Salı Mart 4, 2025

Egemen cephenin soldaki yaverleri/Derya İshak

Güney Kürdistan’daki referandumdan sonra bölgede yaşanan gelişmeler sadece egemen güçler açısından değil, egemen ülkelerin sol hareketi açısından da önem teşkil ediyor. Bu süreç bir nevi turnusol görevi gördü. Normal süreçte “demokrat”, “komünist”, “devrimci” sıfatı kullanan kesimler, kendi ulus egemenlerinin baskısı altında olan uluslar söz konusu olduğu zaman kendi egemenlerinin gözüne girmekte yarışırlar. “Toprağın bütünlüğü”, “ülkenin birliği ve bütünlüğü”, “işçi sınıfı ve sendikaların birliği ve bütünlüğü” üzerine olmadık dereden su taşırlar. Bu konuda bakışları egemen devletin üniter, bütüncüllüğüne dayanır. Ve devlet gibi düşünürler. İlhak ve baskı altındaki ulusların hareketlerini “ayrılıkçı”, “milliyetçi”, “işçi sınıfının davasına zarar verici, parçalayıcı” olarak görürler. Bakış, egemen ulus egemen kesimlerinin argümanına dayanır. Ve egemen ulus devletinin perspektifinden görünür ezilen ulusun dünyası. Ezilen ulusun kaderi, özgürlüğü, birliği konuları dertleri değildir. Ezilen-sömürge ulusların halkı, işçi sınıfı, sendikaları ve bunların birliği umurlarında değildir. Bu ulusların da egemen ulus gibi bir dünyası olduğunu pas geçerler. Genel ve somut değerlendirmeleri hep egemen ulusun koşullarına göre biçimlenir. Ezilen ulusun koşullarını kendi değerlendirmelerinin merkezi yapmazlar hiçbir zaman.

Neden ikili bir ilişki söz konusu iken hep egemen devletin penceresinden, tek yönlü olarak olaylara bir yaklaşım gösterilir? Neden iki farklı bileşen var ise bu iki farklı bileşenin genel yapısı göz önünde bulundurulmaz?

Sol’a, İleri’ye, TKP’nin parçalarına veya ÖDP’ye bakalım. Referandum değerlendirmeleri egemen ulus statüsünün devamı üzerine kurulmuştur. Ya “zamanı değildir” ya da “ABD’nin bölgedeki planları” vurgulanan. Yıllardır bölgede yaşanan olayların sebebi emperyalistler, mevcut bölge devletleri ve sistemleridir. Bölgenin bugünkü müsebbibi ezilen Kürt ulusu ve Kürdistan halkları değildir. Tersine Kürdistan halkları bu durumun mağdurudurlar. Asırlardır bu cenderenin kurbanıdırlar. Bu durumdan kurtulma çabalarına bu ilgisizlik ve karşı duruş sosyal-şoven bir tavırdır. İran ve Irak egemen devletlerinin Güney Kürdistan’a yönelik başlattıkları savaş ve Kerkük başta olmak üzere birçok önemli kent de dahil Kürdistan’ın işgali ile oluşan yeni duruma bu hareketlerin bir kısmı nerdeyse alkış tutacak bir konum almıştır.

İleri’nin haberlerinde, Irak’ın işgaline ilişkin “kontrolü sağladı” biçiminde, nerdeyse hoşgörü içeren bir dil kullanmıştır. Bölgede süren işgal, talan ve yağma savaşlarının niteliği emperyalist bir karakter taşımaktadır. Bu emperyalist yağma savaşlarının suç ortakları, meşru savunma yapanlar hariç bölge egemen devletleridir. Emperyalist savaşlar, paylaşım ve yeniden paylaşım savaşlarıdır. Ve bu savaşlar genellikle de ezilen, sömürge ve nispeten bağımlı ülkeler üzerinden yapılır. Ezilen ulus ve halklar bu savaşların ilk hedefi durumundadırlar. Savaşın asıl hedefi ve mağdur olan halklarla empati yerine kendi devletlerinin statüsünün yarattığı “ayrıcalıkları” kaybetme korkusuyla konuya yaklaşmak, egemen ulus devletlerine yaltaklanmaktır. Bu durum ezilen ulus halk kitlelerinin egemen ulus halklarına büyük bir güvensizlik duymalarının başlıca nedenidir.

“Barzanistan’a da Tayyibistan’a da karşıyız” diyen Kemal Okuyan, iki eşitsizi eşitleyerek eşitsiz ve baskı altında olanın durumunu meşrulaştırarak, egemen ulus “Tayyibistan’ın” ayrıcalığından yana tavır koyuyor. Egemen ve ezilen iki ulus arasındaki ilişkide ezilen ulusun kendi kaderini şu veya bu şekilde tayin etmesine karşı çıkmak, egemen ulus ayrıcalığını savunmak anlamına gelir. Bir ulusun ayrılığını, başka bir “kötüyle iş tutar” kaygısıyla karşı çıkmak şovenizmdir. Katolanya söz konusu olunca, “orası başkadır”a dönüşür. Bu düpedüz ikiyüzlülüktür; kendi egemen sınıflarından yana pozisyon almaktır.

Kerkük ve belli bölgelerin işgali, egemen ulusların oluşturduğu ittifakın ve emperyalistlerin gözetiminde geliştirilen bir olaydır. Bölgede süren savaş emperyalistler ve bölge devletlerinin iç çelişmelerinden kaynaklıdır. Emperyalistler arası çelişki, bölge üzerinde somut bir savaş halini almıştır. Bu savaşın ister vekaleten ister emperyalist aktörlerin dehaletinde olsun aldığı biçim, bölgenin yeniden paylaşılması ve biçimlendirilmesine yöneliktir. Ulusların bu ortamdan yararlanarak kendi kaderlerini tayin etmesi anlaşılır bir durumdur. Dünya devletlerinin büyük bir kısmı bu çelişki ve savaş ortamında doğmuşlardır. Irak, Suriye vb. ülkeler de bunlara dahildir. ABD iş birliğinde Türkiye ve Irak devletleri bir savaşın içine itilmiş ve savaşın bir parçası durumuna getirilmiştir. Bu ülkeler pastadan ne koparacaklarının derdindeler. I. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda bu ülkelerle iş birliği içinde Kürdistan dört ayrı parçaya bölünerek, bu ülkelere pay edilmiştir. Adil olmayan bu durumun kurbanları durumunda olan Kürdistan halklarının bunun düzeltilmesi için mücadele etmesinin meşru olması kadar doğal ne olabilir.

“Biz burjuvaziye karşıyız”, dolayısıyla “Kürt burjuva Barzani’nin önderliğinde bir devletin oluşumuna da karşıyız” demek, Arap, Türk, Fars burjuvazisinin mevcut durumunu rasyonelleştirme politikasıdır. Doğrusu şöyle olmalıdır: “Biz bölge emekçilerinin enternasyonal birliği ve onların önderliğinde gönüllü sosyalist cumhuriyetler birliğinden yanayız.” Sosyalist bir cumhuriyet oluşmuyor diye ezilen halkların kendi kaderini tayin hakkına da karşı çıkmayız. Tersine uluslar, diller, inançlar arasında tam eşitlikten yanayız. Burjuva sınırlar içinde de olsa bu hak teslim edilmelidir. Bir ulusun diğer bir ulus üzerinde ne hakla olursa olsun ayrıcalık talep etmesi ve egemenlik statüsünü devam ettirmesi meşrulaştırılamaz. Bunu meşrulaştırmak emperyalist alçakça bir politikadır.

Emperyalist savaş ve iş çelişkilerden mümkün olduğunca biz komünistler yararlanırız. Hem bir savaşı iç savaşa çevirme temelinde hem de bir ulusun kendi kaderini tayin hakkını kullanması babında.

Kürdistan’ın köleliği bölge halklarının köleliğidir. Bu kölelik son bulmadıkça tüm egemen ulus ülkeleri, bu egemenlik “hak”larından yararlanarak kendi halkı üzerindeki despotizmini-faşizmini gizlemekte ve bunu şovenizm şalıyla örtmektedir. Hatta ilhak ve sömürgecilik faşizmin-despotizmin başlıca temelidir. Ulusların şu veya bu biçimde kendi kaderini tayin etmesi, faşizmin temellerini zayıflatacaktır. Faşizmin ilhaktan beslendiği açık bir olgudur. Dolayısıyla egemen ülke halklarının kurtuluşunu ve soluk almasını da sağlayacak bir ortam yaratır ulusların özgürlüğü.

Kürt ulusunun kendi içinde parçalı ve öznelerinin kavgalı, komünist hareketinin ise zayıf ve yok denecek bir düzeyde olması, birleşik sosyalist bir Kürdistan mücadelesini etkilemektedir. Barzani-Talabani gibi Kürt burjuvalarının önderliğinde bölge sorunu nispi bir çözüme kavuşabilir. Yarı-sömürge kapitalist bir Kürdistan’da ulusal sorunun ikinci plana itildiği, sınıfsal-toplumsal sorunların ön plana geçmesi muhtemeldir.

Sonuç olarak Kürdistan’da işgale son verilmeli; yerinde yerel nüfusun belirlediği, dış müdahaleden bağımsız halkların kendisi geleceğini belirlemedir. 

45191

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Misafir yazarlar

ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de  aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)

Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)

Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?

Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?

Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.

SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..

“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”

“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)

7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.

İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor

Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.

Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.

3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?

Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.

Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)

Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.

Emperyalizm Üzerine Notlar-7

Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler

Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve  bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde  emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.

Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek

Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.

Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi

Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)

Sayfalar