Cuma Şubat 7, 2025

Gerçeğin cehennemine hoşgeldiniz!

Fransa’nın başşehri Paris’te mizah dergisi Charlie Hebdo’ya yönelik saldırı ve hemen ardından yaşanan çatışma ve rehin alma olayı hem dünyada hem de Türkiye’de yankısını buldu. Bu saldırıların etkileri önümüzdeki süreçte kendini göstermeye devam edecektir. Ancak hiç kuşku yok ki daha şimdiden bu saldırılar, tıpkı 11 Eylül saldırılarında olduğu gibi, emperyalistler tarafından kendi çıkarları için istedikleri bölgelere müdahalenin meşru gerekçesi olarak propaganda edilecek, “ya bizdensin ya da düşmansın” doktrini yeniden güncellenecektir. Daha şimdiden bu yönlü yorumlar yapılmaya ve başta Kuzey Afrika ve Ortadoğu coğrafyası olmak üzere, sorunlu bölgelere müdahale edilmesi ve istikrarın sağlanması gerektiği dillendirilmeye başlanmıştır. Öte yandan saldırının, başta Avrupa olmak üzere kapitalist emperyalist ülkelerde, Nazi kalıntısı ırkçı faşistler tarafından göçmen karşıtı ve yabancı düşmanı politikalarına malzeme yapılacağı ve ırkçı saldırıları körükleyeceği de öngörülebilir.

Emperyalist kapitalizmin, devrim mücadelesine karşı halk kitlelerini harekete geçirmek için desteklediği İslamcı faşist ideoloji kimi zaman kontrolden çıkmakta ve kendi güvenliklerini de tehdit etmektedir. Emperyalist kapitalist devletler, kendi toprakları dışında, başka ülkelere ve topraklara müdahale etme ve buralardaki çıkarlarını gerçekleştirmelerinin gayet başarılı ve kullanışlı araçları olan bu İslamcı faşist örgütlenmeleri ve grupları desteklediler ve teşvik ettiler. Örneğin bu emperyalist devletler kendi çıkarları açısından müdahale edilecek bölgelerde, kendi politik çıkarlarına gerekçe olacak ve meşrulaştıracak bir kısım örgütler oluşturdular.

Bugün “gerçeğin cehennemi”yle karşılaşan Fransa, ABD ve İngiltere özellikle Irak, Libya ve Suriye merkezli askeri saldırganlıklarını meşrulaştırmak için radikal İslamcı örgütlere aktif destek verdiler. Örneğin bu örgütlenmeler içerisinde Afganistan’da El Kaide, Nijerya’da Boko Haram, Mali’de Magrip El Kaide, Yemen’de Yemen El Kaide, Irak-Suriye merkezli IŞİDve El Nusra ön plana çıkartılanlardan birkaçı oldu. Tüm bu gerçekler bilinmiyor değil. Çok uzağa gitmeye gerek yok. Kendisi de bir NATO üyesi olan ve bu anlamıyla atacağı her adımdan emperyalist ağababalarının da haberdar olacağı kesin olan TC devletinin; yanı başımızdaki Suriye’de cihatçı çeteleri nasıl desteklediği, bu ülkede savaşmak üzere, kapitalist emperyalist ülkeler de dahil olmak üzere binlerce faşist katilin yollandığı ve bu katil sürülerine tırlarla silah ve mühimmat aktarıldığı bir sır değil. Üstelik bu işler öyle gizli kapaklı da yapılmıyor.

Son olarak muhalif denilen katiller sürüsünün “eğit-donat” formülü doğrultusunda Suriye’de sahaya sürüleceği açıklandı ve bu yönlü somut adımlar atıldı. TC devleti bizzat kendisi bu katil sürülerini kamplarda eğitecek! Ama işte bizzat emperyalist kapitalist devletler ve onların uşak devletleri tarafından kullanılan, eğitilen ve donatılan bu katiller dönüp dolaşıp, efendilerine yönelmektedirler. Buradaki problem şudur. Bu katiller sürüsü emperyalist kapitalist sisteme yönelmek yerine, sıradan halka, ilericilere demokratlara yönelmektedir. Onlar açısından bir ayrım yoktur. Tıpkı emperyalist kapitalist ideologların vaaz ettiği “düşman hukuku” çerçevesinde, “ya bizdensin ya da kafir” olarak davranmaktadırlar. Saldırılarında kriter budur. Hal böyle olunca olan yine halka, ilericilere olmakta emperyalist ağababalarına bir şey olmamaktadır.

Emperyalist kapitalistlerin ve onların yerli uşaklarının kendi çıkarları için İslam dinini kullanmaları, beraberinde buna karşı bir reaksiyonun ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bu reaksiyonu besleyen ise sömürü ve yoksulluk kısacası sınıfsal eşitsizlikler olmaktadır. Ancak ortaya çıkan bu karşı tepkinin doğru temelde yükselmemesi, hedefin de doğru olmamasına yol açmaktadır. Sınıflar dünyasının çelişkileri ve ortaya çıkardığı olumsuz sonuçlar ancak sınıf mücadelesiyle ortadan kaldırılabilir. İslamiyet savaşçı/cihadist bir dindir Kabul etmek gerekir ki bir din olarak İslamiyet, ileriye sürdüğü doktrin açısından ele alındığında, hakim sınıflar için kendi çıkarları açısından başarıyla kullanabilmelerine olanak sunan bir dindir. İslam peygamberi Muhammed, silah kuşanan ve bizzat savaşan tek peygamberdir. İslam dini savaşçı bir dindir. Arap kabilelerinin ilkel toplumdan devlete sıçramasının ideolojisini oluşturur. Bu anlamıyla ilk ortaya çıkışı ve kabile toplumundan devlete sıçramanın aracı olarak devrimci bir özellik taşır.

Ne var ki her sınıflı toplumda olduğu gibi, devlet ortaya çıkıp, hakim sınıflar iktidarlarını kurduğunda gericileşmiştir. Din onların elinde, iktidarlarını sürdürmelerinin ve yayılmacılığın başarılı bir gerekçesi olarak kullanılmıştır. Yoksul halk kitlelerinin ise bu dünyada bulamadığı huzuru, gideremediği yoksulluğunu, dindiremediği açlığını, “öbür dünya”da aramanın ve düşlemenin ve bu nedenle bu dünyada çektiği acıların hafiflemesinin aracı olmuştur. Bu anlamıyla diğer tüm dinler gibi İslam dini de hakim sınıfların elinde kendi çıkarları açısından kullanılmaya açıktır. Kuşkusuz tarihte Hıristiyanlığın Haçlı Seferleri gibi ve günümüzde Siyonizmin Museviliği kullanması ve din adına kendi çıkarlarını hayata geçirmeleri gibi gerçekler orta yerde dururken, İslamiyet de bu olgudan bağımsız değildir. Devlette devamlılık esastır, ikiyüzlülük de! Saldırı Türkiye’de bildik söylemlerle karşılandı ve başta bizzat İslamcı faşist katilleri destekleyen, “kindar ve dindar nesil yetiştirme” hedefinde olan R. T. Erdoğan olmak üzere TC tarafından “şiddetle” kınandı. Yine “İslam’ın hoşgörü dini olduğu” vaaz edildi. Ancak tüm bu açıklamalara rağmen, Türk hakim sınıfları bu “İslamcı” katilleri desteklemektedir. Her şey bir yana fikriyat olarak aynı zihniyettedirler. Bütün açıklamalarında değindikleri “ama”, “fakat” sıfatları, katliamı meşrulaştırma girişimleridir. TC’nin katliama yaklaşımın ikiyüzlü olduğunun en iyi göstergesi bu katliamla birçok açıdan benzer olan Sivas/Madımak katliamıdır. Sorumlular doğru dürüst yargılanmamış, göstermelikbirkaç yargılama yapılmıştır. Ancak bununla yetinilmemiş, katliam yerinin uzunca bir süre kebapçı olarak kullanılması görmezden gelinmiştir. Ve dava zaman aşımından düşürülmüştür. AKP’nin bu gelişmeye tavrı ise “hayırlı olsun” olmuştur! Türk hakim sınıfları bu türden İslamcı katilleri kınayamazlar. Çünkü onları “yeni Türkiye”lerinin vurucu gücü olarak hem dışarıda Suriye gibi ülkelerde dış politika enstrümanı olarak hem de Türkiye’de halka karşı vurucu güç olarak kullanmaktadır.

Sokaklara çıkanher türden muhalif ilerici güce “Allahu ekber” diye saldıran ve son olarak Cizre’de görüldüğü gibi Hüda-Par adı altında Kürt halk hareketini tasfiye planının ürünü olarak desteklenip kollanan, bu faşist örgütlenmelerdir. Çok uzağa gitmeye gerek yok! Eli kanlı, katliamcılar örgütü olduğu son derece net olan, kafa kesen, insan kalbi yiyenler “kahraman” savaşçılar olarak meşrulaştırılmaktadır. “23 Nisan Başbakanı”nın “IŞİD terörist bir örgüt değil, öfkeden bir araya gelmiş bir insan topluluğudur” vb. gibi beyanatlarıyla sosyolojik temelli açıklamalar yapıp katliamcı çeteleri fikren ve lojistik olarak destekleyenler, bu türden saldırıların sorumluları arasındadır. Dün “bana sağcılar cinayet işliyor dedirtemezsiniz” cümlesi bugün “İslamcılar cinayet işliyor dedirtemezsiniz”e “onlar İslamiyeti temsil etmiyor”a evrilmiş durumdadır. Böylelikle bizler de bir kez daha işçi sınıfına ve halka yönelik saldırıda “devlette devamlılık esastır” çizgisini tecrübe etmekteyiz.

Bunun yanında tam bir hırsızlık ve katiller sürüsü olarak hareket eden AKP ve TC devleti, Paris’te gerçekleştirilen saldırıyı tam bir ikiyüzlülükle davranıp, “kamu güvenliği” gerekçesiyle “iç güvenlik reformu” adı altında meclise sevk ettiği düzenlemeyi yasalaştırmak için kullanacaktır. AKP ve onun hırsız ve katil şefi Erdoğan kendi iktidarına yönelik en ufak bir muhalif girişimi bile tehdit olarak gördüğünden, halka karşı faşist saldırganlığı yasalaştıracaktır. Öte yandan bu katliamın güncel olarak, Türk hakim sınıflarının kendisini İslamcı olarak kodlayan klikleri arasında yaşanan dalaşta uzun vadeli etkileri olacaktır.

Fransa’daki bu katliamın dünya çapında “dinler arası diyalog” politikasını yürüten Gülen Cemaati’nin elini güçlendireceği, başta Suriye’de “İslamcı” faşist katil sürülerini destekleyen Erdoğan ve AKP olmak üzere hırsız ve katil şebekesini daha da yalnızlaştıracağı öngörülebilir. Sonuç olarak meselenin Hıristiyanlık, Musevilik ve İslam olmadığı, bütün dinlerin sınıflı toplum gerçeğinden hareketle hakim sınıfların elinde, kendi iktidarlarını koruma, sömürü ve baskılarını devam ettirmenin ve ezilen sınıfların da bu şartlara başkaldırmamasının başarılı bir aracı olarak kullanıldığını ifade etmekle birlikte; “İslam dünyası” adı verilen coğrafyada, hırsızlıkların, yolsuzlukların, katliamların ez cümle sınıflı toplum gerçeğinin bütün olumsuzluklarının neden bu kadar çok yaşandığının da sorgulanması gerekir.

Yani mesele sadece emperyalist-kapitalist sömürgecilik ve onun sonuçları açısından değil, özellikle kendine “İslamcı” diyenlerin bu çarkın işlemesindeki rollerinin ortaya konulması açısından da incelenmelidir. Devrimciler açısından ise soruna aydınlanmacı bir bakışla yaklaşmadan, örneğin Türkiye koşullarında kendisini Sünni İslam olarak tanımlayan, az ya da çok bu dinin gereklerini yaşamında yerine getirmeye çalışan işçi sınıfı ve halkımızı kazanmadan demokratik devrimin gerçekleştirilmesinin imkansız olduğunun bilinciyle hareket etmek gerekir. “Zamanın ruhu” bize hangi kitlelere yönelmemiz ve onlar arasında çalışmamız gerektiğini göstermektedir. Zor olan yol devrimci çalışmadır. 


69629

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Partizan'dan

ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de  aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)

Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)

Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?

Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?

Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.

SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..

“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”

“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)

7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.

İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor

Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.

Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.

3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?

Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.

Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)

Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.

Emperyalizm Üzerine Notlar-7

Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler

Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve  bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde  emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.

Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek

Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.

Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi

Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)

Sayfalar