Salı Aralık 3, 2024

Düzen İçi Sol’culuk;Özgür Yıldız

Her toplumsal yapı kendi karşıtını da içinde taşır. “Sol”da, kapitalist sistemin karşıtı olarak ortaya çıktı ve gerçek kimliğini Komünist Manifesto’nun yayınlanmasıyla buldu. Bu süreçten sonra işçi sınıfı, kendisi için bir sınıf olarak burjuvazisinin karşısına, ütopik olmayan gerçek sosyalizm alternatifiyle çıktı. Elbette, burjuvazi boş durmadı. “Sol” hareketi reforme etme yollarını seçti. Proudhon, Bernstein ve Kautsky kadar sol”u reformizme etmenin teroik zeminlerini hazırladı. Lenin, Marksizmi reformize eden küçük burjuva ideolojisine karşı mücadele ederek Marksizmi geliştirdi ve 17 Ekim Sosyalist Devrimi bu mücadelenin ürünü olarak ortaya çıktı.

Sol’un tarihsel olarak ortaya çıkışı, işçi sınıfı hareketinin ortaya çıkışına denk gelir. Ancak kapitalist sistem içinde birbirinden farklı “sol” hareketler vardır. “Sol” hareket deyince, özünde düzene, apitalist sisteme muhalif hareket ve burjuva düzen karşıtı akla gelir. Sol esasında düzen dışı bir harekettir. Çünkü, kapitalist sistemin alternatifi olarak ortaya çıkmıştır. Ancak, burjuvazi ile işçi sınıfı arasındaki uzun tarihsel mücadeledeki gelişmeler, “sol” hareketi de farklılaştırdı. Düzen dışı “sol”un yanına bir de “düzen içi sol” eklendi. Lenin’in, bunlar için; “işçi sınıfı içindeki burjuvazinin ideolojik ajanları” demesi bundandır. Marksizmin ortaya çıkışıyla beraber düzen dışı “sol” hareket, işçi sınıfını temsil eden hareketler oldu. Düzen içi “sol” hareketler ise, “sol” görünümlü reformist hareketler şeklinde varlıklarını sürdürdüler. Bu tür reformist küçük burjuva siyasal hareketlerin en önemli özelliği; burjuvaziyle uzlaşıcı bir çizgiye sahip olmalarıdır. Öğreti ve eylemlilikleri, kapitalizmin reforme edilmesiyle sınırlıdır. Sosyalizm ise onlar için bir ütopyadır.

Türkiye “sol” hareketi de ciddi süreçlerden geçti. TKP’nin ilk kuruculkardan M. Suphi ve yoldaşlarının katledilmesinden sonra, TKP’nin kemalizm kuyrukçuluğu yapması, onun gerçek yüzünün görememesi, Türkiye işçi sınıfına büyük bir darbe vurdu. Ancak, 1960’ların sonlarına doğru dünya genelindeki devrimci kabarışın içeride de karşılık bulmasıyla radikal devrimci hareketler ortaya çıktı ve TKP reformculuğunu geriletti. Denizler, Mahirler ve Kaypakkaya’lar bu radikal kopuşun öncüleriydi. Kaypakkaya’nın bir başka özelliği vardı, Marksizmin ülke içindeki temsilcisiydi. Ortaya koyduğu düşünceleri, diğer radikal küçük burjuva devrimcileriyle arasına kalın bir çizgi çiziyordu.

Düzen dışılık, düzen içi koşullardan sonuna kadar yararlanmayı kesinlikle dıştalamaz. Başka deyişle, düzenin tüm gözeneklerinden işçi sınıfı hareketi lehine yararlanılır. Ve bu sınırları genişletmenin mücadeleside sonuna kadar verilir. Yeri geldiğinde reformizmden de yararlanılır, ama reformist olunmadan. Yeri geldiğinde burjuva parlamentosundan da yararlanılır, ama burjuva parlamenterist bir parti olmadan. Her şey işçi sınıfı önderliğinde sosyalizmi gerçekleştirmek için yapılır. İşçi sınıfı hareketinin siyasal mücadelesinin genel prensibi budur. Siyasal iktidarı almak için bütün mücadele biçimlerinin koşullara uygun ve onu zorlayarak uygulamak ve burjuvaziyi altemek...

Ne var ki, günümüz “sol”culuğunun en belirgin yanı, adeta reformizmin içine görmülmek oldu. Özellikle küçük burjuva reformistlerimiz, faşizm karşısında kendilerini çıplak hissederek, bir burjuva partisinin kanatları altına girmekte dahi bir sakınca görmediler. Bunu da “demokratik güçlerin birleşimi” olarak açıklama yavanlığına düşerek yaptılar. Oysa, CHP’nin yeri, demokrat ve reformist sol’un yanı değil, Yenikapı’ydı. O yerini bildiği için oraya gitti.

CHP’nin “Taksim Mitingi”ne büyük payeler biçerek ve neredeyse CHP’yi “demokratik hak ve özgürlükler için mücadele edenler”cephesinde göstermeye çalışanların, ne işçi sınıfına ne de ezilen bütün emekçilere bir güvenlerinin kalmadığı, tersine, egemen sınıflar cephesindeki bir burjuva partinin kuyruğuna takıldıklarını ortaya koydu. Bunlar, tam anlamıyla “düzen içi sol”cularıdır. Düzen dışına çıkmak bunların akıllarından dahi geççmez. Neden mi? Çünkü tüm örgütlenmeleri, siyasetleri, taktikleri, mücadele biçimleri ve elbette varsa stratejileri buna göre şekillendirilmiştir. Ve bunlar, teorik, siyasal, ideolojik ve örgütsel olarak, gerçek anlamda burjuvaziye karşı bir savaş örgütü değil, onunla uzlaşma örgütü olarak şekillenmişlerdir.

Lenin, reformizm ile burjuvaziye karşı bir savaş örgütü olan komünist partisi arasındaki farkı sıkça vurgulamıştır:

“... siyasal sorunlar üzerinde, aydın ve sevimli bir Kadet topluluğuna bir konferans verdim. Tartıştık. Ev sahibimiz: <<Önümüzde vahşi bir hayvanın, bir aslanın olduğunu düşün. Biz ikimiz, aslanın önüne atılmış iki esiriz. Bu durumda birbirimizle tartışmamız uygun olur mu? Böylesi bir durumda ortak düşmana karşı en akıll ve uzak görüşlü Sosyal Demokrat G. W. Plehanov’un mükemmel bir şekilde söylediği gibi ‘gericiliği tecrit etmek’ için birleşmek görevimiz değil mi?>> dedi. Benzetme güzeldi. Kabul ettim ve yanıtladım. Peki, esirlerden birisi silah almayı ve aslana hücüm etmeyi örgütlerken diğeri, mücadelenin tam ortasında aslanın boynundan sarkan ‘Anayasa’ yazılı bir yaftayı görünce ‘sağdan da soldan da gelirse gelsin şiddete karşıyım’, ‘ben bir parlamenter partinin üyesiyim, anayasal yöntemlerden yanayım’ diye bağırıyorsa, ne diyeceksiniz? Böyle bir durumda aslanın gerçek niyetlerini ortaya çıkaran ‘huysuz’ genç, kitleleri eğitmek, onların siyasal ve sınıf bilinçlerini geliştirmek için yaftalara bağılılık vaaz ederken aslan tarafından parçalanan esirden daha çok iş yapmıyor mu?”1

Lenin bu söyledikleri, CHP ile flört etmeye çalışan bizim reformist “sol”larımızın bugünkü durumuna uygun düşüyor. Aynı toplumsal süreç de, ideoloji aynı olunca, aradan yüzyılda geçse sınıfların eylemlikleri fazla değişmiyor. “Gericiliği tecrit etmek için” gericilikle “ittifak”! Reformistlerimiz de aynen bunu yapıyor. AKP gericiliğine karşı CHP gericiliği ile ittifak! Bunun adına da işçi sınıfı politikası demekten geri kalmıyorlar.

Türkiye’de burjuva demokrasisinin değil ama, faşist rejimin tüm özellikleri mevcuttur. Bazı reformist partilerin varlığı, sol dergilerin çıkması vb. gibi kısmi demokrasi kırıntıları ise, Kürt Ulusal Hareketi’nin mücadelesinin (devlet ile çatışma durumu) bir sonucu olarak durmaktadır. Günümüz burjuva devleti, sol’u, hem Kürt Ulusal Hareket’inden uzak tutmak için, hem de düzen içinde tutabilmek için bu tür “demokrasi” kırıntılarına göz yummaktadır. Ama, asla, sol’un rahat bir soluk almasına ise izin vermemektedir. Buna düzen içi sol’da dahil. Devlet, düzen dışı sol’a karşı savaştığı gibi, düzen içi sol’u da rahat bırakmıyor. Onlar üzerinde de baskılarını sürdürüyor.

Bazı reformist sol’cularımız, PKK bir kenara reformist HDP ile yan yana gelmemek için özel bir çaba harcarken, CHP gericiliği ile yan yana gelmek için de tersinden bir o kadar çaba harcıyorlar. Oysa, burjuva anlamda demokrasi mücadelesini CHP değil HDP vermektedir. Ama HDP “sakıncalı” bir parti. Çünkü Kürt eksenli.

CHP ve diğer egemen sınıflar dışında, “demokratik hak ve özgürlükler” için, reformist ve ilerici çevrelerin oluşturacağı demokratik mücadele platformuna kayıtsız kalmakta doğru değildir. Komünistler, bu tür mücadele platformların içinde yer alarak, faşizme karşı demokratik hak ve özgürlüklerin kazanılması ve faşizmin geriletilmesi mücadelesi içinde aktif olarak yer almalıdır.

Türk egemen sınıfları, Kürtleri terörize ederek, içeride Türk miliyetçiliğini derinleştirmeye ve genişletmeye çalışıyor. Yığınsal tutuklama ve yoğun baskıların yetmediği yerde, Kürt şehirlerini yıkarak ve yüzlerce insanı katlederek sindirme ve yıldırma taktiği izliyor. Devlet, düzen içi sol’a, “Kürtlerle aranıza mesafe koyun” mesajını çok yönlü veriyor. Ankara, İstanbul, Suruç ve daha bir çok yerde olduğu gibi toplu katliamlar yaparak mesajını iletiyor. Ağır baskı ve karşı-devrimci şiddet uygulayarak siyasal bir soluklanmaya izin vermiyor. Burjuva liberal aydınlara dahi göz açtırmayan, tehdit eden ve korkutan bir sistemin, sol reformistlere tolerans tanıması düşünülemez. İktidar sahipleri kendilerini güvende hissettiklerinde o kırıntıları da bütünüyle ortadan kaldıracaklardır.

Toplumsal koşulları iyi okuyup buna göre taktikler belirlemek marksist (komünist) işçi hareketleri için olmazsa olmazdır. Siyal iktidar perspektifi olan ve buna uygun olarak örgütlenen hareketler, değişen koşullara göre siyasal ve örgütsel taktikler belirlemede uzman olmak zorundadırlar.

Komünistler ve düzen dışı devrimci hareketler GEZİ’yi doğru okuyamadılar. Yer yer doğru saptamalar olmasına karşın, GEZİ’nin verdiği düzene karşı saldırı taktiği yerine, bekle-gör taktiğini, yani pasizfizmi benimsediler. Aynı düzen içi reformist “sol” hareketler gibi kendilerine “düzen içi” siyasal yön biçtiler. Sonuç ise, GEZİ kitlesi, baskılarla yıldırılarak kendi kabuğuna çekilmek zorunda kaldı. Kendilerine ve genel anlamda bütün sol’a karşı bir güvensizlik içine sokuldular.

Türkiye işçi sınıfı Kürt Ulusal Hareketi’nin demokratik mücadelesiyle birleştirilemedi. Bu konuda bazı adımlar ataılmasına karşın, reformist-soyal-şoven “sol” bunun önünde ciddi bir engel oluşturmaktadır. Oysa, Türk devleti bir çok yönden sıkışmıştı. Özellikle ilerici Kürt Ulusal Hareketi’nin gelişmesi karşısında dışarıda ve ülke içinde sıkışmış, uygulaya geldikleri

politikalar yüzünden yalnızlaşmışlardı. Türk egemen sınıfların kendi aralarındaki çelişmeler derinleşmişti. Bu 15 Temmuz’da silahlı olarak dışa vurdu.

Türk egemen sınıfları, “milli birlik” politikasıyla kendi içlerindeki krizi aşmaya çalışmalarına karşın, hala ciddi bir uzlaşma sağlayabilmiş değillerdir. Çünkü bunun dış ayakları şimdilik havadadır. Ve devleti elinde bulunduranlar en zayıf anlarıyla karşı karşıyalar. Bu nedenle AKP kliği, CHP’ye bazı tavizler vermektedir. Türkiye’nin en büyük tekeli Koç grubu CB Erdoğan’ı ziyaret ederek “milli birliği” pekiştirir bir görüntü vermeye çalışmaktadır. Bir çok yönden pazarlıklar yapılmaktadır.

CB Erdoğan, AKP’li kitleleri sokakta tutarak kitlesel destek aldığını düşmanlarına göstermeye çalışarak, pazarlık gücünün zayıflamasının önüne geçmeye çalışıyor. Ve bu kitlelerin en azından bir kısmını paramiliter bir güce dönüştürmenin yollarını da hazırlıyor. Zaten önemli bir para militer güce de sahip. Ve bunlar, olası bir iç savaş sırasında da kullanılacaktır. İç savaş tehlikesinin gelişinin de çok uzak olmadığı açıktır. Kürt şehirlerinde İŞİD ve diğer cihatçı çeteleri kullanan devletin, komünist, devrimci, aleviler, diğer etnik azınlıklar ve siyasal muhaliflerine karşı kullanmayacağını düşünmek siyasal körlüktür.

Türk devleti ciddi bir kriz içindedir. Bunun karşısında, işçi sınıfı hareketi oldukça zayıftır. Bu nedenle faşist sistem kendini, işçi sınıfı karşısında rahat hissetmektedir. Ancak, Kürt Ulusal Hareketi’nin Rojava’daki gelişmesi, Kuzey Kürdistan’da ise etkili eylemlerle Türk ordusunu adeta saf dışı bırakması ve Kürt kitlesi üzerindeki düzeni boşa çıkarması, devleti derinden endişelendirmektedir. “Milli Birlik”lerinin bir nedenide budur. Türk burjuvazisi Kürt Ulusal Hareketi (PKK) karşısında her zaman birlik oldu ve olmaya devam edecektir. Ancak, bu faşist birliği parçalamanın yolu, esas olarak Türkiye işçi hareketinin gelişmesiyle olacaktır. Ne var ki, içinden geçtiğimiz süreçte bu olasılık zayıftır. Ekonomik ve siyasal kriz içinde olan Türk devletinin ağır baskı koşullarını direkt yaşayan işçi sınıfının, hareketlenme sürecinin de uzak olmadığı gözükmektedir.

İçinde bulunduğumuz koşullar, komünist ve devrimcilerin önüne önemli görevler koymaktadır. Bu, düzenin zayıflığını derinleştirici her alanda eylemelere girişmek olmalıdır. 71 devrimci ruhu budur. 71 bir hareketi yenildi, ama, Türkiye işçi hareketini reformizmin kuyruğundan kurtardı. 71 hareketinin tarihsel önemi de buradan gelmektedir.

Günümüz dünya ve ülke konjonktürü 71’deki gibi olmasa da, o gün olmayan ama bugün olan bir olgu vardır: O da, işçi sınıfının dostu Kürt Ulusal Hareketinin kitlesel, askeri ve siyasal varlığının yanı sıra egemen sınıfların derin bir kriz içinde oluşunun varlığıdır. İşçi sınıfının lehine olan bu nesnel durum şehirlerde ve kırsal alanlarda devrimci siyasal taktiklerle beslenmelidir. Örgütlenme ve siyasal yönelim buna göre şekillendirilerek, düzen dışılığın tüm koşulları yerine getirilmelidir. Reformist-pasifist kitle çizgisi, düzen içi örgütlenme alayışları terk edilmelidir. illegal örgütlenme, “legal olanaklardan yararlanma” adına feda edilmemeli, ikincisi birincisine tabi olmalıdır. Bugün legal olanakların sınırsızlığı her geçen gün azalarak “yok” düzeyine inmektedir. Türk devletinin yönelimi de bu yöndedir.

Komünist ve devrimci hareketler, devrimci militanlık ruhuyla mücadeleye yaklaşırlarsa, düzenin çelişmelerini derinleştirerek, devrimci mücadelenin soluk borularını genişletme olanaklarını elde edebilirler. Devrimci militanlıktan yoksun düzen içi yaşam, düzen içi

mücadele, devrimci işçi hareketinin düşmanıdır. Bu durum, uzun bir süredir devrimci harekete sirayet etmiştir. Bu ruh hali kırılmak zorundadır. Bu pasifist ruh halinin sürdürülmesi halinde, düşmanın devrimci hareketi iyice marjinalleştirmesi de bir o kadar kaçınılmazdır. 

46971

Zor Yıllarda "Aydın olmak"

“Ne kadar nahoş olsa da,olguları açıkça görmek,adlı adınca çağırmak, …doğruyu söylemek zorundayız.”[1]

“12 Eylül 1980 sonrası sosyalist mücadelede sosyalist aydınlar” konulu bir yazıyı kaleme almak “zor”; dahası, zor olduğu kadarıyla hüzünlü. 

Bizi bırakıp giden(lerden) biri bağlamında bana; Maksim Gorki’nin, “İnsan, ne onurlu sözcük”; Bertolt Brecht’in, “İnsan olmak büyük bir şeydir”; Anton Çehov’un, “İnsanlar inandıklarıdır,” sözlerini anımsatan Ata Soyer’e dair;[2] yazmak daha da “zor” bir iş...

Sayın Gizli Tanık ve Tanıklarıma: Lütfen Kendinizi deşifre Edin!

Yusuf KÖSE

Devrimci yaşama başlayıp biraz “sivirilince”, hakkımda da bir çok şeyler yazılıp çizilmeye başladı. Ancak, bunlar, genellikle burjuva devlet ya da bunların uzantıları aracılığıyla kamuoyuna sunuldu. Ve hala sunulmaya devam ediyor. Bir kısmı gerçekten karşı-devrimin direkt uzantıları, bir kısmı da bilmeyerek onlara hizmet eden “bir tas çorbacılar.”

Bahar geldiğinde filizlenecek olan Çiçek

Saat sabaha doğru yol alıyor, köpekler havlıyor dışarıda, hoparlörden Mehmet koçun sesi geliyor, elimde Sefagül Arslan’ın kitapları, gerillanın kaleminden kelimeler ısıtıyor soğuk odayı. Düşüncelere dalıyorum. İlkel komünal toplumda ava çıkıyorum. Analarımla topluyorum yiyecekleri. Mağaradan mağaraya koşuyorum. Aç kurtlar günümüzün korkusu, beterinden geçiyorum. sana yaklaştıkça azalıyor korkularım. Daha da azalacak korkularımız zaman denen tünelde, dün bugün ve yarın denen tarihsel ilerleyişinde. 

Alamut Kartal Yuvasıdır

Bundan yaklaşık bin yıl önce Selçuklu veziri Nizamülmülk, “Bunlar duvarların arkasında, memleketin kötülüğünü isteyerek karışıklık çıkarrnaya çalışırlar.” (Aktaran, Faik Bulut. Hasan Sabbah Gerçeği)  demişti. Bu sözlerin muhatabı, Büyük Selçuklu İmparatorluğunun baskısı altında açlık ve yoksulluk içinde yaşayanlara eşitlik-adil bir toplum için umut olan, ezilenler üzerinde gerçekleşen sınıf ve inanç baskısı karşısında başkaldıran, Nizari İsmailliğinin kurucusu Hasan Sabbah’dı.

Kılıçdaroğlu Alevileri mi temsil ediyor? —Ergin Doğru

CHP’nin Alevilerin temsilcisi olduğu iddiası, cumhuriyet tarihi boyunca sürdürülen aldatmacıdır. Alevilerin CHP ile ilişkisi sorgulanması ve tarihsel gerçeklerin sosyolojik olarak irdelenmesini gerektiriyor.

Gerici sistemlerin Sünni baskı politikalarına karşı sürekli olarak dışlanmış ve baskılanmışları temsil eden Alevilerin, cumhuriyete yaklaşımı baskılanmış toplum psikoloji ile olmuştur. Gerici baskılardan bunalan Alevilerin, kendilerine taktiksel olarak yaklaşan cumhuriyet yönetiminin riyakarlığını anlayabildiğini söylemek çok mümkün değildir.

Adı aşk olsun

Faruk Eskioğlu, bu kitapta yurtdışında yaşayan göçmenlerin memleket ve sıla özlemlerini tarihsel olaylarla harmanlayarak okuyucuya sunmuş. Faruk Eskioğlu, yazarlık yetisiyle gazetecilik gözlemlerini bütünleştirmiş, dişiyle tırnağıyla uğraşarak bulunduğu yerden hayata seslenmiş gazeteci bir dostumuzdur. Kendi deyimiyle bu kitap: ”Gurbetçilik, sürgünlük, kişinin dişiyle tırnağıyla, etiyle ayakta kalma savaşıdır.” Belki de bu tanımlama hayatın yeniden üretilmesi için uğraşan insanların dur-durak bilmeden bulundukları yerlerde çalışarak var-olma savaşını bizlere anlatmış.

Esas İşçi mi Köylü mü ?

Ya... bunlar insanı zoraki öncü ederler ya.. öncü.

Zindan(lar)in Türkçesi[1]

“Hapse düşmemiş bir insan,devletin ne olduğunu bilemez.”[2]

Çiğdem Diren Sarısülük;Sevgide Yoldaş olabilmek

Tüm Yoldaş kalabilenlere !

Sevgiyi, sensizlikte yaşamak öylesine zor ki güzel yürekli dost. Zamanı mıydı bu zamansız yolculuğun? Tüm güzellikleri onurluca yaşamayı, en güzel şeyleri hiç ummadığımız zamanlarda yapardın, yaparken de kıskandırırdın bizi.

Ya bu sefer ne demeli...

Hrant Dink’in Katline 2015 Perspektifinden Bakmak

 Başlıklı Yuvarlak Masa Toplantısı (18 Ocak 2014, Alba Oteli, Ankara) 

12.05 Moderatör Sibel Özbudun’un Hoşgeldiniz Konuşması. 

İnsanı faşist kılan nedir? Ergün Aslan

 İnsanı faşist kılan siyasi düşünceleri değil sergilediği üretim ilişkileridir.
Ya.. niye kullanmadığımız bilgilerimiz körelmek zorunda ya..
Haftanın son dört günü neydi?
Ne güzelde ara sıra olsa da göçmen işçi mi yoksa  yerel işçi mi daha köylü olduğunu karıştırıyor olsam da kolektifliğin sözcülüğünü, tabanlığını kaptırmayan her göçmenle kolektiflikteki  göçmenlerin yol açtığı gettolaşmayı değil de kolektifliğe hiç uğramayan yerel halkın kolektifte yol açtığı gettolaşmanın yarattığı sorunları tartışıyorduk.Ama şimdi...

Sayfalar