Koşulları ve an’ı değerlendirmek olarak POLİTİKA (1)
Politikanın ne’liği üzerinde netleşmek, komünistler açısından kendini pratik mücadelede var etmenin en önemli unsuru olan politik tavır konusunda ön açıcı olacaktır. Bu eksende, tartışmalar yürütmek, konuyu güncel tutmak ve pratiğe yansıtmak her daim güncel bir mesele olarak kalacaktır. Çünkü, politik varoluşsallık, sürekli üretilmek zorunda olan bir durumdur.
Politika kavramı ideoloji ve örgüt ile birlikte kullanılır çoğu zaman. Bir bütünselliğin ifadesi olarak bu tarzda ifadelendirme önem taşısa da, özellikle ideoloji/teori ve politikanın birbirinin yerine kullanılmasının veya birbirleri üzerinde belirleme ilişkisi varmış gibi ele alınmasının önünü açtığı için sakıncalı yanları vardır. Bu kavramların ve ifade ettiklerinin özerklikleri netlikle kavranmadığında ya politikanın tamamen ideolojikleştirilmesiyle ya da tersi bir durumla ideolojilerin “büyük anlatılar” olarak mahkum edilmesiyle karşı karşıya kalırız. Bunların her ikisi de hem Türkiye Devrimci Hareketi’nde hem de uluslararası komünist harekette yaşanmaktadır. Politika ideolojikeştirildiğinde, an’a, konjonktüre kör ve sağır kalınır. İdeolojinin katılığı içerisinde hareket edilemez hale gelinerek, geçip giden fırsatların arkasından bakılır. İdeolojik duruşyok sayıldığında ise tutarsız, uzlaşmacı, sınıf niteliğinden uzaklaşılan bir duruma gelinir. İdeoloji-teori ve politikanın birbirine doğrudan etki ve müdahale koşulu olmayan farklı düzlemlerde olduğu göz ardı edilmeden bir bütünsellik içinde anlaşılması MLM niteliğinin, politik mücadele ortaya konulmasını sağlar.
Biz “Politika nedir?” ve “Nasıl yapılır?” sorusuna daha çok politika konusunda bize büyük miras bırakan Lenin’den faydalanarak yanıt vermeye çalışalım. Şunu da özellikle belirtelim ki, Mao’nun devrimci politikayı üretişi, bunu hem devrim öncesinde hem de sonrasında özellikle Büyük Proleter Devrimde kitleleri devlete ve partiye karşı harekete geçirerek yaptırması meselesi üzerinde tekrar daha ayrıntılı durmaya ihtiyaç vardır. Bunun yapılması zorunlu olan başka bir çalışmanın konusu olduğunu vurgulayalım. Politika, komünistler için güç dengelerini hesaba katarak, mevcut koşulları ve an’ı doğru bir şekilde değerlendirerek kendi önderliğini güçlendirmek, hegemonyasını genişletmek ve iktidarı zayıflatmak/yıkmak için alınan kararlar ve bunların uygulanışıdır.
Alınan politik tavırlarla, geniş ezilen kitlelerin kazanılması, egemenler arası çelişkilerin derinleştirilmesi, egemen klikler arası çatışmaların ezilenler lehine fırsata dönüştürülmesi, düşmanın zayıflatılması ve iktidarın ele geçirilmesi temel amaç olmaktadır. Doğru politik tavır, zayıf bir gücün, kitleleri arkasına alarak iktidarı ele geçirmesine olanak sunar. Açıktır ki, politika sanatı gerillacılık ile benzer yönler taşımaktadır. Objektif ve subjektif durumu, mevcut coğrafyayı ve daha pek çok unsuru dikkate alarak, güçlerini birleştirerek veya dağıtarak, uygun koşulu kaçırmayarak düşmana vurma, gerektiğinde geri çekilme, gerektiğinde saldırma, farklı askeri taktikler kullanma, kitleleri savaş içerisinde eğitme olarak bazı belirleyenlerini sıralayabileceğimiz gerillacılık ile benzeşmektedir. Aslında politika, “yönetime karşı savaş ilanıdır.” (Lenin) Bu da politikanın ancak çelişkinin yoğun olduğu, itirazın yükseldiği, “ezilen” olarak bu durumunu kabul etmeyen sınıf ve kesimler üzerinden yükselebilme nedenini açıklar. Çünkü “yönetime karşı savaş ilanı” demek, yönetimin yüzünü baskı, katliam, tutuklama vb. şekillerde daha açıktan göstermesi demektir ki, bunun karşısında ancak “savaşçı bir parti” ve bu parti öncülüğünde savaşmayı kabul eden kitlelerle durulabilir. Politikanın an ve koşullara bağlılığı öngörülemezliğini getirir. Dolayısıyla komünist partinin politik araçlar konusunda önceden elini kolunu bağlamaması, legal/illegal, barışçıl/silahlı her türlü aracı kullanabilmeye açık olması ve bu araçları ustalıkla, birbirlerinin yerine geçirerek veya birlikte kullanabilmesi temel bir mesele olmaktadır. Bunu başaramayan bir parti, devrime önderlik edemez. An ve koşullar değiştikten sonra değerlendirmeler yapmak veya zamanında doğru değerlendirme yapılsa bile bunu hayata geçirmede atıl kalmak, militan bir yapıya ve kararlılığa, birlikte hareket etme gücüne sahip olamamak, politik fırsatların kaçırılmasına, sürecin gerisine düşülmesine yol açacaktır. Elbette ki, çeşitli nedenlerle komünist partilerde yanlış politik kararlar alınabilir. Hata yapmamanın tek koşulu, hareketsiz olmak, canlılık emaresi göstermemektir. Politikada önemli olan, çok büyük hatalar yapılmaması ve yapılan hataların hızlı bir şekilde düzeltilmesidir. Yani hatalara karşı dürüst olmak ve partiye, halka, mücadeleye daha fazla zarar vermemek için müdahalelerde bulunmaktır. Bu sağlam, kararlı bir savaşçı parti için zorunluluktur. Hızlılık, yani zamanında müdahale etmek, hem politik varoluşsallık için hem de partinin kitleler nezdindeki yeri için önemlidir. Zamanı geçtikten sonra yapılan müdahaleler, çözüm yaratabilmekten uzak bir nitelik taşımaktadır çoğu zaman.
Politik öngörüsüzlük, mücadelede geri kalma nedenidir!
Türkiye Devrimci Hareketi’nin politik öngörüsüzlük, yanlışlık vs. şeklinde değerlendirilebilecek pek çok pratiği/pratiksizliği mevcuttur. Denilebilir ki TDH’nin kitlelerden kopukluğu gün geçtikçe daha açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Bunun tek nedeni politik üretimsizlik değildir. Halkın çelişkilerine, kültürüne, yaşamına olan uzaklık, ideolojik yabancılık kadar TDH’nin teorik yetersizlikleri ve örgütlenme anlayışı da bu kopuklukta önemli etkenlerdir. İdeolojik-politik ve örgütsel olarak kendini tamamlanmış görmek TDH’nin en büyük handikapıdır. Eksikliklerin kabul edildiği anlarda ise bu palyatif (geçiştirici) tarzda, teknik meselelere bağlanarak veya bazı kadrolara bağlanarak işin içinden “sıyrılınmaktadır”. Bu tarzda sorunları kangrenleştirmektedir.
Devletin, Kürt hareketiyle yürüttüğü “çözüm” sürecinin 2015’te bitirilişi sonrasında başlayan “savaş konsepti”ndeki durum, en yakın politik gelişmelerden biri olarak ele alınabilir. Burada ne savaş karşıtı kitleyi bir araya getirebilecek ne de devletin saldırılarına karşı konulabilecek bir politika geliştirilebilmiştir. “Çözüm” süreci boyunca Kürt Ulusal Hareketi “devlete güven olmaz” denilerek üst perdeden uyarılmasına rağmen, ortaya çıkan savaş gerçekliğine de hazır olan tek yapının yine KUH olması manidardır. Çözümlemeler yapmakta bu kadar mahir olunup, pratik adım atılamaması politikada var olabilmenin en temel kıstasının yerine getirilemediğini gösterir. Lenin “patlama ve boşalma anlarında örgüt yaratmak için çok geçtir; böyle bir örgüt, anında faaliyete geçebilmek için hazır bulunmalıdır.” (S.E., c. 2, s. 28, İnter Yayınları) şeklinde uyarmaktadır bizi. Politikanın belirlenmesi ve yaşama geçirilmesinin en önemli halkası, merkezileşmiş bir devrimciler örgütüdür. Görece sakin geçen dönemde, partinin illegal ve silahlı hazırlıkları yoğunlaştırılmalıyken, kitleler içerisinde çok daha geniş ve yaygın örgütlenmeler için legal olanakların kullanılmasında daha etkin olunmalıyken, partinin illegal örgütünün sağlamlaştırılması gerekirken; savaş süreci başladığında tam da Lenin’in dediği gibi “çok geç” kaldığımız bir döneme girmiş olduk. Elbette ki bu “büyük hata” fark edilir edilmez an ve koşulların ortaya çıkardığı seçeneklere yoğunlaşılmalıydı. Bu kapsamda hem askeri hem politik olarak ortak düşmana karşı ortak savaşımı büyütmenin aracı olan HBDH önemliydi. Hem gelişen özyönetim direnişlerine aktif katılım hem de batıda bu oluşum aracılığıyla geliştirilebilecek askeri seçenekler, doğru bir politik kavrayışla, öngörüyle yapılabilecek hamlelerdi. Bu yönelim hem parti içinden hem de kitlelerden destek bulmasına rağmen, bir komünist parti için kabul edilemez yol ve yöntemlerle engellenememiş olsa da geriletilmiş ve kolektifin bu süreçte etkisiz kalmasına yol açılmıştır.
Politika üretimindeki yetersizliklerin önemli bir kısmı “koşullar ve an” vurgusunun yeterince anlaşılamaması ve bu kavramların tarihsel ilerlemeci tarzda yorumlanmasıyla ilgilidir. Tarihin doğrusal bir tarzda, hep belirlenebilir olarak, düzenli bir şekilde ileriye doğru aktığını düşünen bu yaklaşım, karşısına “sürprizlerin” çıkacağını pek varsaymaz. “Sürpriz” olarak yorumlanabilecek bir gelişme yaşandığında da, tıpkı Kautsky’nin Rus devrimini erken doğuma benzetmesinde olduğu gibi bunu bir “hata”, bir “sapma” olarak görür. Bu anlayış, var olan durum içerisinde ezilen sınıflar için ortaya çıkan/çıkabilecek fırsatları yakalayıp, değerlendirebilmekten aciz kalır. Toplumsal gelişmelerin kaosu, karmaşıklığı anlaşılamadığı için, yapılan “bilimsel” belirlemelerin olduğu gibi karşılığı pratikte de aranır. Bunun en büyük sakıncalarından biri devrimci politikanın ezilen kitlelerin durumundan rahatsız olan, durumuna itiraz eden kesimlerini öncelikli kapsaması gerektiğinin “unutulmasıdır.” Bu önemli bir sorundur ve reformistliğe, revizyonistleşmeye kapı açmaktadır. Çünkü, bilimsel olarak artı-değerine el konularak sömürülenler veya türlü şekilde ezilen bazı kesimler, sistemle olan ideolojik evren ortaklığı nedeniyle, durumlarını sürdürülebilir görüp, itiraz etmeyebilirler. O “an” isyan eden, itiraz eden varsa da bilimsel değerlendirmelere, beklenenlere uymadığı için ya ona “sınıfsal” değil denilerek kayıtsız kalınır veya belli kalıplara sokularak bilimin emrettiği “özneler” haline getirilirler(!) Veya bir kenarda, o bekledikleri sınıfın özneleşebilmesi için, bir türlü sonu gelmeyen aydınlatma, eğitme, kendi için sınıf haline getirme çalışmaları yaparlar. Ömür biter ama bu aydınlatma çalışmaları bitmez! Bu Marks ve Engels’in Alman İdeolojisi’nde Genç Hegelcilere yönelik getirdiği eleştirileri akla getiriyor. Genç Hegelciler, “Tanrı” öznesi yerine “insan” öznesinin fikirlerinin beyinlere yerleştirilmesinden bahsediyorlardı. İnsanları, tanrı fikrinin yarattığı ve “boyunduruğu altında ezildikleri kuruntulardan, fikirlerden, dogmalardan, hayali yaratıklardan kurtaralım” diyorlardı. “Fikirlerin egemenliğine karşı başkaldıralım... insanlara bu yanılsamaları değiştirip, yerine insan özüne uygun düşen düşünceler koymayı öğretelim... bu yanılsamalara karşı eleştirici bir tutum almayı öğretelim... bunları kafalarından çıkarıp atmalarını öğretelim diyor ve -bugünkü gerçekliğin böyle çökeceğini iddia ediyorlar.” (Marks/Engels, Alman İdeolojisi [Feuerbach], s. 29-30, 1992)
Marks ve Engels, Genç Hegelcilere “kendilerini kurt sanan koyunlar” diyordu. Gerçekliğin, kafalara yeni düşünceler koymakla, fikirlerin egemenliğine itirazla değil, “var olana pratik olarak saldırmakla” çökeceğini belirtiyorlardı. Fakat bu saldırıyı tüm egemenlerin hışmını çekecek ve yeterli bir savaşçılık azmi, kararı ve isteği olunmadığı durumda dağılacak, etkisizleşecek bir “güçle” yapmanın koşulu yoktur. Zincirinden başka kaybedecek şeyleri olduğunu düşünenler ve bunun kaygısını taşıyan sömürülen kitleler, böyle bir saldırıya girişmeyebilir. İşte tam da bu nedenle, farklı komünist önderler, farklı zamanlarda aynı noktaya vurgu yapmışlardır: Bozkırı kuru yerden tutuşturmak! Bir kıvılcımın tüm bozkırı tutuşturacağını bilmek! Bu ele alış, komünist partinin politika üretirken yüzünü ilk olarak isyan eden ezilenlere, durumunu reddeden, devletle bağı en zayıf olan kesimlere/sınıflara dönmesini gerekli kılar. Bu ele alış kavranmadığında Lenin’in neden sürekli sadece proletaryadan değil geniş emekçi kesimlerden bahsettiği, mevcut sisteme karşı her türlü devrimci hareketin desteklenmesi gerektiği, “her türlü ezilen ulusun veya ırkın, her türlü ezilen mezhebin, haklardan yoksun cinsiyetin vs. savunucusu olunması zorunluluğunu vurgulaması anlaşılamaz.” (Lenin, S.E., c. 1, s. 507) Mao’nun, SBKP’nin tüm itirazlarına, kendi partisi içindeki muhalefete rağmen yüzünü köylülere dönmesini veya Vietnam’da, Kore’de devrimci mücadelenin yükselişinin ulusal mücadele üzerinden olması kavranamaz. Bunların hepsinde ortak halka, “oturup” bilimsel olarak devrimi gerçekleştirmesi gereken proletaryanın gelişmesini, itiraz eder hale gelmesini vs. beklemeyi reddetmektir. Ki “aristokrat proletarya” tanımlamasını bizzat Lenin yapmıştır. Bu her türlü özcülüğün reddi, var olan yaşama bakılmasıdır.
(Devam edecek)
Son Haberler
Sayfalar
ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)
Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)
Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?
Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?
Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.
SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..
“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”
“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)
7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.
İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor
Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.
Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.
3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?
Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.
Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)
Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.
Emperyalizm Üzerine Notlar-7
„Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler
Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.
Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek
Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.
Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi
Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)