''M. Usta’nın Anakronizmi'' Dediğiniz Yerde Aslında Kendinizi Anlatıyorsunuz!(Sidar Hanoglu)
7 Temmuz 2018 tarihinde ''Avrupa Haber Merkezi'' adlı sitede ''M. Usta’nın Anakronizmi'' başlıklı bir yazı yayınlandı. Bu yazı dikkatlice okunduğunda, yazı sahibinin bir tarihi dönemde yaşananları nasıl bu kadar ustaca çarpıtığına şaşmamak elde değil. Yalan söylemekte bir bir marifet her halde!
Anakronizm bir dönemin bütünlüklü yanılgısını ifade eder. Bu yanılgı sadece tarih hakkında değil, kavramlar ve bakış açılarını da ifade etmesi bakımından önemli bir yerde durmaktadır. Yazarımız tüm bakış açısını şimdicilik üzerine kurgulamış ve esas olarak kendisinin anakronizme düştüğünün farkında bile değildir. Yazar şimdicilik üzerinden bir kurgu kurarak cevap verdiği için, tüm bir tarihi bir çırpıda değiştirerek, olayları nalıncı keresi gibi kendine yontarak 'ne kadar haklı olduklarını' ispatlamaya çalışmıştır. Yazar, tüm kurguyu olgusal anakronizm üzerine kurarak ele almakta ve saldırmaktadır. Battıkça batan yazar, işin içinden çıkamadığı yerler de, sorunu anlaşılmaz paragraflarla geçiştirerek kendince bir tarih yazmaya çalışmıştır.
Anlaşılan M.Usta'nın safını belirlemesi bu darbeci kesimi oldukça kızdırmışa benziyor. Kolektif içinde sağ tasfiyeci darbecilere dur diyen MLM'leri boşa çıkarmak ve M.Ustayı kendi yanlarına çekmek için olağan üstü bir çaba gösteren darbeciler, bunu başaramadıklarını anladıkları andan itibaren M.Ustaya nasıl saldırdıklarını unutmuş değiliz. M. Usta'nın neden darbecilerin saflarında yer almadığına ilişkin, içeride ve dışarıda birçok insanın cevap aradığı bu soruya, darbeciler bu seferde tersten bir cevapla, içeriye ''M.Usta bizden'' haberleri göndererek, bunu pekiştirmek için de M.Usta'nın bazı makalelerini sitelerinde yayınlayıp, bunu bir delil olarak gösterenlerin, bu ucuz oyunları boşa çıktığı her defasında, bu seferde, ''M.Usta'' tarafsız yalanını yayanlar onun açık ve net tavrını okuduklarında, nasıl yalan dolu bir tarih yazımıyla M.Usta'yı boşa çıkarmaya çalıştıklarına tanık oluyoruz.
Darbeci yazar ''M. Usta bu yazıyı tam da bu zaman dilimi içinde neden yazma ihtiyacı duydu?'' diye soruyor? Bunun cevabı yazımızın üçüncü paragrafındadır. İkincisi, M.Usta, bundan öncede bir kaç makale daha yazmış ve içerikleri aşağı yukarı aynıydı. Anlayacağınız, M.Usta ilk defa bir makale yazarak tutum belirlemiyor. Beli ki, M.Usta'nın bu son yazısı, sizin bir süredir yaydığınız, ''tarafsız'' yalanlarınıza bir cevap niteliği taşıdığı için, paniklemiş bir ruh haliyle cevap verme ihtiyacı duyduğunuz anlaşılıyor.
Verdiğiniz cevabın her paragrafı tamamen neo- anakronizm üzerine kurgulanmış ve tam bir tarih çarpıtmasıyla bezendirilmiştir. Diyorsunuz ki, ''Bu durum ancak sağ tasfiyeciliğin, kendinden emin bir şekilde tüm partiyi ve tabanı peşinden sürükleyeceğine olan güveninin gerçekleşmemiş olmasına karşı M. Usta’dan koşa koşa “destek” istemesiyle açıklanabilir.'' deseniz de, tam tersi olarak, şimdiye kadar sizin beklentilerinize cevap olmayan, M.Usta'yı karalayarak, onu itibarsızlaştırarak kendinize pay çıkartmaya çalışıyorsunuz. Zira, belirttiğiniz gibi ''Artık herkesin “kendi işine baktığı”, ayrılığın kesin hatlarla belirginleştiği'' ve aradan neredeyse bir buçuk yıl geçmişken, bu yazının, ima ettiğiniz bir ''yararının'' olmayacağını bilmiyor olamazsınız! Aradan bunca zaman geçmişken, herkes saflarını belirlemişken, bizim ne yaptığımız ve ne yapmak istediğimiz sizi neden bu kadar ilgilendiriyor? Bizim (''kediye sermayeyi..'') yükleyip yüklemediğimizden size ne! Bu kızgınlık, bu hırçınlık, bu öfke, sakın sizin hala M. Usta'dan bir beklentinizin devam ettiğinin dışa vurumu olmasın?! Üzgünüz, ancak bu hayalinizin gerçekleşmesi artık mümkün değil. En iyisi siz, şu eski ''tüfeklerle'' şimdilik idare edin, bizde işimize bakalım. Bakın ne de güzel itiraf ediyorsunuz, Albert Camus’tan yaptığınız alıntı sizi
O kadar güzel anlatıyor ki, “Olmayacak insanlarla olmayacak hayaller kurduğum için en çok da kendimden af diliyorum” evet, böyle olun işte!
Bir diğer yandan kalkıp, ''Her bir paragrafı ayrı tartışma konusu olan (M.Usta'nın yazısı kast edilerek bn) makalenin bir bütün eleştirisini yapmak niyetinde değiliz'' deseniz de, tam tersi ne söylemek istiyorsanız hepsini zaten sıralamış buluyorsunuz. Yazdıklarınız baştan aşağı anakronizm içerikte olsa da bu böyle. Her şeyi söyleyip, hemen arkasından ''makalenin bir bütün eleştirisini yapmak niyetinde değiliz'' demek ise bir başka tutarsızlık.
Yazımızın ilk girişinde olgusal anakronizme vurgu yapmıştık. Bunu şöyle örneklendirebiliriz. Darbeci yazar diyor ki, ''Peki örgütsel sorunun çözümünde Kasım ve Aralık 2016 mutabakatlarını, Eylül 2017 görüşme taleplerini kim örgütlemiştir?'' diye soruyor. Doğrudur, Kasım'da bir toplantı ayarlayan siz oldunuz. Bunu inkar eden var mı ki! sorun tam da bundan sonra başlıyor. Örneğin Kasım toplantısında, ''krizin çözümü'' için oturduğunuz masanın çekmecesinde saklayarak, ertesi günü M.Usta'ya ''ayrılık olacak, tavrını artık belirle'' mektubu gönderdiğinizi niye yazmıyorsunuz. Bir yandan ''Kasım ve Aralık 2016 mutabakatlarını, Eylül 2017 görüşme taleplerini kim örgütlemiştir?'' sorusu sorarak, bundan kendisine bir övünme payı çıkartmaya çalışan sizler, bunun tarafınızdan sonradan kullanılmak üzere planlanmış bir oyun olduğunu bilmeyen var mı? Siz, tarihi böylemi yazıyorsunuz? Bu mu dürüst olmak? İşte sizin olgusal anakronizme düştüğünüz yer tam da burası.
Devam edelim, mesela HBDH ile ilgili M.Usta'nın dile getirdiği '' “Denilebilir ki, sürece damgasını vuran proleter renk değildir. Proleter rengin buraya damgasını vurup vurmaması, proleter hareketin sorunudur. Bu asla ve asla oluşan haklı ve meşru platformun varlığını yadsımaz, tartışma konusu yapmaz.” dediği paragrafa cevaben;
''Bir; “usta”mızın önerdiği yenilenme, değişim çağrısı ne kadar masumsa 1960’larda Mao ve ÇKP’li yoldaşlara SBKP’den yükselen ve politik olarak reformizm vaazeden çağrılarda o kadar masumdur'' dediğiniz ve altı nokta olarak vurguladığınız başlıklara, buna yedincisini ekleyerek bu süreci bir bütün olarak dürüst bir şekilde niye aktarmıyorsunuz? Örneğin, HBDH'den çıkmaya vesile ettiğiniz ''hiç bir şeyden haberimiz yoktu'' söyleminizin bir yalan olduğunu, aslında bu meseleden Ocak 2016 tarihinden beri haberinizin olduğunu, ayrıca polisiye bir yöntemle el koyduğunuz iki usp içinde bu meselenin anlatıldığı ve görüş istendiğini niye aktarmıyorsunuz? Böyle mi tarih yazıyorsunuz?! Hadi, bunları birileri bilmediği için yazdıklarınıza inanlar çıksa da, bunu kolektifin bütüne anlatırken yünüz hiç mi kızarmıyor?
Yazının en çarpıcı olgusal anakronizmi ise irade meselesinde orya çıkmaktadır. Darbeci yazar, önce M. Usta'dan bir alıntı aktarıyor, “Şöyle ki kolektifin en üst iradesinin kendisine vermiş olduğu görev süresi bitmişti. Böylesi dönemlerde nasıl bir yol izlenilmesi gerektiği de açıktır.” hemen ardından da, ''Bu sözler defalarca tekrarlanmış ve artık kullanım ömrü bitmiş sözlerdir'' denilerek olgusal anakronizme iyi bir örnek oluşturmaktadır. Darbecilik tamda budur. Her şeyi inkar üzerine kuran bir anlayışın varacağı sonuç bundan farklı olmaz zaten. Bir gerçeği kendi emelleri için yok saymak, kendisi dışında söylediğinde hükmü yoktur demek olgusal anakronizmdir.
Her şeyi inkar etmeyi kendilerinin varlık sebebi sayanlar o kadar gülünç duruma düşüyorlar ki, ne kadar boş laf varsa arka arkaya sıralayarak kendilerince bir tarih yaratanlar ne yaparlarsa yapsınlar gerçeklerin üstünü örtemezler. Neymiş, ''M. Usta “ben varsam her şey var, ben yoksam hiçbir şey yoktur” anlayışından kurtulmalıdır. Bu görev süresi tartışması için “usta”ya “günaydın” deme hakkımız vardır. 2014 sonlarında ve 2015 Şubatı’nda “usta”nın olduğu toplantılarda “bu görev süresi doldu” tartışması gündeminde dahi yoktur. Çünkü bu tartışma o koşullarda absürttür!'' diyerek bir olguyu yok saymakla, onun var olduğu başka bir şeydir. Uzun bir süreden sonra bir eşik tam aşılacakken, kolektifin önünü tıkamamak, bir an önce planlamanın bitirilmek istendiği bir yerde, ''durun bakalım önce şu iradeyi tartışalım'' demek, bir bozgun olurdu ki, kolektifin geleceğini düşünen hiç kimse bunu yapmaz/ yapamaz. Nitekim sorduğunuz soruya kendiniz cevap vererek ''Komünistler açısından ise “süreç”ten kaynaklı tartışmak absürttür'' dediğiniz şey, her nedense sıra gerçek komünistlere gelince onlara “günaydın” demeye dönüşüyor.
Sizler, bu gerçeklerin üstünü örterek koltuklarınızı bırakmamak için sürekli olarak gerekçeler üretiniz. Belirtiğiniz tarihte verilen sürenin bittiğini siz de biliyorsunuz. Ancak o günkü şartlardan kaynaklı olarak gündem yapılmayan bu meselenin, sonradan ortaya çıkan ve tam anlamıyla bir irade yitimi olan gelişmelerle birlikte, kolektifin gündemine taşındığını inkar etmeye devam ediyorsunuz. Bu irade yitimi değil midir ki, ''iradeye gidiyoruz'' diyerek herkese ''tüzüğü bir defa çiğnemekle bir şey olmaz'' dayatmasında bulunarak kendinizi kurtarmaya çalıştınız. Üstelik kolektif içinde üç defa yapılan oylamada oyları çalarak, ''biz kazandık, biz kazandık'' diye çığlıklar atmanıza rağmen, her oylamanın ardından çaldığınız oyların sayısı delileriyle önünüze koyulmasına rağmen, her defasında MLM'lere “günaydın” diyerek, '' atı alan Üsküdar'ı geçti'' diyen siz değil miydiniz?
Oylamalarda hiç bir zaman çoğunluğu elde edemediğiniz meseleler neydi? Birincisi HBDH sorunuydu. Bu meselede ''evet içinde kalalım'' diyenlerin oylarını tersine çevirerek ''çıkalım diyorlar''a çevirmediniz mi? Bu somut delilleriyle önünüze konduğunda, ''yanlış anlaşılmış'' dediğiniz yerde, ''o halde düzeltin'' diyenlere “günaydın” ''atı alan Üsküdar'ı geçti'' diyen siz değil miydiniz?
İkincisi, ''şu atıldı, şu düştü'' dediğiniz yerde bunun da böyle olmadığı yine delilleriyle önünüze konduğunda yine bize “günaydın” diyerek ''atı alan Üsküdar'ı geçti'' demeniz mi?
Üçüncüsü; çaldığınız oylarla ''irade şunu seçti'' diyerek sonucu maniple ederek kolektifin karşısına çıktığınızda, bunun da böyle olmadığını yine delilleriyle önünüze konduğunda sesiz kalan yine siz olmadınız mı? Üstelik Kasım toplantısında bu durumu kendiniz itiraf ederek, orada kendi elinizle yazdığınız metne ''... içinde yapılan oylamada irade %50 %50 tecelli etmiştir. Bu durumda ... içinde bir irade oluşamamıştır. Bu sorunu aşmak için'' şöyle yapalım diyen siz değil miydiniz? Bir tek bu konuda “günaydın” ''atı alan Üsküdar'ı geçti'' diyemediniz. Çünkü şahitlerin huzurunda kendi el yazınızla ''evet irade oluşmamıştır'' demeniz, bu söylemenizi frenleyen etken oldu. Sizler, darbeciliği ve komploculuğu bir meziyet bellediğiniz için, Kasım hayaliniz gerçekleşmediği için, yeniden başa dönerek ''tabi ki irade var'' masalını söylemeye devam ettiniz.
Bu vesileyle kolektif içindeki gelişmelerin ana hatları ve yapılan darbenin nasıl şekillendiğini özet olarak vermeye çalıştık. Yaşananlar yüzlerce sayfaya sığmayacak kadar büyük bir hacimdedir. Bunun bu kısa yazıda tek tek ve tüm ayrıntılarıyla anlatılması mümkün değildir. Şu bilinmelidir ki, darbeci ve tasfiyecilerin koç başları, yaptıklarının hesabını vermemek için bilerek, planlayarak kolektif içinde oluşturdukları hizip çalışmasını 2017 Ocak ayında sonlandırıp, kolektiften koptuklarını kamuoyuna deklere ettiler. Böylece işledikleri suçlardan kurtulduklarını ve artık kimsenin kendilerini dara çekmeyeceğini sanıyorlar. Doğrudur, kolektif irade sizleri yargılayıp mahkum edemedi. Bu böyle olsa da, siz darbeci ve tasfiyeciler kolektifin vicdanında çoktan mahkum edilmiş bulunuyorsunuz! 8 Temmuz 2018
Son Haberler
Sayfalar
ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)
Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)
Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?
Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?
Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.
SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..
“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”
“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)
7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.
İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor
Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.
Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.
3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?
Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.
Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)
Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.
Emperyalizm Üzerine Notlar-7
„Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler
Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.
Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek
Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.
Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi
Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)