Lozan neyin galibiyeti idi:Mehmet Can
‘’Bilmeyen ahmak, bilip de söylemeyen suçludur.’’ (Fransız Atasözü)
İktidarı alan gücü eline geçiren muktedirler, tarihi de kendi çıkarları doğrultusunda yazarlar. Kendi iktidarlarının devamı için yalanın egemen olduğu bu tarih yazımına ihtiyaçları vardır. Türk egemen tarih yazımı da bir bütün olarak Lozan Antlaşmasından sonra yavaş yavaş ete kemiğe bürünmeye başladı. 1927 yılında Türk egemenleri tam olarak ipleri eline almaya başladıktan sonra Nutuk’un yazılması ile bir yerlere oturdu. TC resmi tarihi giderek bu süreç sonrası bir şekle girerek vücut buldu.
Lozan Antlaşmasını madde madde incelediğimiz zaman esasında Lozan’ın bir kahramanlık ve direniş sonucu elde edilen bir başarı olmadığını tam aksine batının, batılı devletlerin her dediğinin noktası ve virgülüne kadar kabul edildiği bir antlaşma olduğunu görmekteyiz.
1.Başlık: Doğu sınırı
Türkiye’yi temsilen Lozan’daki görüşmelere giden İsmet İnönü tamamen içi boş argüman ve gerekçelerle ortaya çıkarak doğu sınırı konusunda reel durumdan hareket etmeyerek hiçbir somut temele dayanmayan argümanları masaya koymuştur. Örneğin, ‘‘Ermeni yurdu söz konusu olamaz, olursa görüşmeler kesilir‘‘ demiştir. İnönü’nün masada dile getirdiği bu argümanların masada elle tutulur bir yönü ve yanı yoktur. Neden? Ermeni nüfusu Anadolu’da ne kadar kalmış? Bir buna bakmak lazım… Bu doğu sınırı muhabbeti tamamen göz boyamadır. O dönem Ermeniler hariç kimse bu sınırları istemiyor ve ilgilenmiyor. Ne İngiltere ne de diğer ülkeler… Bunların istememesinin nedeni de şu: Ermeni topraklarının bir bölümü yani öbür taraftaki Ermenistan Sovyetlere günümüzdeki Rusya’ ya kaymış durumda İngilizler bu konuyu Lozan’ da gündeme getirerek neden Sovyetlerin genişlemesini istesin ki böyle bir şey ister mi İngiltere?
Unutmamak gerekir ki Sovyet dış politikası 1917 Ekim Devriminden sonra büyük bir değişime girmiştir. Dolayısıyla İsmet İnönü bu konuda sırf biz de Lozan’da elimizi masaya vurduk diyebilmek için içi boş gerçekleşmesi zaten uzak bir ihtimal olan bir argüman ile ortaya çıkmıştır.
Lozan’daki ikinci başlık ise, Irak sınırı konusudur.
Irak sınırı mevzu bahis olduğu zaman ilk akla gelen Musul sorunu olmuştur. Günümüzde bile özellikle resmi tarihin kalemşörleri tarafından Musul mevzusunda TC egemenlerinin masada, Lozan’da direndiklerini, Musul‘u kaybetmemek için büyük bir mücadele verdiklerini söyler ve yazarlar. Peki, gerçek böyle mi? Bir kere Musul resmi tarihçilerin anlattığının aksine Lozan’da hiçbir zaman direnmenin nedeni olmamıştır. Tam aksine Musul, İngiltere tarafından alındıktan sonra, İngiltere Kemalistlerin tek tip bir ulus devlet kurmasına izin vermiştir. Yani İngiltere için önemli olan Ortadoğu’da bünyesinde zengin enerji kaynakları bulunan Musul’dur. Anadolu değildir. Lozan’da bu bölge üzerinde egemenliğini yeniden tescil ettiren Birleşik Krallık bunun karşılığında Anadolu’da Kemalistlerin ulus devlet kurmasına izin vermiş ve Anadolu ile fazla ilgilenmemeye başlamıştır.
3.Başlık: Suriye sınırı
Reisi İbni Halden başlayarak Müslimi‘ye, Meskene sonra Fırat yolu Deri Zor ve Musul Livası güney sınırına ulaşacak. Lozan’da Türk delegasyonunun talebi bu fakat Lozan’ da Suriye Sınırının TC egemenlerinin lehine düzenlenmesi işlem ve talebi de olmuyor.
4.Başlık: Adalar
Hikayenin en büyüğü bu İsmet İnönü Lozan’ da 11, 12 adayı masaya getirmeyi, masada konuşmayı unutuyor. Türkiye’ye dönünce hatırlatıyorlar İsmet İnönü’ye ama iş işten geçmiş durumda imzalar atılmış artık.
5.Başlık: Trakya sınırı
1903 öncesi elden giden sınırların tekrar elde edilmesine çalışılacak, yani Balkan Savaşları’nda elden giden 1912’ de Osmanlının elinden giden coğrafya kastediliyor. Bu da hikâye, bu da gerçekleşmiyor. Bu sınırlara bir daha geri dönülmüyor.
6.Başlık: Batı Trakya
Misak-i Milli maddesi gereği plebisit istenecek, yani orada yaşayan halkın kendi kaderini oylama, bir seçim sonucu tayin etmesi. Karaağacı daha sonra Yunanistan alıyor ve mevzu kapanıyor. Elde var yine sıfır…
7:Başlık: Boğazlar ve Gelibolu Yarımadası
Boğazlar bir geçiş hattıdır ve bütün dünyaya aittir. Sadece Osmanlı ya da Türkiye’ye ait değildir. Zaten İngiltere’nin kendisine bıraktığı bir yeri Türkiye diyor ki asker bulunduramazsın, bulundursan da müzakere sonucu bulundurabilirsin ancak… Unutmamak gerekir ki geçiş hakkı diye bir şey vardır. Yani esasında burada demek istiyor ki ben bu kuruluşu TC’nin kuruluşunu bir şekilde süslemem, bunun propagandasını bir şekilde yapmak gerekir. Aksi halde kitleler nezdinde otoritem ve güvenirliğim yara alır, itibar kaybeder. Sen; İngiltere boğazları yine istediğin gibi kullan fakat benim ile göstermelikte olsa bir görüş, müzakere et.
8.Başlık: Kapitülasyonlar
250 sene Osmanlı sömürdü Fransa’yı, son yüz elli sene de Fransa Osmanlı‘yı sömürmeye başladı. Fransa istediğini yine zaman içerisinde yaptırıyor. Resmi bir sömürü kalksa da, fiili bir sömürü yine var, devam ediyor TC’nin varlığı ile beraber.
9.Başlık: Azınlıklar
Kim var azınlıkta? Ermeni, Yahudi, Rum, Yunanistan diye bir devlet var mı? Var… Ermenistan’da Türk var mı? Yok… Peki, kimi, kiminle mübadele edeceksin? Açık bırakıyor bunun ucunu muammada kalmasını sağlıyor. Ermenilerin; Kiminle? Nerde? Ne zaman? Mübadele edileceği belli değil. Mübadelede şu vardır: TC egemenleri bunu anlatmalılar: Mübadele nedir? Kelime manası olarak: Çok açık sendeki hacmi olan bir şeyi, bendeki hacmi olan bir şeyle değiştirmektedir. Karşı tarafta bunun hacmi yoksa neyle değiştireceksin? Türkiye’nin derdi, hepsini yollamaktı esasında beceremeyince azınlık haklarını getirdiler başlarına.
10.Başlık: Osmanlı Borçları
TC Osmanlı Borçları’nın tamamını Lozan’da kabul ediyor, üstleniyor. Eğer 1923 bir devrim olsaydı eski rejimin borçları kabul edilmezdi. 1979’da İran’da devrim gerçekleştiği zaman, eski rejimden yani Şah Pehlevi yönetiminden kalan borçları yeni İran yönetimi ödemeyi reddetti. Yine Küba ve Vietnam devrimleri aynı şekilde tıpkı İran gibi eski yönetimden kalan borçları emperyalist ülkelere ödemedi. Bu örnekleri çoğaltabiliriz, eğer 1923’te bir devrim olsaydı Osmanlı Borçları ödenmezdi.
11.Başlık: Ordu ve Donanmaya sınırlama
Ordu ve Donanmaya sınırlama söz konusu olamaz diye Lozan’da başlık açılmıştır. İngiltere’nin Musul’dan bile önemli olan ana mevzusudur bu konu. Dünyada İngiltere’den yola çıkan herhangi bir gemi takılmadan dünyanın etrafında dolaşıp veya istediği bir ülkeye girip çıkıp tekrar İngiltere’ye varır. Unutmamak gerekir ki Birleşik Krallık, İngiltere dünyada geçmişten, günümüze denizlerin hakimidir. Herkes ile antlaşması vardır. Antlaşması olmayanı da mağlup etmiştir kendisine bağlamıştır. Mustafa Kemal esasında bu konuda şunu demek istiyor:’’Ben diyor kendi kıyımda istediğim kadar asker bulundururum ve o denize hükmederim. Bana ait kaç milse oralara o alana ben hükmederim.’’ Fakat İngiltere denizlere hakim olma isteğinden dolayı oraya şöyle bir ara açıyor ve Türkiye’ye şunu söylüyor:Zaten senin donanmanda yok, yani büyük bir boşluğa konuşuyorsun sen demeye getiriyor. Dolayısıyla İngiltere’nin denizlerdeki hakimiyeti boğaz başta olmak üzere TC’ de de sürüyor. Mustafa Kemal’in söylemi lafta kalıyor.
12.Başlık: Yabancı Kuruluşlar
Yabancı Kuruluşlar yasalarımıza uyacaklar. Bu konu da tam bir muamma, hangi yabancı kuruluşlar? Ülkesi olanlar, olmayanlar… Yabancı kimdir? Hangileridir? Kimin, kimin yasalarına uyduğunu doksan yıllık cumhuriyet tarihi bize gösterdi.
Dolayısıyla Lozan’da TC egemenlerinin hiçbir maddesi kabul edilmemiştir. Esas olgu-de facto bir durum olan TC ülkesinin tanınmasıdır. Olayın Kürt ve Kürdistan bağlamında cereyan ettiği yer ise Musul meselesidir. İngilizler 9 Kasım 1918 Musul’u teslim almışlardır. İsmet İnönü ise Musul’u Lozan’da TC sınırlarına dahil etmek için Lozan’da BMM Türklerin ve Kürtlerin ortak meclisidir diyerek sürekli Türk ve Kürt’ün kardeşliğine vurgu yapmıştır.
İsmet İnönü Lozan’da bu kardeşlik edebiyatını dilinden düşürmeyince Lozan’daki dönemin İngiliz temsilcisi Lord Curzon İsmet İnönü’ye dönerek kinayeli bir şekilde gülümseyerek umarım öyledir demiştir. Türk ve Kürt birlikteliği başından itibaren sahte bir birlikteliktir. Yani demek istiyor ki İngiltere, siz ortak falan değilsiniz. Sizin altı yüzyıllık bin yıllık bir devlet geleneğiniz var, Kürt’ün böyle bir geçmişi ve geleneği yok, sanki varmış gibi yanına oturtuyorsun Kürt’ü, işin bitince adamın kafasını kopartacaksın güzel kardeşim.
Şu soru günümüzde de sorulmalıdır, Lozan’dan sonra kaç kez müdahil oldu İngiltere Kürt ve Kürdistan mevzusuna? İngiltere Musul’u aldıktan sonra Türk ve Kürt’e ne haliniz varsa görün demiştir. Kürtleri bir nevi Kemalistlerin önüne atmıştır. Lord Curzon kısaca özetlemek gerekirse Lozan’da İsmet İnönü’ye: ’’ Sizin Kürtler ile olan aşkınız göstermelik bir aşktır’’ diyor. Lozan bir zafer değil, bir hezimet, büyük bir yenilgidir. Mağlubiyetin altına atılmış bir imzadır Lozan. Unutmamak gerekir ki İngiltere 1. Dünya savaşını baz alarak masaya oturmuştur. Sen Kurtuluş Savaşı diyorsun, milli mücadele diyorsun kimsenin umurunda değil. Osmanlı 1. Dünya savaşından yenik ayrılmıştır ve bunun bedelini de Lozan’da ödemiştir. Dolayısıyla Lozan öncesi büyük oranda bu toprakların kadim ve yerli halkı olan Ermeniler, Rumlar kısacası gayri Müslimler tasfiye edilirken, Lozan sonrasında ise Kürtlerin tasfiyesine büyük oranda başlanmıştır. Lozan’dan sonra hazırlanan 1924 Anayasası ile film tamamen kopmuş ve bitmiştir.
Son Haberler
Sayfalar
ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)
Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)
Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?
Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?
Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.
SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..
“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”
“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)
7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.
İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor
Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.
Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.
3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?
Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.
Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)
Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.
Emperyalizm Üzerine Notlar-7
„Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler
Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.
Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek
Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.
Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi
Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)