Perşembe Aralık 12, 2024

Halkın Günlüğü’nün yolu: Demogoji, takıntı, idealizm ve revizyonizmde ısrar! Nürnberg Partizan

Halkın Günlüğü’nün 90. Sayısında Partizan Özel Sayı'sında MKP 3. Kongre'sine yönelik eleştirilere karşı “Dogmatizmde Israr Bismarc’ı Aratır” ve “Borsalar Meselesinde Anlamayan Ve Çarpıtan kim?” başlıklı birbirinin devamı olan iki yazı yayınlandı.


Yazının girişi Halkın Günlüğü çevresinin Partizan'la polemik yaparken artık klasik haline gelen ve kopyala yapıştır intibası veren şu cümlelerle başlıyor: "Partizan’ın eleştirilerini yürütürken kullandığı dilin, siyasal-teorik bir tartışma yürütme dili olmadığını ifade edip, aynı seviyeden bir üsluba düşmemeye özen göstereceğimizi öncelikle ve özellikle belirtelim."
Bu tespitten hemen sonra herkesin görebileceği gibi Partizan'ın belirlediği bir “teorik-siyasal” tartışmaya girerek en azından konular özgülünde bu “tartışma yürütme dili olmayan” kısımlara değinmemiş bile. Arkadaşlar çamur at tutarsa tutumunu benimsiyorlar belli ki. Ama artık bu durum komiklikten saçmalamaya varan bir vurguya dönüşmeye başladı.


Bu basmakalıp haline gelen ve her polemikte kullanılan tarz, üslup, dil eleştirisine dair somut bir kanıt göstermemek sorunu anlaşılmaz hale getiriyor. “Bir şeyi itibarsızlaştırmanın en etkili yolu, onu fiili geçerlilik sınırlarının dışına taşırmaya çalışmaktır” der Lenin. Halkın Günlüğü bunu ahmak bir burjuvaca tarzla, manipülasyonla yapmaya çalışıyor. Madem bu tarz ve dili uygun bulmuyorsunuz bir özel yazı kaleme alınsın bizde, okurda meseleyi bir kavrayışa ulaştırsın. Ama sorun bundan öte “tarz, dil, üslup” denilerek birincisi eleştiriler itibarsızlaştırılmaya ve bir psikolojik üstünlük oluşturmaya, ikincisi ise arkadaşların başlarının üzerine, -bizi kullanarak- anlamsız bir olgunluk “halesi” oluşturma hesabı yaptıkları anlaşılıyor. Tarzın ne olduğu tartışmasının ötesinde, bu yaklaşım karşısında o ünlü söz insanın aklına geliyor: “Küçük insanlar kişilerle, büyük insanlar olaylarla uğraşır.”
Tarz, üslup meselesini bu şekilde yersiz-yurtsuz bırakarak ele almak ‘siyasal cücelik’ sıfatını hak etmektir. Arkadaşların bu tarz, üslup meselesinde kafalarının üstünde yeterince hale oluşturamaması duygusu belli ki baskın halde. Buradan “kendi tarz ve üslubuna aşık” olma halinin doyumsuz bir hal aldığını belirtmekte fayda var. Bu aşkı Partizan yazıları üzerinden doyurmaya çalışmaları belli ki bir “ego” tatmini yaratıyor.
Artık arkadaşları eleştirirken acaba Lenin yoldaşın çokça kullandığı “kakavan”, “burjuva sahtekarları”, “ahmaklar” gibi kavramları kullansak ya da Kaypakkaya yoldaşın çokça kullandığı “alçaklık” kavramına baş vursak arkadaşlar açısından üslup meselesini bir çözüme kavuşturmuş olur muyuz!


Ama artık bu çocukça şımarıklığa bir son vermeleri gerekiyor. Tarz, dil, üslup algılarını somutlamalarında fayda var. Her ne kadar biz tarz üslup sorunu görmesek de bir demagojinin sonlanmasını ve manasız bir sorunla her defasında muhatap olduğumuzda ne demek istediklerini anlamak için bunun faydalı olacağı kanaatindeyiz.


Emperyalizmden Bismarck Yaratmak!
Gelelim esas meselelere. Öncelikle şu Bismarck meselesine değinmekte fayda var. Arkadaşlar Bismarck benzetmesinin sadece bir ironi olduğunu belli ki tam kavrayamamışlar. Zira ilgili yazıda bu tarihsel süreçle, MKP’nin “kapitalizmin egemen olduğu” bugün ki tarihsel sürecin benzerliği üzerinden sorunu tartışarak ele alan bir yaklaşım yok. Başlıkta anlatılmaya çalışılan ironi üzerinden bir dolu polemik yapmayı tercih etmek sorunun özü ve özetini boğuntuya getirmek, eleştirilerin esasını görmemek için kendine uğraş çıkarmak anlamına gelmektedir. Ama Halkın Günlüğü bu tartışma vesilesiyle “idealizm” yarasını daha fazla deşmeyi başarmıştır. Biz meseleyi tartışırken MKP’nin tarih anlayışını ve idealist yöntemini açığa çıkarmayı amaçladık. Ama belli ki arkadaşlar bu eksende ki duruşlarını sorgulamak yerine sabitlemekte ısrar ediyorlar.
Halkın Günlüğü “şecaat arz ederken sirkatin söylüyor.” Biz tarihsel olarak emperyalizm çağında esas olarak “ilkel birikim” treninin kaçtığını, bu süreci tamamlayamamış ülkelerin bu gerçeklik üzerinden ele alınması gerektiğini belirtiyoruz.


Halkın Günlüğü şöyle diyor: “Türkiye-Kuzey Kürdistan’daki feodalizmin çözülüp kapitalist üretimin egemen hale gelmesi için Almanya’daki gibi bir Bismarck olmasını şart görmektedirler. Partizan yazarlarının öncelikle şunu kavramaları gerekir; başından beri ilkel birikim sürecini yaşamış ve kendi iç dinamikleriyle feodalizmi tasfiye ederek kapitalist üretimi egemen kılmış ülkelerdekiyle, yarı-sömürge ülkelerdeki ekonominin değişim ve dönüşümü aynı yolla olmaz. Aynı seyri izlemez. Bu nedenle de, birbirlerine örnek teşkil etmez. Çünkü kapitalizmin gelişimi birisinde iç olgudur, bağımlı ülkelerde ise esas olarak dış olgudur.” (Halkın Günlüğü s:90, bold bn.)
Halkın günlüğü bu paragrafta idealizmin envayi çeşit özelliğini sahiplenmeyi başarmıştır. Biz içinde bulunduğumuz çağda Bismarck falan aramıyoruz. Feodalizmin çözülmesi meselesini çağımızda köylü hal tarzıyla proletaryanın omuzlarında bir görev olarak görüyoruz. Burjuvazinin bu görevi çağımızda omuzlama yeteneğini kaybetmesi proletaryaya bu sorumluluğu yüklemektedir. Bir defa bunu netleştirelim.
Bismarck arayan ve idealistçe Bismarck yaratanın bizzat kendileri olduğu şu ifadelerde görüyoruz: “Temel yasası olan azami kar yasasının doğal sonucu olarak, Bismarck rolünü emperyalist tekellerin bizzat kendileri oynamaktadır. Buradan yola çıkarak emperyalist tekellere ilerici bir sıfat biçmek, abesle iştigal etmektir.”


Şimdi bunca söylediğiniz sözün üstüne Bismarck rolünü emperyalistler oynuyor demek neyi tartıştığını bilmemek değil de nedir? Ya da çağımızın özelliklerinin Leninist-Maoist temelde tahlilini ret etmek, yaşayan canlıya ölünün ruhunu zoraki şekilde kuşandırmak değil de nedir? Emperyalizme Bismarck rolü biçiyorsunuz da onun bu politikasının acentesi olan Kenan Evren üzerinden yapılan benzetme karşısında neden ‘ufuk daralması’ tespiti yapıyorsunuz. Biz buna MKP’ye has bir düşünce sistematiği desek acaba alınır mısınız?


Ama Halkın Günlüğü'nün “yediği naneler” (Kaypakkaya tabiridir) bunla kalmıyor. Bakın yaptığımız alıntıda boldladığımız kısımda “kapitalizmin gelişimi birincisinde iç olgu, bağımlı ülkelerde ise dış olgudur” diyor. Marksizm'in abc’sinin ruhuna rahmet okutuyorsunuz. Hem de tevil götürmeyecek net formülasyonlarla bunu yapıyorsunuz. Ülkede kapitalizmin iç olgularla gelişiminden yoksun olduğunu belirtmek, komprador kapitalizmin tarihsel gelişim serüvenini, yarı-sömürgelik meselesini zerrece kavramamak demektir. Komprador da olsa var olan kapitalizmin kendi iç dinamiklerini yok saymak, emperyalizmin bu iç dinamiklere dayanan sömürü ağını bir kenara koymak artık idealist düşünce ve tarih anlayışının MKP kalelerini çoktan zapt ettiğine dair kanıttır.


Kapitalizmin egemen olduğunu bulmaya çalışırken ve bunu İbrahim yoldaş sonrası yaşanan bir gelişme olarak ispat etme gayreti sizi enerjik bir burjuva idealisti yapıyor. ‘Hem ülkede kapitalist ilişkiler egemen olsun diyelim, hem bunu yaparken Kaypakkaya ile karşı karşıya gelmeyelim’ dengesini bulmak için bu kadarı fazla. MKP’nin ivedilikle sosyo-ekonomik yapı üzerine değil diyalektik-tarihsel materyalizm üzerine çalışmaya ihtiyacı vardır. Çünkü bu arkadaşlarla aramızdaki tartışma nereden meseleye baktığın tartışmasıdır. Mesele okuduğunu anlama meselesi değildir. Halkın Günlüğü bu yaklaşımıyla sorunun esasını karartmasın. Biz Halkın Günlüğü yazarının okuduğunu anlamaktan mustarip olmadığını onun sadece okurken burjuva idealizmi gözlüğü taktığını söylüyoruz.


Kaypakkaya’yı Kutsayarak Ona Saldırmak!
Emperyalizmin, kapitalist üretim ilişkilerini, sömürgeleştirdiği ya da yarı-sömürge ağı içine aldığı ülkelerde geliştirme meselesini ve bu bağlamda feodalizmi çözme meselesini adeta gölge boksu yapar gibi tartışıyor. Bizim ringimiz orası değil. Halkın Günlüğü yazarı alemi aptal kendini zeki sanıyor.


Arkadaşlar meselemiz şu: Kapitalist üretim ilişkileri hakim olmuş mudur, olmamış mıdır? Türkiye'de artı değerin gasp edilişinin hakim biçimi nedir?Türkiye'nin sosyo-ekonomik yapısında temel mesele sömürünün nasıl gerçekleştiğinden ziyade hangi sömürü biçiminin hakim olduğudur. Belirleyici olan budur.


Emperyalizmin kapitalist biçimleri sömürü ağını gerçekleştirmek için ikame ederek geliştirmesi meselesi ile bizim bir sorunumuz yok. Sizin sorununuz olsun bu. Lenin’in bu bağlamda söylediği ve Kaypakkaya yoldaşında ifade ettiği ve sizin de bir kez daha alıntıladığınız noktaları biz okuyacak kadar ve kendi penceremizden yorumlayacak kadar “dogmatiğiz.” Bunu öğrenmiş olmanız lazım! Bu tartışmaları Kaypakkaya yoldaş MLM tarzda sorgulayarak tüketmiştir. Siz içinden geçtiğimiz tarihsel süreç bağlamından ve onun özelliklerinden kopararak meseleyi ele alıyorsunuz.


Revizyonizmin ve oportünizmin iki özelliği vardır. Birincisi, içinde bulunulan tarihsel süreci doğru ele alamamak ve sorunları eski çağın özelliklerine göre değerlendirmek, ikincisi ise içinden geçilen çağı ret etmek ve onu karakterize eden özelliklerin artık aşıldığını söylemek. Siz ikinci tipe dahilsiniz. Ama bu noktada tutuk ve kararsızsınız. Lenin yoldaşın deyimiyle ‘gülünçsünüz.’
Tamda sizin Lenin’den yaptığınız alıntıları Kaypakkaya’nın yorumlaması gibi ele alıyoruz. Yani emperyalizm, kapitalist ilişkileri geliştirir, feodalizmi belli oranda çözer. Bu alıntıların hiç biri kapitalist ilişkilerin egemen ve muktedir olduğunu ya da feodal kalıntıların (yarı-feodalizm) toplumsal üretim ilişkilerinden ve yaşamından süpürüldüğü anlamına gelmez. Yapılan alıntılar bu içerikteki bir dizi tartışmada daha önce kullanılmış ve bir literatür oluşturulmuştur.


Eğer kapitalizmin gelişme düzeyini ve feodalizmin çözülmesini tartışacaksak buna itiraz edecek bir noktamız kuşkusuz olmaz. Bunun ne düzeyde olduğu, nasıl bir boyut kazandığı ayrı bir tartışmadır. Feodalizmin çözüldüğüne dair bir tartışma bizim için anlamsızdır. Ama kapitalizmin emperyalizm eliyle hakimiyet kurduğunu savunmak bambaşka bir tartışmadır. Ve zurnanın zırt dediği yerdir.
Küçük bir hatırlatma yapalım siz bu tartışmayı sadece bizle değil İbrahim Kaypakkaya ile de yapıyorsunuz. Üstelik İbrahim’in kendi döneminde teorik olarak doğru söylediğini ifade ederek, savunarak yapıyorsunuz. Buradan bir Kaypakkaya sorgulamasına gitmeksizin bu tartışmayı yürütmenizde ne tür hesaplar var bilmiyoruz (aslında biliyoruz), ancak tartışmanın karakteri ve Kaypakkaya’nın tutumu, sizin ortaya koyduğunuz teorilerin türevleriyle ilgilidir.


Bir noktayı daha açıklamakta fayda var. Feodalizmin ya da feodal kalıntıların tasfiye edilmesine dair bir tartışmayı yürütüyoruz biz. Halkın Günlüğü ısrarla feodal kalıntıların çözüldüğünü ifade ederek kapitalizmin hakim olduğunu söylüyor.
Kavramları yerli yerinde kullanmak önemli. Aksi takdirde neyi tartıştığımızı bilemez hale geliriz. Feodalizmin çözülmeye devam ettiğini, bunun sancılı ve karmaşık bir yapıda olduğunu ama kapitalist ilişkileri hakim kılacak şekilde bir ikamenin söz konusu olmadığını söylüyoruz. Arkadaşlar ise tasfiye kavramını kullanmaksızın feodalizmin çözülmesinden bahsediyor. Bizim tartışmamız ‘çözülme’ meselesi üzerinden yürütülen bir tartışma değildir. Halkın Günlüğü yazarlarının kavramları yerli yerinde kullanarak tartışmayı yürütmeleri ve eklektizmden mustarip bu konumlanışlarını kaldırmaları gerekiyor.


MKP’ye Göre: Komprador Kapitalizm Nere Düşer!
Halkın Günlüğü birde Komprador kapitalizmin hakimiyet kurduğuna dair evlere şenlik bir yaklaşımı vardır. Komprador kapitalizm zaten yarı-sömürge, yarı-feodal ülkelerde özgünleşen ve egemenlik kuran bir özellik taşır. Şimdi zaten egemen olan “komprador kapitalizm”, MKP ve Halkın Günlüğü tarafından yeniden egemen hale getiriliyor. “feodal üretim ilişkilerini çözer, çözdüğü parçaladığı eski üretim ilişkilerinin yerine yenisinin, yani komprador kapitalizmin gelişmesi sonucunu yaratır.”


Görüldüğü gibi Halkın Günlüğü ayağı ayakkabıya uydurmak için sınırları zorluyor. Komprador kapitalizmin tarihsel olarak feodalizmle bir sorunu olmadığını bir türlü kabullenemiyor. Komprador kapitalizm feodalizmle emperyalizm çağında, özü siyasal gericilik olan tarihsel bir ittifak gerçekleştirdi. Feodalizmin çözülmesi aynı zamanda bu tarihsel ittifakın meta ekonomisine dayanan doğal özelliğinden kaynaklı olur. Ama aynı zamanda komprador kapitalizm feodal kalıntıları zincirlerinden boşaltmamak üzerine de kuruludur. Çünkü bu durum onun sömürü sistemini kolaylaştırıcı bir etkiye sahiptir. Ama Halkın Günlüğü bu gerçeklere sırtını çevirerek kendine özgü bir teoriyle “Komprador Kapitalizmi” yeniden hakim hale getiriyor.


Halkın Günlüğü bizi “kolay olanı tercih edip, değişimi ve dönüşümü inceleme zahmetine girmemek”le itham ediyor. Bugün esen genel rüzgara baktığımızda kolay olanı biz değil MKP tercih ediyor aslında. Hem de İbrahim yoldaşın en temel teorik tezlerini ve ülkemizde özgünleşmiş teorilerini karşısına alarak. Bugün ülkenin sosyo-ekonomik yapısına dair “yarı-feodalizm” tespitini yapan tek devrimci yapı biziz. Akıntıya karşı bilimi ve gerçeği savunduğumuz bu anlamda zorlu bir görevi omuzladığımız çok açık.


Neo-liberalizmin yarattığı genel iktisadi ve politik iklim, hem emperyalizmin temel özellikleri hem de yarı sömürge, yarı-sömürge yarı-feodal ülkelerde ki etkisiyle MKP’de kesinlikle özgünleşmeyen teorik bir kafa karışıklığına neden olmaktadır. Emperyalist sistemin oluşturduğu zincirin her halkasında kapitalizmin egemen olduğuna dair genel bir eğilim mevcuttur. Kautsky muadili teoriler adeta elini sallasan değecek düzeyde yaygınlık kazanmıştır. Aynı şekilde Troçkizmin ruhu yeniden hortlatılmaktadır. MKP’de bu akımdan fazlasıyla mustariptir. Bu akıma kapıldığını görmeksizin bizi kolaycılıkla suçlamak gerçeklikten feci şekilde kopmaktan başka ne anlama gelebilir? Kuşkusuz biz bulunduğumuz zorlu konumlanmayı belli bir inceleme ve araştırmaya dayandırarak yapıyoruz. Bunu yaparken de MLM teorinin kavranmasında rehberimiz olan Kaypakkaya’ya dayanıyoruz.


Kapitalist Gelişim Mi, Hakimiyet Mi?
Halkın Günlüğü Lenin’den yaptığımız şu alıntıyı anlamaktan yoksun olduğumuzu iddia ediyor: "tüccar ve tefeci sermayesinin bağımsız gelişimi, köylülükteki farklılaşmayı geciktirir."  Ve hemen akabinde şu tespitleri yapıyor: “Lenin yoldaş, yaptığı bu alıntıda tüccar ve tefeci sermayesinin varlığından ve gelişiminden dolayı köylülüğün, yani feodal üretim tarzı ve ilişkilerinin değişmeyeceğini söylemiyor. Sadece, bu değişimin hızla olmayacağını, ağır olacağını, kapitalist ülkelere göre daha uzun bir zaman alacağını belirtmektedir. Fakat dostlarımız, uzun yıllara yayılacak olan bu farklılaşmayı, donma olarak, değişmezlik olarak okumakta ve algılamaktadır. Sormak gerekiyor; Lenin’in belirttiği gecikme hali ne kadarlık zamanlık bir tarihi kapsıyor acaba? Yüzlerce veya binlerce yılları bulur mu, yoksa sonsuz mudur bu? Diyalektik ve tarihsel materyalist bakış bunun neresinde? Bilen beri gelsin…”
Halkın Günlüğü yazarı yine gölgesiyle dövüşüyor. Biz değişme olmaz diye yorumlamadık. Ama Halkın Günlüğü yazarı tefeci ve tüccar sermayesinin “bağımsız” gelişimine dair gerçekliğe kafasını kuma gömerek yanıt veriyor. Ülkemizde tefeci ve tüccar sermayesinin emperyalizm olgusundan dolayı palazlanmasını ve bu bağlamda köylülükteki farklılaşmaya karşı bir direnç oluşturduğu, bunu amorf bir biçime büründürdüğünü görmüyor. Ortada sanayi kapitalizmine bağımlı ve buna tabi olarak gelişen tefeci tüccar kapitalizmi gerçekliği mi var?


Ama bunun yanında “değişimin” ne düzeyde sancılı olduğu, feodal kalıntıların tasfiyesinin ne düzeyde gerçekleştiğine dair Halkın Günlüğü'nü zorlayacak gerçekliklerde var. Kapitalist ilişkilerin geliştiğini ve belli oranda mesafe kaydettiğini reddetmek emperyalizmin kapitalist karakterli özünü ve ülkenin kapitalist iç dinamiklerini reddetmek anlamına gelecektir. Bunu iddia edecek kadar aklımızı peynir ekmekle yemedik. Ancak köylülerin içinde bulunduğu feodal sömürü biçiminin ülkemizde hangi düzeyde değiştiğine yakından bakacak ve özel inceleme zorunluluğundan MKP ve Halkın Günlüğü kadar kopmuş değiliz.
Yerimiz olmadığı ve daha sonra daha geniş kapsamlı bu konulara değineceğimizi belirterek şunu belirtelim, çok değil 1950’lerden bugüne köylük bölgelerde durumun mülkiyet ilişkileri, üretim biçimi ve sömürü ağı bakımından ne düzeyde değiştiğine bakmak bile sancının ne düzeyde olduğunu gösterecektir. Üretim içinde olan nüfus yapısından, mülkiyet ilişkileri biçimine, işletmelerin sayısı-karakteri ve işleyen sömürü çarklarına bakıldığında köklü bir değişimin olmadığı hemen fark edilecektir. Evet makineleşmede ve iş gücünün veriminin arttırılmasında belli bir ilerleme vardır. Ama makineleşme ile verimlilik arasında da doğru orantı yoktur. Makineleşme üretimin verimliliği ekseninden çok emperyalist-kapitalizmin ürettiği metaları eritme üzerine kurulu bir tüketim söz konusudur.


Köylülerin Farklılaşmasına Tarihsel Ve Somut Bakamamak!
MKP ve Halkın Günlüğü özellikle 1980 sonrası gelişmelerin etkisine değinmektedir. Kuşkusuz bu göz ardı edilmeyecek bir gerçektir. Özellikle artık köylük bölgelerin işlenen toprağın sabit olmasına karşın şişen nüfusun buna denk gelen bir geçimliği karşılamaması karşısında fazla nüfusu hızla kusmak zorunda kalması ve devamında emperyalizmin tarım politikalarıyla köylü üretim ilişkilerini ve mülkiyetini tasfiye etmeksizin itelediği zorlu rekabet ve yoksulluk koşulların yarattığı nüfus hareketi ve yoğunlaşan şehirleşme olgusu gözümüzü kapatacağımız gelişmeler değildir. Zaten bu olguya Proletarya Partisi yedinci oturumunda işaret etmiş ve ne ilginçtir ozaman bu arkadaşların öncüllerinin saldırısına muhatap olmuştu.


Ama bu durumun feodal artıkların tasfiye olduğuna bizi ikna etmesi de mümkün değildir. Çünkü kırlık bölgelerin gerçekliği bize feodal kalıntılarda son 60 yıllık uzun tarihsel evrede ciddi bir değişim olmadığını göstermektedir. Meseleyi 1980’lerle almak sorunu kendi tarihselliğinden ve nerden nereye gelindiğini tespit etmekten koparacaktır. Bunun yanında şehirleşen nüfusun feodal artıklar meselesini daha da karmaşık hale getirdiğini, mülkiyet ilişkileri ve sermaye ile ilişkilenme meselesini feodal artıklardan kopararak değerlendirmek de mümkün değildir. Ama bundan önce köylük bölgelerde ki son 60 yıllık maceraya bakmak feodalizmin nasılda toplumsal üretimin ve yaşamın göbeğinde varlığını olabildiğince güçlü koruduğunu görmeye yetecektir.


Öyle daha “kaç yıl daha sürecek ne kadar bu farklılaşmayı geciktirecek” (feodalizmin çözülmesi daha ne kadar sürecek) demagojisiyle ve saçma düz mantık sorularıyla izah edilir olmadığını gösterecektir. Biz bu tartışmanın derdinde değiliz, tam tersine gerçeğin ve bilimin derdindeyiz. Feodalizmin tasfiye olma meselesini ‘zaman söyleyin’ diyerek tartışmak kadar idealist bir saçmalık olabilir mi? Değişimi yakalamaya ve buna uygun konumlanmaya çalışırken, bu değişimin bizi kör etmesine bütünü görmede takatsiz bırakmasına ve daha kolay olana sarılmaya teslim olmayız.


Mesele Okuduğunu Anlama Değil Tamamen Sınıfsal!
Halkın Günlüğü borsalar meselesine de değinerek konumlanışını pekiştirmektedir. Biz borsalar meselesini tartışırken Halkın Günlüğü'nün konumlanışını emperyalizmin bugün için serbest rekabetçi karakterde özellikler gösterdiğini ispat etmeye çalıştığı vurgusunu anlatmaya çalışıyorduk. O tartışmanın bu özü vardı. Neymiş? MKP'nin 3. Kongresinde savunulan yaklaşımın emperyalizmin bugün için serbest rekabetçi karakterde özellikler taşımasıymış.


Ama Halkın Günlüğü tartışmanın özünü karartmak için borsa meselesini yalıtık ele almayı ve ustalarında hata yapabileceğine dair bir tartışmayı tercih etmiş. “Yanılmayanın ve hata yapmayanın ölüler olduğu’’ gibi beylik laflarla Lenin savunması yaptığımızı düşünmüş. Hayır arkadaşlar biz Lenin hata yapmaz ekseninde sorunu tartışmadık, sizin borsalar üzerinden yaptığınız okumanın çürük teorik temellerine yöneldik. Siz Lenin’in yanlışlarını ararken emperyalizmin serbest rekabetçi karakterini arıyordunuz. Üstelik Lenin’in pekte ilgi göstermediği ve üzerinde özel olarak durmadığı bir mesele üzerinde Lenin’in hatasını yakalamaya çalıştınız. Ama onda da yine baltayı taşa vurduğunuz çok açık. Bu arayışınızı da Lenin’i anlamamaya çalışarak, o dönemin yapılan tartışmalarından ve gerçekliğinden kopararak bunu yapmaya çalışıyordunuz. Sorun buydu. Biz ne dedik “borsalar” meselesi Lenin için esaslı bir tartışma değildir.


Lenin’in yaptığı tartışma, kitabı okuyan ve dönemin özelliklerini bilen herkesin anlayacağı sarihliktedir. Bankaların, serbest rekabet koşullarında borsalara ait olan düzenleyici ve belirleyici rolünü mali oligarşinin karakterine uygun olarak ele geçirmesidir. Bu dönemde serbest rekabetin parçası olan borsaların anda işlevini kaybettiği gerçeği vardır. Lenin’in emperyalizm kitabında bu o kadar sarih anlatılmıştır ki (Halkın Günlüğü “bile” o kendini körleştiren ideolojik gözlüğünü çıkarsa objektif baksa anlaması mümkündür), kısa süre sonra mali oligarşinin ihtiyaçlarına göre şekillenen borsaların yeniden değer kazanmasına yine Lenin kendisi vurgu yapmıştır.
Üstelik bu alıntıyı Halkın Günlüğü’de kullanmış. "Değişen şey yalnızca hisse senetleri borsasının gücünün artışıdır. Çünkü mali sermaye, banka sermayesiyle kaynaşmış olan en yüksek, tekelci düzeydeki sanayi sermayesidir. Büyük bankalar hisse senetleri borsasıyla kaynaşır ve onu içine emer." (abç) (Marksizmin Bir Karikatürü ve Emperyalist Ekonomizm, s:54)


Halkın Günlüğü yazarı bu alıntının son paragrafını kendine dayanak haline getirmiştir. Yorum ise şudur: “Borsalarla kaynaşıp onu içine emen hangisi? Bankalar. Şimdi tam da burada Partizan’a bir ilkokul sorusu sormak kaçınılmaz oluyor; emilen mi etkisini yitirir, emen mi? Dostlarımız bu ilkokul sorusuna doğru cevap verebilecek kapasitededir herhalde, zira bu kadar da geri olmadıkları düşüncesindeyiz.”
Halkın Günlüğü yazarı ilkokul düzeyinde sorular sorarken pek nazik ve sevimli! Ama ondan da öte uyanık bir tüccar, kurnaz bir köylü gibi!


Öncelikle eğip bükmeye gerek yok Lenin “Emperyalizm” kitabını yazarken pekte önemsemediği ve sadece bir vurguyla “oda ortadan kalkıyor” dediği borsayı henüz üzerinden bir yıl geçmeden “değişen şey yalnızca hisse senetleri borsasının gücünün artışıdır” diyerek borsaların bir yıl içinde kazandığı etkinliği ifade etmiş oluyor. Ama Lenin hala mali oligarşi gerçekliği ve onun mutlak egemenliği üzerinde yoğunlaşmaktadır. Derdi borsa değildir ve evet yine bir vurgu yaparak esas meseleye odaklanmaktadır. Çünkü araç, mekanizma ne olursa olsun tekelci mali sermayenin onu denetim altına alacağına dair kararlı bir teorik tutumu vardır. Ki hemen devamın da bu borsanın da büyük bankalar (yani mali oligarşi ile) kaynaştığını ve bankalar tarafından emildiğini söylemektedir.


Halkın Günlüğü yazarı emilen mi etkisini yitirir emen mi diye sormaktadır? Evet emilen etkisini yitirir. Ama burada “emilen” vurgusundan kastın kontrol altına alındığı, belirlenen olduğu o kadar açıktır ki yazar takıntılı bir şekilde etkisini yitirme sorununa kilitlenmiştir. Borsanın serbest rekabetçi koşullarda ki piyasayı düzenleme karakterinin olmadığını, bunun mali sermayede olduğunu berraklaştırmaktadır Lenin. Alıntı yaptığı ilk cümleyi nereye koyacağını dahi unutacak kadar takıntılıdır. Tekelci mali sermayenin borsalar üzerinde belirleyici ve etkili olduğunun anlatılmaya çalışıldığı açıktır. Bundan şüpheniz mi var? Şimdi buna ilkokul düzeyi kavrayışımızla yanıt verelim:


Kesinlikle Halkın Günlüğü yazarının derin şüphesi var. Çünkü o borsayı serbest rekabetçi kapitalizmde işlediği rolle ele almaktadır. “Borsaların, üretimin her alanına hükmeden sadece senetlerin el değiştirdiği kumarhaneler olmakla kalmadığı, aynı zamanda petrol, döviz, değerli madenler, tarım ve sanayi ürünlerinin taban ve tavan fiyatlarının belirlendiği yeni borsaların oluşturulmasıyla dünya ekonomisinde belirleyici faktörlerden birisi haline gelmemiş midir? diye soruyoruz.” Bu ifadeler bu yaklaşımın arka planıdır. Evet borsanın bu eksende rol oynadığı açıktır. Peki aynı borsaların mali oligarşinin kontrol ve denetimi altında bu rolünü oynadığı gerçek değil midir? Hala bankaların mali oligarşinin en güçlü aygıtları olduğu ve borsaların üzerinde belirleyici olması doğru değil midir?


Arkadaşlar karnınızdan konuşmayın, meleklerin cinsiyetini tartışmayın, kelime oyunları yapmayın, alıntıların sonunu alıp başını unutmayın. Derdinizi açıkça söyleyin. Eğer borsaları tıpkı serbest rekabet koşullarındaki gibi işlevlenmiş ve rol almış olarak görüyorsanız söyleyin. Eğer dünya koşulları yeniden liberal, serbest rekabetçi dönemi çağrıştırıyor işte borsalarda bunun kanıtı, Lenin’de bunu göremedi şimdi biz gördük katkı sunuyoruz demek istiyorsanız, deyin. Bu sizi daha fazla ya da daha az revizyonist yapmaz. Teorinizin revizyonist şifreleri çokta karmaşık değil. Çözülmüş durumda. Sadece daha az cesaretli ve fazlasıyla eklektik. Bu kamburlardan kurtulursanız meleklerin cinsiyetini tartışırken Lenin’i buna alet etmemiş olursunuz. Hayırlıda olur. Sizde eziyetten kendinizi azade edersiniz. Özgürlüğünüze kavuşursunuz.


Bize çocukça ajitasyon çekerek, göklere çektiğinizi söylediğiniz “temiz kızıl bayrak” edebiyatıyla bayrağınız temiz olmuyor. O göklere çekilen bayrak revizyonizmin kirli, soluk renkli burjuva bayrağı, bu durumu ne kadar ajitasyon çekerseniz çekin, ne kadar demagoji yaparsanız yapın değiştiremeyeceksiniz. Çünkü görünen köy kılavuz istemiyor!...

 

Nürnberg Partizan

76738

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Partizan'dan

ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de  aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)

Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)

Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?

Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?

Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.

SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..

“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”

“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)

7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.

İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor

Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.

Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.

3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?

Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.

Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)

Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.

Emperyalizm Üzerine Notlar-7

Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler

Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve  bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde  emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.

Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek

Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.

Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi

Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)

Sayfalar