Hayaller tutsak alınamaz! (Nubar Ozanyan)

Ülkenin çeşitli zindanlarında işkence ve hak gasplarına karşı direnişler yeniden başladı. Modern tarihin en büyük suçu olan işkence, zindanlarda devam ediyor. 12 Eylül AFC dönemini aratmayan, sistemli ve sürekli hale gelen baskılar karşısında dilleri, inançları farklı olsa da halklar, yaşadıkları topraklarda özgürlük düşüncelerini var etmeye ve hayallerini sınır ve yasak tanımadan dolaştırmaya devam edecektir. Hiçbir duvar, hiçbir zorba güç özgürlük düşüncelerine kilit, hayallerine zincir vuramaz. Uğruna ölünesi davaları, uğruna yaşanılası davalara dönüştürmek isteyenlerin yürüyüşünü kimse durduramaz. Bugün ülkemizin çeşitli zindanlarında zulme ve zorbalığa karşı direnen özgürlük tutsaklarının direnişi, büyük bedeller ödemek pahasına büyüyor ve yayılıyor.
Cehaletten ve lüksten beslenen AKP-MHP faşist yönetimi, ülkenin her tarafında korkuyu, umutsuzluk ve karamsarlığı egemen kılmaya çalışırken topyekün saldırı, kuşatma ve diz çökertme politikasını toplumun dört bir yanında sürdürmeye çalışıyor. Amaç baskı altında çökmüş, zulmün gölgesinde yolunu kaybetmiş bir toplum yaratmaktır. Teslim alınmayan tek bir irade bırakmamak istemektedir. Bir yandan dört parça Kürdistan’da, işbirlikçi uşakları önüne katarak Kürt halkını öncüsüz, iradesiz ve sahipsiz bırakmaya çalışırken diğer yandan işçilerin, köylülerin, kadınların, gençlerin, LGBTİ+ların ve Alevilerin emek ve onur direnişini ilk fırsatta bastırmaya, tutsak ettiklerini ise işkence ve ağır cezalarla terbiye etmeye çalışıyor. Köleliğe ve diz çökertmeye karşı özgürlüğün ve onurun duruşunu hücrelerde yaşatmaya çalışanlar, bedeli ne olursa olsun direnmeye devam ediyor. İbrahim Kaypakkayaların, Mazlum Doğanların direniş geleneği hücre duvarlarını parçalayarak tutsakların özgürlük bilincinde dolaşmaya devam ediyor.
Zindancılık ve işkence, Osmanlı’dan bu yana ittihatçı-Kemalist devletin değişmeden devam eden temel politikasıdır. Demokrasiden uzak, hak ve hukuka yabancı, adalet tanımayan, temel insanlık değerlerinden nasibini almamış ceberrut devletin toplumu açlık ve korkuyla terbiye etmekten başka bir yolu kalmamıştır.
Çünkü Türk devleti, toplumundan soyutlanmış ve halkına yabancılaşmış bir elit kesimden oluşuyor. Üretimden ve yaşamdan kopuk, sadece yönetmekle uğraşan, bunu da evrensel değerlerden kopararak yürüten bu zümrenin zulümden başka tanrı tanıması beklenemez. Tanrısı para, efendisi zulüm olanın kullarına işkenceyle biat ettirmek, zorbalıkla diz çökertmekten başka bir yolu kalmıyor. Topraklarında yaşayan insanları, hakları ve hukukları olan vatandaşlar olarak değil biat etmesi gereken kullar olarak gören soykırımcı Türk devletinin terbiyesi falaka, öğretmeni cellat oluyor.
İşkence ve kötü muamele sadece zindanlarda uygulanmıyor. Toplumu bir bütün olarak terbiye etme yöntemi olarak kullanılıyor. Başka bir yol bilmeyen devletin bu faşist politikası, yukarıdan aşağıya doğru tüm kurumlarında uygulanmaktadır.
Düşünce, ifade ve basın özgürlüğünün ayaklar altına alınması; kadına ve çocuklara yönelik şiddetin günlük yaşamın olağan bir parçası haline gelmesi bir devlet politikasıdır. Devlet, halka açlık yedirip, korku solutup şiddet izlettiriyor. Zulmün ve onursuzluğun kabul ettirilmesine ve benimsetilmesine çalışılıyor. Önce zindanları susturmaya, sonra dağları dilsiz bırakmaya çalışıyorlar. Ancak nafile, zulüm ekenler direniş biçecektir.
İşkence ve sürgün, toplumun farklı inanç ve topluluklarına karşı uygulanan zorbalık politikası değildir. Aynı zamanda tutsaklara karşı da uygulanan sistematik bir politikadır.
Zindanlar, toplumun aynasıdır. Ülke adeta bir açık hava hapishanesine çevrilmiştir. Zindanlarda uygulanan ve yaşanan her politika, aynı zamanda toplumun bütününde uygulanmakta ve yaşanmaktadır. Tıpkı Amed Zindanlarının tanık oldukları gibi. Tıpkı 20 yıl önce AB standartlarında, emperyalizm destekli gerçekleştirilen hapishaneler katliamı gibi. Dönemin DSP-MHP-ANAP koalisyon hükümetinin başbakanı olan Bülent Ecevit, IMF ile stand-by anlaşmasını imzaladıktan kısa bir süre sonra “Hapishaneler sorununu çözmeden geleceğe güvenle bakamayız” demiş ve sorun olarak gördükleri zindan direnişlerine devlet en vahşi şekilde saldırmıştı. Bugün ise pandemi koşullarını bahane ederek kadın ve LGBTİ+ düşmanlarını, mafyayı dışarı salan devlet, politik tutsaklara en ağır koşulları dayatıyor. Direnene, itiraz edene de yine ve yeniden her türden işkenceyi uyguluyor, tecrit ediyor. O dönemde dışarıda yükselen özgürlük ve adalet çığlığına gözdağı vermek için içeriye yönelen devlet aklı bugün yine toplumu sessizliğe gömmek için esir aldığı politik tutsaklara yöneliyor. Ancak direniş durmuyor. Ömrünü zindanlarda, esaret altında geçirmeye mahkum edilen özgür tutsaklar için geçen yıllar ömürlerinden gitmiyor dayanışmalarına ekleniyor. Helin Bölek ve İbrahim Gökçek, bizlere zafer işaretleri ile gülümsemeye devam ediyor. PKK’li ve PAJK’lı tutsakların başlattığı direnişe TKP-ML dava tutsakları ekleniyor. İçerde de dışarıda da faşizmi birlikte yıkmanın cüretli adımları atılıyor.
Yıllar geçse de zindanda yaşamın ve özgürlüğün tadını her gün, gün doğumuyla yaşayanlar yaşlanmaz. Ancak ölümden ve yaşamak denilen büyük direnişten korkanlar, yaşlanır ve yorulur. Devrimci tutsaklar küçücük yüreklerine kocaman bir halkı sığdırarak yaşadıkları için yıllar geçse de yaşlanmazlar. Çünkü onlar dört duvar arasında gün doğumunu özgürlüğe yakınlaşan gün olarak yaşarlar.
Zindancılara ve egemenlere söylenecek söz şudur: “Sizler işinizi ve iktidarını kaybetmekten korkuyorsunuz, bizler ise özgürlüğümüzü kaybetmekten korkuyoruz. Kaybeden bizler olmayacağız! Çünkü, zorlu olan yolun sonucunun değerli olduğunu bilerek yaşıyoruz. Birlikte direniyoruz, birlikte kazanacağız!”
Son Haberler
Sayfalar

ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)

Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)
Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?

Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?
Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.

SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..
“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”

“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)
7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.

İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor
Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.
Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.

3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?
Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.

Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)
Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.

Emperyalizm Üzerine Notlar-7
„Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler
Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.

Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek
Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.

Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi
Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)