Cuma Şubat 28, 2025

Kiminin Düşü, Ötekinin Karabasanıdır…[1]

“Gelecek; güçsüzler için ulaşılmaz,

korkaklar için bilinmezlik,
cesurlar için ise şanstır.”[2]
 
“Özel bir şirket uzaya adam yolladı diye heyecanlanıp insanlık ve gelecek adına umutlanmayı anlamıyorum. O uzay, o gelecek bizim değil. Sen ben, hepimiz o şirketler yaşasın diye salgın sırası işe yollanan kalabalıklarız. Sokakta gırtlağına basılanlarız. Cop, kurşun yiyenleriz.”
Ümit Ünal’ın 31 Mayıs (2020) tarihli twit’i böyleydi…
Herkes için eşit, türdeş, tekil bir “gelecek” olmadığının çarpıcı bir ifadesi…
Evet, gelecek, tek değil. Tahayyülü de öyle. Farklı konumlar, farklı çıkarlar, farklı sınıflar için farklı biçimlere bürünüyor. Birilerinin ütopyası, ötekilerin distopyası olabiliyor pekâlâ… Nazileri düşünün, örneğin. Irkların birbirine karışmaksızın bir hiyerarşi içinde dizildiği, Aryen “ırk”ın dünyaya hâkim olduğu, zengin, çalışkan, saf bir “Büyük Almanya” tahayyülü… Peki, bu “kurgu”nun Yahudiler için ne anlama geldiğini düşünebiliyor musunuz?
Corona pandemisi pek çok tartışmanın yanı sıra, bir de “gelecek” projeksiyonlarına ilişkin tartışmaları tetikledi. “Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” söylemleri eşliğinde…
Çin’in Wuhan eyaletinde bir yabanıl hayvan pazarında ortaya çıkıp birkaç ay içerisinde yeryüzüne yayılan bir virüs, sınırların kapatılmasına, milyonlarca insanın aylar boyu eve kapanmasına, küresel ticaretin durma noktasına gelmesine, gıda krizine, üretimin büyük ölçüde duraklamasına, milyonlarca kişinin işsiz kalmasına, dünya çapında iflaslara… “yol açtı” demeyeceğim; vesile oldu. Daha doğru bir deyişle, dünyanın “bu hâli”nin olanca konforlu, teknolojik, mamur-müreffeh, yüksek-teknolojik, güvenli “görüntü”sünün nasıl bir anda dökülebilecek bir cila olduğunu gözler önüne serdi… Kapitalizmin nasıl kendi suretinde bir cehennem yarattığını… Yaban doğayla arasındaki “mesafe”yi durmaksızın ihlâl eden, talancı, fetihçi bir uygarlığın, eninde sonunda, çökmemek için nasıl mensupları arasında “sosyal mesafe” va’zetmek zorunda kaldığını yaşadık, gördük…[3]
Kapitalizmin her şeyi piyasalaştırma, alınır-satılır hâle getirme, yeryüzünün en ücra köşelerine dek yayılma yolundaki önüne geçilemez dürtüsünün, insanlığa ne denli pahalıya patladığını da… “Artık dünya küresel bir köy hâline geldi; mesafeler kısaldı, mallar, fikirler, sermayeler, insanlar, imgeler, yeryüzü ölçeğinde misli görülmemiş bir hızla deviniyor” devinmesine, ama bu “bitişiklik ve sürat” hâli felaketlerin de (virüsler, nükleer serpinti, kirlilik, savaşlar, uyuşturucu, iktisadi krizler, insan ticareti, pornografi…) misli görülmemiş bir hızla devinmesini getirmekte beraberinde… Tüketim tutkusu, bir cep telefonu, bir otomobil, bir bilgisayar programı, bir ayakkabı modelinin, bir markanın nerdeyse gün yüzü görmeden eskiyip yenisiyle değiştirildiği, sanal ya da gerçek nesnelerin insan ihtiyaçlarıyla bağlantısını tümüyle yitirip var olmanın sahip olmaya eşitlendiği bir toplumun, dayanışma, kolektivite, belalarla birlikte baş edebilme yerine, paranoyak, tekbenci, empati yoksunu, atomize bir bireyler topluluğuna dönüşmesini izledik son yüz yılda…
Ve insanlar arasındaki eşitsizliğin hem ulusal, hem bölgesel hem de küresel düzlemlerde dudak uçuklatıcı boyutlara vardığını, Oxfam verilerine göre dünyanın en zengin 2.153 kişisinin servetlerinin toplamının dünya nüfusunun yüzde 60’ının (4.6 milyar kişi) toplam servetinden daha fazla olduğu[4] küresel kapitalizm dünyasında kronik mali krizler daralan fazlarla emekçiler, yoksullar üzerindeki cendereyi daha da daraltıyor.
Böyle bir sistemin sürdürülemezliği, bugün alttakiler için de açıkça ortaya çıktı, üsttekiler için de. Pandemi, buna vesile, belki de katalizör oldu. Hemen herkesin ağzındaki “Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” retoriği, bunun tanığı. Herkes, farklı bakımlardan “yeni normal”i tanımlama peşinde.
Şunun altı çizilmeli: Kapitalizm yarattığı bir sorunu çözerken (ya da şöyle demeli: çözer-“miş gibi” yaparken) durmaksızın yeni sorunlar yığar insanlığın önünde. Örneğin yarattığı “otomobil uygarlığı”nın yol açtığı sorunlar yığını (hava kirliliği, petrol rezervlerinin tükenmesi…) karşısında bulduğu yanıt, toplu taşımacılığa ağırlık verilmesi, kentlerin yeniden düzenlenmesi, yaşamın yavaşlatılması vb. değil, biyoyakıtla çalışan araçların geliştirilmesidir.
Böylelikle devasa tarım alanları, giderek kıtalar (Latin Amerika, Afrika) biyoyakıt üretiminde kullanılan bitkilerin (mısır, kanola vb.) monokültürüne tahsis edilirken, milyonlarca çiftçinin geçim temelleri yok edilmekte, açlık tehlikesi tetiklenmektedir… Geçim temellerini yitiren, açlık tehdidiyle karşı karşıya kalan kırsal nüfusun kentlere yığılması ya da gelişmiş kapitalist ülkelere kitlesel göçü ise, çarpık kentleşmeden yoksulluğa, sınırların militarizasyonundan ırkçılığın yükselişine yeni sorun yumaklarını yaratacaktır. Her birini çözme girişiminin, sistemi daha da sürdürülemez kılacağı iltihaplı sorunlar! Sistem, ilk evrelerindeki “yapıcı yıkıcılığını” çok gerilere bırakmış, kendini kurtarma yönündeki her hamlesi insanlığa büyük zarar veren kusursuz bir “yıkıcı yıkıcılığa” dönüşmüştür.
Bugünün “hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” retoriği, aslında, sistemin bütün hızıyla kayalara tosladığının alameti… Kapitalistler ve ideologları, su aldığını artık hiç kimseden gizleyemedikleri gemiyi yeniden yüzdürebilmek için çeşitli projeksiyonlar sürüyorlar piyasaya…
Denendi, bir ölçüde “yürüdüğü” de görüldü: Beyaz yakalıların çoğunun evden çalıştığı, hayatın on-line’a geçtiği, alışverişin dijital ortama aktarıldığı, milyonlarca öğrencinin “uzaktan eğitim”e geçtiği “yeni” bir çalışma ve yaşam modeli… Daha fazla teknoloji (ölü emek), daha az işçi (canlı emek). Ofislerin, ardiyelerin, fabrikaların, okulların, sokakların boşaldığı, insan faaliyetlerinin büyük bölümünün sanal ortama aktarıldığı “yeni hayat”… Patronların iştahını kabartıyor:
“Japonya’da bir üniversite Robot Avatlarla mezuniyet töreni gerçekleştirdi. Dünya üzerinde milyonlarca insan bir anda uzaktan çalışmaya geçip, normalde fiziksel olarak gerçekleşen toplantıları online olarak gerçekleştirmeye başladı. California merkezli girişim Nuro, sürücüsüz alışveriş teslimat araçları için rekor hızda DMV’den izin aldı ve test sürüşlerine başladı.
Belki farkında değiliz ama teknolojik bir devrim gerçekleşiyor. Pandemi sonrası da hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.”[5]
“İnovasyon”, “dijital ekonomi”, “e-ticaret”, “akıllı kentler”, “yapay zekâ”… toplumun “tuzu kuru” kesimlerini, ama özellikle de bu yolla işyeri kirası, elektrik, ısınma, bakım, servis, yemek vb. masraflardan kurtulmanın yanı sıra, çalışanların araya gelip patronların “sakıncalı” fikirleri paylaşması, “tehlikeli” eylemlere girişmesi riskini de bertaraf eden, patronları heyecanlandıran kavramlar.[6] Üretimin “ölü emeğe” yıkılarak “canlı emeğin” değersizleştirilmesi projesi…
Bir süre önce New York valisi Andrew Cuomo, Silicon Vadisi şirketleriyle birlikte New York’la ilgili yeni proje geliştirdiğini açıkladı. Apple’ıne eski CEO’su Eric Schmidt, eski vali Michel Bloomberg ve Melinda ve Bill Gates çifti tarafından desteklenen “proje”yi, Zizek, Naomi Klein’dan naklen şöyle betimliyor:
“Cuomo ve Schmidt ’COVID sonrası New York eyaletini şöyle hayal edin: teknoloji, sivil yaşamın her alanına kalıcı bir şekilde entegre edilecek” sözleriyle planı lanse ediyor. Naomi Klein bu ifadeyi “kalıcı olarak devam ettirilebilen ve son derece kârlı, kimsenin kimseyle fiziksel temas kurmadığı bir gelecek” olarak tercüme ediyor. Örneğin evden dışarı çıkarak harcamak isteyeceğiniz nakit para olmayacak. Her türlü mal ve hizmet internet üzerinden sipariş edilecek ve siparişleriniz evinize drone ile gönderilecek, “sonra bu teslimatın bilgisi ortak merkezi platformun ekranına düşecek’ ve sistem uzaklarda bir yerde ‘depolarda, veri merkezlerinde, içerik düzenleyici merkezlerde, montaj fabrikalarında, lityum madenlerinde, sanayi merkezlerinde, et işleyen fabrikalarda ve hapishanelerde çalışanları tetikleyecek.’”
Ve Zizek ekliyor: “Dilin ve konuşmanın olmadığı silikon bir dünyada yalıtılmış korunaklı kapsüllerin içine tıkılmış insanlar… Biz bu kapsüllerin içinde otururken sistemi işleten derebeylerimiz kazanmaya devam edecek. Bize görünmeyen daha başka milyonlarca insan da kan-ter içinde harıl harıl çalışmaya devam edecekler - nasıl karabasan ama?”[7]
“Olay”ın yalnızca New York’ta geçtiğini düşünüyorsanız yanılıyorsunuz! Örneğin MÜSİAD, yaklaşık 4500 kişinin (1000 aile) yaşayabileceği, ülkenin hayati sektörlerini barındıran, her türlü olağanüstü durumda üretimi devam ettirebilecek, kapılarını kapattığında kendine yeterli olabilecek, depolama ve sanitasyon olanaklarının yanı sıra, işçi konutları, eğitim kurumları, marketleri, PTT’si, tiyatro-sineması bulunan “izole üretim üsleri”ni devreye sokmaya başladı bile.[8] Kapalı devre işleyecek bu “izole üretim üsleri”nin kapısından hiçbir “idlal ve ifsad” (yoldan saptırma ve fesada yol açma) teşebbüsünün girmesine izin verilmeyeceğini kestirmek için kahin olmaya gerek yok. Toplumun bütününden izole edilmiş işçiler, sonsuza dek pürüzsüz döneceği tasavvuruyla kurulmuş bir düzenek içinde itaatkâr ve verimli, üretimi sürdüreceklerdir. Boş zamanlarını nasıl dolduracakları, çocuklarının okulda neler öğreneceği, hangi filmleri izleyecekleri, ne düşünecekleri MÜSİAD tarafından dikte edilerek…
Dediğim gibi, sömürü ve tahakküm düzenlerinde birilerinin “düş”ü, ötekilerin “karabasan”ıdır.
Patronların bu olabildiğince “emekçisizleştirilmiş” (daha doğru bir deyişle emekçiler gözlerden silinmiş), “arındırılmış/strelize” izolasyon dünyasından devşirecekleri tek kazanç, maliyetleri düşürmek değil, kuşkusuz. Aynı zamanda her bir bireyin dijital bir “büyük gözaltı”nda yaşayacağı bir gözetim toplumu kurmak.
Bunu fütürolog Yuval Noah Harari, Financial Times’da yayınlandığında çok tartışma yaratan yazısında betimliyor:
“Düşünce deneyi olarak şöyle bir şey hayal edin: 24 saat boyunca vatandaşlarının kalp atışlarını ve vücut ısılarını ölçmek isteyen bir hükümet bütün vatandaşlarına bu işe yarayacak bir bileklik takıyor. Sonuçlar da yine hükümetin oluşturduğu algoritmalar tarafından analiz ediliyor. Siz bile bilmeden bu veriler sizin hasta olup olmadığınızı bilirken aynı zamanda ne zaman, nerede olduğunuzu, kimlerle görüştüğünüzü de tespit edebilecek. Böyle bir sistem salgını birkaç gün içinde durdurabilir. Ne kadar muhteşem değil mi?
Olumsuz tarafı ise tabii ki inanılmaz bir gözetim mekanizmasına meşruiyet kazandıracak olması. Mesela CNN yerine FOX News bağlantısına tıklarsam siyasî düşüncemin yanı sıra kişiliğim ile ilgili de ne çıkarımlar yapılacaktır, kimbilir. Eğer kalp atış hızımı ve kan akışımı takip ederseniz aynı zamanda beni neyin sinirlendirdiğini ve güldürdüğünü de göreceksiniz.
Şunu hatırlamamız gerekir ki sinirlenme, eğlenme, âşık olma veya sıkılma gibi durumlar da tıpkı öksürme ve hasta olma gibi biyolojik olgulardır. Eğer bu gözetim mekanizmaları devam ederse hükümetler bizi bizden daha iyi tanıyacaklar. Duygularımızı tahmin edip onları manipüle ederek bize istedikleri malları ve siyasetçileri satabilecekler. Kuzey Kore’de bu sistemin 2030 yılında geçerli olduğunu varsayalım. Eğer “Büyük Lider”in konuşmasını dinlerken sinirlenirseniz, akıbetiniz malûm.
Elbette ki biyometrik gözetlemeyi yalnızca acil durum zamanlarında kullanılan bir önlem olarak da kurgulayabilirsiniz. Ancak ya her zaman bir acil durum olma riski ile yaşamaya başlarsak ne olacak?”[9]
Harari’nin “otoriter/totaliter toplumlar için kurguladığı (meşhur “Çin modeli”) ama “demokratik” toplumlara da sirayet etmesinden kaygılandığı bu distopyanın, artık kadükleşmiş “otoriter/ totaliter-demokratik” ikileminin ötesinde, tüm bir kapitalist dünya için yeni bir “cennet” projeksiyonu olduğuna kuşku yok. “İşçisizleştirilmiş üretim / gözetim altındaki toplum…” Meraklısı, “MÜSİAD Davos”u olarak niteleyebileceğimiz MÜSİAD-Vizyoner zirvelerinin tartışma başlıklarına bir göz atabilir.[10]
Emek cephesi, muhalifler arasındaysa, pandeminin kapitalizmin sürdürülemezliğini, başta sağlık sistemi olmak üzere kâra dayalı mantığının insan yaşamını nasıl hiçe saydığını açığa çıkardığını öne sürüp, “hiçbirşey eskisi gibi olmayacak”ı kapitalist olmayan ya da “sürdürülebilir” (deyim yerindeyse “light”) bir kapitalizme dayalı, doğayla barışık, dayanışmacı bir toplum modelini mümkün kıldığı şeklinde yorumlamayı yeğleyenler var.
Kapitalizmin herhangi bir kisveyle sürdürülebileceği varsayımı, hiç kuşku yok ki, müflis bir yaklaşımdır. Yeryüzünü “izole üretim birimlerine hapsedilmiş işçiler/ üreticiler” ile “evlerinde tecrit edilmiş dijital tüketiciler” olarak örgütlemeye heves eden bir tasarımın dağarcığında, “insan” diye bir kaygının bulunmadığı, açıktır. “Üretim”i dijitalize etme, emekçi sayısını asgarileştirme, her şeyi “akıllı”laştırarak üretim ve dağıtım süreçlerinde insan müdahalesini olabildiğince sınırlandırma, devasa bir perakende sektörünü (bakkal, manav, kırtasiyeci, tuhafiyeci, berber, nalbur, tesisatçı, terzi…) yok etmeye yönelik Endüstri 4.0 güzellemeleri, kapitalistlerin elinde, nüfusun büyük kesimlerinin marjinalleşmesi ve “a(r)tık nüfus”a dönüşmesinden öte bir anlam taşımaz. Bu tasarımın, milyonlarca, milyarlarca işsizleşmiş işçinin, esnafın, köylünün, küçük tüccarın geçimini nasıl sağlayabileceğine dair bir tasarımı, bir yanıtı ya da bir yanıt verme iradesi/niyeti yoktur.
Bereket, artık söylenecek yalan kalmadığını, “evde kal/hayat eve sığar/ sosyal mesafeyi koruyalım” talkınının sisi pusu dağılmaya yüz tuttuğunda, “sosyal-mesafeyi-koruma-şansı-olmayanlar” sokaklara dökülerek aşikar etti. Varoşlara sıkıştırılmış yaşamlara mahkûm kılınmışlardı, işsizdiler ya da sefalet ücretli, kırılgan işlerde çalışıyorlardı, yoksuldular, dışlanmışlardı, kriminalize edilmişlerdi, cezaevlerini dolduruyor, sokak ortasında polis vahşetinin hedefi oluyor, nefes alamıyorlardı. Bir kez daha başkaldırdılar. “Biz varız!” diye haykırıyorlar, Minneapolis, New York, Londra, Paris, Brüksel, Beyrut sokaklarında…
Onlar sistemin efendilerinin hayallerini süsleyen “kapsül-içi” on-line yaşama, kredi kartlarının limiti kadar prestij sahibi olmaya, biyometrik kayıtlarının devlet ya da şirketlerin eli altında olmasına, “akıllı kentler”de 7/24 gözetim altında tutulmaya, kısacası “Endüstri 4.0” bir yaşama razı değiller.
Nasıl bir yaşam düşledikleri, kavgalarında şekillenecek. Tıpkı geleceğin onların elinde şekilleneceği gibi…
 
10 Haziran 2020 18:20:49, İstanbul.
 
N O T L A R
[1] Önsöz Dergisi, No:45, Yaz 2020...
[2] Victor Hugo.
[3] Rob Wallace, Alex Liebman, Luis Fernando Chaves ve Rodrick Wallace, Monthly Review’da yer alan makalelerinde (“Covid-19 ve sermayenin çevrimleri”, çev.: Gamze Boztepe, https://sendika63.org/2020/04/ covid-19-ve-sermayenin-cevrimleri-rob-wallace-alex-liebman-luis-fernando-chaves-ve-rodrick-wallace-584354/) soruyorlar: “Yabani gıda pazarının tipik oryantalizm içinde tanımlanması dışında, en belirgin sorular üzerinde çok az çaba harcanmıştır. Egzotik gıda sektörü, Vuhan’ın en büyük pazarındaki daha geleneksel çiftlik hayvanlarıyla birlikte mallarını satabileceği bir konuma nasıl ulaştı? Hayvanlar bir kamyonun arkasında ya da sokak arasında satılmıyordu. İlgili izinleri ve ödemeleri (ve bunların deregülasyonunu) hesaba katın. Yabani gıda, su ürünlerinin hayli ötesinde, dünya çapında giderek daha resmi hale getirilmiş bir sektördür ve sanayi üretimini destekleyen kaynaklar aracılığıyla sürekli olarak sermayeleştirilmiştir. Hiçbir yer çıktının büyüklüğünün yakınına bile yaklaşmasa da ayrım artık daha belirsizdir.
Örtüşen ekonomik coğrafya, Vuhan pazarından, virüsü bulunduran el değmemiş bir bölgenin kenarını çevreleyen operasyonlarla egzotik ve geleneksel yiyeceklerin yetiştirildiği art bölgelere kadar uzanır. Endüstriyel üretim ormanın sonlarına tecavüz ederken, yabani gıda operasyonlarının lezzetli gıdalarını yetiştirmek veya son kalanları yağmalamak için daha ötelere müdahale etmesi gerekir. Sonuç olarak, en egzotik patojenler, bu olayda yarasa tarafından barındırılan SARS-2, dünya sahnesine çıkmadan önce, ister gıda hayvanlarında ister onlara bakan işgücünün bünyesinde olsun, uzayıp giden bir kent çevresinin bir ucundan diğer ucuna doğrultulmuş bir av tüfeğine, yani bir kamyona doğru yol alır.”  Ve ekliyor, Marx21’den Yaak Pabst ile söyleşisinde Rob Wallace: “Küresel olarak ve Çin’de, yabani gıda ekonomik bir sektör olarak daha resmi hale geliyor. Ancak endüstriyel tarımla ilişkisi sadece aynı para çantasını paylaşmanın ötesine uzanıyor. Endüstriyel üretim (domuz, kümes hayvanları ve benzerleri) balta girmemiş ormanlara doğru genişledikçe, yabani gıda işleticilerine kaynak popülasyonları için ormanda daha fazla tarama yapmaları konusunda baskı yapıyor, Covid-19 dahil olmak üzere yeni patojenlerle arabağlarını ve onların yayılmasını arttırıyor.” (Yaak Pabst, “Rob Wallace’la söyleşi, Kapitalist Tarım ve Covid-19: Ölümcül Bir Kombinasyon”, çev.: Gamze Boztepe, https://sendika63.org/2020/03/rob-wallacela-soylesi-kapitalist-tarim-ve-covid-19-olumcul-bir-kombinasyon-yaak-pabst-580114/)
[4] “World’s billionaires have more wealth than 4.6 billion people”, Oxfam basın bülteni, 20 Ocak 2020, https://www.oxfam.org/en/press-releases/worlds-billionaires-have-more-wealth-46-billion-people.
[5] “Pandemi sonrası teknoloji trendleri-bireysel interaktif online eğitim”  https://tezgahcilar.com/egitim/ pandemi-sonrasi-teknoloji-trendleri-bireysel-interaktif-online-egitim/
[6] “Satış işi yapan firmalar ofisleri kapatmaya başladılar. Çalışanları takip cihazıyla izleriz kafası var. Örneğin müşteri ziyaretine gittiğinizde telefondaki bir uygulamaya girip check-in yapıyorsun. Günde kaç ziyaret yaptığın, arabayla nerelerde dolaştığın takip ediliyor. Evinde internetin var mı, masan-sandalyen var mı diye soran yok zaten. İşveren ofis masrafından kurtulduğuna bakıyor. Çalışanlar birbirini göremediğinden sosyalleşemiyor da. Gerekli-gereksiz yapılan online toplantıları hiç söylemiyorum… Home Office bana başta özgürlük gibi geliyordu. Ama anladım ki köleleştirmenin bir başka şekliymiş.” “Homehapis” hashtag’iyle bu paylaşımı yapan Genba isimli kullanıcının (https://twitter.com/mumiabiz/status/1270606259121774594) bu kavramların çalışanlar için hiç de “heyecan verici” olmadığına tanıklık ediyor!
[7] Slavoj Zizek, “Schmidt-Cuomo projesi bizi doğru Matrix’e götürüyor”, https://sendika63.org/2020/05/schmidt-cuomo-projesi-bizi-dogru-matrixe-goturuyor-slavoj-zizek-587419/
[8] Handan Sema Ceylan, “İzole ‘üretim üsleri’ geliyor”, Dünya,12 Mayıs 2020, https://www.dunya.com/ekonomi/izole-uretim-usleri-geliyor-haberi-470052.
[9] Okan Yücel, “Yuval Noah Harari’nin FT yazısı: Koronavirüs sonrası dünyaya totaliter gözetleme rejimleri mi, yoksa küresel dayanışma mı hâkim olacak?”, Medyascope, 25 Mart 2020, https://medyascope.tv/2020/03/25/yuval-noah-harari-koronavirus-sonrasi-dunyaya-totaliter-gozetleme-rejimleri-mi-yoksa-kuresel-dayanisma-mi-hakim-olacak/
[10] Bir örnek için bkz. http://www.musiadvizyoner.org/Program/index.html.

 

4914

Comment form

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantıya çevrilir.
  • Satırlar ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

Sibel Özbudun

1956 yılında,İstanbul'da doğdu. Üsküdar Amerikan Kız Lisesi'nden mezun olduktan sonra, Fransa'ya giderek, üç yıl süresince Fransa'da dil ve Paris VII ve Paris X Üniversitelerinde sosyoloji öğrenimi gördü. Türkiye'ye döndükten sonra,İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Antropoloji Bölümü'ne girdi. Mezun oldu. Uzun süre yayıncılık (Havass ve Süreç Yayınları) ve çevirmenlik yapan Özbudun;

 

1993 yılında, Hacettepe Üniversitesi Antropoloji Bölümü'nde yüksek lisans eğitimi görmeye başladı. 1995 yılında,aynı bölümde araştırma görevlisi oldu. Doktorasınıda aynı üniversitede verdi. İngilizce, Fransızca ve İspanyolca bilen Özbudun'un çok sayıda çevirive telif eseri bulunmaktadır.

     Blog

 

sozbudun@hotmail.com

Sibel Özbudun

ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de  aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)

Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)

Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?

Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?

Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.

SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..

“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”

“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)

7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.

İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor

Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.

Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.

3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?

Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.

Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)

Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.

Emperyalizm Üzerine Notlar-7

Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler

Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve  bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde  emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.

Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek

Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.

Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi

Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)

Sayfalar