İleri!.. Daha ileri!!! (Orhan Ünal)

Haklarını almak için gittikleri Ankara yürüyüşü dönüşü geçirdikleri trafik kazasında yaşamlarını yitiren Tahir Çetin ve Ali Faik İnter emek mücadelemizin günümüzdeki sembolleri oldular. Onların adları unutulmayacaktır. Bağımsız Maden-İş Sendikası Genel Başkanı Tahir Çetin’in ve babasının alamadığı ve oğluna mücadelesini “miras” bıraktığı tazminatı için yılmadan mücadele eden Ali Faik’in mücadele hayatları yol göstericidir.
Hakim sınıfların en korktukları işçi profilini simgelemektedirler. Neden hayatlarını kaybettiler? Olan hadise sıradan bir trafik kazasının ötesinde, sistemin işçi kıyımının ve buna karşı mücadelenin son örneklerini oluşturuyor. Bu kıyıma giden yollar nasıl döşeniyor?
İş cinayetleri ayyuka çıkar, iş güvenliği uygulaması tamamen patronlar lehine uygulanır, pandemi dolayısı ile salgın koşulları yok sayılarak “çarklar susmasın üretim devam etsin” denilerek işçi ve emekçiler daha fazla çalıştırılır. Kısacası işçi ve emekçilere açıktan kölelik dayatılır.
Sınıfa yönelik giderek artan saldırılara bir kaç örnek verelim. 1 Temmuz’a kadar işten çıkarma yasağı olmasına karşın Kod 29 uygulaması ile bir yılda (Nisan 2020 – Nisan 2021) ortalama 180 bine yakın işçinin işine son verilmiştir. Yani ayda ortalama 15 bine yakın sayıda işçi işini kaybetmiştir.
Buda günde ortalama 500 işçinin patronlar tarafından işten atılması demektir. Halkın gözünde günde ortalama 500 işçi veya emekçi açlığa yada günümüz koşullarında ölüme terk edilmektedir. Pandemi ile işten atma yasağı olmasına rağmen işten atılmaların bu denli artmasında ‘istisna’ sayılan Kod 29 uygulamasının büyük bir payı var. En hedefte olanlar ise elbette az da olsa örgütlü bir şekilde, sendikalara üye olarak ya da onlardan yardım alarak haklarını almaya çalışan sendikalı işçiler oluyor.
Kod 29 saldırısı özellikle pandemi sürecinde işçi sınıfına yapılan saldırının en alçakça olanlarından sadece birisidir. Birikmiş tazminat ve ödenekleri alamayan işçinin başka bir yerde iş bulması ise olanaksızlaşıyor. İşçiye vurulan “ahlaksız” damgası saldırının geldiği son nokta. Başka bir yerde iş bulması neredeyse imkansız hale geliyor. İşçi bir anlamda “cezalandırılıyor”.
Diğer bir örnek ise Tahir Çetin ve Ali Faik’i ölüme götüren süreci anlatıyor. Uyar Madencilik’ten 15 yıldır tazminat alacakları ödenmiyor. İşçilerin kararlı mücadeleleri Uyar Madencilik’ten değil, bizzat AKP hükümetinin bakanlarından geri tepiyor. İçişleri Bakanı çözeceğine dair tarih verir ama sözünde durmaz; bir başka bakanı “size tazminatınızı verirsek, diğerleri için emsal olur” der, AKP’nin diğer bir Başkanvekili, gelenlere hakaret ederek “bana mı çalışıyorsunuz?” der ve kapı dışarı eder.
Yani her konuda olduğu gibi AKP/MHP ortaklığının TC hakim sınıflar için çalıştığının, Uyar Madencilik başta olmak üzere adeta “katliam şirketi” gibi çalışan şirketlerin borazancılığını üstlendiğinin teyididir yaşananlar. Bunu en derinden hissedenler ise işçi ve emekçiler oluyor ve bu atılan sloganlara yansıyor… ‘Yağmur çamur demeyiz, biz bu yoldan dönmeyiz’, ‘Ankara’nın korkusu direnişin ordusu’… Yıllara varan hak arama mücadelesi her geçen gün Somalı madencileri daha fazla militanlaştırıyor.
Türk hakim sınıflarına “tırşık” yakıştırması yapan tütün üreticilerinin durumu daha vahim. Tütün üretiminin yok edilmesine yönelik çıkarılan kotalara/yasalara karşı isyan eden üreticiler, bu saldırıların merkezinde olan Türk Burjuvazisini çok iyi tanıyor. Kendisine yönelik saldırıları en derinden hisseden ezilen üreticilerin ve kendi deyimi ile “ezilen proleter olan” işçinin gözünde Türkiye hakim sınıfları, Türk burjuvazisi ve toprak ağaları “tırşıkçi” yani yalaka/dalkavuk.
Emek gaspını en azgınca kural ve yasalarla uygulayan, kendi koyduğu yasaları da çiğneyerek malzemeden çalan, ihaleleri mafya usulleri ile kapan, ekonomik zararları en üst perdeden halka ödettiren, sürekli isim değiştirerek işçi ve emekçilerin tazminatlarını gasp eden, vergi kaçıran ve hak alma mücadelesi yürütenleri en sert biçimleri ile bastırmaya çalışan bir burjuvaziden bahsediyoruz. Emperyalist burjuva kesimlere bağımlı hali ile sınıfı azgınca sömürmeye yeltenen burjuvazinin halk dilindeki karşılığıdır bir anlamda.
Evet, bunca teorik belirlemeler, programlar eğer halkın ve sınıfın acısını, derdini dile getirmede yeterli olmuyorsa orada halkın kendi lügatını yaratmaktan geri kalmayacağını bir kez daha görmüş olduk.
“Tırşıkçi” Türk hakim sınıfları her ne kadar pandemiyi fırsata çevirmek için dizginlerinden boşalmışsa da, artarak yüzeye vuran krizler karşısında daha fazla çaresizleştiğini görmekte, her geçen gün savaşa daha fazla sarılmaktadır. Erdoğan-Bahçeli hükümetine adeta dört elle sarılmışlardır. Ancak daha şimdiden TC devleti Kürdistan Özgürlük Güçleri olan Gerilla karşısında bir yenilginin ruh halini yaşamaktadır. Bu ruh hali işçi ve emekçiler başta olmak üzere hakkını arayan tüm kesimlere daha fazla saldırıcağı anlamına gelmektedir.
Sınıf içinde ne yapılması gerektiğine yönelik net duruş nüvelerini fazlasıyla görmek mümkün. Sinbo’dan Kod 29 saldırısı ile sendikalı olduğu için işten çıkarılan ve 5 aydan fazla süredir direnen, mücadele yürüten Dilbent Türker’in dediği gibi “tüm bu saldırılar aynı kapıya çıkmaktadır. Toplamında bu saldırıları ele alıp, bu saldırıların odağına karşı topyekün bir hareket, birleşik bir mücadele hattı oluşturmamız gerekir”.
Perspektif oldukça net; Birleşik Mücadele şiarı ile ileri! Daha ileri!
Emek mücadelesi ne tarihsel açıdan ne de diyalektik bağlamda sönümlenecek, bitirilecek bir olgudur. Kâr elde etmek isteyen burjuvazi için işçi sınıfının hak alma mücadelesi ile yüzleşmesinden başka kaçar yolu yoktur. Burjuvazinin, dolayısı ile bizdeki gibi “tırşıkçi” kapitalistlerin en temel korkusu da buradan gelir; işçi sınıfının üretimden gelen gücünden ve birliğinden…
“Artık Erdoğan Bahçeli ikilisi ülkeyi bir bütün ele geçirdi, kimse korkudan kılını bile kıpırdatamıyor” diyenlere inat işçi ve emekçiler tarafından son haftalarda onlarca eylem ve direniş örgütlendi. Yıllardır tazminatlarını alamayan Soma Maden işçilerinden Zonguldak maden işçilerine, Enerji Sa işçilerinden ETF tekstil işçilerine, Galataport’tan Pegasus, Sinbo ve Demiryolları işçilerine kadar bir dizi uyarı grevi, yürüyüş ve eylemler örgütlendi ve direnişler devam ediyor.
Yanı sıra tek tekte olsa, fabrika önlerinde eylemler ve direniş çadırları ile hak gasplarına karşı sınıfın kesintisiz mücadelesi devam ediyor. Yine dünya çapında emperyalist kapitalist sisteme karşı işçi ve emekçiler Fransa’dan, Kanada ve Sri Lanka’ya kadar seslerini daha gür haykırıyorlar.
Şüphesiz sınıf içinde çalışma yürütmek oldukça sabır isteyen bir çalışmadır. Ancak yıllarca sürdürülen çalışmaların karşılık “bulmadığı”, örgütlenmenin zayıf kaldığı süreçlerden, daha hızlı örgütlenme sonuçlarının alınacağı günlere dönüyor zaman. Sınıfın öfkesi giderek kabarıyor. bu direnişlere elbette mevsimlik işçilerin, taşeron işçilerin, iş cinayetine kurban giden ve tazminatları verilmeyen onlarca işçinin, asgari ücretlilerin, EYT’lilerin, mağdur olan ailelerinin öfkesini yazmadık daha.
Öğrencilerin demokratik eğitim mücadeleleri, köylülerin ve üreticilerin kota cenderesine karşı yürüttükleri direnişler daha yeni başladı. “Ama örgütsüz, ama dağınık, ama korkak, ama boyun eğiyor, ama dayanışmadan uzak, ama sınıf bilincinden yoksun, ama… ama…” Bu sözleri sarf etmenin zamanı değildir. Sınıfın kabaran öfkesine katılmak ve örgütsüzlüğü örgüte dönüştüren, üretimden gelen gücü açığa çıkaranlar olmalıyız.
En temel mesele ortaya çıkan direnişleri birleşik mücadeleye dönüştürmek olmalıdır. Bu temel perspektif işçi ve emekçilerin, ezilen Kürt ulusu ve diğer inançların/azınlıkların, Kadın ve LGTBİ+ların, öğrenci ve köylülerin yüreklerindeki istem ve talepleridir.
Sınıfın bugünkü kıpırdaması korku duvarını iyiden iyiye sarsıyor. Ezilmek, sömürülmek, iş cinayetine kurban gitmek, köle şartlarını kabul etmek kaderimiz değildir. İktidarını kaybetme korkusu Burjuvazinin kaderidir.
Kaybettiğimiz Tahir ve Ali Faik için acılıyız, ama öfkeli, ama vazgeçmeyeceğiz. Çünkü işçi ve emekçiler direnişten, taleplerinden ve haklarından vazgeçmiyorlar. Aksine iktidarın her sillesinden sonra daha militanca haykırıyor ve daha kararlı adımlar atıyorlar. Bu anlamda durum iyidir, çünkü gerçekler devrimcidir! Mesele bu gerçekleri görebilmekte yatıyor.
Devrimci güçler olarak bizler bu direniş kararlılığına daha ileri bir seviyede yanıt olmak zorundayız. Bize düşen görev, dağınık olan direnişleri ve öfkeleri birleşik mücadeleye çevirmek olmalıdır. Şiarımız ileri! daha ileri! olmalı, yükselen direnişleri kendi haline ve örgütsüzlüğe bırakmamalı, sınıfın en temel silahı olan örgütlenme silahını işçi ve emekçilerle buluşturmanın sonsuz gayretini kuşanmalıyız.
Son Haberler
Sayfalar

ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)

Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)
Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?

Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?
Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.

SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..
“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”

“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)
7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.

İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor
Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.
Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.

3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?
Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.

Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)
Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.

Emperyalizm Üzerine Notlar-7
„Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler
Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.

Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek
Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.

Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi
Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)