman saldırıları karşısında bunaltılmış Dersim halkının refleksi savaşa paralel bir noktada olmuştur. Gerillanın bu süreçte alan hakimiyeti ve inisiyatifi ele alması ile düşman esasta karakol ve karakol çevrelerine sıkıştırılmıştır. Tüm bunlar düşmanı bölgedeki hesaplarını yeniden gözden geçirmesine ve farklı bir arayışa yöneltmiştir.
Yağmacı AKP iş başında!
Bu süreç AKP’nin işbaşına geldiği dönemdir aynı zamanda. 2000 yılında yeni bir yüzyıla girilirken, ekonomik krizin yarattığı sorunlar ve egemen sınıflar arası klik çatışmaları ile sınıf mücadelesinde ezilenlerin hoşnutsuzluğunun yeniden daha fazla görünür hale geldiği bir dönemde AKP iş başına getirildi. İlk başlardaki politik olarak ucuz, popülist söylemlerini bir tarafa bırakırsak AKP’ye yüklenen misyon, satılabilecek ve yağmalanabilecek her şeyin pazarlanarak ranta açılması oldu. Zaten AKP’nin “işportacı” başkanı Erdoğan’ın “Ben ülkemi pazarlamakla mükellefim” sözü AKP’ye biçilen misyonu yeterince açıklıyor. Her şeyin alınıp satılır duruma getirildiği bu dönemde, genel olarak tüm T. Kürdistanı’nda özel olarak da Dersim’de madenlerin ve su kaynaklarının zenginliği, egemen sınıfların ilgi ve iştahını kabartıyordu. AKP’nin bu açıdan bölgeyi keşfetmesi uzun sürmedi.
Daha önce bölgede yaşadıkları yenilgi ve başarısızlıklardan kendince dersler çıkaran egemen sınıflar, bu sefer kurnaz bir politikayı devreye soktular. Nihayetinde bölgede gerilla mücadelesi hem askeri hem de politik olarak ciddi bir etkinliğe sahipti. Ve egemen sınıflar istedikleri gibi at koşturamıyorlardı. Katliamlar, sürgünler, işkenceler bölge insanının iradesini kıramamıştı. Bunun için öncelikle kitleyi Dersim’de yaşayan ve Dersim dışında yaşayanlar olarak ikiye ayırdı. Bu dönemde fakir fukara fonlarına ek olarak yeni yeni fonlar oluşturularak “ekonomik yardım” adı altında bölgeye gıda maddesinden beyaz eşyaya kadar bir dizi yardım yapılarak bölge insanının gözü boyanmaya, tarafsızlaştırılmaya çalışılmıştır. Diğer taraftan özellikle maden sahası olarak işaretledikleri yerlerin Dersim dışında yaşayan insanları ile İstanbul, İzmir, Elazığ gibi yerlerde toplantılar yapılarak bölge insanının yapılacak talan ve yağmaya rızası sağlanmaya çalışılmıştır. Keza yakılan köylerin yeniden inşa edileceği, maden alanında çalışma önceliği gibi vaatler verilerek ve büyük miktarda para dağıtılarak aynı şekilde bölge insanının gözü boyanmak istenmiştir.
Bu süreçte onlarca şirket yatırım adı altında Dersim’e doluşmuştur. Maden sahalarının alt yapısını oluşturmak, HES vb.nin önünü açmak için irili ufaklı bir dizi proje yaşama geçirilmek istenmiştir.
Munzur dere ıslah çalışması, sulama göletleri, Dersim-Erzincan arası alternatif yol projeleri, ara yolların yapımı vb. hep bu kapsamdadır. Tabi her zamanki gibi bu projeler yaşama geçirilirken halka yalan söylenmekte, projelerin amacı sanki halka hizmet götürmekmiş gibi yansıtılmaktadır. İlk başlarda özellikle Dersim dışında yaşayan ve belli bir ekonomik düzeye sahip kesim üzerinde etkinlik sağlandığını ifade etmek gerekir. Bu kesim maden şirketleri ile işbirliği geliştirmiş ve bu şirketlerin gönüllü savunuculuğuna soyunmuştur. Elbette ki bu meselenin de kilit yerinde gerilla duruyordu ve gerek çevre örgütleri gerekse gerillanın soruna bir biçimde müdahil olması ile gerçekliğin resmi daha doğru biçimde çizilmiş ve halktan doğru gelişen duyarlılıkla birleşince düşman bu projelerini ötelemiş; fakat bölgeye gözünü dikmekten de vazgeçmemiştir. Çünkü dediğimiz gibi bölge, sahip olduğu doğal yaşam alanları ve zengin maden yatakları ile egemen sınıfların iştahını kabartmakta ve bir an önce bölgeyi yağmalama isteği, her türlü saldırganlığa kapıyı aralamaktaydı.
Ancak düşman savaş koşullarında bölgede her istediğini yapamayacağını da anlamıştır. Daha bir dizi faktörle beraber hedefine silahlı mücadeleyi yani gerilla mücadelesini koyarak farklı bir hazırlık yapma gereği duymuştur. Bunun fırsatını adına “çözüm süreci” denilen ve bir dizi bağlaşığa sahip olan dönemde yakalamıştır.
Bu dönemi iyi değerlendirmiş ve kapsamlı bir hazırlığa girişmiştir. Hem gerilla karşısında düştüğü dezavantajlı pozisyondan çıkmak hem de halk içinde ajan-işbirlikçileştirme ağını genişletmek ve kitleleri kontrol ve denetimi altına almak için bu süreci kapsamlı bir plan dahilinde değerlendirme fırsatı yakalamıştır. Gerilla karşında alan ve arazi hakimiyeti sağlamak için arazinin kilit noktalarına yeni karakollar yapılmış, teknik teknolojik donanımını gerilla savaşına uygun olarak yeniden organize etmiştir. Düşmanın bu süreçte esas olarak üzerinde durduğu, istihbarat çalışmasının zeminini sağlamlaştırmak ve kitle kontrol mekanizmalarını güçlendirmek olmuştur.
2015’te savaş yeniden başladığında düşmanın hazırlıklarını esas olarak bitirdiğini söylemek gerekir. Öncelikle halka saldırmış ve bölgenin birçok yerine insanların girmesini yasaklamıştır. Özellikle yayla yasakları ile birçok alan insansızlaştırılmaya çalışılmıştır. Bu dönem boyunca yüzlerce Dersimli tutuklanmış, gözaltına alınarak haklarında soruşturma açılmıştır.
Yukarda orman yangınları nedeniyle kimi köyler nezdinde bazı bölgelerin boşaltılmak istendiğinden bahsetmiştik. Tüm bunlara tezat bir şekilde özellikle Tunceli Valiliği öncülüğünde “havuz medyası” da kullanılarak tarihten de aşina olduğumuz yoğun bir propaganda yapılmaktadır. Yine Tunceli’nin “cazibe merkezi” haline geldiği yalanları havada uçuşmaktadır. Son dönemde devlet hattında Dersim’e olan ilginin arttığı bir gerçek fakat bu gerçeğin nedenlerini doğru tahlil etmek ve tehlikenin boyutlarını görmek hayati bir noktada durmaktadır.
Özellikle son dönemde Tunceli Valiliği tarafından istatistikler servis edilmekte ve yaşama geçirildiği ifade edilen projelerden bahsedilmektedir. Özellikle il merkezinde, şehir merkezinin çarşı ve merkez meydanında, Munzur kıyısında göze hitap eden çalışmalar yapılmakta, Munzur suyu üzerinde rafting gibi su sporları organize edilmekte vb. Tüm bunlar her zamanki gibi asıl niyeti gizleme çabasının ürünüdür. Tüm bunların “vatandaş odaklı” projeler olarak sunulması ise tamamen var olan algının maniple edilmesine yöneliktir. Özellikle Munzur Gözeler üzerinde yapılması düşünülen, içinde park, cemevi vb. olduğu projeler tamamen bölgenin yağmalanmasına yönelik hazırlıkların bir parçası olarak devreye sokulmaktadır.
Düşman yoğun bir saldırganlıkla bölgede önüne gelen her şeyi yok etmeye çalışmaktadır. Burada şunu söylemek yanlış olmayacaktır; Dersim’de yakılan ormanlar ve boşaltılmak istenen köyler ile propagandası yapılan projelerin amacı aynıdır. Yakılan ormanlar ve boşaltılmak istenen köylerin Ovacık, Hozat ve Geyiksuyu bölgesine kadar tek hat üzerinde, daha önce maden çalışmalarının yapılmak istendiği alanlar üzerinde olması tesadüfi bir olay değildir. Düşman bir yandan topyekun gerilla karşısında bu alanları savaş uçakları ile bombalarken diğer taraftan şirketlerin kabaran iştahını bölgeye yöneltmektedir. Yapıldığı ifade edilen yatırım ve projeler tamamen bu saldırı dalgasını gölgelemek ve bölge insanının rızasını sağlamaya yöneliktir.
Bugün geliştirilen saldırı dalgası, geçmişe kıyasla daha komplike bir yapıya sahiptir. Ortaya konan saldırganlığın şiddeti ile kitleler nezdinde yaratılan manipülasyon paralel bir çizgide ilerlemektedir. Bölgenin “terörden arındırıldığı” ve “huzur ortamının sağlandığı” gibi ifadeler doğrudan silahlı mücadeleyi hedefleyen ve tüm saldırganlığın nedeninin silahlı mücadele yürüten örgütler olduğu yanılgısını yaratmayı hedeflemektedir.
Özcesi düşmanın bölge üzerindeki hesapları kapsamlı ve çok yönlüdür. Düşmanın bölgedeki hesaplarını bozacak esas nokta silahlı mücadele ve bu mücadelenin kitlelerle buluşma dinamiğidir.