Salı Mart 4, 2025

İbrahimî | Eren Balkır

1)Bilhassa köy sosyolojisi üzerine uzman olan Behice Boran, Türkiye İşçi Partisi’nin başında iken gençler gelirler ve köylüler arasında çalışma yapılmasını isterler. Basit bir oy toplama talebinin ötesine işaret eden bu soruya Boran şu cevabı verir: “Bize köylülerden dayak mı yedirteceksiniz?” Köylülerden korkan, salt Boran değil, altmış darbesiyle açılan sol burjuva siyaset alanıdır. On yıl içerisinde bu alanın tıkandığını, mücadeleyi sınırlandırdığını anlamak, o köylerden gelen gençlere düşer. Sol burjuva siyaset ise intikamını köylüyü köylülüğe, genci gençliğe, işçiyi işçiliğe politik-ideolojik olarak kapatmakla almıştır. Tıkanan, tıkamış, sınırlanan sınırlamıştır. Kendi içerisine aldığı dinamikleri, özel bireylere bölüp parçalamış, o gençlerin çığlığını o özel bireylerin özel sancılarına kapatmıştır. Sol, bu batılı burjuva siyaset alanına sırtını dayadığı ölçüde, dağılıp parçalanmıştır.

Altmışların sonu itibarıyla belirli bir siyasî-ideolojik tıkanmanın yaşandığı aşikârdır. Bu anlamda esasen Deniz Gezmiş’te zinde kuvvetler-askerdeki; Mahir Çayan’ın devrimci gençlikteki; Kaypakkaya’da işçi-köylüdeki tıkanmanın aşılma iradesinin dil bulduğu söylenebilir. Üçünde de aşma pratiği doğuya doğrudur. Umut filmini çekerken yaşadığı güçlüklere karşı öfkeyle, “bu ülkenin sadece Ankara-İstanbul’dan ibaret olmadığını öğreteceğim onlara” diyen Yılmaz Güney’in çığlığı da bu aşma pratiğine dâhildir. Bu nedenle üç aşma pratiğinde de Kürd’ün varlığı ve eylemliliği önemli bir rol oynar. Ama bugün tarihsel açıdan bir kapanma yaşanmakta, elli yıllık süreç içerisinde devrim olmadığı için, üç ismin aştığı yere doğru yönelme (HDP başlığı altında) fiilîleşmektedir. Umut, gene Ankara-İstanbul hattına bağlanmıştır.

Söz konusu aşmayı tıkanmayı giderme girişimleri arasında da geçişmeler yaşanmaktadır. Mahir’lerin Maltepe Cezaevi’nden kaçtıklarını gazeteden okuyan Sait Kırmızıtoprak (Dr. Şivan) “keşke buraya gelseler, birlikte mücadele ederdik” der. Orası Güney Kürdistan’dır. Şahıslardan bağımsız olarak, burjuva siyasetinin genişletilmesi ile ona karşı konumlanma arasında fiilî bir gerilim söz konusudur.

İbrahim’se Kürecik Raporu’nda Sinan Cemgil’den ve arkadaşlarından bahseder. Buradan onun Deniz’lerin aşıp ilerlediği yoldan yürüdüğü görülür. İbrahim ilerledikçe o yol da ilerler. Onların “burjuva subaylarının darbesine ve burjuva reformculuğuna bel bağladıklarını, halktan uzak durduklarını” söyler.[1] Bu noktada, özellikle silâhlı mücadele konusunda, çobanların ayak izlerine bakar.

II

Örgütler, kaleme aldıkları geçmiş değerlendirmelerinde hikâye anlatıyorlar, tarih değil. Hikâye ile tarih arasında ciddi bir fark var. Örgütlerin kendi hikâyelerini anlattıkları çalışmalarda Marksizm yok. Sadece özel insanların özel hikâyeleri, toplantıları, eylemleri anlatılıyor. Bu hikâyelerin ve pratiğin bağlamı irdelenmiyor. Dinamikler, süreçler, dip dalga yok orada. Dolayısıyla örgüt-lenme meselesi, o hikâyeye ikna olanların toplanması olarak algılanıyor. Hangi bağlama girildiğinin, geçmişe dair hattın neresinde olunduğunun, temel dinamiklerle nerede buluşulduğunun anlaşılması geçersizleşiyor. İbrahim bu noktada da ayrıksı bir yerde duruyor. Mustafa Suphi[2] ve ilgili dönemi kavramaya çalışmasını buradan anlamak gerekiyor.

Üç ismin aşma pratiğinin alameti olduğu doğru ise, onların öncelikle burjuva siyasete dair bileşenleri eleştiriye tabi tuttukları görülmelidir. İbrahim, “işçi-köylü”yle aşar, somut işçi ve köylüye gider. Burjuva siyasetinin sınırlarını zorlayıp aştıkça, dolaylı olarak, girdiği bilinmez coğrafyada ilerleyebilmek için, önceki devrimcilerin adımlarını izler. Bu hikâyeyi kendi öznel hikâyesiyle aynılaştıran, onu mülk edinen yaklaşım, burada bilinmeze yürüme iradesini boşa düşürür. Deniz, Mahir ve İbrahim, küçük burjuva ideolojisinin müdahalesiyle, gerisin geri, sınırın öte tarafına fırlatıp atılır. Onlar bazı şeyleri eksik bilmektedirler, bazı adımları doğal olarak yanlıştır. Üç önder göndere çekilir, böylece burjuva siyaseti alanından yaşanan huruc anlamsızlaştırılır. Her ne kadar İbrahim, “köylü partisi”nin küçük burjuva bir parti olacağını söylese de[3], takipçileri hareketi bu çizgiye çekerler.

Niceliğin, hikâye anlatımının, belirli özel şahısların başlatıp bitirdiklerinin merkeze oturduğu yerde aritmetikten başka bir şey hâkim olmayacaktır. Merkezdeki üç-beş özel insanın bir araya geldiği toplam, sonuçta başkalarına ihtiyaç duymayacaktır. Her şey onda bittiği için, ihtiyaç ortaya çıkmayacak, zorunluluklar görülmeyecek, ihtiyaç duymayınca örgütlemeyecek, başka süreçlere ve dinamiklere örgütlenmeyecektir. Oluşan dinamikler ve hareketler, o KP’nin hücreleri hâline gelmeyecektir. Her şeyi kendisine kapatanın başkasına, başkasının sözüne ve eylemine ihtiyaç duyması mümkün değildir.

Örgütlerin hikâyesinden KP tarihine geçmek zorunludur. Örgütler, özel kişilerin özel toplantılarını, özel eylemlerini anlatıp durmaktadırlar; teorik, nesnel, kolektif olanın içerisinde neler yaptığından bahsedilmemektedir. Bu noktada etiket, kariyer, imza, vitrin vb. belirleyici hâle gelmektedir.

Çetin Altan, Dr. Şivan’a, “siz dağa çıkın, biz sizi buradan destekleyecek yazılar yazarız” der. Şivan da şu anlamlı cevabı verir: “Biz yazı yazmasını da dağa çıkmasını da biliriz.” Altan, seksenlerde “Dersim’de, Munzur kıyısında tenis oynanıp vals yapıldığı günlerin hayalini kurduğunu" söyler. İbrahim’in hurucu iptal edildiğinde, o gerisin geri Altan’ın hayaline ait bir figürana dönüştürülür. Hurucun ricata dönüştüğü momentte, birileri bunu görür ve bataklıktan kurtulmak için çeşitli çabalar ortaya koyar, ama sırtlar başta belirtilen batılı burjuva siyasetine dayandırıldığı için, bu çabalar sonuç vermez. Niteliksel ve niceliksel manada Doğu’ya dönmemek, İbrahimî geleneği de o düzleme eklemleyerek ilerleyecektir. İlerleme de burjuva bir yanılsamadır.

III

Parlamentarizme yönelik itiraz, burjuva siyasetinin çektiği sınırlara dönük bir itirazdır. Bu itiraz, sırtını Batı’ya vermiş bir tür solculuğun reddini ifade eder, o böyle kavranmalıdır. Deniz’in, Mahir’in ve İbrahim’in sonrasında “takipçileri” tarafından gene Batılı ve Batıcı bir tarza kapatılmak istenmesi, eleştiriyi beklemektedir. Bu üç ismin Batı’ya ait ve dair birer “ajan”a indirgenmesi, onun gene burjuva zihniyet dairesinde, putlaştırılmasını, en iyi hâliyle peygamberleştirilmesini getirmiştir. Her şeyin başı ve sonu olmaya mecbur olan küçük burjuva, İbrahim’i de hikâyenin başı olarak kodladığında yol alabileceğini düşünür. Oysa onun gerekli, zorunlu devrimci dönüşümleri gerçekleştirdiği tarihsel bağlama ait kılınması ve dönüşümlerin her momentte güncellenmesi gerekir. İbrahim’in yanında olmak, onun eleştirilerinden azade olmanın ama gene onun eleştirdiği konuları yapmanın kılıfı hâline gelir.

Bugün İbrahim’i yeterince Maoist bulmayıp öz Maoizme geri dönenler, başka bir örgütün yürüttüğü devrimci savaşı “intihar eylemi” olarak nitelemektedirler. Oysa bilinmektedir ki “intihar eylemi”, Batılı liberallerin zihinlere nakşettiği bir kavramdır. Bu zihniyete göre, o koşullarda İbrahim şahsında, Dersim’e huruc gerçekleştirmek de bir tür “intihar eylemi”dir. Ondan uzaklaşmanın gerekçesi de burada aranmalıdır.

Bugün İbrahim’i “peygamber” ilân edenler, küçük burjuva dünyalarına politik bir boya çalma derdindedirler. Her şeyin başı ve sonu kendileri olduğu için, onun peygamber ilân edilmesi şarttır. Duruma göre başlangıç noktası değiştirilmektedir. Eskiden İbrahim iken, şimdi laikleşildiği ölçüde, Deniz Gezmiş’lerin idamı hikâyenin başladığı an olarak kodlanmaktadır. Başkalarını küçük burjuva siyaset aklına sahip olmakla eleştirenlerin ortaya attıkları “Bütünsel Marksizm” kurgusu ve etiketinin de bir “mühendislik procesi” olduğunu görmeleri gerekir.

IV

Öcalan dâhil belirli isimlerin hayat hikâyeleri, sadece küçük burjuva şeflik, mühendislik ve yöneticilik düzeyinde istismar edilecek şekilde okunmaktadır. Oradaki bağlamın, kişilerin ait oldukları ilişkilerin, mücadelelerin hiçbir önemi yoktur. Önemli olan, o kişiden bugüne dair, yöneticilik ve şeflik için notlar çıkartmaktır. Burada da tarih bilinci değil, hikâye anlatıcılığı vardır.

Dolayısıyla İbrahim’deki Kemalizm eleştirisi, bağlamından çıkartılmakta, bu eleştiri, ülkenin üst siyasetine dair söz söyleme imkânı olarak istismar edilmektedir. Kemalizm belirli özel şahısların hikâyesi olarak algılanmakta, ona gene benzer hikâyelerle karşılık üretilmektedir.

“[…] Emperyalizm feodalizmi tasfiye etsin, biz de sosyalist devrimi yapalım, tam bir Menşevik mantığı odur.”[4] Burjuva siyaset, örgütlerin yuvarlandığı bataklıktır. İlerlemeci kurgu ile tıpkı İbrahim’in ifadesi ile, “kapitalizm bizim karşımızdaki engelleri kaldırsın” denilmektedir. “İlerlemeyi burjuvazi sağlasın, biz de sosyalist devrimi zihnimizde canlı tutalım” devrimcilik değildir.

Böylesi bir yaklaşım, işin, davanın ve kavganın ortaklaşmasına asla bakmayacaktır. Batıcılık, burjuva siyasetine kul olma ve ilerlemecilik, mevcut işi, davayı ve kavgayı her daim kötü, yanlış ve eksik görecektir. Çelik kendisine verilen suyu unutmayacaksa, bu, işin, davanın ve kavganın ortaklaşmasını gerektirir. Hafıza ve unutmamak, beyindeki nöronların belirli bağlar kurması ile ilgili ise, o vakit halkın mücadelesinin çelikleşmesi ve aldığı suyu inkâr etmemesi, ancak ortaklaşmayla, kurulan bağların örülmesiyle, örgütlenmeyle mümkündür. Özel insanların özel hikâyeleri merkezde durdukça, genelin ihtiyacı ve zorunluluğu görülmeyecektir.

Elli yıl önce huruc edilen zemin, nicelikselcilik, parlamentarizm ve genel burjuva siyasetidir. Bu hurucun kendisine kapanma, özelleşme tehlikesi mevcuttur. İbrahim’in “eğer bir gün partinin çıkarları ile halkın çıkarları karşı karşıya gelirse, tavrımız halkın çıkarlarından yanadır” sözü bu özelleşmeye karşı bir direnç gibidir.

Elli yıl önce huruc edilen zemin, Türkiye İşçi Partisi’dir. Bugün sol, toplamda ana rahmine geri dönme eğilimindedir. Yeni bir elli yılın başında, solun bu yönelimi, doğunun kurduğu işçi partisinin dişlerini söküp buraya uyarlanmış bir hâle sokma yönündedir. Bu anlamda İbrahimî gelenek gene doğululaşmalı, seçimde oy verse de halkın çıkarlarına ters olan bu yönelime kalbini ve aklını vermemelidir. Akıl ve kalb, devrime ve kıyama aittir.

 

Eren Balkır

İŞTİRAKÎ – Mayıs 2015

 

Dipnotlar

[1] İbrahim Kaypakkaya, Seçme Yazılar, Umut Yay., Ocak 1992, s. 22.

[2] “Kaypakkaya’nın TKP Tahlilleri” Muzaffer Oruçoğlu.

[3] Kaypakkaya, a.g.e, s. 55.

[4] A.g.e., s. 61.

44669

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Misafir yazarlar

ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de  aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)

Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)

Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?

Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?

Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.

SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..

“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”

“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)

7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.

İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor

Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.

Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.

3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?

Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.

Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)

Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.

Emperyalizm Üzerine Notlar-7

Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler

Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve  bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde  emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.

Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek

Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.

Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi

Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)

Sayfalar