Kaypakkaya ve 71 devrimcilerinden kopuş
TDH içerisindeki ’71 devrimci kopuşunun Türkiye açısından ve bir bütün devrimci hareket açısından önemi büyüktür. Artık yalnızca kalemler değil, silahlar konuşmaya başlamıştır. Deniz Gezmiş ve THKO ile başlayan sürecin takipçisi Mahir ve THKPC olmuştur. Devrimin bir şamar gibi patlamasını ve bozkırın tamamen kurumasını bekleyenlere karşı da komünist önder İbrahim Kaypakkaya ve kurucusu olduğu Proletarya Partisi doğmuştur. O dönemlerde Kaypakkaya’nın içerisinde olduğu PDA ve diğer devrimci çevreler halkın henüz silahlı mücadeleye hazır olmadığını, “bozkırın henüz kurumadığını” ileri sürerek, silahlı mücadeleyi sürekli ertelemişlerdir. Bu yaklaşımların yanında devrimci hamleyi faşist katliamcı TC ordusundan bekleyenler vardır. Mihri Belli, Hikmet Kıvılcımlı, Doğu Perinçek gibi öne çıkan isimlerin beklentilerinin bu yönde olduğunu söyleyebiliriz. Bu isimler ordunun ilerici bir nitelik taşıdığını savunarak, devrimci güçler orduya ve onun yapacağı darbeye yedeklemişlerdir. Kaypakkaya yoldaş bütün bu çıkmazların, uzlaşıların içerisinde Marksizm’in, TDH içerisindeki kurucusu olmuştur. Hâkim ideolojinin sınıfsal niteliğini ortaya koyarak, bu “devrimci” çevrelere rağmen Kemalizm’i mahkûm etmiştir. Sorgulayıcı olmayı, eleştirmeyi hiçbir zaman ikinci plana atmayan tam tersine körü körüne inanmayan, sorgulamadan kabul etmeyen bir Kaypakkaya gerçekliği var önümüzde. Eleştirmekten hiçbir koşulda geri durmayan Kaypakkaya sorgulamanın önemini şu sözlerle ifade ediyor bir konuşmasında; “… Önder hata yapmaz anlayışından bir sefer kurtulmalıyız, sorgulayıcı olmalıyız, irdeleyici olmalıyız.” TİİKP revizyonizminden koptuğu dönemde bütün putlaştırmalara sorgusuz sualsiz itaate rağmen, gördüğü yanlışları eleştirmeyi bilmiştir. Ve bu sözler o dönemde TİİKP önderliğini ve hatalarını eleştirmekten geri duranlara söylemiştir.
Kaypakkaya yoldaşın Marksist devrimciliğinin temel yapı taşlarından birisi de silahlı mücadeleye bakış açısıdır. “Legalizmin ve burjuvazinin demokrasi aşkına” inanmak yerine illegal mücadelenin esas olduğunu savunmuştur. Demokrasi maskesi altındaki faşizm koşullarında ancak illegal mücadele ile bir karşı koyuş gerçekleşebileceğini belirtmiştir. Demokratik alana legal parti ve kurumlara sıkışmışlığın bir çözüm olmayacağın söyleyen Kaypakkaya illegal mücadelenin de esasının silahlı mücadele olduğunu söylemiştir. Kaypakkaya’nın silahlı mücadeledeki ısrarı elbette koşulların silahlı mücadele yürütmeye uygun olması, 15-16 Haziran işçi direnişlerinin gösterdiği gibi artık devrimin silahlı mücadele olmaksızın başarıya ulaşamayacağı üzerinden gelişmiştir. Kaypakkaya yoldaşın silahlı mücadeleyi ele alırken bir bütün mücadelenin esasına oturtması, silahı bir amaç olarak ele aldığı için değildir. Aksine silahlı mücadeleyi bir “amaca” değil, yani proletarya diktatörlüğüne giden yolda bir araç olarak ele aldığı içindir. Çokça düşülen yanlışlardan birisi de budur, silahın kutsanması ve devrimci mücadelenin yalnızca silahlı mücadele alanlarında şekillendirilmeye çalışılması. Esas olan bütün iradeyi silaha teslim etmek değil, bütün irade ve bilinçle o mücadeleyi yürütmektir. Silahlı mücadele, ideolojik mücadelenin rehberliğinde gelişmedikçe bilinçsiz bir amaca dönüşür. Kaypakkaya yoldaş, komünist bir devrimci olmanın gerekliliklerini yerine getirerek, teoriyi pratiğe dökmenin, yalnızca pratik veya yalnızca teori ile sınırlı kalmamanın, komünist bir devrimci olmak açısından önemini gözler önüne sermiştir. Yalnızca silahlı mücadelenin gerekliliğini savunmakla kalmamış, silahlı mücadeleyi kırlarda başlatmıştır.
TDH’de Kemalizm’den kopuş
‘71 devrimci kopuşu dediğimiz süreçte silahlı mücadeleye atılan devrimcilerin Kemalizm’den tam bir kopuşu sağlayamadığı aşikârdır. Kemalist ideolojinin niteliğini göz ardı eden TDH hâkim sınıfların ideolojisi olan Kemalizm ile uzlaşmayı ona karşı savaşmaya tercih etmiştir. TDH bunun sonucunda devletin niteliğini de çözümleyememiş MLM’den uzak bir ideolojik perspektif ile devrimcilik iddiasında bulunmuştur. Kemalizm’in o dönemdeki hâkimiyeti göz ardı edilemeyecek niteliktedir. Kaypakkaya yoldaş, sol içerisinde dahi bu denli hâkim olan Kemalizm’in eleştirisini bu koşullarda yapmıştır. Kemalizm tahlili ile Kaypakkaya yoldaş burjuvazi ile uzlaşının önüne daha en başından set çekmiştir. Yani yalnızca pratikte değil aynı zaman da ideolojik olarak da diğer devrimci hareketlere nazaran bir kopuş sağlamıştır. “Kemalizm soldur, milli kurtuluşçuluktur!” diyen devrimci önderlerin düştüğü yanlışa düşmemiş devletin ve Kemalizm’in sınıfsal niteliğini ortaya koymuştur. Kemalizm ile hesaplaşmayı hala başaramamış ve hala uzlaşı içerisinde olan çevreler mevcuttur. Şimdi içerisinden geçtiğimiz süreçte Kemalizm’in “sol” içerisindeki var olan etkileri daha fazla belirginleşmeye başlamış ve daha çok açığa çıkartılmıştır. Erken seçim tarihinin açıklanması ile birlikte CHP ile ittifak tartışmaları da gün yüzüne çıkmıştır. AKP karşıtlığı üzerinden politikalarını yönlendiren sözde devrimciler tam da Kaypakkaya’nın savaş açtığı dönemin devrimcileri gibi Kemalizm ve esasta devletin sınıfsal niteliğini göz ardı etmektedirler. Ve iki gerici klikten birini tercih etme yanlışına düşmektedirler, aynı zaman da çıkar yolu parlamentarizm de arayan bu anlayış ile Kaypakkaya’nın eleştirdiği legalizm bataklığına düşmektedirler.
Bu yaklaşımlar elbette ki Kaypakkaya’yı anlamaktan ve onun komünist önderliğini kabullenmemekten ileri gelmektedir. Buradan çıkaracağımız sonuç şudur ki; Kaypakkaya’nın dönemin devrimcilerine sunduğu eleştiriler hala kavranamamış ve bir hesaplaşmaya gidilmemiştir. Sözünü ettiğimiz önderlik elbette ki bir kitleye liderlik anlamında değildir. Tam tersine şefçilik anlayışından uzak, komünist bir önderliktir. Kaypakkaya yoldaşın belirlemelerinin tahlillerinin kavranarak en doğru şekilde uygulanmasıdır. Aynı zamanda hiç eleştirilemez geliştirilemez gözüyle, kutsanarak, dogmatikleştirilerek bakılmamasıdır. Kaypakkaya’yı ve onu ve onun kopuşunu hiçe sayarak, politika üretmek, komünist önderliğini göz ardı etmek TDH açısından şu anda da karşılaştığımız sonuçları doğuracaktır.
Ulusal Sorun ve Kaypakkaya
Sınıfsal kopuşu sağlayamayan, burjuvazi ile uzlaşan tarihsel ilerlemeci çizgiyi mahkum ederek, burjuvaziye devrimci bir misyon biçen, bunun sonucunda siyasal alanda da ideolojik alanda da birçok yanlışa düşen devrimcileri hakim ideolojiye yedeklenmekle eleştirmiştir. Bunun en belirgin örneği ulusal sorundur. TDH içerisinde ulusal soruna dair kısıtlı çözümlemeler vardır. Devrimci önderler dahi tam olarak MLM çizgisinde bir ele alışa bir düşünceye sahip değillerdir. Kemalizm’in hâkimiyeti altında bu elbette ki mümkün değildir. Faşist Kemalist diktatörlüğün politikaları –özellikle T. Kürdistanı’ndaki- ele alındığında bu kopuşu sağlayamadan MLM bakış açısını yakalamak imkânsızdır. Ki bu kopuşu sağlamak yalnızca MLM bakış açısı ile mümkündür. TDH içerisinde var olan bu uzlaşının sonucunda şoven bir bakış açısı ile ulusal soruna yaklaşılmış ve devrimciliğin tarihsel görevi yerine getirilmemiştir. Kaypakkaya yoldaş bu yanlış yaklaşımların varlığında Lenin ve Stalin’in ulusal soruna dair çözümlemelerini referans alarak coğrafyamızda “milli meselenin esasını oluşturan” Kürt sorunu üzerine incelemeler yapmıştır. Kürt sorunu MLM ideolojisi doğrultusunda ele alan Kaypakkaya, Kürtlerin bir ulus teşkil ettiği belirlemesini yapmış ve Kürt ulusunun -başta Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı (UKKTH) olmak üzere- haklarının savunusunu yapmıştır. Ulusal meseleyi de sınıfsal bakış açısı ile ele alan Kaypakkaya, halk ve ulus kavramlarının birbirine karıştırılmasının yalnızca burjuvazinin işine yarayacağını ve Kürt halkına uygulanan katmerli baskının göz ardı edileceğini belirtmiştir. UKKTH savunulmaksızın komünist bir örgüt/devrimci olunamayacağını savunmuş ve şoven yaklaşımlarla mücadele etmiştir.
Ulusal sorunun günümüzde elbette ki daha keskin bir hal almış ve daha yakıcı bir yerde durmaktadır. Ne yazık ki o günden bugüne hala devrimci (demokrat çevreler içerisinde) şoven bir yaklaşım mevcuttur. Ve hala bu yaklaşımlar yalnızca hâkim ulusun burjuvazisinin işine yaramaktadır. Yalnızca T. Kürdistanı’nda değil bir bütün 4 parça Kürdistan’da bu sorun –farklılıkları olmakla birlikte- yakıcılığını korumaktadır. Geçtiğimiz dönemde yaşanan Êfrîn işgali ve hala devam eden Rojava’daki saldırı ve katliamlar buna en önemli örneklerdendir.
Kürt ulusunun ve devrimcilerin işgale, sömürüye, talana karşı mücadelesi sürmektedir. Ancak bazı “devrimci çevreler” emperyalizm ile işbirliği safsatalarıyla Kürt ulusunun haklı mücadelelerine “komünist devrimcilik” adı altında boşa düşürmeye çalışmaktadırlar. Bu safsataların dışında hiç çekinmeden devlete “Êfrîn’e nasıl gidilir” perspektifleri sunan “demokrat” kurumlarda mevcuttur. Bu yaklaşımlar ancak güçlü olandan taraf olma tavrı ile açıklanabilir ve Kaypakkaya yoldaşın dediği gibi hâkim ulus milliyetçiliğidir. Türk ve Kürt halkının birliğine karar vermektedir. Hâkim sınıfların şovenizm zehrini yaymaya çalıştığı Türk halkı içerisinde Kürt ulusuna düşmanlığı beslemektedir. Devrimci/demokrat çevrelerin şovenizm ile hesaplaşması elbette ki parçalanmak istenen birliği güçlendirecektir. Kaypakkaya’nın ardılları ve onun düşüncelerinin savunucuları olduğunu söyleyen bizlerin önünde duran görev onun tahlillerini, fikirlerini daha ileriye taşımak, geliştirmek ve günümüze uygun hale getirmektir. Kaypakkaya yoldaşın da tayin ettiği gibi ulusal mücadele demokratik bir muhteva taşır ve bu muhteva desteklenmelidir. Devrimci mücadele içerisindeki yakıcılığı göz ardı edilmemelidir. Mevcut durumda HBDH gibi bir gerçeklik vardır. Bu birleşik mücadelenin önemini ve gerek kitleler gerekse devlet nezdindeki etkisini görmedikçe Kaypakkaya yoldaşın, bizlere rehber olan görüşlerini anlamaktan o kadar uzak kalacağız.
Kaypakkaya yoldaşın katledilişinin 45. yılındayız. Aynı zamanda ulusal hareketin şehitlerinden, Haki Karer ve Dörtler’in de şehit düştüğü Mayıs ayı bizler için büyük önem taşımaktadır. Şehit düşen yoldaşlarımızın mirasına sahip çıkmak, birleşik devrimci mücadelemizin şehitlerine aynı bilinçle sahiplenmek, Kaypakkaya yoldaşın bizlere bıraktıklarına sahip çıkmakla eşdeğerdir. Onları anarken de bu şekilde ele almamız gerekmektedir. Faşizmin saldırılarının hat safhaya ulaştığı bu süreçten devrimci dayanışma ile sıyrılacağımızın ve bu saldırıları boşa çıkaracağımızın güvencesini bizlere, omuz omuza savaşarak, direnerek, şehit düşen ve hala bu mücadeleyi farklı alanlarda sürdüren yoldaşlarımız vermektedir.
(Bir Tutsak Partizan)
Son Haberler
Sayfalar
ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)
Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)
Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?
Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?
Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.
SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..
“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”
“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)
7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.
İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor
Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.
Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.
3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?
Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.
Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)
Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.
Emperyalizm Üzerine Notlar-7
„Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler
Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.
Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek
Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.
Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi
Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)