Günün 23,5 Saati Hücrede, Tek Başına :Füsun Erdoğan
Önceki gün bir arkadaşımla telefon görüşmesi yaptım. Sesi kaygılı ve üzgündü. Nasıl üzgün olmasın ki…
Aileden biri gözaltına alındığında ve tutuklandığında aile bireylerinin tümü gözaltını da, tutsaklığı da çok daha ağır yaşarlar. Çaresizlik içinde çırpınıp durmanın nasıl bir şey olduğunu en iyi yaşayanlar bilir…
Türkiye’den Avrupa’ya bakanlar için Avrupa demokrasisi de, Avrupa’da yaşam da erişilmez görünür. Hani derler ya içi beni, dışı başkalarını yakar diye… Avrupa demokrasisi de aynen öyle!
Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu!
Nisan ayında Almanya polisi ATİK (Avrupa Türkiyeli İşçiler Konfederasyonu) üyesi göçmenlere yönelik bir operasyon gerçekleştirdi.
Almanya’nın isteği üzerine İsviçre, Fransa, Yunanistan’da da eşzamanlı ev baskınlarıyla 10 ATİK üyesi, aktivisti 15 Nisan 2015 tarihinde gözaltına alınarak tutuklandılar.
Gözaltına alınarak tutuklanan ATİK yönetici ve aktivistlerine yöneltilen suçlama; tutuklananların bazılarının Türkiye’de TKP/ML davasından yargılanmış olmaları ve uzun süre hapishanede yatmış olmaları… Almanya’da da bu kişilerin TKP/ML adına faaliyet yürüttükleri!
ATİK Almanya’da yasalar çerçevesinde kurulmuş bir dernek! TKP/ML Türkiye’de illegal bir örgüt olsa da, Almanya’da her hangi bir yasaklaması vb. söz konusu değil. Ancak ne hikmetse, Alman polisi Türkiye’yi aratmayacak düzeyde gerçekleştirdiği operasyonla, TKP/ML üyesi oldukları iddiasıyla tutukladığı kişileri yargılamanın peşinde…
Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu kabilinden bir durum. Gözaltına aldığı ve tutukladığı kişilerin bir kısmı yıllar önce Almanya ve operasyon yapılan diğer ülkelerde siyasi mülteci talebinde bulunmuş kişiler. Türkiye’de siyasi faaliyetlerinden dolayı yargılandıklarını, hapishanede yattıklarını belgeleriyle Alman devletine ve diğerlerine sunmuşlar. Türkiye’de hapse atılacakları gerekçesiyle Alman devleti bu şahısların iltica talebini kabul etmiş ve oturum vermiş! Ama ne hikmetse Almanya bütün bunları unutarak, siyasi mülteci statüsü verdiği kişileri TKP/ML’ye üyelikten ve yardım etmekten yargılamaya çalışıyor!…
İmza kampanyası başlatıldı
Almanya’da tutuklananlardan 7 kişi Augsburg, Münih, Kempten, Landshut, Nürnberg ve Kaisheim hapishanelerinde tek kişilik hücrelerde tam bir izolasyona tabi tutulmuşlar. Öyle ki, hapishanedeki diğer tutuklularla karşılaşmaları, konuşmaları bile yasak! Günün 23,5 saatini hücrede tek başlarına geçirmek zorundalar. Ailelerinden sadece bir kişiyle polis gözetiminde sınırlı zamanda ve camlar arkasında görüşebiliyorlar. Avukat görüşleri de aynı şekilde kapalı odada ve camlar arkasında yapılıyor. Avukatların müvekkilleriyle yaptıkları yazışmalar kontrol edildikten sonra veriliyor.
Önceki gün telefonda görüştüğüm arkadaş, şu an Kempten hapishanesinde tutuklu bulunan Müslüm Elma’nın arkadaşı…
Müslüm Elma’yı da 1996 yılında yine bir polis komplosu ile Taksim’den kaçırılarak gözaltına alınıp tutuklandığım ve Bayrampaşa Hapishanesi’ndeki 6 aylık ikametim sırasında tanımıştım. Dolayısıyla hem Müslüm Elma’yla kişisel olarak tanışıyorum, hem de yaşadığı sağlık sorunlarını az çok biliyorum.
Arkadaşımdan ayrıntıları yazmasını istedim… Türkiye’de neredeyse 20 yılını hapishanede geçirmiş, sağlığını açlık grevleri ve ölüm oruçlarında yitirmiş Müslüm’ün bir de iltica hakkı verdikleri Almanya’da izolasyon hücrelerinde tutulmasını sessizce kabullenmek olacak iş değil elbette!
ATİK tutuklu yöneticileri ve aktivistleri için bir imza kampanyası başlattı. Ayrıca daha kapsamlı bir kampanya örgütlemeye çalışıyorlar.
İzolasyon hücrelerinde ciddi sağlık sorunlarıyla tutsak edilen eski mapusdaşımın ailesi ve arkadaşlarının sesine ses olmak adına, bu hafta Müslüm Elma’yı yazmak istedim… Bir de Almanya’da Alman polisinin ve hapishanelerinin ne menem bir şey olduğunu göstermek istedim!…
Alman polisinden aksiyon filmi gibi operasyon
Müslüm Elma Nürnberg’de ziyaretine gittiği Sinan Aydın ve Banu Büyükavcı’nın evinde gözaltına alınıyor. Her ikisi de doktor olan bu çiftin işleri, evleri belli olmasına rağmen; Alman polisi kapıyı çalarak eve girmek yerine, aksiyon filmlerini aratmayacak şekilde, tam bir güç gösterisi yaparak evin kapı ve camlarını kırmak suretiyle içeri giriyor.
Alman polisinin Almanya, Fransa, İsviçre ve Yunanistan’da gerçekleştirdiği bu operasyonun Türkiye ile anlaşmalı olarak hayata geçirildiği söyleniyor. Aile ve avukatlar Almanya ile Türkiye arasında bir gizli pazarlığın olduğunu ifade ediyorlar. Ancak, dosyaya gizlilik kararı konulduğu için de, ayrıntılar hakkında henüz avukatlar da bir bilgiye sahip değiller.
Almanya’nın son yıllarda bu türden operasyonları çok sık yaptığı ve onlarca kişiyi tutuklayarak 129 a-b maddesine (terörle mücadele yasası) tabi tutarak yargılandığı söyleniyor.
Alman yasalarına göre 129 a-b maddesinin kapsamı özetle şöyle:
2001 yılında İkiz Kuleler’e yapılan 11 Eylül saldırısının ardından ABD başta gelmek üzere bir çok ülkede “güvenlik” adı altında anti-terör yasalarında düzenlemeler yapıldı. Kişi hak ve özgürlüklerini hiçe sayan bu yasalarla bütün özgürlüklerin kısıtlanmasına gidildi.
ABD’nin tüm dünyaya dayattığı “anti-terör” yasasına göre Avrupa Birliği ülkeleri de yeni düzenlemeler yaptı. Almanya’da yürürlükte olan 129. Ceza Maddesi’ne 1970’li yıllarda ek yapılan “a” maddesiyle Almanya’da faaliyet yürüten örgütlerin takipleri ve yargılanmaları kolaylaştırılır. 2002 yılında da yasaya “b” maddesi eklenerek 129’un kapsamı iyice genişletilir. Yürürlüğü koydukları “b” maddesiyle “takip edilecek” örgüt listesini de genişletirler. Bu maddeye göre Alman devleti, Almanya’da faaliyet yürütmemiş olsa da, bireylerin her hangi bir örgüte “sempati” duyması, soruşturma açılması ya da Almanya dışında ise, tutuklanıp Almanya’ya getirilmesi için yeterli görülmektedir. Burada bireyin Almanya’da suç işlememesinin her hangi bir önemi yoktur. Almanya’ya göre, her hangi bir dost ülke dedikleri yerde bireyin bir fiilinin olması yeterli görülüyor!
ATİK üye ve aktivistlerinin de bu yasa kapsamında Türkiye’de, Türkiye’nin yasadışı gördüğü bir örgüte üye olmaları ya da sempati duymaları iddiası Alman polisi için yeterli olmuş!
Bu kapsamda görülen davalarda, soruşturmanın sonuçlanması ve yargı sürecinin bir yıla yakın bir zaman alması önemli bir sorun.
Hele bir de Müslüm Elma gibi ciddi sağlık sorunu olanlar varsa… Bu bir yıl aileler için de, tutsak için de hakikaten çekilmez oluyor.
20 yıla yakın tutsaklık sağlık mı bırakır
Müslüm Elma’nın ilk tutsaklığı 12 Eylül askeri faşist diktatörlüğünün ilk günlerine rastlıyor. 25 Eylül 1980’de Diyarbakır’da gözaltına alınıyor. Altı ayı aşkın bir süre Diyarbakır, Antep, Adana, Elazığ illeri dolaştırılmak suretiyle ağır işkencelerden geçiriliyor. İşkenceli sorgu sürecinin ardından Diyarbakır’ın ünlü 5 Nolu Hapishanesi ilk durağı ve 1991’e kadar yaşadığı yer oluyor.
O süreçte yaşanan iki ölüm orucuna da katılıyor Müslüm Elma. Aslında yaşamasının bir mucize olduğunu söylüyor ailesi. Ancak iki ölüm orucunun vücudunda yarattığı ciddi hasarlarla yaşamak düşüyor Müslüm Elma’nın payına. 1991’de Aydın Hapishanesi’ne sürgün ediliyor. 1992 yılında da şartlı tahliyeyle özgürlüğüne kavuşsa da, özgür günleri pek uzun sürmüyor Müslüm’ün…
1987 yılında içerideyken Yeni Demokrasi Dergisi’nin Kasım sayısında “Aydınlarımızın Seçim, Parlamento ve Cunta Serüvenlerine Dair” başlıklı yazısı ile “12 Eylül Demokrasisi ve Devrimci Tavır” başlıklı yazıları nedeniyiyle “yayın yoluyla cumhurbaşkanına, devletin emniyet ve muhafaza kuvvetlerine ve Hükümete hakaret ettiği” gerekçesiyle hakkında açılan davalardan dolayı 3 yıl 4 ay ceza alıyor.
1993 yılında İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi Nöroloji bölümünde İnsan Hakları Vakfı’nın desteğiyle tedaviye başlıyor. Aynı yıl Kasım ayında İstanbul Kadıköy’de iki arkadaşıyla kafeteryada otururken, “örgütsel görüşme yaptığı” iddiasıyla gözaltına alınıyor. Hakkında açılan davada yardım yataklıktan dört buçuk yıl hapis cezası veriliyor. Ancak savcı bu cezayı az buluyor ve Yargıtay’a gönderilen dosyaya itiraz ediyor. Birlikte örgütsel buluşma yaptıkları gerekçesiyle gözaltına alındığı iki arkadaşı salıverilirken, Müslüm Elma’ya örgüt yöneticiliğinden 18 yıl hapis cezası veriliyor.
Nisan 2002’de wernicke korsakoff sendrumu tanısıyla bozulan sağlığı nedeniyle 6 aylığına tahliye ediliyor. Müslüm Elma ciddi sağlık sorunlarıyla uğraşırken, siyasi polis onu rahat bırakmıyor. Sürekli baskı yapıyor; “bir daha senin sorgu lüksün olmayacak, seninle sokakta hesaplaşacağız” diyerek tehdit ediyorlar. Buna rağmen Müslüm Türkiye’de kalmayı seçiyor. Ancak giderek ağırlaşan sağlık sorunları nedeniyle 2007 yılında Almanya’ya geliyor ve iltica talebinde bulunuyor.
Alman devleti Müslüm Elma’nın durumunu inceliyor ve politik mülteci statüsü veriyor. Bu süreçte tedavi olmaya çalışsa da, sürekli yeni bir sağlık sorunu çıkıyor. 15 Nisan 2015’de de, yukarıda özetlediğim Alman polisinin gözaltı ve tutuklama saldırısına maruz kalıyor.
Polis her yerde polis! Hapishanelerde öyle! Kapıyı çalıp, arama yapacağını söylemek yerine, kapı ve pencereleri kırarak eve girerek, toplumda bir algı oluşturmanın peşindedir polis! Bizim oralarda Alman polisinin uyguladığı bu yöntemin rutin bir uygulama şekli olduğunu biliyorum elbette! Alman polisi yaptığı aramada tek bir suç unsuruna rastlamamış! Ama evdeki kitap, dergi ve el yazmalarına, bilgisayar ve cep telefonlarına el koymuşlar. Evdeki 4 misafiri ve ev sahiplerini gözaltına almışlar.
Alman polisinin terörize ederek başlattığı bu operasyonla ilgili iddiası ise şu: Örgüt üyesi olmak, dost bir ülkede (Türkiye) terör organizasyonunu desteklemek, örgüt yönetmek, bilgilendirme seminerleri yapmak.
Alman polisinin yukarıda sıraladığı “Türkiye’de terör organizasyonunu desteklemek” -bu ne demekse- hariç, bütün fiiller Almanya’da yasal! Almanya politik mülteci olarak kendisine başvuran her bireyden, politik mülteci olarak başvurmasının maddi kanıtlarını istiyor. Ve buna göre başvuruyu kabul ediyor. Dolayısıyla, 20 yılını Türkiye hapishanelerinde geçirmiş bir politik mülteci için sıraladığı şu gerekçeler hakikaten çok komik. Üstelik bu gerekçelerin her birinin de maddi dayanaktan yoksun olduğu biliniyor!
Müslüm Elma avukatına: “bana 50 sayfaya yakın bir tutuklama gerekçesi verdiler. Tüm iddialar TKP/ML üyesi olduğumu ispatlama çabası yönünde. Bilgilerin esası Türk devletine dayanıyor. Türk devletinin adaleti susurluk adaletidir. İç iktidar mücadelesi için birbirlerine dair sahte belgeler düzenleyen, onlarca politikacısını, generalini hapse atan bir sistemin bize dair uyduracakları yalanların sınırı olmaz” demiş.
Bütün bu iddialar ve süreci avukatı, ailesi ve arkadaşları elbette takip ediyorlar. Burada söz konusu olan Almanya devletinin uyguladığı izalasyon ve Müslüm Elma’nın ciddi sağlık sorunlarının bulunması. Yıllarını Türkiye hapishanelerinde geçirmiş ve ciddi sağlık sorunları yaşayan birinin, politik mülteci statüsüyle yaşadığı Almanya’da gayri ciddi iddialarla bir kez daha hapishaneye konulması ve günlerce ilaçlarını kullanmasına engel olunması, tedavisinin yapılmaması ailesini haklı olarak kaygulandırıyor.
Şu anda Kempten’de (Allgau) tek kişilik hücrede kalıyor. Günde sadece bir saat tek başına havalandırmaya çıkartılıyor. Oysa nörolojik problemlerinden dolayı denge sorunu yaşıyor. Hareket edebilmesi, yürüyebilmesi sağlığı bakımından çok önemli. Ama hapishane yönetiminin doktor raporlarına da, Müslüm Elma’nın fiziki durumuna da aldırdığı yoktur. Banyo yapmaya bile banyonun boş olduğu zamanlarda götürüyorlarmış. Dil sorunundan kaynaklı hapishanenin işleyişini anlayamıyor. Derdini anlatamıyor. Ailenin kapıdan bıraktığı kitaplar verilmiyor. Ancak hapishanenin kütüphanesinde bulunan kitapları alabileceği söyleniyor. Bırakalım normal kitapları, Almanca çalışması için götürülen kitapların bile verilmemesi saçmalık ötesi bir durum! Zar zor Türkçe-Almanca sözlük alabilmiş hapishanenin kütüphanesinden.
Müslüm Elma’nın wernike korsakof’dan dolayı okuması, beyin egzersizi yapması gerekiyor. Ama ona öyle bir tecrit uygulanıyor ki!… Kendi kendisiyle 24 saat geçirmesi dayatılıyor. Üstelik okumadan, yazmadan… Avukatının uğraşları sonucu Özgür Politika ve Hürriyet Gazetelerini daha yeni almaya başlamış!
Tutuklanmadan önce gördüğü tedavi sürecinde Polistemi Vera ismiyle bilinen bir kan hastalığı da ortaya çıkmış. Kandaki alyuvarların aşırı çoğalması nedeniyle onkoloji-hematoloji polikiliniğinde kontrol ve tedavi altındaymış.
Avrupa devletlerine yönelik iddia edilen tek bir yasadışı eylem veya başka bir fiili olmadığı halde, kendisine politik mülteci olarak başvuran ve Türkiye’de yaşamasının koşullarının olmadığını kabul eden Alman devletinin, İsviçre, Fransa ve Yunanistan’da başlattığı operasyon sonucu tutuklananlara her nerede olursak olalım uyguladığı tecrite karşı çıkmak… ATİK’in başlattığı Müslüm Elma dahil, Musa Demir, Sinan Aydın, Banu Büyükavcı, Haydar Bern, Erhan Aktürk, Seyit Ali Uğur, Mehmet Yeşilçalı, Sami Solmaz ve Deniz Pektaş’a özgürlük kampanyasını desteklemek bizleri bekliyor!… (FE/HK) (FÜSUN ERDOĞAN – DIŞARIDAN MEKTUPLAR)
Son Haberler
Sayfalar
ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)
Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)
Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?
Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?
Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.
SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..
“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”
“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)
7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.
İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor
Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.
Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.
3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?
Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.
Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)
Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.
Emperyalizm Üzerine Notlar-7
„Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler
Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.
Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek
Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.
Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi
Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)