Fırtınalar içinde,bıçak sırtında;ilkelere ve hukuka sımsıkı tutunma zamanı!
Ön Açıklama: Bu yazı Partizan Dergisinin 91. sayısından alınmıştır. Yazı Proleterya Partisi'sinin son üç yılldır yaşadığı iç sorunları ve 10 Ocak 2017 tarihinde Proletarya Partisi saflarından kopan darbeci hizibi değerlendirmektedir. Günceliği nedeniyle yayınlıyoruz. Site yazı kurulu
FIRTINALAR İÇİNDE, BIÇAK SIRTINDA; İLKELERE VE HUKUKA SIMSIKI TUTUNMA ZAMANI!*
“Karşılaştığınız sorunları, o sorunları yarattığınız düşünce düzleminde kalarak çözemezsiniz” sözünü bilir ve çok sık tekrarlarız. Elbette bu sözün gereğinin yerine getirilmesi, ağızdan çıktığı kadar kolay değildir. Bu sözde, çözüm olarak “yeni bir düşünce düzlemi” savunulmaktadır. Dolayısıyla hem teoriyi hem de pratiği kapsayacak şekilde “sorunları yaratan düşünce düzlemi”ni ayrıntılı ve açık bir yolla mahkum edebilecek bir seviye yakalamak ve bunun yerine geçirilecek “yeni düşünce düzlemi”ni inşa etmek gerekmektedir. “Yeni”nin oluşmasının eskiyi mahkum etme pratiği ile iç içe olduğu unutulmamalıdır.
Kolektifimiz ciddi bir kriz sürecinden geçti; bunu henüz tam olarak aşmış değiliz ama mutlak bir şekilde aşacağız ve aşmak zorundayız. Bunun için de açık ve net olarak bu krizin ideolojik-politik-örgütsel-askeri arka planı ortaya konulmalıdır. Sorunun sadece görünür hale geldiği dönemden itibaren (diyelim ki, 2015 Haziran’ı ve 2016 Eylül ‘HBDH’den çıktık’ açıklaması veya yöneltilen ‘hizip’ suçlaması) ele alınması yanlış olacaktır. Kolektifimizin bileşenleri ve Komsomol’un ortak olarak yaptığı zorunlu açıklamada, yaşanan “kaos”un nedenini isyan silsileleri ve düşman saldırıları arasında kalma, yaşananlar karşısında ideolojik-politik tıkanma yaşanması olarak ortaya koyulmuştu. Öznel ve nesnel durum arasındaki farkın, eğer idealizm cennetinde yaşamıyorsak bir kriz oluşturduğunu görememek mümkün değil. Şimdi sorun, bu “öznel ve nesnel durumları” objektif bir şekilde ortaya koyup koyamayacağımızda ve pratik adım atıp atamayacağımızdadır.
Kolektifimizin kuruluşundan bugüne çok sayıda hizip ortaya çıkmış, bölünmeler yaşanmıştır. Bunlar arasında “önderlik” düzeyinde yaşananlar da, partinin belli bir bölgesiyle sınırlı kalanlar da olmuştur. Bu durum öyle bir hale ulaşmıştır ki 7. Konferans sonrası yapılan bir değerlendirmede şunlar belirtilebilmiştir; “Otuz yıllık proletarya partisi tarihi incelendiğinde görülecektir ki proletarya partisi düşmana yönelmekten çok, kendi içinde çıkan hizip, darbe ve kaçkınlıkla mücadele etmiş, kendi yöneliminde yürümesi bir biçimiyle ‘tali’ düzeyde kalmıştır.” (Partizan, sayı: 49, s. 36)
İlerleyen satırlarda bu gerçeklik daha çarpıcı olarak “proletarya partisinin tarihi aynı zamanda hiziplerle mücadele tarihidir” (age, s. 44) şeklinde ifadelendirilmiştir.
Peki, bir partinin tarihinin bu şekilde hiziplerle ifadelendirilecek hale gelmesi ve öyle ki “kendi yöneliminde yürümesi”nin bile “tali” bir düzeyde kalmasını nasıl değerlendirmek gerekir? Yaptığımız okumalarda partinin bu “hiziplerin” ortaya çıkmasında kendi ideolojik-politik-örgütsel çizgisinin değerlendirilmediğini, bazı değerlendirmeler yapılsa da bunların hiziplerin ortaya çıkma nedenleriyle bağlantılandırılmadığını görüyoruz. Hiziplerin sonradan başarılı olamamasından hareketle de ya örgütle sorunları olan kişilerin ya da mücadele kaçkınlarının bu işin başını çektiği belirlenmiştir.
Oysa ki mücadeleye hakkınca cevap veremeyen bir partide itirazların gelişmesi, rahatsızlıkların olması, bunların ifadelendirilmesi doğaldır. Hatta mücadeleye cevap verebilir hale gelmenin yolu, bu itirazlara kulak vermek, örgütsel mekanizmaları işlerli kılmaktan geçmektedir. Oysa kolektifimizde itirazları ifadeledirmek bir sorun olarak görülmese de(!) bunların parti çizgisini geliştirmede etkili olamadıklarını ve örgütsel mekanizmaların çalıştırılmayarak bir şekilde hasır altı edildiklerini görüyoruz.
Bu; önderliğin düzenli toplanmaması, iç işleyişini oturtmaması kadar konferansların zamanında yapılmamasına ve öyle ki tüzükteki maksimum süreyi 2-3 katı aşan süreleri bile görmememize yol açmaktadır. Dolayısıyla “yeni düşünce düzlemi”ne adım atmak istiyorsak var olan gerçekliğimizle bütünsellikli olarak hesaplaşmaktan ve mücadeleyi dahi “tali” düzeyde bırakan “hizip, darbe” vb. ortaya çıkaran ideolojik-politik-örgütsel durumu ortaya koymaktan bir an bile geri durmamalıyız. Bu sorunların özüne inmek, kaynağına ulaşmaya çalışmak artık ertelenemez bir zorunluluktur.
Aksi halde yaşanan, eskiden kopuş olmayacak, bazı düzeltmelerle yeni bir şey yaratılmış gibi yapılacaktır. Ama bunun kimseye kazandıracağı bir şey yoktur. Aksine bu durumun, sınıf mücadelesinin girmiş olduğumuz eğik düzleminde daha hızlanarak dibe doğru yol almamıza neden olacağı açıktır
Tüm bunlardan hareketle sürecin kadro ve militanlara yüklediği sorumluluk ortadadır. Yaşananları sadece son 1-2 yılın sorunu olarak görmemek, tarihimizi bile “hizip-darbe” üzerinden tanımlayacak noktaya getiren ideolojik-politik-örgütsel gerçekliği ortaya dökmek gerekmektedir. Bu; bizi tutuklaştıran, sorun yaratan düzlemden kopuş demektir.
Çelişkiler ve Sorunlar Görmezden Gelinince Yok Olmazlar!
Partimizin içinden geçtiği süreç, uzun zamandır birikmiş bir dizi sorunu daha görünür hale getirmiştir.
Ertelenen, üstü örtülen bu sorunlar elbette bugün açığa çıkmadı, uzun yıllardır yaşadığımız, yapamadığımız, yerine getirmediğimiz görevler parti bünyemizde bu sorunların birikmesine neden oldu. Proletarya Partisi açısından her şeyin olağanmış gibi göründüğü yıllar boyunca biriken ama yeterli düzeyde dile getirilmeyen, getirilse de pratik müdahale geliştirilemeyen-geliştirilmeyen eleştiriler bir bir açığa çıkmaya başladı.
Uzun zamandır bekleyen, özellikle son dönemde sorunların çözümü için adres olarak gösterilen, ...’nın başarısızlıkla kesintiye uğraması ve devamında sürece önderlik etmesi gerekenlerce takınılan tutum, sürecimizi içinden çıkılmaz bir hale getirmiş; bekletilen eleştiriler, tüketilmeyen tartışmalar bir kez daha ertelenmiştir. ... sürecindeki hareket tarzı, önderlikteki yoldaşların her birinin kendine münhasır tutumu, ... süreci arifesinde yaşanan düşman engellemeleri vb. biriken sorunlara yenilerini eklemiştir.
Böylelikle sorunları çözme noktasından her geçen gün biraz daha uzaklaşıldı. Kolektifimizin bütün üye ve militanları, örgütlülükleri, dahası gelinen aşamada taraftarlarımız, kitle tabanımız partiyi boğan, soluksuz bırakan, ilerlemesini engelleyen kısır bir tartışmanın içerisine çekildi
Yıllardır ertelenen ...nın hazırlık sürecinin örgütsüzlüğü, yapılan ilkesizlikler, ...nın düşman engellemesi sonucu ertelenmesine kapı aralamış oldu. Elbette sürecin engellenmesinin ideolojik-politik-örgütsel açıdan değerlendirmeye tabi tutulması zorunluluktur.
8. Oturum’dan bu yana partiyi adeta bir “koalisyon şeklinde yöneten” Merkez Komitesi’nin kendini partinin dışında, partiye rağmen inşa eden gerçekliği, sürecin örgütlenmesine de damgasını vurmuştur. Komite olma vasfını ve partimize önderlik etme iddiasını çoktan kaybetmiş ama bunu kendisine itiraf etme cüreti ve cesareti gösteremeyen Merkez Komitesi’nin partimizden gizlediği bu gerçeklik, sürecin örgütlenmesinde ve akabinde alınan düşman operasyonuyla tüm çıplaklığıyla gözler önüne serilmiştir
... sürecinin bu kadar uzaması, ertelenmesi ve buna rağmen gerek ideolojik, politik düzlemde gerekse de sürecin örgütlenmesine dair hazırlık bağlamında dişe dokunur hiçbir şeyin yapıl(a)mamış olması bile başlı başına Merkez Komitesi’nin çoktan iflas ettiğinin, adeta bir cenazeye dönüştüğünün ilanı olmuştur
Oysa partinin kolektif olarak hareket etmesi, gücümüzün sürecin örgütlenmesi için seferber edilmesi, önceki hataların tekrar edilmemesi için kapsamlı bir muhasebe yapılması gerekiyordu. Elbette bu işin sorumluluğu, sürecin başından beri görevli olan bütün yoldaşlarındır. Bu sürece önderlik edecek olan da ... sürecinin öznelerinin kolektif aklıdır.
Ancak sonuçlara bakmamız bile sürecin bu şekilde işlemediğini göstermeye yetmektedir. Başarısızlıkla sonuçlanan partinin en önemli işinin, böyle rahat bir operasyonla engellenmesinin muhasebesi yapılmadan, yeni bir sürece girişilmeye çalışıldı.
Bu işin başında ise önceki sürecin başarısızlıkla sonuçlanmasında doğrudan rolü olan kişilerin olması doğal olarak yeni bir tartışmaya vesile oldu. Mevcut durumla ilgili değerlendirme yapmak, partiye sunmak ve yeni süreci kolektif akılla örgütlemek yerine hiçbir şey olmamış gibi(!) sürecin yeniden örgütlenmesine “kolları sıvayan” bu kişilerin tutumunun, süreç açısından önemli-belirleyici rol oynadığının altını çizmek gerekir.
Bu kişiler, en açık haliyle kendi sorumsuzluklarının, zaaflarının, eksiklerinin, ilkesizliklerinin üzerini örtme gayretiyle, bu işe yeni ilkesizliklerin altına imza atarak başlamışlardır. Partimiz bünyesinde örgütlü bir mekanizmayı ifade etmeyen, bu anlamda bağlayıcılığı olmayan, çeşitli alanlardan süreç için bir arada bulunan kimi ... ve iki Merkez Komite üyesi toplantı yaparak sürecin değerlendirmesi-muhasebesi yapılmadan, (diğer Merkez Komite üyelerine haber bile vermeyerek ve organ iradesini sağlamadığı halde) partiyi ele geçirme hesaplarına uygun “düzenleme”ler/atamalar yaparak kimi alanları ve yoldaşları etkisizleştirme, ekarte etme yöntemlerine başvurmuştur. Bununla partiye açıklama yapma sorumluluğunu bir kenara bırakarak, yeni sürecin nasıl ve nerede örgütleneceğini, kimlerin sorumluluk alacağını, ayrıca partinin süreç açısından hangi gündemler üzerinden hareket edeceğini alelacele kararlaştırmaya çalışmıştır.
En açık haliyle bu toplantı, kolektifin merkezi iradesine yapılan darbenin İLK adımı olmuştur.
Bir üyesi ... olmuş, bir üyesi gerileme gösterse de istifa etmemiş, diğerlerinin ulaşılabilir durumda olduğu, yani üyelerinin aktif durumda olduğu, yedeklerin de görev almaya hazır olduğu bir bileşenden bahsettiğimiz unutulmasın!
Parti ve önderlik bilinç ve kaygısı taşıyanların yapması gereken, en kısa sürede esaret dışındaki bütün Merkez Komite üyelerinin katılabileceği bir toplantı örgütlemek olmalıydı. Hatta koşullar dikkate alınarak bütün yedeklerin katılacağı bir genişletilmiş Merkez Komite toplantısı yapılması gerekirdi. Ortaya çıkan deşifrasyon ve güvensizlik durumundan hareketle kolektifin güvenliği düşünülerek, en uygun alanda toplantı örgütlemek ilk iş olmalıydı. Ama söz konusu iki üye, bu gibi konularda en ufak bir sorumluluk dahi taşımamışlardır.
... alanında bulunan “... MK ve .. MK yedek üyeleri” imzasıyla “Haziran Toplantısı” adı altında partiye sunulan “Haziran Toplantısı Raporu”, söz konusu darbenin ilk meyvesi olmuştur. Engellenmeyen ve hala görev başında olan Merkez Komite üyelerine resmi bir çağrı dahi yapmadan gerçekleştirilen bu toplantı, tepeden tırnağa demokratik merkeziyetçilik ilkemize aykırıdır, Merkez Komite iradesine müdahaledir. Merkez Komitesi’ne, dolayısıyla partiye yapılmış bir darbedir. Tüzük ve konferansların Merkez Komitesi’ne verdiği hak ve yetkileri aşan, onu hiçe sayan, kendini parti ve parti iradesinin üstünde gören bir anlayışa işaret etmektir. Bu durum partimizin hukuk ve tüzüğüne karşı işlenen büyük bir suç olmuştur.
Bu toplantıyı örgütleyen ve kendilerini “... MK üyeleri” olarak ifade edenler partimizin tüzüğünü açıkça ihlal ederek darbe yapmış ve bugüne değin süregelen sürecin ilk işaret fişeğini ateşlemişlerdir.
Oysa yapılması gereken son derece basittir: İlk elden tüm Merkez Komite üyelerine resmi bir çağrı yapmak, devamında birinci yedekten başlamak üzere tüzüğün emrettiği şekilde Merkez Komite iradesini tesis ederek, partiye dönmek!!!
Ne var ki yapılan bu olmamış, Merkez Komitesi’nin içinde bir azınlık, Merkez Komite iradesi oluşturmadan yanına aldığı yedeklerle bir toplantı yaparak adeta “Merkez Komite imiş gibi” hareket ederek, pek çok başlıkta tartışmalar yürütmüş, yetkilerini aşan kararların altına imza atmıştır. Yapılan toplantı, ilk olarak, Merkez Komite çoğunluğunun bulunmaması, ikinci olarak resmi bir toplantı çağrısı olmaması üçüncü olarak tüzüğün açık hükmüne, birinci ve ikinci yedekler görev başında bulunmasına rağmen Merkez Komitesi’ne aktarım yapılmaması ve bu yoldaşların yedekler olarak toplantıya kattırılmaması -oy hakkı olmadan- nedeniyle geçersizdir.
Partimizin hiçbir döneminde, tüm parti üyelerine, organ ve komitelerine “... MK üyeleri ve ... yedek üyeler” başlığıyla yayımlanan, hem de böylesine önemli kararlarla donanmış bir belgenin dolaşıma sokulduğu görülmemiştir. Bilinir ki bu yetki Merkez Komitesine’ne aittir ve ancak o, partimizin resmi yayın organı aracılığıyla tüm partiye seslenebilir.
... sürecindeyken darbe alan parti iradesini oluşturmak, partiyi sürece götürecek iradeyi açığa çıkarma görevi önlerinde dururken, “elimizdekilerle yola devam edelim” “kendiliğindenciliğiyle” hareket edilmiştir.
Kimi Merkez Komite üyeleri ve ...’ların iradeleri yok sayılarak bu toplantı yapılmıştır. Toplantı bileşeni partimizi örgütsel olarak bağlayıcı bir iradeye sahip değilken toplantı gündemleri ve alınan kararlar bakımından bütün partiyi ilgilendiren ve iradesinin yansıması gereken bir içeriğe sahipti. Öyle ki partimiz tarihinde örneği olmayan bir belge oluşturularak parti iradesi korunuyormuş gibi yansıtıldı. Ve toplantının iradesini güçlendirmek, parti örgütlülüklerince sahiplenme düzeyini yükseltmek için toplantının Merkez Komitesi toplantısı olduğu alanlara hızla yayılmaya başlandı.
Haziran Toplantısı: “Darbeciliğin İşaret Fişeği”
Söz konusu toplantı raporu, kolektifimizin ... sürecine, ülkemizde sınıf mücadelesinin seyrine ve sürecin nasıl, hangi yöntemlerle ve nerede tamamlanacağına dair partimizin geleceğini ilgilendiren bu çok önemli kararları içeren “Haziran Toplantısı/2015” adıyla ve “... MK üyeleri ve ... MK yedek üyeleri toplantısı” başlığıyla ama buna rağmen Merkez Komitesi toplantısı etiketi ve yetkisiyle hem parti örgütlülüklerine/yönetici komitelere hem de üyelere açıldı.
Böylece parti yönetici komitelerimiz bir anda büyük bir kaosun içine atılmış oldu. Partimizin işleyişine dair ne kadar ilke varsa rafa kaldırıldı. ... sürecine dair tüzük gereği söz hakkı olan üyelerle yürütülmesi gereken tartışmanın içine, sürece ve de tartışmalara hakim olmayan, ileri militan pozisyonunda yönetici komitelerde örgütlü bulunan yoldaşlar da çekilmiş oldu. Aslında amaçlanan tam da buydu: Kaos ve karmaşa yaratmak ve bundan nemalanarak kendini aklamak ve iktidarını sağlamak ve de sağlamlaştırmak! Toplantıda, alınan düşman darbesinin nedeni olarak partinin iddiasızlığı tespitinin yapıldığını, operasyon öncesinde Merkez Komitesi’nin ve doğal olarak da bu konuda doğrudan görev alan yoldaşların payına, eksik, hata ve yanlışlarına dair hiçbir ibarenin ve özeleştirinin bulunmadığını; ülkede devrimci durumun bulunmadığına ve bunun nedeninin de Ulusal Hareketin politikaları olarak gösterildiğine vb. pek çok başlıkta daha önce yapılan birçok resmi Merkez Komite toplantısında dile getirilen görüşlerin zıddı yorum ve belirlemelere yer verildiğini, dahası toplantının kendi içinde bile ciddi usulsüzlükler taşıdığını da belirtelim. Partimizin bu önemli sürecinde alınan düşman darbesinin yarattığı boşluk, parti bünyemizde varlığını koruyan darbeci anlayışın farklı örneklerini de karşımıza çıkarttı. Bunun farklı bir örneği ise ... Merkez Komite üyesi tarafından hayata geçirildi.
Bu MK üyesinin uzun zamandır saklı tuttuğu eleştiriler, iddialar bu süreçte kontrolsüzce açığa çıktı. Elbette burada mesele, eleştirilerin gecikmeli de olsa söylenmesi değildir. Doğru yol ve yöntemle, partinin işleyişine uygun biçimde yapılmamış olması, eleştirinin esas noktasını oluşturmaktadır.
Bu üye de aynı bileşende olduğu kişilerle ilgili iddia ve eleştirilerini, kontrolsüzce alt örgütlülüklere taşımış, buradan müdahale geliştirmeye çalışmıştır. Açık ki bu iş, fırtınanın kopmasında belirleyici olan başka bir etken olmuştur. Diğer yandan kendilerini “... MK üyeleri” olarak ifade edenler, söz konusu Merkez Komite üyesinin bu yaklaşımını adeta bir fırsata dönüştürmüş ve onun kimi hatalarını mahkum etme örtüsü adı altında partimizi bir krize sürükleyecek “Haziran Toplantısı”nı örgütlemişlerdir. Oysa “... MK üyeleri” açısından da doğru olan, bu Merkez Komite üyesini resmi bir toplantıya çağırmak ve hesaplaşmayı burada yapmak, hukuku işletmek olmalıydı!
Azınlık Merkez Komite üyelerinin bu sorumsuz, hesapçı, kendi kişisel kaygılarını güden, hatalarının üstünü örtmeye çalışan hareket tarzı, partiyi bu gibi saldırılara daha açık hale getirmiştir. “... MK üyeleri”, Parti iradesini yeniden oluşturma ve partiye buradan önderlik etmek yerine, iddia sahibi Merkez Komite üyesini diskalifiye ederek, partiden atılmasını-Merkez Komite üyeliğinin düşürülmesini (tüzükçe mümkün olmamasına rağmen) isteyerek hatta bunların ardından neler yapılacağını dahi ilan edip zaman kaybetmeden harekete geçerek, bütün irade ve yetkiyi tek elde-kendi ellerinde toplamaya çalışmışlardır.
...leri, Merkez Komite üyelerini, parti üyelerini yok sayan, komiteleri işlevsizleştiren, parti örgütlülüklerini tasfiye etmeye çalışan bu anlayış partimize açıktan bir darbedir. Partimizin mevcut dağınıklığında her türlü düşman darbesine açık hale gelmesinin de esas sorumlusu darbeye önderlik eden ... Merkez Komite üyeleridir.
Bu süreçte partinin birikmiş sorunlarının, Merkez Komitesi’nin birikmiş hata ve zaaflarının açığa çıkmasıyla birlikte partimizin sorunları daha geniş bir çerçevede tartışılır hale gelmiştir. Merkez Komitesi’nin parti örgütlerinden ve komitelerden kopuk, dahası Merkez Komite üyelerinin birbirinden kopuk, dağınık-parçalı önderlik anlayışının açığa çıkması ve daha fazla tartışılır olması tabanda kimi insanlarda umutsuzluk, güvensizlik eğilimlerini canlandıracağı gibi, devrimci kaygılar güdenlerde ise, gelinen durumun nedenleri üzerinde kafa yorup, sorun ve tıkanıkların nedenlerini bilince çıkarıp doğru dersler çıkarma yönüyle olumlu bir işlev oynayacaktır.
Eleştiri ve öz eleştiriden uzak, kolektif çalışmadan yoksun, birbirlerine ve partiye hesap verme zeminini kaybetmiş önderlik anlayışının bir sonucu olarak da değerlendirebiliriz süreci.
Her bir Merkez Komite üyesinin sadece kendi görevli olduğu alanla sınırlı kalan bir önderlik anlayışının bir yansıması olarak mevcut durumda da alanlarımız birbirinden oldukça uzaklaştırılmıştır. Alanların birbirinden öğrenmeye kapalı, birbirlerinin sorunlarına uzak, kendi zaaflarına karşı liberal ama diğer alanların olumsuzluk ve eksiklerine karşı aşırı duyarlı-sol sekter bir anlayışın zemini oldukça güçlüdür. Parti krizinin açığa çıkması ve mevcut Merkez Komite üyelerinin tutumuyla birlikte, bu zemin daha da güçlenmiş/güçlendirilmiştir.
Alanların daha fazla yan yana gelmesine, kolektif ruhun gelişmesine, alanların birbirinden beslenmesine en fazla ihtiyacın olduğu dönemde ne yazık ki alanlar arasındaki mesafe her geçen gün biraz daha açılmıştır. Bu durum, özellikle Haziran Toplantısı’yla partimizi yeni bir kaosun girdabına çeken “... MK üyeleri”nin bilinçli politikalarının sonucu yaşanmıştır. Alanların birbirine dönük eleştirileri, “... MK üyeleri” tarafından alanların düşmanlaştırılması, birbirinden uzaklaşması, karşı karşıya getirilmesi ve kendi hatalarının örtülmesi için adeta kullanılmıştır.
Birincisi kendi sorumluluklarında olan alan ve yoldaşlar koruma altına alınmıştır ve “... MK üyeleri” tarafından kendilerine yönelik eleştirilere karşı bu yoldaşlar, eleştiri yönelten kişi ve alanlara karşı kışkırtılmıştır.
İkincisi örgüt-komiteler hızla işlevsizleştirilmiş, tasfiye edilmeye çalışılmıştır. Özellikle ... süreci-örgütlenmesi ile ilgili eleştiri yönelten alan ve yoldaşlar itibarsızlaştırılmaya, tasfiye edilmeye çalışılmıştır. Bu alan ve yoldaşların geçmiş hata ve zaafları parti kamuoyuna teşhir edilerek itibarsızlaştırma harekatı başlatılmıştır.
Oyalama, Tasfiye Etme ya da Partiyi Bölme!
Özcesi mevcut Merkez Komite üyelerinin bu süreçteki tutumu eleştirmeyen, sorgulamayan, tartışmayan,mevcut olana sorgusuz-sualsiz-eleştirisiz tabi olan “militan ve örgüt yapısı”(!) şekillendirmeye çalışmaktı.
Bu yaklaşıma ayak uyduranlar koruma altına alındı. Uymayıp eleştirenler, eleştirilerini savunanlar “parti bölücüsü” ilan edilerek parti kitlesine teşhir edildi. Bu Bu Merkez Komite üyelerinin bu yaklaşımlarına rağmen ... ve parti üyesi birçok yoldaş ve parti örgütlerinin ağırlıklı çoğunluğu tarafından, süreç vesilesi ile açığa çıkan bir dizi meseleye dair eleştiri getirdi. Mevcut Merkez Komite üyelerinin kendi pozisyonlarını koruma, hesap vermekten kaçma tutumu bu kadar gelişkin olmasaydı çok rahatlıkla söylenebilir ki kolektifimiz bu süreçten güçlenerek çıkabilirdi.
Mevcut Merkez Komite üyelerinin bu tartışma sürecindeki oyalamacı taktikleri partiyi daha fazla çıkmaza sürüklemekten başka hiçbir işe yaramamıştır. Tartışma için oluşturulan platformlar, hazırlanan parti yazınları, parti sorunları üzerine kolektif tartışma yürütmek yerine parti erkini elinde bulunduran Merkez Komite üyelerinin iktidarlarını güçlendirmenin, eleştirileri bertaraf etmenin ve eleştirenleri itibarsızlaştırma hareketinin bir aracı olarak kullanıldı.
Birçok noktada sonuçlardan hareket ederek varmış olsak da artık şunu çok rahatlıkla söyleyebiliriz: Kolektifin birliğini dillerinden düşürmeyen bu üyeler ve onların hastalıklı iktidar histerisinin etrafında kümelenen yoldaşlar, iki yılı aşan bu tartışma sürecinin başından beridir, eleştirileri olanlardan kurtulmak, farklı düşünenleri saf dışı bırakmak, bu olmadığı durumda da her koşulda kolektifi bölmek anlayışıyla sürece yaklaşmışlardır. Bu konuda somut bir hedefe odaklı çalıştıkları bugün gelinen noktadan da anlaşıldığı üzere tüm çıplaklığı ile ortadadır.
Bu azınlık üyeler, kolektifin bütün olanaklarını bu iş için seferber etmekten de geri durmamışlardır. Partimizin maddi manevi bütün olanakları bu hedef için pervasızca kullanılmıştır. Bir yandan yazınsal tartışmalarla fikirler alınarak süreçle ilgili kolektif karar verileceği algısı yaratılarak parti oyalanırken onlar yukarıda bahsi geçen hedeflerine kilitlenmiş olarak çalışmışlardır.
Merkez Komitesi’nin iradesini yitirmesi ile birlikte bir taraftan Merkez Komite üyesi olma durumlarını Merkez Komitesi iradesi korunuyormuş gibi kullanan bir anlayış çıkarken diğer taraftan bu durumu eleştiren, parti iradesinin tüzük ve hukuk çerçevesinde oluşturulmasını savunan ikinci anlayış da açığa çıkmıştır.
Öncelikle Merkez Komitesi iradesi yokken varmış gibi hareket eden ve iradenin oluşmasını engelleyen anlayış, partideki örgütsel krizin gün yüzüne çıkmasına vesile olmuştur. Hukuk dışı oluşturulmaya çalışılan iradeye yönelen eleştiriler, yapılan kimi müdahaleler ve bununla birlikte açığa çıkan diğer ideolojik-politik-örgütsel eleştiriler tüzüğün yok sayılarak bir “irade” oluşturulmasını engellemiştir. İşte “K 72”den kendi ifadeleri;
“Konuyu bağlayacağımız yer bugün içinde bulunduğumuz yerden nasıl çıkmamız gerektiğidir?! Önerimiz kısa ve öz olarak şudur: Şu anda PMK’da bir irade sorunu yoktur. Ancak ... yoldaşın hali hazırda işlediği suçlar ve yürütülmesi gereken bir soruşturma vardır.
Bu soruşturmanın yoldaşın üyeliğinin düşmesiyle sonlanması, işten bile değildir. Bu durumda zaten kritik noktada olan irade sorunu otomatik olarak gündeme gelecektir.
Bugünden yarın karşımıza çıkacak tabloyu görmek mümkündür. Bunun önlemini bugünden almak gerekir. Çünkü, olayların sonucunu beklemek bize yeni bir zaman kaybını yaşatacaktır. Bu da tahammül sınırlarını zorlayacak, yeni yeni sorunların yaşanmasına neden olacaktır.
Haziran Toplantısı’nda ortaya konulan anlayış doğrultusunda (... yeniden örgütlenmesi) zaten yeniden örgütlemek için çalışmalar yapılmaktadır.
Bu çalışmalar DPK üyesi yoldaş ile birlikte yapılmaktadır. (yoldaş aynı zamanda PMK yedek üyesidir) Burada ve bundan sonra yapılacak olan PMK’nın “irade sorunuyla” karşı karşıya kalmasını beklemeden yoldaşı PMK’da görevlendirmektir. Bu durumda sürece irade kaybı olmadan parti tarafından müdahale edilip, yeni sorunların ortaya çıkmasının önüne geçilebilinir ve geçilmelidir de.
Bütün PÜ yoldaşlar şunu bilmelidir ki; diğer yedeklerle bizim süreci örgütleme koşulumuz yoktur. Bunun içinde ortada bir irade yoktur!. Partiden talebimiz bu sorunlu ve sıkıntılı duruma el koymasıdır.” (“K 72”)
Bir yandan partimizin içinde bulunduğu durum tartıştırılıyor gibi yapılırken diğer yandan açıkça Haziran Toplantısı ve sonrasında yayımlanan hükümsüz “K 72” ile zaten bir iradenin defacto bir şekilde oluşturulduğu ilan edilerek yapılan darbe, partiye onaylatılmak istenmiştir. Ancak bunun peşinden yaşanan süreç, sorunu salt örgütsel bir kriz olmaktan çıkarmıştır.
Eğer sorun sadece Merkez Komitesi’nin ya da partiyi sürece götürecek organın, inisiyatifin oluşturulmasıyla ilgili bir sorun olsaydı çok daha kolay çözümü olurdu. Birbirine ideolojik-politik-örgütsel olarak güvenin olduğu bir partinin çatısı altında kümelenen kadrolar ile parti, ... sürecine taşınabilirdi. Parti önderliği içindeki birbiriyle uzlaşmacı, ertelemeci, hallederizci bakış açısını düşündüğümüzde bu sorunu “çözmek” gerçekten göründüğü kadar zor olmazdı.
Nasılsa birbirlerine yönelmedikleri sürece hataları karşılıklı görmezden gelme, uzlaşmacı, kendine liberal partiye sekter anlayış, mevcut Merkez Komite üyelerinin ve parti kadrolarının iliklerine kadar işlemişti. Yılların verdiği bu alışkanlıkla yeni bir koalisyon kurulabilirdi! Bu da parti tarafından yadırganmaz ve hızlıca sahiplenilebilirdi!!!
Partinin mevcut gerçekliğini yakından tanıyanların ilk işi de aslında bu oldu. Ancak bu koalisyon çalışması başarılı olmadı.
Çünkü birincisi; “diğerlerini” yok saymanın sınırları fazlasıyla aşılmıştı.
İkincisi getirdiğimiz eleştiriler kişilere yönelik olmasından çok önderlik anlayışına yönelikti. Çok sistemli hale getirilmese de önderlik yöntemi, hukukun-tüzüğün çiğnenmesi, çalışma tarzı, güvenlik, güncel politikaları ele alış, partinin yıllardır belirgin bir şekilde zayıflaması vs. ile ilgili eleştiriler de süreçte sesli bir şekilde dile getirilmeye başlanmıştı.
Bu durumun açığa çıkan parti krizine yansımalarını iki temel nokta üzerinden irdelememiz gerekir.
Birincisi; bu eleştiriler bu üyelerde bir “farkındalık” yaratmıştır! Peki bu farkındalığın içeriği ve niteliği nedir? Mevcut Merkez Komite üyelerinin fark ettiği şey bu eleştirilerin -bu görüşlerin partinin önemli bir çoğunluğu tarafından sahiplenilmesinin de etkisiyle- partide değişime-dönüşüme vesile olacak bir içeriğe sahip olmasının bizzat kendilerinde yarattığı rahatsızlıktır. Bu rahatsızlığın kaynağında ise dogmatik, statükocu, değişime kendini kapatmış, partiden ve kitleden kopuk önderlik anlayışının oturtulmuş olması vardır. Sonuç olarak bu eleştiriler, başta Merkez Komite olmak üzere bütün partiyi değişime zorlayan bir içeriğe sahipti. Bu yanıyla baktığımızda, mevcut Merkez Komite üyeleri eleştiri-özeleştiri, hesap verme, değişim, yenilenme gibi kavramlara oldukça yabancılaştıklarından eleştirileri, partideki varlıklarının sonu-ölümü olarak görmüşlerdir.
Tartışmalarda bu kadar saldırgan, pervasız olmalarının, tartışmaları kişisel düzeye indirgemelerinin temelinde de bu vardır. Merkez Komite üyelerinin buradan vardığı sonuç ise şu olmuştur: “Ya susacak ve mevcut olanı kabul edecekler ya da bir dizi -izm etiketi yapıştırılarak gönderilecekler, atılacaklar, cezalandırılacaklar, böylece de ‘arınacaklar”dı. Susulmayacağının anlaşılması ise çok uzun sürmedi. O zaman da gitmeleri için “ne gerekiyorsa yapılacaktı!” Ancak görünen o ki, korkutmak, yıldırmak, yıpratmak, itibarsızlaştırmak için uzun uğraşları da sonuç vermedi!
Artık Merkez Komite üyelerinin ellerinde tek atımlık barut kalmıştı. Partiyi, bölen, parçalayan reformist, revizyonist-menşevik vb. etiketli bir hizip senaryosu! Buna neden senaryo dediğimize sonra geleceğiz. Partinin neredeyse bütün komitelerinin bu meselelerle ilgili benzer uğraş ve eleştirileri olmasına rağmen küçük, önemsiz bir hizipmiş gibi gösterilmeye çalışılarak parti iradesine yapılan darbeye karşı parti örgütlerinin takındığı tutum, tabanımızın gözünde küçük düşürülmeye çalışılmıştır.
Bu bölümü özetle toparlamak gerekirse; mevcut Merkez Komite üyelerinin partiyi “ele geçirmek için” yaptıkları A, B, C... planlarının hepsi suya düşmüştür. Çünkü yaptıkları darbe, parti tarafından sükunetle karşılanmamıştır.
Yönelttiğimiz eleştirilere bütünlüklü olarak baktığımızda, sistemli hale getirildiğinde partimizin örgütsel darlığını, politik açmazlarını ortadan kaldırmaya dönük değişim ve yenilenmeye vesile olacak bir niteliği taşıdığı görülecektir. Açığa çıkan tartışmaların, eleştirilerin muhtevasının partimizin geleceği açısından kötü değil iyi olduğunu en başından beri vurguladık. Eğer parti bütünümüz bu muhtevayı koruyabilmiş olsaydı elbette bu tartışmalar bugün bu noktadan yürütülmezdi.
Partimizin hem örgütsel hem politik olarak zayıf düştüğü bir süreçten güçlenerek çıkmasının zemini güçlenirdi. Uzun zamandır mevcut durumumuza dönük bu kadar kapsamlı bir değerlendirme, tartışma ne Merkez Komitesi tarafından yapılmıştır ne de parti örgütleri ve kadrolar tarafından... Yani bunca zamandır ihtiyacı hissedilen bu süreç, parti krizi vesilesiyle ortaya çıkmıştır denilebilir.
Örgütsel kriz, ilkeli ya da ilkesiz olması belirleyici olmaksızın bir uzlaşmayla çözülseydi bile mevcut ideolojik-politik-örgütsel eleştirilerin varlık zemini ortadan kalkmadığı sürece -er ya da geç- mevcut kriz durumu yine karşımıza çıkacaktı.
Şimdi bu tabloda 3 temel tartışma noktası karşımızda durmaktadır. Buraya kadar olan “ne oldu, ne bitti” tartışmasına esas olarak bu noktalara varabilmek için girdik. Şimdi olan biteni tanımlamaya ve bunlara kaynaklık eden ideolojik-politik-örgütsel zemini ortaya koymaya çalışacağız. Partinin birliği-bütünlüğü ile ilgili söylenen her türlü sözün bayağılaşmış ajitasyon cümleleri olmanın ötesinde bir anlam taşımadığı bir ortamda, parti çizgisini kimin temsil ettiği tartışması, bu tablodan çıkan ilk zorunlu tartışmamızdır.
Parti Çizgisini Kim Temsil Ediyor?
Parti çizgisi, hiç kuşkusuz politik meselelerde kimin ne düşündüğü fark etmeksizin tüzüğümüzle-hukukumuzla güvence altına alınan, çoğunluğun fikirlerinin örgütsel olarak hakim olmasından ibarettir. Taktik politik meselelere yön verecek anlayış da buradan beslenecektir.
Merkez Komitesi’nde yaşanan irade yitimi karşısında takınılan tutum, tüzüğümüzün parti işleyişimizdeki misyonunu tartışılır kılmıştır. Merkez Komitesi’nde oluşan boşluğun nasıl doldurulacağı, önderliğin nasıl inşa edileceği, sürekliliğinin nasıl sağlanacağı ile ilgili bir tartışma zorunlu olarak açığa çıkmıştır. Bunun “an”a, duruma, koşullara göre değişkenlik gösteren bir durum olmadığını en başta belirtmek zorundayız. Tüzük, parti işleyişinin esası-belirleyicisidir. Ve parti mekanizmalarının nasıl oluşturulacağı ile ilgili durum, tüzükte net bir biçimde yer almaktadır.
Merkez Komitesi’nde açığa çıkan boşluğun nasıl doldurulacağı ile ilgili tartışmada “olağanüstü koşullarda tüzüğün uygulanamayabileceği” safsatasının peşinde sürüklenenler parti işleyişini kilitlemişlerdir. Tüzük hükümlerince iradenin oluşturulmasını engellemek için partiyi bölünmeye sürükleyen yolun taşlarını büyük bir titizlikle döşemeye başlamışlardır.
94’te dönemin darbecilerine söylediğimiz gibi “tüzük maddeleri manzumeler topluluğu” değildir. Tüzük tam da olağanüstü koşullarda partinin örgütsel bir krize sürüklenmemesi, sürüklendiği durumda da sorunun kolektif ilkelerine uygun bir şekilde çözülmesi için vardır. Parti organlarını kişisel görüş ve çıkarlarına uygun bir biçimde dizayn etmeye çalışan unsurların engellenmesi için vardır. Ve yine kişisel isteklere göre eğilip bükülmemesi için hükümleri nettir
Anda bizim durumumuza bakarsak, tüzüğe, parti işleyişine yaklaşımda açığa çıkan farkları ortaya koyarak parti çizgisini kimlerin temsil ettiğini görebiliriz. ... Operasyonu vesilesi ile Merkez Komitesi’nin ortalığa saçılan yılların birikimini taşıyan hataları, zaafları, parti işleyişini infilak etmeye götüren çalışma tarzı, kitleden-örgütten kopuk politika yapma biçimleri parti örgütlülükleri ve kadroları açısından daha fazla görünür olmuştur. Bu eksende yapılan eleştiriler, geliştirilen itiraz Merkez Komitesi’nin mevcut durumuna ilişkin köklü bir tartışma yürütmeden yeni işlere girişmesinin partiyi sürükleyeceği krize dikkat çekmek içindir.
Bunun karşısında azınlık Merkez Komite üyeleri, hesap vermekten kurtulmanın ve mevcut iktidarlarını güçlendirmenin paniğiyle parti iradesine darbe yapmaya yönelmiştir. Eleştiri, görüş ve düşünceler yok sayılmış, yapanlara dönük karalama, itibarsızlaştırma ve linç kampanyası başlatılmıştır. Tüzük delik deşik edilerek kendilerine biat etmeyi kabul edenlerle yola devam edeceklerini açıklamışlar, geri kalanı “asarız, keseriz, atarız” tehditleriyle yıldırmaya çalışmaktan medet ummuşlardır.
Mevcut durumu eleştirenler Merkez Komitesi’nin iradesini tanımamakla, bölücülük yapmakla, hizipçilikle ve sonu -izm’le biten sınırsız sayıdaki hastalıkla itham edilmiştir. Bu durumun kaynağında görüş farklılıklarının belirginleşmesi ve Merkez Komitesi’nin iktidarını sarsma niteliği taşıyan görüşlerin partide çoğunluğu yakalamasına karşı duyulan tahammülsüzlük vardır. İlerlemeyi hedefleyenler için bu görüş farklılıkları hiçbir zaman korkutucu olmamıştır. Ancak kendi iktidarlarının sürekliliğini esas alanları her türlü farklılık korkuttuğu gibi bu durum da panikletmiştir.
Lenin “... ilk bakışta ‘önemsiz’ gibi görünen bir yanılgı, en kötü sonuçlara yol açabilir ve ancak burnunun ötesini göremeyenler, hizip tartışmaları ve görüş ayrılıkları arasındaki en keskin farklılıkları zamansız ya da gereksiz sayabilir. Rus sosyal demokrasisinin yazgısı gelecek birçok yıl boyunca şu ya da bu ‘ayrılığın’ güçlenmesine bağlıdır.” (Ne Yapmalı?, s. 31) der. İdeolojik mücadele parti saflarında zamanında ve yeterince, güçlü bir şekilde yürütülmediği için parti bu ayrılığı yaşamıştır. İdeolojik-politik birlik; en yüksek perdeden savunanların anladığı-anlamak istediği gibi komünist parti içinde hiçbir ideolojik farklılaşma olmadığı-olmayacağı anlamına gelmez.
Kolektifimiz içinde son yıllarda kimi politik ve taktiksel meselede kendini gösteren bu farklılıkların parti krizi sürecinde daha fazla belirginleştiği açıktır. 8. Oturum yöneliminin sonucu olarak kimi meseleleri algılayışta ve uygulamada parti örgütleri ve kadrolar arasında ciddi bir farklılaşma olduğu, bu kriz ortaya çıkmadan önce de kendini hissettiriyordu. Özellikle Kürt ulusal meselesini ve kadın meselesini ele alışta, bu meseleler ekseninde açığa çıkan politikadaki tutukluğumuz, yaşama geçirmedeki atıllığımız, bugün parti iradesine yapılan darbenin mimarı olan alan ve Merkez Komite üyelerinin politikayla uzaklığı, pratiğe girmemek için ayak direme hali göz önüne alındığında çizgi farkının yılların birikiminin bir sonucu olduğu daha açık görülür.
Merkezi Önderliğin Yönetme Anlayışı
Darbe ve hizip kavramlarının ne olduğu, güncel durumda, bizde nasıl yaşandığına ayna tutmaya çalışalım. Azınlık Merkez Komite üyelerinin etrafında kümelenen ve parti iradesine yapılan darbeye koltuk değnekliği yapan kimi alan ve kadroların iki yıldır yürüttükleri faaliyetin niteliğini ve hedefini de ortaya koyalım.
“Bazı azınlık Merkez Komite üyeleri, iradede açığa çıkan boşluğu fırsat bilerek partiye darbe yapmıştır” dedik. Yapılan nedir? Tekrar etmek pahasına söyleyelim: Hukuksal bir zemini olmayan bir bileşenle toplantı yaparak bütün partiyi ilgilendiren meselelerde karar almak darbedir. Merkez Komite iradesinin tamamlanmasını engellemek darbedir!
Tüzüğün uygulanmayabileceğini savunmak darbedir! Yedek Merkez Komite üyelerini sırasıyla komiteye atamak yerine -tüzük hükümlerini yok sayarak- aldım-verdim usulü atama yapmaya çalışmak darbedir! Beğenmedikleri, sevmedikleri, kendisi gibi düşünmeyen -daha doğrusu kendilerine biat etmeyen- ..., Merkez Komite üyesi-yedek üyesi ve parti üyelerini yok sayarak yeni bir mekanizma oluşturarak ... yapmaya kalkışmak(!), dayatmak darbedir! Açıkçası bunları çoğaltmak için elimizde yeterince veri vardır...
Bırakalım bunları bir kenara; en son ne zaman gerçek bir Merkez Komite toplantısı yaptığı, Partiye en son ne zaman kendi faaliyeti ile ilgili rapor sunduğu belli olmayan, her biri kendi alanlarında küçük küçük iktidarcıklar kuran, Parti krizi açığa çıkmadan önce de 8 yıldır kongre ya da konferans toplamayarak, tüzükte kendilerine tanınan 3 yıllık süreyi haddinden fazla aşıp partiyi olduğu yere çakılı bırakan bir Merkez Komitesi’nin darbeye uygun ortamı hazırlamadığını kim iddia edebilir?
(...)
... süreciyle birlikte partimizin içinde bulunduğu durumu, hakları gereği daha fazla tartışma ve bu süreç vesilesiyle de önderliğin ve partinin gerçek halini daha yakından görme fırsatı bulan üyelerin ve sonrasında parti örgütlerinin sesini yükseltmesi ve yanlışlara tepki göstermesi, geç kalınmış da olsa, doğru, yerinde ve haklı bir çıkıştır. Kimse bu itiraza, dün bu denli güçlü yapılmadığı gerekçesiyle, ipotek koyamaz, küçümseyemez ya da reddedemez!
Sürecin arifesinde alınan düşman darbesi öyle ya da böyle ... olmasını engelledi. Bu tablo içinde yolumuza nasıl devam edeceğimize hızlıca, kolektifimizi dağıtmadan ve motivasyondan-güçten düşürmeden karar vermek gerekirdi.
... sürecinde olmasak, Merkez Komitesi’nin nasıl örgütleneceğini tüzüğümüz bize söylemektedir. Tüzüğün 5. bölümünün b (merkez komitesi) kısmında “MK tüm yedek üyelerin sırasıyla (abç) katılımına rağmen irade yitimini aşamazsa asil üye sayısının üçte birini alt organlardan bünyesine katabilir. Bundan sonra irade sorununun, yeniden oluşması halinde, çözüm yöntemi için parti iradesine başvurulur” demektedir. Öyle sanıyoruz ki tüzük maddemiz fazla söze yer bırakmayacak kadar açıktır. Tüzük üye sayısı eksilen Merkez Komitesi’ne “yedek üyeleri sırasıyla alarak kendini tamamla”, eğer hala son oturumda belirlenen sayıya ulaşamazsan “asil üye sayısının üçte birini alt organlardan bünyene kat” demektedir. Ki burada vurgulamak gerekir ki, “yedeklerin alımı” son oturumda belirlenen sayıyla sınırlıdır. Yoksa sürekli yeni kişi veya sayı belirleyip yedekleri aldığını iddia etmek değildir.
Peki, ... sürecinde böyle bir durumla karşılaşmak bir özgünlük yaratır mı? Tüzüğümüzde herhangi bir özgünlük ve bununla ilgili alınacak kararlar yer almamıştır. Bu durumda mevcut olan uygulanmak zorundadır. Yine de bu bizim sürecimizde bir özgünlüğün açığa çıkmadığını göstermez. Peki nedir bizdeki özgünlük?
Bizdeki özgünlük, açığa çıkabilecek krizi önleme ya da varolan krizi yönetme-çözme kapasitesi taşımayan kadrosal gerçekliğimizdir. Bir şeyi yaparken sorunu-sonucunu düşünmeden yola çıkan, tüzük-hukuk-işleyiş gibi kavramların kaderini niyetlere teslim eden, koşulları zorlamak yerine elinde bulunanların sınırlılıklarını önünde diz çöken, bir diğerini kolayca yok sayabilen, hallederizci kadrosal gerçekliğimiz sürece çok “renkli” özgünlükler katmıştır.
Bu durum, süreç öncesinde partiyi darlaştıran, gelişim dinamiklerini tıkayan temel unsur olarak ... sürecinde de rolünü oynamış ve partiyi içinden çıkılmaz bir krize sürüklemiştir.
Cehenneme Giden Yol İyi Niyet Taşlarıyla Döşenmiştir
“Haziran Toplantısı”na dönelim; yapanlarca savunulduğu gibi Merkez Komite toplantısı değil kimi kadroların partinin hızlı toparlanması için iyi niyetli müdahalesi iddiasını kabul etsek dahi zorunlu olarak birkaç noktaya dikkat çekmemiz gerekir.
Acelenin sebebi nedir? Partinin hızlıca toparlanması işinden ilkesizliklerin peş peşe dizilmesi mi anlaşılıyor? Diğer kadroların toplantıda olmamalarının tek nedeni o an orada olmamaları ise neden öncesinden çağrı yapılıp orada olmaları sağlanmamış, haber verilmemiş ya da fikirleri alınmamıştır?
Toplantıda tartışılanların kapsamı, hangi yetki sınırları içinde belirlenmiştir? Sürecin en önemli gündemleri özgülünde bir dizi mesele nasıl karar altına alınmıştır, hadi öncesinden fikir almadınız ve yapılan tartışmada sadece iyi niyetli kadroların fikir jimnastiği olsun, o zaman neden toplantıda çıkan önerilere dair fikirlerin beyan edilmesi ile ilgili hiçbir şey düşünmediniz? Merkez Komite toplantısı değilse neden alanlara Merkez Komite toplantısı olduğu yönünde bilgi verdiniz? Neden bazı yoldaşlar “nedir bu?” dediğinde ilkin “Merkez Komite toplantısıdır”, sonra gelmeyenler “irade verdi” dediniz; “irade” vermedikleri ortaya çıkınca neden “zaten karar alınmış değil” dediniz; “toplam şu kadar karar almışsınız” deyince neden “biz zaten MK toplantısı demedik, neyi tartışıyorsunuz?” dediniz!
Şimdi, bu toplantıdaki bileşenin parti iradesinde biriken eleştirileri, ...nın örgütlenmesi aşamasında yapılan eleştirileri, ideolojik-politik-örgütsel bir dizi meseledeki fikirsel çeşitlilikleri, bunların yarattığı gerilimi bilmeyen bir bileşen olduğunu kim iddia edebilir? Aynı zamanda bu bileşen -mevcut duruma dair bildikleriyle birlikte- bu toplantıya yani tüzüğün açık ihlaline bu kadar itirazın yükseleceğini ön göremeyecek kadar yabancı mıdır parti gerçekliğine! Biz hiç de yabancı olduklarını düşünmüyoruz!
Yani ortada bilerek, isteyerek, planlanarak yapılan bir iş vardır. Açıktır ki “Haziran Toplantısı” itirazlar göz önüne alınarak, kriz çıkma potansiyeli göze alınarak yapılmıştır. Bu durumda kim iyi niyetten söz edebilir?
Bir senaryo da biz yazalım; hizip senaryosuna geçmeden önce. Haziran Toplantısı’yla iddia sahibi Merkez Komite üyesinin mektup vukuatı bahane edilerek gündem olan bazı şeyler unutturulmaya, ... süreci ve ... Operasyonu’ndaki sorumsuzluğun üstü örtülmeye çalışılmış, bütün bunları çeşitli düzeylerde eleştiren kadrolar devre dışı bırakılıp tasfiye etme hesabının bir aracı olarak görülmüş olamaz mı? Mevcut gerçeklik bilindiği halde tüzük-hukuk-işleyiş delik deşik edilerek bile-isteye kolektifimiz bu krizin içine sürüklenmiş olamaz mı? Ki sonraki süreçteki gelişmeler açıkça göstermiştir ki yapılan tam da budur.
İstifa ve engelleme ile kolektifin en üst organı iradesini yitirmiş midir, yitirmemiş midir? Önceki bölümde alıntıladığımız tüzük bu soruya açık biçimde yanıt vermektedir. Zira malum sorunun cevabı buradadır. “MK tüm yedek üyelerin sırasıyla katılımına rağmen irade yitimini aşamazsa” derken ne demek istemiştir tüzük? Açıktır ki, Merkez Komite üyelerinin sayısının konferansta belirlenen sayının altına düşmesi durumuna “irade yitimi” denmiştir. İlgili tüzük maddesi, organın irade sayısının yitirilmesi haline -bir çözüm- yanıt veriyor, bunun için konulmuştur. Tüzük, sayı eksilmemişse neden yedekleri al desin? Salt çoğuluktaki sayı eksilmesini irade yitimi olarak tanımlamasa neden “yedeklerin sırayla alınmasına rağmen irade yitimini aşamazsa” desin?
O çok sorulan parti krizine neden olan bunca yaygara ve safsataya, gelinen aşamada partinin bölünmesine neden olan o malum sorunun cevabını tüzüğümüz yıllar yıllar önce vermiştir.
Hizipler, darbeler, bölünmeler açısından partimizin tarihi oldukça “zengin”dir. Bu zenginliği deneyime dönüştürecek şekilde hangi derslerin çıkarıldığı da bizler açısından önemli bir tartışmadır. Öncelikle “hizip nedir?” ve bu süreçte parti içinde hizip faaliyeti yürütenler kimlerdir, buna kısaca bakalım.
Hizipçi ve bölücü olanlar kimlerdir?
“Bütün eleştirilere rağmen hatalarını düzeltmeyenler, düzeltmemekte ısrar edenlerdir.
Hizipçi ve bölücü olanlar, samimiyetle özeleştiri yapmak yerine, sadece çok sıkıştıkları zaman, revizyonist özü yeni bir biçimle kamufle edenlerdir. Hizipçi olanlar, kendilerine eleştiri yönelten kadrolardan örgütün imkânlarını esirgeyenler, kendilerine yağcılık ve dalkavukluk yapanlara bütün imkânları sergileyenlerdir. Hizipçi ve bölücü olanlar, örgüt içinde körü körüne itaati, dalkavukluğu, sırt sıvazlamayı teşvik edenlerdir. Hizipçi ve bölücü olanlar, kendilerine gelince her şeyi iyi, başkalarına gelince her şeyi kötü gösterenlerdir. Hizipçi ve bölücü olanlar, örgüt içi eleştiriyi bastırmaya çalışanlardır. Kendilerine yönelen eleştirileri kadrolardan gizleyenlerdir. Hizipçi ve bölücü olanlar, kendilerini eleştiren kadroları iğrenç bir iftira ve dedikodu kampanyası ile yıpratmaya, diğer kadroların gözünden düşürmeye, tecrit etmeye çalışanlardır. Hizipçi ve bölücü olanlar, eleştiri mekanizmasını işleten kadrolar aleyhine sinsi plânlar hazırlayanlardır. Bu gibi kadrolara silahlı komplolar düzenleyenlerdir. Hizipçi ve bölücü olanlar, hem demokrasi hem de merkeziyetçilik ilkesini çiğneyerek kendilerine en aşırı demokrasiyi, Marksist-Leninistlere de en aşırı merkeziyetçiliği uygulamak isteyenlerdir.” (İK, Bütün Eserler, s. 442, Umut Yayımcılık)
Soruyu soran da cevaplayan da Kaypakkaya’dır. Kaypakkaya’nın hizipçi ve bölücü olanların niteliği ve parti içinde pratikleriyle ilgili ortaya koyduklarını, partimiz saflarındaki hizipçi faaliyetin kimler tarafından yürütülüp yürütülmediğinin ayırt edilebilmesi açısından aktardık.
Yalan-yanlış, derme çatma, hastalıklı bir teorinin üzerinden varlığımızı inşa ederek parti kitlemizi kirli bir oyunun peşinden sürükleme gayesinde olan biz değiliz. Partide kendi düşüncelerimizi hakim kılmak için “karşı” düşünce sahiplerini alt etmeye çalışmıyoruz. Dün birlikte yürüdüklerimizi bugün tek kalemde çizmiyoruz. Parti kadroları arasında “ben bununla yürümem, şununla da yürümem” diyerek seçmece yapma lüksünü kendinde gören de biz değiliz.
Tüzüğü-hukuku kendi durumumuzu meşrulaştırmak, iktidar alanlarımızı güçlendirmek için uygun formasyonlar haline getirmeye çalışmıyoruz. Hizipçi, bölücü, bozguncu, kuyrukçu, Menşevik, legalist, reformist, ilkesiz, anti-programcı vb. de değiliz.
Parti erkini elinde bulundurmaya kilitlenen bu azınlık üyelerin bu eleştiriler karşısında başlattıkları itibarsızlaştırma ve tasfiye kampanyasının muhtevasını aktardık. Mevcut eleştirilerin bugün açığa çıkmadığını “dün”ün birikimi olduğunu da dürüstçe ortaya koyduk. Parti sorunları birikirken sorumluluğumuzu hakkıyla yerine getirmediğimize, geçmişteki uzlaşmacı, itaatkar tavrımızla mevcut durumun oluşumuna bulunduğumuz katkıyı açıklamaktan da imtina etmedik.
Gelinen aşamada eleştirilerimizi mekanizmalarda tartıştık, sorunların çözüm adresi olarak parti platformlarını gördük. Sorunların çözümünde iddiasız ve umutsuz olmadık. Bu sorunlar yaşanırken örgütlülükleri işlevsizleştirmedik, partiyi güncel politikadan koparmadık. Bütün güç ve enerjimizi bu sancılı süreç içinde eritmeye çalışmadık.
Hastalıklı bulduğumuz anlayışla parti mekanizmaları içinde ideolojik mücadele yürütürken pratikten-kitlelerden kopmamayı esas aldık. Partimizin tüzüğü gereği, 8. Oturumu ve Merkez Komitesi’nin resmi toplantılarının bize verdiği görev ve yetkilere dayanarak mücadelemizi sürdürdük. Başka bir organın görev alanına, iç işleyişine müdahale etmedik. Dışımızdaki komitelerin içine nifak tohumları ekmeye, onları “başka bir organa bağlamaya” çalışarak ele geçirme hesabı yapmadık.
Bizden farklı düşünen organları bölme, parçalama çabasına girmedik. Yaptıkları hatalara ve işledikleri suçlara karşın partimizin resmi olarak atadığı yönetici komiteleri muhatap almaktan, onlarla iletişim kurmaktan asla vazgeçmedik.
Partimiz sorunlarını tartışmaya ve çözmeye çalışırken, hoşumuza gitmeyen komitelere alternatif komiteler, organlar, bileşenler kurmadık.
Peki neden bölücü, bozguncu, hizipçi, birliği baltalayan olarak ilan edildik? Bu sorunun cevabının önceki bölümde işlediğimiz oportünist, dogmatik darbeci-tasfiyeci kliğin durum değerlendirmesine yansıdığını düşünüyoruz.
(...)
Tartışmayı sadeleştirmek için parti krizi öncesini bir kenara bırakalım. Bu süreçte takındığımız tutuma, yaptığımız müdahalelere bakalım.
Bugün Partimiz çatısı altında birlikte olduğumuz bütün kadroların ilk eleştirisi, süreç öncesinde, yani bir komünist partinin tarihinde en dikkatli olması gereken bir süreçte, düşman yöneliminin neden ciddiye alınmadığı, defalarca bunun somut kanıtları olmasına, birçok yoldaşın gözlemlerini aktarmasına karşın bu takibatlara karşı neden önlem alınmadığı vs. üzerinden getirilmiştir. Bilindiği gibi bu eleştirimiz, “bütün partinin güvenlik konusunda sorunlu olduğu” yanıtıyla, tüm partiye mal edilerek kendi “önderlik” misyonunun gerektirdiği sorumlulukları herkese yayarak kurtulma tavrıyla karşılanmıştır. Elbette eleştiri getiren yoldaşlara yönelik saldırganlaşarak dalga geçme, aşağılama, haddini bildirme çabalarıyla birlikte... Her kadro, üye, sempatizan, taraftarın sorması gereken bu sorunun, yapması gereken bu eleştirinin neden bu kadar hezeyanla karşılandığı, nelerin üzerinin kapatılmaya çalışıldığı, nasırlı ayağına basılmış gibi neden feryat figan edildiği sorusu unutulmuş ya da üzerinden atlanmış değildir, hafızamızın bir yerinde durmaktadır.
Bu eleştirilerimizi yaparken hemen ardından aynı süreçteki ilk ve büyük eleştirimiz, “Haziran Toplantısı” ve onu doğuran anlayışa yönelikti. Bu toplantı bir darbeydi ve biz bunu ortaya koymakta oldukça cüretkar davrandık. Toplantıdaki zihniyetin geçmişle bağını kurduk, bu da belli bir kesimde rahatsızlık yarattı.
Bu durum, partimizin geleceği açısından küçümsenemez bir değere sahiptir.
Madem Haziran Toplantısı darbedir, o zaman neden darbenin mahkum edilmesi sürecine önderlik edilmemektedir? Ya da mahkum edilmesi sürecine neden darbeyi yapanların önderlik etmesine izin verilmektedir? Bu sorunun yanıtı, Parti içinde ne yaşanıyor ve ne yaşanacaksa yaşansın, bunun doğru mekanizmalar içinde, Parti tüzüğü çerçevesinde çözüleceğine/çözülmesi gerektiğine olan iddiamızda yatmaktadır.
Zira tam da bu nedenle sahte Merkez Komite üyelerinin partiyi bölüp parçalamasının önüne geçmek için sorunu parti içi sorun görerek, meşru zeminlerde çözmek için elimizden geleni yapmaya çalıştık. Cepheden tavır alma ve ayrı hareket etme yerine işleyişe uygun hareket ederek suç ve yanlışlarına rağmen iç mücadeleyi devam ettirerek yazılarımızı, eleştirilerimizi, sürecin çözümüne dair geliştirdiğimiz önerileri vs. kendilerine ilettik. Bu şekilde de sorunları parti içinde, parti işleyişi içinde çözme ve partiyi parçalamanın önüne geçme kaygısıyla bir nevi inisiyatifi onlara bırakmış olduk. Bunun bir sonucu olarak da kazanabileceğimiz bazı alan ve yoldaşlara ulaşamamış olduk ve de verdikleri zarar daha fazla oldu. Sonuçtan bakıldığında işleyişe uygun hareket edelim derken ağır davrandığımız kimi noktalar oldu; bu da onların bazı alan ve yoldaşları zehirleyip peşlerinden sürüklemesine hizmet etti...
Yani kısacası niyetten bağımsız da olsa sorunların çözümünü; yaratıldığı yerde, yaratıcılarında en başta biz aradık. Bu anlamıyla bile iradeyi tanımıyorlar, isyan ediyorlar diyerek çoğaltıkları safsata koca bir yalandan ibarettir.
(...)
“Aman, bize hizip demesinler” kaygısıyla, darbe karşısında takındığımız “beklemeci tutumun” sürecin bütününe yayıldığını söyleyebiliriz. Özellikle iki temel noktada.
Birincisi çok eleştirdiğimiz “Haziran Toplantısı”nın güzide kararlarından olan ... oluşturularak ... örgütlenmeye çalışılmasına karşı doğru pratik bir hatta ilerlemedik. Gizli kapaklı, mevcut sistemi eleştiren kadro ve ...leri ekarte ederek planlanan ama gerçek anlamda yapma kaygısını gerçekten taşımamalarından kaynaklı gerçekleştirilemeyen ... planını “tesadüfen” öğrendik. Buna rağmen gayri yasal ... oluşturup bazı ...leri ekarte ederek ... yapmaya çalışanlar, pişkin pişkin “siz gelmediğiniz için olmadı” diyerek süreçle ilgili yeterli bilgisi olmayan kadrolara ve dahası kitleye bunun propagandasını dahi yaptılar.
İkinci kırılma noktası olma niteliği taşıyan mesele “HBDH’den ayrılma” safsatasının korsan bir bildiri ile kamuoyuna duyurulması oldu. Bu konuya da kamuoyu önünde açıklık getirmediğimiz bir gerçektir. Kolektifin birliği kaygısı ile içe dönük ortak bir açıklamayla yetindik, dışa yayımlamadık.
Kolektifimizin krizi, mevcut gidişattan rahatsızlık duyan, parti ilkeleri ve tüzüğünün çiğnenmesine karşı çıkan bizleri kendiliğinden bir araya getirdi ve tasfiyeci kliğin korsan siteler oluşturarak kamuoyuna ayrılıklarını ilan etmelerinin ardından kolektif bileşenleri ve de Komsomol adına ortak bir açıklama noktasına gelinmiş oldu. Yani söylenildiği gibi kolektif içinde -darbeci kliğin yaptığı gibi- planlı bir örgütlenmeye gidilmedi. Peki benzer eleştirileri, ortak yaklaşımları olan kadro ve parti örgütlerinin bu durumu meşru mudur? Cevaplayalım! “İflah olmaz burjuvaların hâkim olduğu partilerde, Marksist-Leninistlerin kendi aralarında birleşerek bunlara karşı mücadele etmeleri hizipçilik değildir. Tarihi bir görevdir. Proletaryaya ve emekçi halka karşı vazgeçilmez bir yükümlülüktür. Hizipçi olanlar, iflah olmaz burjuvalardır.” (İ.K., Bütün Eserler, s. 443)
Kaypakkaya yoldaş, bu sözleri yine Şafak Revisyonistleri ile girdiği mücadele vesilesiyle sarf ediyor. O, bu sözleri Şafak Revizyonistlerine karşı bilinçli ve örgütlü politikası kapsamında söylüyor. Her ne kadar bizimki belli noktalarda kendiliğinden olsa da partimiz tarihinin tahrif edilmesi ve yanlış yazılması hareketine vurulan bir darbedir.
Bunun örnekleri ustalarda da çokça vardır. Lenin, krizlerin Marksistçe çözümü için harekete geçen devrimci kadrolara yönelik “isyan güzeldir“ (Bir adım ileri iki adım geri, s. 443, Sol Yayınları) der. Partilerin yaşadıkları krizlere dair Lenin ve Mao’da da çokça örnek vardır. Bolşevik parti içinde Lenin sayısız kez kriz yaşamıştır. 1905 yılında yaşanan krizde görüldüğü gibi parti komitelerine başvurmuştur. Tüm partiyi sorumluluklarını yerine getirmeyen Merkez Komitesi’ne karşı tüzüğün verdiği hakka dayanarak harekete geçirmiştir.
Üzerinden yükseldiğimiz tarihimiz daha tohum halindeyken Kaypakkaya hiç çekinmeden, dönemin tüm otoritelerinin yerlerinden öfkeyle fırlamasına aldırmadan, hatta TİİKP’nin ölüm tehditlerine rağmen komünist bir kadronun isyanının güzelliğine dayanarak ideolojik-politik-örgütsel olarak mevcut hastalıklı reformist revizyonist zeminden kopuşu gerçekleştirmiştir.
Kaypakkaya yoldaşın isyanı, önderliğin belirli dogmalara takılarak bu dogmaları bürokratik bir yapı kurup kutsallaştırılarak yapılmayacağının kanıtıdır.
Daha yakın tarihimize bakalım; ‘94 sürecine baktığımızda takındığımız tutum ve mahkum ettiğimiz bir dizi pratiğin bugün azınlık Merkez Komite üyeleri tarafından partiye nasıl dayatıldığını görürüz. Şimdi o dönemin darbecileriyle birlik çağrıları üzerine yürütülen tartışmalara bakalım.
“Birliği bozan veya “ayrılık sürecini tamamlayan” adım II. MK toplantısıdır. Bu toplantı birliğin ruhuna aykırıdır. Partiye rağmen onu reddeden bir içerikte gerçekleşmiştir. Ayrılık bu toplantıyla tescillenmiştir. Darbe bu toplantı ile teminat altına alınmak istenmiş ve ayrılık için şartlar olgunlaşmıştır. Bu toplantı ile MK çoğunluğu parti çoğunluğunu dışlamış ve parti çoğunluğu da onu “parti dışı” ilan etmiştir. (Partizan, sayı: 71, s. 28)
Dönemin darbecilerine verdiğimiz yanıtta neyin darbe olacağını görmeye-göstermeye çalışalım.
“Yapılması gereken MK’yı konferansa zorlamak, bunun için çoğunluğu, en azından üçte biri oranında üyeyi konferansa ikna etmekti. Bunlar gerçekleşmiştir. Ancak MK sorumluluğunu yerine getirmediği gibi hukuku tamamen çiğneyerek, disiplini ihlal edip, çoğunluğun iradesini tanımayarak “önderliğini” dayatmıştır. Bu dayatma ve bunun “toplantı” ile resmileşmesi bizim için “ayrılık” ilanı olmuştur. (Partizan, sayı: 71, s. 33)
Kim ayrılandır, kim bölücüdür, gelin dönemin darbecilerine verdiğimiz derslerde cevap arayalım. Zira bugün üzerinden yükseldiğimiz zeminin kaynağında 94 darbesine karşı aldığımız tavır vardır.
“Darbe, parti iradesinin tamamen gasp edilmeye çalışılması ve hatta bunun gerçekleşmesine paralel olarak, bünyenin “nihayet” dışına atmayı başardığı “sözde irade”nin oluş biçimidir. Parti bu oluşumu henüz gelişim halindeyken, tamamlanmamışken çoğunluk iradesine uymaya çağırdı; Onu konferansa yöneltmeyi denedi. Bu çağrı, uğraş parti birliğine yaklaşımın somut ifadesidir”. (Partizan, sayı: 71, s. 35)
Bu dersin devamında bugün kimi komite ve kadrolarımızın Merkez Komitesi’nin darbesine karşı bir araya gelmesini hizipçilik, grupçuluk, bozgunculuk vs. ilan edenlere yanıt da vardır. Dönemin darbesine göz yummuş “merkezilik/MK’cılık” anlayışına karşı darbeye karşı birliği amaç edinen “çoğunlukçuluk/konferansçılık” anlayışının benimsenmesini MLM tavır olarak tanımladığımızı anımsatmak isteriz.
“Darbe yapmak; partiden ayrılmaktır. Partiye rağmen kendini parti ilan etmek; ayrılmadır. Partiye rağmen “önderliğe” itaati dayatmak; partiden ayrılmadır. (Partizan, sayı: 71, s. 38)
Dün bütün bunları dönemin darbecilerine söylerken bugün kendimizi yine aynı tartışmaların içinde buluşumuz 94 darbesine karşı aldığımız tavır vesilesiyle üzerinden yükseldiğimiz zemini tahrif etmekten başka bir şey değildir.
Dogmatiklerin tarihsel zeminimizi tahrif etme çabasına karşı çıkan kadro ve örgütlerimizin bir araya gelerek Merkez Komitesi ve etrafında kümelenen yoldaşlara tüzük-hukuk-işleyiş vb. hatırlatmaları yapmaları-yapmamız parti birliği yeminini çoktan bozmuş olanlara parti zemininde yürümeleri için yapılan iyi niyetli bir çağrıdır.
Kolektifin Birliğinden Yana Olanlar Krizleri Büyütmez, Çözmeye Çalışır!
Bu süreçte farklı bir kırılma noktası olma niteliği taşıyan mesele ise HBDH’den ayrılma safsatasının korsan bir bildiri ile kamuoyuna duyurulması oldu. Bu oluşuma girme sürecimizin tartışılmasında detaylara boğulmaktan kaçınmak zorundayız.
Oluşuma dahil olma sürecimizle ilgili işleyişe aykırı yaklaşımları mahkum ederek (ama arada ilgili yoldaşlarla kurulmayan iletişim ve hasır altı edilen notları da ekleyerek) sorumlulara gerekli yaptırımları uygulayarak oluşuma aktif olarak dahil olmamız gerektiğini sonuna kadar savunuyoruz.
İşleyişe uymayanlara uygulanacak yaptırım ... Merkez Komite üyelerinin başını çektiği darbecilerin yaptığı gibi kişiyi partiye-kamuoyuna teşhir etmek-karalamak-itibarsızlaştırmak ve yalan üzerine kurulu belgelerle alelacele kamuoyuna açıklama yapmak değildir.
Şimdi olay özgülündeki safsatalara dönelim. Çalıp çırptıkları, el koydukları notlar vesilesiyle HBDH meselesinde ilgili alandan gelen bilgilere herkesten önce bu darbeci-tasfiyeciler ulaştı. Bu yüzden “haberimiz yok” çığırtkanlığının bir safsata olduğunun altını ilk elden çizelim. Öncesi edindikleri bilgiler bir yana Şubat 2016 itibariyle HBDH tartışmalarından yeterince bilgilenildiği bir gerçektir. Bunun çokça tanığı vardır. HBDH tartışmalarına doğrudan katılan Merkez Komite üyesi, daha önce Merkez Komitesi’nin bu konudaki eğilimi ve de yetkisine dayanarak imzacı olmuştur. Tartışmalara dair darbeci-tasfiyecilere bilgi ulaştırmış ancak bilinçli bir oyalama politikası ile karşı karşıya kalınmıştır.
Partinin pek çok alanı bu konuda belli görüşler iletse de tartışma resmi bağlamda olgunlaşıp bir sonuca henüz ulaşmamıştır. Ancak HBDH’ye dair ham halde, üye ve örgütlerin, aynı zamanda Merkez Komitesi’nin operasyon öncesinde de bir eğilimi vardır. Aynı zamanda bu süreçte Merkez Komitesi kararlarının parti iradesiyle alınmaması, politik başlıkların partinin siyasal düzeyini yükseltme bakış açısıyla tartıştırılmaması zaaflı, sorunlu çalışma tarzının, kendini partinin dışında gören yaklaşımın bir devamıdır.
İmzacı Merkez Komite üyesi olsa da, Merkez Komitesi’nin buna dair belli görüşü ve eğilimi bulunsa da, parti üye ve örgütlerinin konuya ilişkin tartışmaları resmi olarak sonuçlanmamıştır. Diğer yandan partimizin içinde bulunduğu kaos dikkate alındığında söz konusu gündemin yeni bir krize kapı açacağını öngörmek de zor değildir.
(...
Özetlemek gerekirse, dahil olunan ittifakın çerçeve metninde ortaya konulan görüşler partimiz açısından pek çok açıdan yenilik taşımaktadır. İttifaka hangi düzlemde, nasıl bir politik perspektifle dahil olunacağına ilişkin yeterli, doyurucu bir tartışmanın yürütülmesine ihtiyaç vardı. Bu bağlamda, söz konusu sürecin sağlıklı bir şekilde işletilmediği bir gerçektir. İmzacı Merkez Komite üyesi, partiyi bağlayan böylesine önemli bir kararı, üyesi olduğu en üst organda tartışıp, görüş alışverişinde bulunup karara dönüştükten sonra imza atmalıydı. Merkez Komitesi’nde karar çıkmaması halinde ise partiye açılabilirlerdi. Parti içinde bir görüş alışverişi sonrası ortaya çıkan irade, katılma yönlüyse o zaman imzalayabilirdi. İrade katılmama yönlüyse zaten imzalayamazdı. O zamana kadar da “gözlemci” bir katılım sağlanabilirdi. Olması gereken bu iken, işleyişe uygun hareket edilmemesi ciddi bir hatadır ve bunu mahkum ediyoruz.
Peki, “... MK üyeleri”nin bu süreçteki tutumu ne olmuştur? İttifaka dair tartışmalar sürerken tamamen ilgisiz kalınmış, ilgili yoldaşın tüm çabaları karşılıksız bırakılmış ve tecrit etme, yalnızlaştırma politikası yaşama geçirilmiştir. İttifakın ilan edilmesi kamuoyunda önemli bir ses getirmiştir. “... MK üyeleri” söz konusu ittifakın, parti kitlemiz içerisinde geniş bir yankı uyandırmasına rağmen duruma ilk olarak sessiz kalmışlardır.
Ancak niyetlerinin ne olduğu kısa sürede ortaya çıkmıştır. HBDH’nin ilanı üzerinden bir ay geçmeden yine “... MK üyeleri” sıfatıyla imzacı Merkez Komite üyesinin partiden atılmasını, ittifakın duyurusunu ve propagandasını yapan alan ve yoldaşlar hakkında soruşturma talep eden bir çağrı kaleme almışlardır. Buna paralel ulaşabildikleri her yerde, bölgede bulunan-imzacı Merkez Komite üyesine dair dedikodu, karalama ve yıpratma politikası tekrar yaşama geçirilmiş, bununla da yetinmeyerek menşevik ve tasfiyeci bir kafayla, parti içi ile parti dışı arasında farkın ilkesel ayrımının bilinci ve sorumluluğu taşınmadan, sorunu parti içinde tartışma yerine, sadece altlardan da değil, direkt kamuoyuna yönelik cepheden “eleştiri”lerden/saldırılarda bulunularak birlikten çıkacağımızın propagandası yapılmaya başlanmıştır.
Bahsini ettiğimiz çağrının iddiası, partiyi bağlayan bu imzanın partiden habersiz atıldığı ve parti mekanizmalarının işletilmediği dolayısıyla, parti iradesine bu gündemin sorulması ve söz konusu imzanın akıbetine partinin karar vermesiydi. Nihayetinde ortada partiyi bağlayan imza vardı ve bu imza “... MK üyeleri”ne göre hiç kimsenin haberi olmadan atılmıştı!
Partinin bu süreçten ne kadar haberdar olduğunu ve sürecin nasıl geliştiğini yukarıda yazdık, tekrar girmeyeceğiz. Parti hukukunun ihlal edildiğini, “partinin programatik görüşleri tasfiye ediliyor” çığırtkanlığı eşliğinde yapanlar, bu sorunun parti hukuku etrafında çözülmesi adına adım atmalıydı. En azından devrimci dürüstlük ve tutarlılık bunu gerektirirdi. Tabii dert gerçekten sorunu ve krizi çözmek olsaydı. Ne var ki imzacı yoldaşı parti hukukunu ihlal etmekle eleştirenler, zaten hiçbir bağlayıcılığı ve yetkisi olmayan “... MK üyeleri” imzasını kullanarak, bu sıfatla partiyi yönetmeye çalışarak ve bu süreci başlatarak parti hukukundan ne anladıklarını ilan etmiş oldular.
“... MK üyeleri” hazırladıkları metni, parti üyelerine, ileri militanlara ve yönetici komitelere ulaştırmadan, gerilla alanındaki yoldaşları durum hakkında tek yanlı bilgilendirerek ve yanıltarak, daha tartışma başlamadan, ulusal hareketin güçlerine ittifak içinde olunmayacağının bildirilmesini sağladılar. Bu esnada alanlarda söz konusu metin, muhatapları tarafından okunmamıştı bile!!!
Şimdi soruyoruz; burada parti hukukuna ve işleyişine dair nasıl bir kaygı vardır? İşleyiş ve hukuk herkesi bağlamıyor mu?
Eğer parti imzasının çekilmesine dair bir tartışma başlatılıyorsa, bunun sonucu beklenmeden, daha bunun hemen arifesinde neden imzanın bağlayıcılığına rağmen ittifakın içinde olunmayacağı kararı bildiriliyor? Bu durumda tartışma, hem de “parti iradesine sorulmalıydı”, “parti iradesi gasp edildi” naraları atılırken neden yürütülüyor? Parti iradesinin, imzanın atılma yöntemine dair eleştirileriyle birlikte kalması yönünde karar vermeyeceği nereden biliniyor? Ya da bundan mı korkuluyor? Soruları çoğaltmak mümkün ancak gereksiz.
Açık ki burada başka amaçlar bulunuyor!
Madem partimizi bağlayan bir imza var ve bunun geleceği tartışılıyor, tartışma sonuçlanıncaya ve parti iradesi bu konuda karar verinceye kadar herkes bu kararın gereğini yapmalıydı. Her alan kendi bildiğini okuyacaksa parti iradesine neden soruluyor?
Amaç, ortaya çıkan bir krizi büyümeden ve bünyeye yayılmadan çözmek olsaydı, atılacak adımın ne olduğu su kadar berraktı. Ancak amaçlanan bu değildi. İstenen krizi derinleştirmek, etkide bulunduğu alanı diğerlerine karşı kışkırtmak, göğe yükselecek düşmanlık dumanları arasında işlediği suçları ve kendisini gizlemekti.
Nitekim, gerilla alanı fiili olarak tartışma daha başlamadan ittifakın dışında kalarak, imzacı Merkez Komite üyesinin işlediği disiplinsizliğe farklı bir biçimde ortak oldu ve böylece parti iradesine sorulma sürecini anlamsız hale getirdi. Parti iradesinden söz eden yoldaşlar, tartışma sonuçlanana ve parti iradesi ortaya çıkana kadar bekleseydi en azından yetkileri olmasa bile tutarlı bir duruş sergilerlerdi.
Bu yetkisiz, azınlık “... MK üyeleri”, hem parti üyelerinden, hem ileri militan yoldaşlardan hem de yönetici komitelerden ayrıca hapishanelerden “görüş alarak” parti iradesini adeta bir çorbaya dönüştürdü.
Partimizin hukuku çok açıktır, oy hakkı parti üyelerine aittir. Bu çeşitli pozisyon ve görevlerdeki yoldaşların fikirlerinin önemsiz olduğu veya görüşlerinin alınmayacağı anlamına gelmez. Ancak partinin iradesinden söz edilecekse bu, üyelerin iradesidir! Kuşkusuz bu gerçek “... MK üyeleri” tarafından biliniyor. Ancak dert partiyi krizden çıkarmak olmayınca bu gerçeğin üstünden kolayca atlanabiliyor.
Nihayetinde tam da Haziran Toplantısı’ndan itibaren uygulayageldikleri çizgiye uygun bir şekilde, ilkesiz, hukuksuz, bir yığın deşifrasyon ve yalanın sonucunda parti içi tartışmada çıkan kararın HBDH’den çıkma yönünde olduğu iddiasıyla bir yazı ortaya çıktı. Söz konusu belgeye göre, kalınması gerektiğini savunan üyeler fikrini kaleme almamış, aldıysa da ulaştırmamış, hiçbir komite de bu konuda yazılı görüş belirtmemiş!
Hatta Komsomol MK’sı adına yazılan görüş, imzası değiştirilerek belgeye eklenmiş(!)
Diğer yandan hapishanelerde de kalınması gerektiğini düşünen hiçbir üye yokmuş! (Bazı yoldaşlar yazılı tavır belirtmelerine rağmen!) Tamamen yalan ve sahtekarlık üzerine inşa edilen bu belge, “... MK üyeleri”nin ideolojik düzlemde yaşadıkları çürümenin ibretlik bir vesikası olmuştur.
İlkin, konunun muhatapları olan üyeler -kalınması gerektiğini düşünenler- bu konuda fikirlerini yazmıştır.
İkinci olarak, yönetici komitelerin de görüşleri yazılı hale getirilmiş ve ulaştırılmıştır. Üçüncü olarak, hapishanelerde birlik içinde kalınması gerektiğini düşünen üye ve diğer pozisyonlarda yoldaşlar vardır ve fikirlerini iletmişlerdir. HBDH konusunda parti üyeleri gerek dışarıda gerekse de içeride tam ortadan ikiye bölünmüştür. Yönetici komiteler bazında ise sekiz organın altısı kalınmasını savunmaktadır.
Gerçek sonuç budur!
Süreç tam da başladığı şekilde, tartışmayı özetlediği iddia edilen belge, alanlara, parti üyelerine ulaşmadan, yurtdışında partimiz adına ittifaktan çıkıldığına dair yapılan bir açıklama ile bitirilmiş ve o süreçte adeta partinin sesi olarak kullanılan legal bir kurum sitesinden kamuoyuna duyurulmuştur.
Oysa böylesi durumlarda sürecin nasıl işletileceğine dair partimizin çok sayıda deneyimi bulunmaktadır. Yönetici organ, konuya ilişkin görüşlerini ortaya koyarak, karşıt düşünce varsa onunla birlikte yayımlar. Yazılı karşıt düşünce olmadığı durumda ise, kendi düşüncesini yayımlayarak, konu üzerinde farklı düşünenlerden görüşlerini en kısa sürede yayımlanmak üzere iletmelerini ister. Gelen karşılıklı düşünceleri parti içine yayımlar ve belirlenen süre içinde tartışmayı sonlandırır. Böylece her üye ya da alan, diğerlerinin ne düşündüğünü öğrenmiş olur.
Tartışma da bu şekilde kolektif bir nitelik kazanır.
Anlaşılıyor ki “... MK üyeleri”nin acelesi var?! Zira, biliyorlar ki, ortalık biraz sakinleşip durulunca işledikleri büyük suçlar ve söyledikleri yalanlar, çevirdikleri entrikalar su yüzeyine çıkacak. Birinin dumanı sönmeden nefes nefese diğerine son sürat koşmaları bundandır!!
HBDH’ye ilişkin tartışma devam ederken, imzacı Merkez Komite üyesi yoldaş, zaten partinin verdiği irade süresi bitmiş ve azınlık tarafından fiilen de işletilmeyen Merkez Komitesi’nin bir işlevinin olamayacağı ve ayrıca partinin kendisine yönelik eleştirileri karşısında doğru bir tutum takınarak mevcut Merkez Komite görevlerinden istifa etmiştir. Böylece Eylül 2016 itibariyle Merkez Komitesi iradesi artık hiç tartışmaya-muğlaklığa izin vermeyecek şekilde tamamen düşmüştür. Söz konusu süreci tamamlayacak organ, kağıt üzerinde bile olsa kalmamıştır. Bu konuda da Parti bileşenlerinin imzacı olduğu ve imzanın geri çekilmesi için devreye sokulan ayak oyunu ve yalanı ortaya seren belgemiz mevcuttur.
Başlıkta “Partinin Birliğinden Yana Olanlar Krizleri Büyütmez, Çözmeye Çalışır!” dedik. Ancak özellikle Merkez Komitesi’nde yaşanan istifa ve gerilla alanı ile kimi noktalarda yakaladığımız ortaklık sonrası yaşanan ve başını ... Merkez Komite üyesinin çektiği tartışma ve pratiklerde, böylesi bir çaba içinde bilinçli olarak olmadıkları ve ne pahasına olursa olsun “sorunlu unsurlardan kurtulma”, gerekirse Partiyi bölme anlayışında olunduğunu gördük.
Bunu HBDH’den ayrıldığımıza yönelik korsan bildiriye karşı oluşturduğumuz birliktelik ve kaosu büyütmemek adına sadece parti kitlesine dağıttığımız bildiriye-açıklamaya yaklaşımda, hemen ardından çapsız baskın girişimleri ve tehditlerde, geliştirilen ve alabildiğine yaygınlaştırılan deşifrasyon pratiğinde, tüm kitlemize açılan hizip tartışmasında, tek tek yoldaşlarımızın isim ve konumlarının deşifre edilmesinde, özellikle kadın ve gençlik çalışmalarının pratik olarak bölünme çabalarında, zaten uzunca dönemdir görevine devam eden komitelere alternatif komite vb. oluşturulmasında, en son örneklerden olması bakımından polisiye yöntemlere taş çıkartan biçimde devrimcilere yönelen saldırılarda gördük-görüyoruz.
GYDK süreci...
Azınlık MK üyelerinin hedefe koyarak teşhir ettiği, 10 Ocak 2017 tarihinde de kamuoyuna yayınlanan “MK” imzalı açıklamayla ‘’hizip’’ olarak ilan edilen GYDK sürecini tam anlamıyla kavramak için sürecin başına, yani ... operasyonu öncesi ve sonrasına gidilmesi gerekmektedir. Zira, süreç bu yönüyle ele alınmadığında GYDK serüveni anlaşılamaz.
Daha önce de belirtildiği gibi, ... operasyonuyla partimiz ciddi bir darbe aldı. Bu darbe sonrası parti içinde “gücünü” kullanan azınlık Merkez Komite üyeleri kendilerinin lehine doğan bu fırsatı kullanarak partiye darbe yapmak istediler. Bunu da, parti tüzüğü, disiplin, illegalite, merkeziyetçilik vb. hiç kimsenin kolay kolay karşı çıkamayacağı parti normlarını-hukukunu çiğneyerek adım adım planlayarak yapmaya çalıştılar.
Aslında bu planın ... operasyonu öncesine de uzandığını söyleyebiliriz. ... kurumunun ... organizasyonu öncesi-anı ve sonrasında yaşananlar da bize bunu göstermektedir. Özellikle yurtdışında bilinçli olarak yaratılan ve körüklenen gruplaşma ve “adamcılık”, yarım kalan sürecimizin tamamlanmasının ardından muhtemel görevlendirmelerin dahi kimi yoldaşlara daha o tarihten itibaren açılması, ...’da bir grup olarak hareket etme tarzı-oy vermeyecekleri üyeleri açıktan ifade etme, ... sonrası alanda yeni yönetimde hatta Merkez Komitesinde kimlerin yer alacağının dahi dillendirilmesi gibi örnekleri çoğaltmak mümkün.
Bu tartışma ve planlardan ... kurumu da nasibini almıştır. Kurumdaki “ayrık otları” bu yaklaşımla temizlenmeye çalışılmış, darbe burada da uygulanmaya başlamıştır. Kurum içindeki “muhaliflerin” önemli bir kesimi yeni dönem yönetimine alınmayarak, bazıları önceden tasfiye edilip etkisizleştirilerek istenilen, belli ölçülerde başarılmıştır da. ... kurumunun ... etkinliği öncesi ve sırasında telefonda tasfiyecilerin birbirlerine verdikleri bazı bilgiler ortaya çıktı. ... etkinliğinden sonra yapılan karşılıklı konuşmalarında küçük bir bölümü aşağıya aktaralım:
A: Darbe yaptık ve kurumu kurtardık.
R: Moraller nasıl?
A: İyidir. Gençler de iyiydi ve onlar da memnun vs. Diğerlerden kimse girmedi.
R: M ve Z de girmedi?
A: Hayır. Artık onlardan kimse yok. S de artık yok. X, Y hepsi kaldı.
R: X, Y’den W mi oluşturuldu?
A: Hayır. Eski X, Y olduğu gibi kaldı. E, N, H, M, M, A ve ben. Şimdi 7 kişi W’de.
R: Önceden 9 kişilik değil miydi?
A: Evet!
R: Şimdi neden 7 kişi?
A: Kimse girmek istemedi.
R: N kaostur. Diğerleri iyidir.
(X, Y ve W kodlamaları tarafımızdan güvenlik gereğince yapılmıştır.)
... operasyonuyla ... alanında bulunan … yoldaşlar tüzüğün kendilerine verdiği yetki ve her şeyden önce de devrimci sorumluluk gereği alana müdahale etmişlerdir. Bu müdahale dönem açısından gerekli ve zorunluydu.
Zaman kaybederek yapılacak bir müdahalenin alanın dağılmasına yol açma tehlikesi ve tabanımızda yaratacağı moral bozukluğunun önüne geçme, operasyona karşı kitlesel bir tepkinin örgütlenmesi için operasyon günü gerekli inisiyatif kullanılarak yapılmıştır bu müdahale. … yoldaşların kendi aralarında yaptığı bir değerlendirmeyle … sayıda yoldaştan oluşan GYDK kurulmuştur. Adından da anlaşılacağı üzere geçici olan bu bileşen, sonradan farklı bir şekil alacağı için isimlendirmenin bu şekilde olması doğru görülmüştür. Bu sürede operasyona ilişkin eldeki bilgiler, operasyona karşı kısa sürede neler örgütlendiği, GYDK’nın kurulduğu, sonraki süreçte operasyona karşı örgütlenecek kampanya (hazırlanan bir bildiriyle) iki Merkez Komite üyesine bir mektupla gönderilmiştir. Komitenin onay alması ile resmileşen GYDK’nın kurulduğu, alandaki tüm örgütlü parti birimlerine bildirilmiştir.
Ancak kurulduktan kısa bir süre sonra yine aynı Merkez Komite üyelerince gizlice tasfiye edilme çalışmaları da başlamıştır. Bu gizli tasfiye, GYDK’nın muhatap alınmaması, ilişkilerin GYDK üzerinden değil de kendileri etrafında kümelenenlerle oluşturdukları kişiler üzerinden yürütülmesiyle başlamıştır. Bu durumun fark edilmesi ve eleştirilmesi karşısında iki Merkez Komite üyesinin bildik yöntemi devreye girmiştir. Tutumlarını devam ettiren bu Merkez Komite üyeleri, bırakın özeleştiri vermeyi, aksine tavır ve ilişkilerini daha da ileri taşıyarak, GYDK’yı devre dışı bırakma çalışmalarına hız vermiştir. Öyle ki, operasyona ilişkin yayınlanan bildiri, GYDK’nın bilgisi olmadan, başka bir şahıs üzerinden kamuoyuna açılmış, GYDK bu bildiriyi ancak yayınlandıktan sonra ... sitesinde görebilmiştir.
Ardından tarihimize ‘’Haziran Toplantısı’’ olarak geçen toplantıda alınan bir kararla GYDK’nın görevden alındığı partiye bildirilmiştir. Haziran 2015 tarihinde alınan söz konusu ‘’karar’’ın ilgililerin eline Ağustos 2015 tarihinde geçtiğini de not olarak düşelim. ‘’Karar’’ şöyledir; “Operasyonun ardından kurulan komitede görev alan yoldaşlar bir önceki örgütlü bulundukları komitelerinde görevlerine devam edecekler. Alan komitesi ise esas olarak alt komitelerde örgütlü yoldaşlarla şekillendirilerek kurulacaktır. Bu adım alanda belli bir dinamiğin açığa çıkarılması anlamında da olumlu olacaktır.”
Kararın resmi olarak ... alanındaki yoldaşlara ulaşmasından sonra, bu durum yoldaşlarımız tarafından sıkıntılı bulunsa da esasta yetersiz bilgilendirme ve partiyi yeni bir kaosa sürüklememe kaygısından kaynaklı “Haziran Toplantısı”nın bir merkez komite toplantısı olabileceği düşüncesi, yoldaşlarda da ağır basmıştır ve yoldaşlar karara karşı yaptıkları değerlendirmede şuna dikkat çekmişti; “Biz değişimlere karşı değiliz. Partinin ihtiyacı, yeni dinamiklerin ortaya çıkartılması, taze kan akışı, gelecek vaad eden yş’ların önünün açılması, onların da kendilerini tanımaları, netleşmeleri bakımından böylesi değişimlerin olması gerekir. Bu, MK’nın kendisi için de geçerli olan bir durumdur ve hatta daha fazlasıyla geçerli olması gereken bir durumdur. Bu parti kimsenin tekelinde değildir. İnsanların ne olursa olsun aynı yerde demirleyip kalmaları, hep yönetilen konumda olmaları diye bir kural ve ilke de yoktur. Biz bir kast örgütü değiliz. Biz bir KP’yiz. Her insan inandığı ve güvendiği için P ile yürür. Yürürken, kendisine tanınan hakları kullanmak, tüzüğün kendisine tanıdığı imkanlardan yararlanmak, herkesin hakkıdır. Bu, bir taraftan kişinin kendi çabasıyla olurken/olması gerekirken, parti de, sempatizan, üye ve taraftarlarını tanıdığı ölçüde, önlerini açma görev ve sorumluluğuyla karşı karşıyadır. Bu tüm partinin faaliyet alanları için geçerli olduğu gibi … alanı için de geçerlidir.
Hatta bu alan için daha da gerekli ve zorunludur. Bu bakımdan … alanı aslında özel olarak ele alınıp değerlendirilmesi gereken, örgütsel olarak biraz daha farklı bir uygulamanın yapılması gereken bir alan konumundadır. Bunu bu yazımızda tüm detaylarıyla ele alıp değerlendirmek, geçmiş sürecin muhasebesini yapmak mümkün olmamakla birlikte, geçmişten bugüne, yaşanmış çok ciddi örgütsel zaafların olduğu bir gerçektir.”
Bu değerlendirmeye konu olan esas mesele, “Merkez Komite kararı olarak bilinen” bu değişimin derininde yatan bakış açısıdır.
Bu değişim ‘’karar’’da belirtildiği şekliyle “alanda belli bir dinamiğin açığa çıkarılması” için değil, GYDK’yı tasfiye etmek içindir. Nitekim bu hesaplaşmayı, Haziran Toplantısı’na şerhleri ile katılan ... nolu yoldaş, ‘’karar’’a yaptığı itirazda açık olarak şöyle dile getirmiştir; “Alanda altlardaki yş’lardan bir örgütlenmeye gitmek tüzüksel olarak doğru olup, bir sorun oluşturmasa bile, objektif olarak geçmiş hesaplaşmaların şimdi yapılması anlamına gelmektedir. Ya da buna kapı aralar, zemin sunar niteliktedir.
Geçmişte parti önderliği tarafından yapılmayan devrimci müdahalelerin şimdi yapılması, parti önderliğinin birden bire devrimcileşmesiyle ilgili değildir. Madem bu yş’lara güvenilmiyor, devrimci mücadele anlayışları sorunlu olarak görülüyor, o zaman vakti zamanında neden müdahale edilmedi!”
Bir darbe niteliği taşıyan bu tasfiye kararı, GYDK’dan yoldaşlar tarafından yapılan değerlendirmede şöyle tanımlanmıştır; “Bu anlamda yapılan tam olarak objektif olarak geçmiş hesaplaşmaların şimdi yapılması anlamına gelmektedir. Anlayışıdır. (...) Sizleri bu vahim gidişatta ısrar etmekten vazgeçmeye ve kararı geri çekmeye çağırıyoruz.”
GYDK’dan yoldaşlar, Nisan 2017 tarihinde DPK’ya yazdıkları bir mektupta (bu mektubun DPK’nın eline geçip geçmediğini bilmiyoruz) dönem açısından partinin içinden geçtiği süreç, alınan darbe ve daha fazla bir güvensizliğe yol açmamak için aşağıdaki tutumu takındıklarını aktarmışlardır; “2 MK üyesinin açıktan yaptığı bu örgütsel tasfiyeciliğe karşı alanımızdaki güvensizlik, parti tabanının durumu ve partinin içinden geçtiği süreci göz önüne alarak Haziran 2015 tarihinde yetkileri olmadığı halde GYDK’nin ‘görevden alındığına’ ilişkin ‘kararına’ itiraz ettik. Ancak bu itirazı parti tabanına ve parti komitelerine taşımadık.
Daha da ötesi, tartışmayla düzelteceğimizi sandığımız bu darbe kararının geri alınmasına kadar, örgütsel bir kaosun yaşanmaması için, 2 MK üyesinin oluşturduğu ‘YDK’da yer alan yş’lara örgütsel sorunlar hal edilene kadar görev almalarını bizzat önerdik. Tartışmalarımızı devam ettirsek de, 2 MK üyesi bildiğini okumaya devam ederek alanımızdaki örgütsel kaosun büyümesinde baş rolü oynamışlardır.”
Yani özet olarak Eylül 2016 tarihine kadar yukarıda dile getirdiğimiz nedenlerden dolayı, iki Merkez Komite üyesinin korsan bir şekilde alana atadığı “YDK”nın faaliyetleri önüne pratikte bir engel çıkartılmamıştır.
Bu alanda belgelerin dağıtıldığı meselesi de iki Merkez Komite üyesinin çarpıtmaları sonucu yılan hikayesine dönmüş durumdadır. Sadece ... alanında değil birçok bölgede iki Merkez Komitesi üyesi ve faaliyet yürüttükleri alanlarda parti içindeki gelişmeler anlatılıp, taraflaşma-kamplaşma oluşturulmaya çalışılmış, istifa eden Merkez Komite üyesi yoldaşın mektubu alanlarda okutularak yoldaş teşhir edilmiş, düşmanlaştırılmıştır. ... alanında da bu yaşananlar karşısında örgütlü yoldaşları doğru bilgilendirmek için toplantılar yapılmış ve partinin içinden geçtiği süreç özetlenerek toparlanmaya çalışılmıştır. Bu, kendi şartları içinde değerlendirildiğinde doğru bir tavırdır.
GYDK’nın yeniden görevlerini devralması sürecine gelirsek; … yoldaş tarafından Eylül 2016 tarihinde DPK üyeleriyle bir görüşme yapılmış ve ortaklaşılan noktalara dair alanlara bilgilendirme yapılmıştır. Bu ortaklaşma sonrasında durum tekrar değerlendirilerek Nisan 2017 tarihinde DPK’ya da GYDK tarafından bir mektup gönderilerek şunlar ifade edilmiştir; “... tüm bu gelişmelerle birlikte Eylül 2016 tarihinde ...’nın MK üyeliğinden istifası ve … yş’ın sizinle yaptığı görüşme ve o görüşmede ortaklaştırılan ‘kararları’ öğrendikten sonra, 2 MK üyesine yaptığımız çağrı; MK’nın artık iradesini yitirdiği, geriye kalan 2 MK üyesinin de istifa etmesi ve ... kadar … oluşturulması önerisi yaptık. (...) Eylül 2016 tarihi itibariyle de GYDK’nın görevi devralacağını kendilerine bildirdik. Alanlara da bir genelge göndererek GYDK’nın görevi devraldığını bildirdik.
Ardından GYDK’nın Aralık 2016 tarihinde; 19 Aralık cezaevleri katliamı, Maraş katliamı ve Roboski katliamı yıldönümlerine ilişkin yayınladığı bir bildiri çıktı. Bu bildiri bahane edilerek, Merkez Komite imzasıyla GYDK ‘’hizip’’ ilan edilerek kamuoyunda teşhir edilmiştir.
Hizipçi ve darbeci Merkez Komite üyeleri, 19 Aralık 2016 tarihinde GYDK’nın yayınladığı bildiriyi kendilerine göre “bulunmaz bir fırsat” görerek harekete geçmiştir.
Özetle, iki Merkez Komite üyesi tüm çabalarımıza, önerilerimize, hukuk ve tüzük vurgularımıza rağmen “İKK-online.org” adlı bir internet sitesi üzerinden 10 Ocak 2017 tarihinde; “PARTİMİZ TKP/ML’YE GÖNÜL VERMİŞ TÜRK-KÜRT VE ÇEŞİTLİ MİLLİYETLERDEN İŞÇİ SINIFI VE EMEKÇİ HALKIMIZA, PARTİMİZİN ÜYE VE MİLİTANLARINA’’ başlığıyla ‘’İLAN EDİYORUZ: ‘GYDK’ İMZALI AÇIKLAMALAR, ÖRGÜTLENEN FAALİYETLER PARTİMİZDE YEŞERMİŞ YURT DIŞI MERKEZLİ HİZİBİN ÇALIŞMALARIDIR. PARTİMİZ TKP/ML DİSİPLİNİ, PARTİ İŞLEYİŞİ VE HUKUKUNUN DIŞINDADIR. YANİ BU OLUŞUM PARTİ DIŞI KALMIŞ BİR HİZİP ÇALIŞMASIDIR. PARTİMİZLE ARTIK İLGİSİ KALMAMIŞTIR. YAPACAĞI HİÇ BİR FAALİYET PARTİMİZİ BAĞLAMAMAKTADIR” açıklamasını yaparak aslında partimizden ayrıldıklarını ilan etmişlerdir.
Burada vurgulamamız gereken önemli bir husus da; İKK sitesinin aylar öncesinde hazırlandığı ve boş bir sayfa olarak haftalar öncesinden sosyal medyada reklamının yapıldığıdır.
Açıklamanın yapılmasının ardından taşlar yerli yerine oturmuştur; anlaşılmaktadır ki, “ayrılık” azınlık Merkez Komite üyeleri tarafından çok önceden planlanmış ve gerekli hazırlıklar yapılmıştır.
Yine bu tartışmalar içinde ellerini güçlendirmek için kullandıkları ancak çarpıtmaktan da geri durmadıkları konulardan biri de dört üye tarafından ... yoldaşa getirilen öneridir. Merkez Komite üyesi olduğu ısrarla azınlık Merkez Komite üyeleri tarafından reddedilen ... yoldaşın durumu, hatırlanacağı üzere tartışma gündemleri arasında yer almış ancak “kapsamlı tartışma başlıkları” ve ... Merkez Komite üyelerinin bazı konuları özellikle boğuntuya getirilmesi çabasıyla ayrıntıda boğulan, arada kaynayıp giden başlıklardan olmuştur. Yani aslında bir sonuca bağlanmamıştır.
... yoldaş birincisi bu tartışmanın bir sonuca bağlanmamış olması; ikincisi Dersim’le yakalanan ortaklığın bozulmaması; üçüncüsü önerinin mimarı olan ... Merkez Komite üyelerinin samimiyetsiz ve parti düşmanı tutumları gerekçesiyle azınlık Merkez Komite üyelerine istifa çağrısı yaparak öneriyi kabul etmemiştir.
Hatırlanacağı gibi ... yoldaşın Merkez Komite üyeliğinden istifasının ardından Dersim alanı ile tarafımızdan yapılan görüşmede alandan ... yoldaşın kendisine tüzüğün de ihlali pahasına yapılan iradeyi tamamlama önerisini kabul etmeyeceği, yarım kalan sürecin tamamlanmasının koşullarının o an itibarıyla ortadan kalktığı noktasında ortaklaşılmış, ... döneminde görüşmek şartıyla alandan ayrılınmıştır.
Öneriyi getiren tüm yoldaşları aynı kefeye koymamakla birlikte azınlık Merkez Komite üyelerinin önerideki mantığı, kendilerine meşruluk sağlamak ve bir yılı aşkın bir süredir “3’ün 2’si” olarak partiyi yönetmeye çalıştıkları gibi sonrasındaki süreci de “idare etmeye” kalkışmaktır. Oluşturmak istedikleri bir parti önderliği, merkez komitesi, kolektif bir mekanizma değildir. İstedikleri sadece yanlarındaki 1 (BİR) sayısıdır. Çünkü darbeci kafa, bu şekilde çoğunluk olmaya odaklanmıştır. Bir rakam, bir isim, bir ceket, bir maket dahi yeterlidir onlar için!
Sorun tekrar bir “önderlik” mekanizmasının oluşması ve kendince “çoğunluk” haline gelebilmektir. Azınlık Merkez Komite üyelerinin varlıklarına meşruluk kazandırmak için pazarlıkçı yöntemlere yoğunlaşmak yerine cevap vermesi gereken iki seneyi aşkındır neredeyse tüm partinin önerdiği Merkez Komitesi’nin yedeklerle ve sırasıyla konferansta belirlenen sayıya kavuşması önerisini neden uygulatmadıklarıdır. Bu kadar zamandır neden tüzüğün emrettikleri yapılmamıştır? Bunu yapmamanın tek cevabı vardır bizce; örgüt tasfiyeciliği, darbecilik, yoldaş düşmanlığı.
Tartışma ve öneriler sırasında “iradenin olmadığını kabul eden” ve sorunu “... yoldaşın atanması” ile çözmeyi öneren yoldaşlar, ... yoldaşın öneriyi kabul etmemesi üzerine ise birden irade tartışmasını “bir şekilde” sonlandırmış ve bir iradenin olduğu ve bunun tanınmadığı üzerinden yoğun bir anti-propagandaya girişmişlerdir.
Hatta ... alanında yapılan görüşmelerde ... yoldaşın söz konusu öneriye hayır demesiyle yoldaşın “vebal altında kalacağı”, “bundan sonra yaşanacaklardan sorumlu olacağı” vb. tehditleri etmekten geri de durmamışlardır. Özetle; Nisan 2015 tarihinden bu yana parti içinde örgütsel kriz yaratanlar, ... yoldaşın Merkez Komite üyesi olarak daha önce bir toplantıya alındığı halde üyeliğini inkar edenler, ‘’yedek üye olduğu kabul edildiği’’ (!) zaman da tüzük gereği Merkez Komiteye atanması gerekirken bunu da yapmayanlar gelinen aşamada yoldaşın Merkez Komitesi’ne atanmasını “kabul etmiş”; yukardaki gerekçelerle yoldaş kabul etmediğinde de “yaşanacaklardan sorumlu olacağı” tehdidini savurmuşlar, ... alanındaki yoldaşlara ise attıkları imzanın arkasında durmalarını, ... yoldaşı zorlamalarını, kabul etmiyorsa yurtdışının bunu kabul etmesini(!) dayatmışlardır.
Azınlık Merkez Komite Üyeleri ve Kadın Düşmanlığında Zirve...
Bilindiği üzere azımsanmayacak bir süredir; kadın sorunu, emekçi kadınların örgütlenmesi, kadın çalışmamızın kurumsallaşması, gelişimi ve de Partimizdeki yansımaları-çözüm yolları kapsamında Kadın Komitemiz öncülüğünde bir takım çalışmalar yürütmekteyiz.
Daha katetmemiz gereken uzun bir yol olduğunun bilincindeyiz ama aynı zamanda önemli adımlar attığımızın da altını çizmeliyiz. Yaşadığımız bu darbe sürecinde “... MK üyeleri”nin en çok rahatsızlık duyduğu ve saldırdığı alanın burası olmasını da bu açıdan “doğal” karşılıyoruz.
Nitekim darbeci tasfiyecilerin ilk olarak ellerine aldıkları silah kadın düşmanlığı olmuş, dedikodu-karalama-yok sayma ve tasfiye çalışmaları gözü dönmüş bir şekilde bu faaliyete ve faaliyet yürüten kadın yoldaşlarımıza yöneltilmiştir. Lafı uzatmadan gelelim “… PMK üyeleri”nin en saldırgan oldukları konuya, kadın sorununa, kadın faaliyetine, kadın faaliyetçilere ve bu konudaki “duyarlılıklarına”!
Yazılı olması ve kadın düşmanlığında zirve niteliği taşıması açısından Parti tarihimize “K 72” olarak geçen ancak Parti güçlerimizin ağırlıklı bölümü tarafından eleştirilen belge önemlidir. Bu belgede kadınlar, açıktan ve bariz bir şekilde aşağılanmış, yok sayılmış, hakarete uğramış, tek tek kadın faaliyetçiler bir kenara bir bütün Kadın Komitesi yok sayılmış, kadın bir Merkez Komite üyesi ve yönetici bir komitedeki kadın bir yoldaş “hayali” ilan edilmiş, yıllara dayanan kadın kazanımlarının tek tek geri alınmasının adımları çeşitli gerekçelerle atılmış, kadınların sordukları sorulara erkek yoldaşlara dönülerek cevap verilmeye çalışılmış, kadın faaliyetçilerle ideolojik-politik-örgütsel konularda ortaklaşan erkek yoldaşlar “erkekliklerine oynanarak” kadınların “etkisi altında kalmakla” itham edilmiştir.
Erkek iktidarların kadınları iktidarlarını sağlamlaştırmak için kullanmasının, çemberine alamadığı durumlarda ise tasfiye etmesinin güzide örnekleri bu metinde ve sonraki belgelerde-süreçte sergilenmiş, kadınların acı, istismar ve ezilmişlikleri dahi azınlık Merkez Komite üyelerinin iktidarının tesisi ve devamı için kullanılmış; bu iki üye kimi yerde en keskin kadın hakları savunucusu kesilerek güya kadınların haklarını savunmuş kimi yerlerde ise gerçek niyetlerini cahilce ortaya sermekten kurtulamamıştır.
Bu darbeci Merkez Komite üyeleri, örgütümüzde kadınların yaşadığı acıları, kadına dönük suçları iktidar dalaşı için “silah” olarak kullanmaya kalkışarak dünyanın en çirkin ve en kirli siyaset yöntemini, adeta R.T. Erdoğan’a taş çıkarırcasına bir hünerle uygulamış, kadınlara dönük suçlardan nemalanmaya çalışarak erkek egemenliğinin çirkin yüzünün Partimiz saflarındaki yansımasını açıkça ortaya koymuştur.
Adeta bir koalisyon gibi çalışan ve her mekanizmada kadın istismarına göz yuman, üzerine örten Merkez Komite içinde bugün gelinen aşamada karşıdakinin “ayağını kaydırmak” ve “itibarını zedelemek” için “kadın meselesini”, “kadınları” kullanmak aşağılık bir suçtur!
Soruyoruz, kadına karşı suçlar karşısında zamanında sessiz kalınması ama iş bugün “sorunlu” ilan edilen kişinin “ipini çekmeye” geldiğinde kadına dönük suçların birdenbire hatırlanması ve erkeği bitirmek için kadının kullanılması kadın düşmanlığı değilse nedir? Kadına dönük suçlarda kadınların acılarından çıkardığı deneyimleri ezip geçmek ya da bunları iktidarını sağlamlaştırmak için kuşa çevirerek kullanmak kadın düşmanlığı değilse nedir?
Neresinden tutsak bir kadın düşmanlığı, neresinden tutsak bir erillik akan “K 72”deki ve süreçteki sorunlar bununla da sınırlı değil. Gençlik ...ne dönük kadın delegelerden etkilenmeme çağrısı yapılmasından bir kadın ...yi eleştirirken “... baba evine gitmiştir” minvalindeki vurgulara ve “kadınların ‘his’leri ile dalga geçilmesine kadar” buram buram erk-eklik kokan yaklaşımlara örnek oldukça fazladır.
En bariz örneklerden birisi, azınlık Merkez Komite üyelerinin kadına dönük yaklaşımların en somutlandığı tartışma “hayali Merkez Komite üyesi” tartışmasıdır. Bahsi geçen yoldaş, dönem itibarıyla Merkez Komite’de görev yapmasına ve faaliyet alanlarıyla bu şekilde ilişkilenmesine, ilgili toplantılara katılmasına rağmen darbeci tasfiyeciler tarafından deşifre ve teşhir edilerek kendisini “MK gibi hissettiği”, “maalesef MK’lığının yazılı hale getirilmediği”, “unutulduğu”, “falanca kişinin bilgi vereceği” vb. söylenmiş, yok sayılmış ve “hayali MK” denilerek de alaya alınmıştır.
Bu yoldaş bir kadın olduğu için bu şekilde “ti’ye alınabilmiş”, erkek kibrinin kadını “hisleri” ile hareket ettiği yaftalamasından, başkaldıran kadının da “psikolojisi bozuk” diye itham etmesinden nasibini almıştır. Aynı tartışma, ... alanına dönük yazılı metinlerde ise “prenseslik” tanımlamasında kendisini göstermiştir. Kadın yoldaşların görev yaptığı faaliyet alanları ifadelendirilirken “prenseslik” belirlemesi yapılarak geri, apolitik, kirli, kibirli ve erkek siyaset dilinin bir örneği tarihimize not olarak bırakılmıştır.
Benzer bir tartışma ... komitesindeki kadın yoldaşa dair de yürütülmüş, belli bir süredir aynı pozisyonda görev alan kadın yoldaşımızla ilgili kararın “usulüne uygun alınmadığı”, “yazılı hale getirilmediği” birdenbire hatırlanarak -ki durum böyle değildir- kadın yoldaşın komitedeki varlığı yok sayılmış, biat etmemesi üzerine bu şekilde cezalandırılmaya girişilmiştir. Açıktır ki bu örnekler çok kirli siyaset tarzına, burjuva politikacılığına, erkek egemenliğine aittir.
Başka bir örnek 8 Mart vesilesiyle yaşanmış, kolektifimizin Kadın Bileşeni kurulduğundan bu yana 8 Mart açıklamalarını yapan komitemize rağmen, azınlık Merkez Komite üyeleri bir kez daha Merkez Komite imzası atabilmek için fırsat bu fırsat diyerek kadın bileşeninden önce Merkez Komite imzası ile açıklama yayımlamıştır. Açıklamanın her satırından damlayan cahillik ve erillik bir yana her vesile ile imza atma yaklaşımı, darbeci Merkez Komite üyelerinin fırsatçılığına da örnektir. Her vesileyle bir Merkez Komite var havası yaratıp sonradan o etiketi sömürme hesabıyla yaptıkları açıktı ve açığa çıkmıştır...
“K 72” denilen belgenin yayımlanmasının ardından başlayan ve bugüne kadar gelinen süreçte yukarıda özetlediğimiz yaklaşımlar ivmelenerek ve kadın düşmanlığının yeni örnekleri ile renklenerek karşımıza çıkmıştır.
Yok sayılma, hakarete uğrama, demokratik alanlarda varolanlara alternatif yeni örgütlenmelerin kurulması ve dayatılması, kadın düşmanı ilan edilen kimi erkekler, erkek aklı ve eli ile cezalandırılırken partimiz saflarında kurulan kadın bileşenlerinin bozulması, dağıtılması vb.leri yanında bizzat fiziksel şiddete maruz kalma ve kadın düşmanlarının darbecilerin saflarında örgütlenmesine kadar bir dizi örnek yaşanmıştır ve halen de yaşanmaktadır. Kadınlara karşı işlediği suçlar sabit olan, Kadın Komitemiz tarafından tavır alınan erkeklerin örgütlenmesine Dersim, İstanbul, İzmir ve yurtdışı gibi örnekler verilebilir.
Kumdan Kaleler Yıkılmaya Mahkumdur!
Azınlık Merkez Komite üyeleri yalanları ortaya çıktıkça daha fazla saldırganlaşmış, MLM güçlere yönelik hakaret ve tehditlerin dozajını yükseltmiş, işi şiddete yönelmeye kadar getirmişlerdir. Sistematik gasp, darp, tehdit, deşifrasyon yöntemleri ile alanlardaki yoldaşların pes edeceği, demoralize olacağı, faaliyetten uzaklaşacağı hesap edilmişti. Ne var ki bu hesap tutmamış, yoldaşlar mücadeleyi büyük bir kararlılıkla sürdürmüşlerdir. Bu işe yaramayınca, ilkin ...’ta devamında ...’ta sonrasında da tek tek yoldaşlara şiddet pratiğine yönelmişlerdir. Devrimcilere pusu kurarak, türlü yalanlar eşliğinde saldırıya geçen azınlık Merkez Komite üyeleri, bir yanıyla zavallılıklarını ve güçsüzlüklerini ortaya koymuştur. Alanları karşı karşıya getirmek, tartışmaları kolektifimizin bileşenlerinde değil de arkadan dolaşarak yürütmek, sahtekarlık ve yalancılık bu çizginin temel parolası olmuştur.
Sözgelimi, gerilla alanında, darbeciliğe tavır alan yoldaşlar farklı faaliyet alanlarına gönderilmiş, savaşçılarla ilişkileri kısıtlanmış, türlü bahanelerle savaşçı yapısından uzak tutulmuştur. Yoldaşlarımız özellikle 12’lerin şehit düşmesinden sonra partide yaşanan gelişmelerin savaşçılara taşınmaması konusunda büyük bir hassasiyet göstermiştir. Ne var ki yoldaşların bu hassasiyeti darbeci/tasfiyecilik için hizip örgütlemenin fırsatı haline getirilmiştir.
Yoldaşlara, çeşitli yoldaşların faaliyeti bıraktığı, ...’nın çıkarılamadığı, tüm alanların kendileri ile birlikte olduğu vb. çok sayıda yalan söylenmiştir. Haksız olma halinin getirdiği bir düşmanlık ve saldırganlık durumu yaşanmaktadır. Şehitlerimizin cenazelerinde yoldaşlarımızı ölümle tehdit eden, darbeci/tasfiyecilik, kitlemizi açıkça yönledirmekten ve yanıltmaktan imtina etmemiştir. Başından bu yana hakaret, tehdit ve şiddet minderine bizi çekmeye çalışmışlar, böylece tartışmanın politik içeriğini ortadan kaldırmayı, her türlü çetevari saldırı için uygun ortamı yaratmayı planlamışlardır. Açık ki partimiz, devrimciler arasındaki sorunların çözümünde şiddeti, hakaret ve dedikoduyu asla bir yöntem olarak kabul etmemiştir. Başkan Mao’nun bu konudaki yaklaşımı her türlü tahrifata uzaktır, yalındır. Halk içindeki ve devrimciler arasındaki sorunların çözümü eleştiri ve ikna yöntemidir. Ancak azınlık üyeler devrimcilere yönelik şiddeti Başkan Mao’ya dayandıracak kadar çaptan düşmüş, yozlaşmıştır. Açık ki, tüm bunlar inşa ettikleri sırça köşklerin, kalelerin kumdan olduğunun bir ispatı durumundadır.
1945’te ÇKP 6. MK genişletilmiş 7. genel toplantısında sol çizginin hataları örgütsel açıdan incelenirken “... doğru siyasal çizgi ‘kitlelerden kitlelere’ olmalıdır. Bu çizginin gerçekten kitlelerden gelmesini ve özellikle gerçekten kitlelere geri gitmesini güvenceye almak için yalnızca parti ve parti dışı kitleler arasında (sınıf ve halk arasında) sıkı bağlar kurmakla kalmamalı, hepsinden önemlisi, partinin yönetici organlarıyla, parti içi kitleler arasında (kadrolar ve parti safları arasında) sıkı bağlar bulunmalıdır. Bir başka deyişle örgütsel siyaset doğru olmalıdır” (Mao, c. 3, s. 242) denmektedir.
Yine aynı incelemede Mao’nun yöntemi anlatılırken; “Kararname, ayrıca sıkı demokratik merkeziyetçiliği savunmuş, demokrasi veya merkeziyetçilik üzerinde yersiz sınırlamalara karşı çıkmıştır. Bütün Partide birliğin sağlanmasından hareket eden Mao Zedung yoldaş, parçanın bütüne tabi olması gerektiğinde ısrar etti ve Çin devriminin özel koşullarına uygun olarak yeni ve eski kadrolar arasında, dış ve yerel kadrolar arasında, Ordu kadroları ve o bölgede çalışan kadrolar arasındaki ilişkilerin, nasıl olması gerektiğini belirtti. Böylece Mao Zedung, bir ilke olarak doğrulara bağlılık ile bir disiplin sorunu olarak, örgüte itaat etmeyi nasıl bağdaştıracağımızı gösterdi.
Parti içi birliği korurken, Parti içi mücadeleyi nasıl sürdüreceğimizi açıklığa kavuşturdu. Oysa ne zaman yanlış bir siyasal çizgi hâkim olmuşsa yanlış örgütsel çizgi de kesinlikle ortaya çıkmıştır. Yanlış siyasal çizginin hâkimiyeti ne kadar uzun sürmüşse, bunun örgütsel siyasetinin zararları da o kadar büyük olmuştur.” (Mao, c.3, s. 243)
Mao’dan yaptığımız uzun alıntılar için yoldaşlardan özür dileriz. Partimizin mevcut durumunu değerlendirirken referans aldığımız anlayışın altını özel olarak çizme zorunluluğu hissediyoruz. Partiye kadrolara, kitlelere körü körüne itaati dayatan; kendine liberal, partiye sekter; Merkez Komitesi’ni ayrıcalıklı önderler topluluğunun vazgeçilmez mekanı olarak gören, siyasal olarak çökmüş, örgütsel olarak çürümüş-çözülmüş, hukuksal olarak hükümsüz olan Merkez Komitesi’nin kalıntısı dogmatik unsurlarla mücadelede, partimizin içine yaydıkları zehiri temizleme sürecinde tarihsel deneyimlerimizi andaki durumla inceleyerek yönümüzü bulacağımız için derdimiz, ustaların söylediklerini tekrar, yaptıklarını taklit etmek değildir.
Dogmatik tasfiyecilerin aksine biz ustalardan inceleme yöntemlerini almalıyız/alacağız.
“... Özellikle üçüncü “Sol” çizginin savunucuları dilediklerini yapabilmek için, yanlış çizgiyi uygulanmaz bulan ve bu nedenle kuşkularını ve hoşnutsuzluklarını belirten, karşı çıkan veya yanlış çizgiyi aktif olarak desteklemeyen veya sadakatle uygulamayan bütün parti üyelerini istisnasız ve fark gözetmeden damgaladılar. Bu yoldaşları “Sağ fırsatçılık” “Zengin köylü çizgisi”, “Lo Ming Çizgisi”, “Uzlaştırma politikası”, “iki yüzlülük” ile damgaladılar. Bunlara karşı “Amansız mücadelelere” giriştiler, “Acımasız darbeler” indirdiler ve hatta bu “Parti içi mücadeleleri” karşılarındaki cani ve düşmanmış gibi sürdürdüler.
Bu hatalı Parti içi mücadele türü, “Sol” çizgiyi yöneten veya izleyen yoldaşların, prestijlerini yükseltmek, kendi isteklerini gerçekleştirmek, Parti kadrolarını yıldırmak için kullandıkları normal bir yöntem haline geldi. Bu tutum, parti içindeki, demokratik merkeziyetçilik ilkesini çiğnedi, eleştiri ve özeleştiri ruhunu yok etti. Parti disiplinini mekanik bir disipline çevirdi ve körü körüne itaat ve mutlak boyun eğme eğilimlerini besledi. Böylece canlı ve yaratıcı Marksizmin gelişmesine büyük zarar verildi. Kadrolara karşı ayrılıkçı bir siyaset, bu hatalı Parti içi mücadele ile birleştirildi.
Eski kadrolara, Partinin, değerli unsurları gözü ile bakmadılar. Tersine deneyimli, kitlelerle ilişkisi olan ama hizipçilere ayak uydurmayan onun körü körüne takipçisi, evet efendimcisi olmayı reddeden pek çok eski kadroya saldırdılar, onları cezalandırdılar ve merkezi ve yerel örgütlerden attılar. Yeni kadrolara da yeterli bir eğitim vermediler, (özellikle işçi sınıfı kökenli olanların) ilerlemesi için ciddiyetle uğraşmadılar.
Bunun yerine deneyimsiz, kitlelerle sıkı bağlan olamayan ama hizipçilere uyan ve gözü kapalı onların peşinden gidip, evet efendimciliğini yapan yeni kadroları ve Parti dışı kadroları alelacele terfi ettirdiler. Merkezi ve yerel örgütlerde eskilerin yerlerine geçirdiler. Böylece sadece eski kadrolara saldırmakla kalmayıp yenileri de bozdular.
Üstelik birçok yerde, karşı devrimcileri ezmek için uygulanan hatalı bir siyaset kadrolara karşı hizipçi siyaset ile karıştırılınca birçok değerli yoldaş haksız yere suçlandı. Ve bu durum partiyi ağır kayıplara uğrattı.” (Mao, S.E., c. 3, s. 243-244)
Yukarıda Mao’dan 3. sol çizginin özelliklerine dair aktardıklarımız bugün partimiz içinde hakimiyet kurmaya çalışan dogmatik bazı Merkez Komite üyelerinin yöntemidir. Bu yönüyle partimizin iki yılı aşkındır yaşadıkları ÇKP’de 1945’ten önce açığa çıkan eğilimle oldukça benzerlik taşımaktadır. Bu anlayışla mücadeleye tutuşan bizlerin yaklaşımı bu noktada devreye girmektedir. Önceki bölümlerde kendi hareket tarzımızın hatalı ve eksik yanlarına dair gerekli vurguları yaptığımızı düşünüyoruz.
(...)
Yetersizliklerimize amansızca yönelmeyi esas almalıyız. Attığımız adımları ciddiyetle incelemeli ve kendimizi parti kitlemize daha iyi anlatmaya yoğunlaşmalıyız. Zira parti kitlemiz ve kadrolarımızın bir kısmının belleği dogmatiklerin yalanlarıyla çoktan zehirlenmiştir.
Şiddet, karalama, dedikodu darbecilerin her dönem vazgeçilmezleri olmuştur. “Karşıtını” bu kulvarda oyuna çekmeye çalışır, çünkü -çirkinleşmenin sınırı olmadığından- kendine en çok bu alanda güvenir ve alt edebileceğine inanır.
Bizim bu kulvara girmeden örgütlülüklerimizi yaratmaya, çizgimizi netleştirmeye ama en önemlisi Örgütlenme Komitesi’nin kurulmasıyla attığımız merkezileşmeyi sağlamlaştırmaya, desteklemeye, eleştiri ve önerilerle beslemeye ihtiyacımız vardır.
* Bu makale, elimize e-mail yoluyla ulaşan ve Proletarya Partisinin Kasım 2017 tarihli iç yayınından alıntılanmıştır.
Son Haberler
Sayfalar
ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)
Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)
Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?
Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?
Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.
SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..
“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”
“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)
7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.
İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor
Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.
Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.
3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?
Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.
Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)
Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.
Emperyalizm Üzerine Notlar-7
„Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler
Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.
Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek
Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.
Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi
Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)