Kırk Katır Yerine Kırk Satır Ya Da Sosyalizm! (Arif Alıç)

Burjuva kesimlerde, özellikle de Erdoğan iktidarına karşı çıkan burjuva liberaller içinde, sistemin niteliği ile ilgili olmayıp, sistemin biçimsel yönüyle ilgili bir tartışma sürmektedir.
Başını CHP’nin çektiği burjuva muhalefet partilerinin de sorunu, tekelci kapitalist devletin korunması ve sadece hükümetin değişmesi yönündedir. Devletin temellerine yönelik saldırılara, iktidarı ve muhalefetiyle bütün tekelci burjuva partileri karşıdır.
Durum böyle olunca, kimi burjuva liberaller, muhalefeti “muhalefet yapmamakla” eleştiriyor, kızıyor ve sitem ediyorlar. Türk burjuva muhalefetten “demokratik” bir yönelim beklemek, bu muhalefetin niteliğini yanlış analiz etmenin yanında, özellikle de işçi sınıfı ve emekçiler lehine bir siyaset beklemek, eşyanın, yani burjuva muhalefetin sınıfsal karakterine terstir.
Kendilerini “demokrat” olarak adlandıran burjuva liberallerin esas unuttukları nokta, daha doğrusu bilipte söylemek istemedikleri, görmezden geldikleri sorun, sınıfsallıktır. Devletin sınıfsal bir niteliği olduğu, sadece kapitalist sınıfların hizmetinde olduğu, ve devletin tüm kurumlarının bütün kanun ve yasalarının bir avuç burjuvazinin çıkarları doğrultusunda oluşturulduğu ve çalıştığı, yasaların yine devlete egemen olan bir avuç tekelci burjuvazi için şekillendirildiği gerçeğini bilmelerine karşın, bunu kitlelerden gizleme sahtekarlığıdır.
TC’nin yaklaşık yüz yıllık tarihi, burjuva anlamda demokrasi uygulamalarının öne çıktığı tarihi değil, faşizmin ve hemen hemen her dönem baskı ve zulmün öne çıktığı bir tarihtir.
Devletin burjuva demokrasisi ya da faşizmle yönetilmesinden tutunda, ekonomik işleyiş, ekonomik ve siyasi krizler, askeri darbeler, ulusal sorunlar, dinin öne çıkarılması, milliyetçilik, sosyal şovenizm, Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarının yok sayılması, zoraki asimilasyon politikaları, kitleler üzerindeki baskılar, işçi sınıfının sömürülmesi, azınlık milliyetler üzerindeki kırımlar, komünist ve devrimci demokratlar üzerindeki kıyımlar, hayat pahalılığı, işsizlik, adaletsizlik, demokratik hak ve özgürlüklerin yok edilmesi ya da kıstlanması vb. vb. devletin kapitalist niteliğinden kaynaklanmaktadır.
Böylesi bir devlet, işçi sınıfı ve emekçilerin devleti değil, bir avuç tekelci burjuvazinin devletidir. Devlet içindeki çatışmalar, çelişmeler ve iktidar-muhalefet ilişkisi de, devletin olanaklarından yararlanma üzerinde temellenmiştir. Ancak, iktidar ve muhalefet ilişkisi, aynı sınıf içindeki bir ilişkidir. Ve bunların temel argümanları ve yükümlü oldukları sınıfsal görev; kapitalist devletin devamı için işçi sınıfı ve emekçilerin sömürülmesi, baskı altında tutularak yönetilmesinin devamını sağlamak üzerine kuruludur.
Devletin baskıcı, faşist ya da burjuva demokrasisi ile yönetilmesi ise, tekelci burjuvazinin içinde bulunduğu ekonomik ve siyasi durumdan ayrı değildir. Tekelci burjuvazi, ihtiyaçlarına göre, devleti yönetme biçimlerinden birinden birini seçreler. Özellikle baskıcı rejimleri önleyecek olan kitlelerin mücadelesidir. Kitle mücadelelerinin gerilediği süreçlerde baskıcı biçimler daha bir öne çıkar.
Son günlerde “Erdoğan sonrası Türkiye” üzerine tartışmalar yapılmaktadır. Özellikle, tekelci burjuvazinin örgütü TÜSİAD’ın 19 Ekim 2021’de yaptığı toplantı ve toplantıda kamuoyuna verilen mesajlar sonrası, bu tartışmalar daha da yoğunlaşmış durumdadır.
Erdoğan sonrası görev, CHP önderliğinde bu partiyle ittifak kuran diğer burjuva partilere verilmiş gözüküyor. Özellikle CHP genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun “helalleşmek” videosunda söyledikleri üzerine bolca yorumlar yapılmaktadır. CHP’nin bir görevi de; kitlelerin tepkisinin burjuva muhalefetin kontrolü dışına çıkmasını önlemek ve mümkünse sessiz kalmalarını sağlamak. “Sandığı bekleyin” diyerek sus pus oturmalarını istemeleri bundandır. Ancak, kitlelerin bu gerici vaatleri dinleyecek halleri kalmamıştır. Kitlelerin artan protestolarıyla sokaklar giderek ısınacaktır.
Faşist bir diktatörlük altında tüm özgürlüklerini kaybetmiş ve ağır ekonomik bunalım altında olan kitlelerin burjuva liberal içerikli söylemler ve vaatlere bile susamış oldukları bir gerçek iken, liberaller tarafından, “şere karşı ehven-i şerin” ya da “kırk katır” yerine “kırk satır” politikası daha makbul olduğu propagandası yapılıyor. Özellikle küçük burjuva demokrat kesimler ile liberal kesimler, Kılıçdaroğlu’nun bu çıkışına destek veriyorlar. Ve kitlelere, burjuva muhalefetin en gerici söylemlerini bile kabul etmelerini salık veriyorlar.
Burjuvazi, ekonomik ve siyasal olarak çıkmazlara girdiğinde, siyasal krizin derinleştiğinde, işçi sınıfı ve emekçilerin tepkilerinin yükselme potansiyelinin arttığı süreçlerde, ortaya bir kurtarıcı “Karaoğlan” sürmekte oldukça yeteneklidir. Ancak, dünün “Karaoğlanı”nı yaratan –iç ve dış- nesnel koşullar ile günümüzün nesnel koşulları aynı değildir. Aynı burjuva reformist argümanların, burjuvazi açısından, bugün söylemde dahi kabul edilmesinin koşulları yoktur.
“Eğer iktidar olursa”, bu ülkenin “makus talihi”ni CHP başkanı Kılıçdaroğlu değiştirebilecek mi? Yoksa, kırk satır politikası yerine kırk katır politikasını mı uygulayabilecek! Komünistler açısından bunun cevabı net. Bu ülkenin “makus talihi”nin belirleyen; başta CHP ve diğer burjuva muhalefet ve hükümette olanıyla bütün burjuva partiler başta olmak üzere, kararlı bir şekilde savundukları kapitalist sistemin ta kendisidir.
Kılıçdaroğlu’nun “helaleşme”den kastetikleri;
Roboski, Ahmet Kaya, Ali İsmail Korkmaz, esasta sahtekarca bir çıkış ve gerçekliği olmayan bir söylemdir. CHP’nin yüzyıllık tarihi bu söylemlerin inkarıdır. Sadece son yirmi yıllık tarihi ve AKP’e verdiği destek nedeniyle bile, bu söylemlerin gerçeklikle bir ilişkisi olmadığını tanıtlamaya yeter. Kürt ulusunun demokratik hakları önünde en büyük engellerden biri CHP’dir. Kürt ulusal düşmanlığı konusunda CHP, diğer tüm burjuva partilerinden geride bırakır denebilir. Bu konuda “sağ” olarak bilinen gerici ve faşist tüm burjuva partilerinden daha “ari Türkcüdür.” HDP milletvekillerini ve tüm Kürt il ve ilçelerindeki belediye başkanlarını hapise attılmasında oyu ve onayı olan bir partinin, “Kandili yerle bir edeceğim” diye ırkçı-milliyetçi öfeksini kusan bir anlayışın Roboski ile helalleşmesi söz konusu olamaz.
“Millet İttifakı” içinde yer alan partiler gözönüne alınınca, hiç birinin iktidardaki partilerden pek farkları olmadıkları net olarak görülebilir. Bunların bir kısmı bu iktidarın bakanlığını ve başbakanlığını yapmışlarken, bir kısmı da 1990’ların “faili meçhul cinayetler” döneminin içişleri bakanlığını yapmış faşist nitelikli unsurlardır. Böylesi bir “ittifaklar” topluluğundan “demokrasi” beklemek, saflık değilse sahtekarlık ve riyakarlıktır.
TC tarihi incelendiğinde, hatta çok eskilere değil, yakın bir tarihe, 1990’lara kadar gittiğimiz de; o zaman başbakan olan S. Demirel, 1992 yılında “Kürt realitesini tanıyoruz” demişti.
16 Aralık 1999 yılında ise Mesut Yılmaz, başbakan yardımcısı olarak: “AB yolu Diyarbakır’dan geçer” demişti. Bu her iki burjuva siyasetçisi, bu “nutuklarını” Diyarbakır’a gittiklerinde atmışlardı.
Demirel’in “Kürt realitesini tanıyoruz” dediği süreç; büyük bir çoğunluğu Kürt yurtseverleri olmak üzere devrimci ve komünistlere yönelik cinayetlerin[1] artığı bir süreçti.
PKK’yı “terörist örgüt” gören AB[2] yolunun Diyarbakır’dan geçmediği çok açık olmasına karşın, ama, asgari normlarda bir burjuva demokrasisinin yolunun Diyarbakır’dan geçtği rahatlıkla söylenebilir. Kürt ulusunun ulusal demokratik hakları bıurjuva demokrasisi sınırları içindedir. Ne var ki, sosyalist devrimlerin gündeme gelmesiyle, burjuvazi bu “olumlu” yanını terk etmiş ve daha da gericileşmiştir. Ezilen uluslar bağlamında Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkının gerçek anlamda gerçekleşmesi ve çözümü işçi sınıfı önderliğinde devrimlere devredilmiştir.
İşçi sınıfının iktidarı ve muhalefeti olmak üzere burjuvaziyle helalleşmesi söz konusu olamaz. Helalleşmek sınıfsal olarak uzlaşmak demektir. Çıkarları birbirine zıt iki karşıt sınıfın sınıfsal uzalaşması olası değildir. Burjuvazi ancak kendi içinde helalaleşebilir. Ve bunu sık sık yapıyorlarda. Kılıçdaroğlu’nun “helalleşmek” dediği şeyin özüde; 20 yıllık AKP iktidarından hesap sorulmayacağıdır. Belki bir kaç tetikçi ya da öne çıkmış bazı yolsuzluklar mahkemelere taşınabilecek, ötesi ise asla gündeme dahi getirilmeyecektir. Eğer yoğun ve ısraralı (Şili ve Arjantin’de olduğu gibi) bir kitle mücadelesi ve baskısı olmazsa, burjuvazi, bütün yolsuzlukların ve burjuva anayasasının ihlal edilmiş olmasını dahi gündeme getirmeyecektir. Çünkü, devlete egemen olan Tekelci burjuvazinin buna gereksinimi vardı. Ve bunları hep birlikte isteyerek ve bilerek yaptılar.
Faşist rejime karşı burjuva demokrasinin kırıntılarının olduğu bir rejim elbette daha yeğdir. Ama hepsi bu değil. İşçi sınıfı ve emekçilerin burjuva diktatörlüğü altında faşizm ya da burjuva demokrasisinden başka tercihleri var. İşçi sınıfı, faşizm ya da burjuva demokrasisinden birini tercih etmek zorunda değildir. İşçi sınıfının kurtuluşu, faşizm karşısında burjuva demokrasinin kırıntılarında değildir.
İşçi sınıfı, burjuva muhalefetin peşine takılamaz. İşçi sınına ölümü gösterip sıtmaya razı eden burjuva muhalefetin politikasına sert bir şekilde karşı çıkılmalı ve teşhir eddilmelidir. Özellikle burjuva liberal ve “sol” liberal küçük burjuvazinin “başka seçenek yoktur” diyerek, kitleleri burjuva muhalefetin peşine takma politikası teşhir ve red edilmelidir.
İşçi sınıfı ve emekçiler, helalleşmek değil, hesap sormak zorundadır. Bu da, ancak işçi sınıfının sosyalist devrimden çıkarı olan tüm halkı kendi safında toplayarak, burjuva sistemini yıkıp sosyalist iktidarı kurmasıyla olasıdır. ***
[1] Bu süreçte, tahmini olarak, toplamda 17 bin cinayetin devlet kontrolünde işlendiği ve bunun adına ise “faali meçhul” damgasının yapıştırıldığı biliniyor.
[2] Aynı AB, Suriye’de Esat rejimine, Libya’da Kaddafi rejmine karşı savaşan paramiliter faşist cihatçı örgütlenmeleri “terörist” görmüyordu.
Son Haberler
Sayfalar

ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)

Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)
Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?

Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?
Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.

SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..
“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”

“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)
7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.

İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor
Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.
Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.

3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?
Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.

Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)
Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.

Emperyalizm Üzerine Notlar-7
„Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler
Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.

Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek
Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.

Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi
Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)