Pazar Aralık 29, 2024

Minaresiz Camiler ve Alevi Asimilasyonu

 

Dedeler var hoca olmuş bir nevi
İhtirasa kurban edilmiş sevi
Minaresiz cami gibi cemevi
Aleviyi namaz kılarken gördüm

(Ozan  Emekçi)

 

Son zamanlarda çeşitli Cemevi ve Dergahlarda cenaze erkânının, Kırk Lokmasının Müslüman inancına uygun bir şekilde gerçekleştirildiğini, Ramazan ayı süresince veya sonunda Alevi erkan, ritüel ve kurallarında olmayan ne idüğü belirsiz  “bayram cemi”, ve “bayram namazı” gibi uygulamaları duyar ve görür olduk. 

 

Ben de geçtiğimiz günlerde demokratik Alevi Hareketinin ve örgütlemesinin lokomotifi sayılan, Alevi örgütlemesinde, demokrasi ve emek mücadelesinde son 20 yılda çok önemli işlev, görev ve sorumluluklar üstlenen bir dernek/cemevimizde Kırk Lokması (yemeği) erkânını büyük bir şaşkınlık ve üzüntüyle izledim. Töreni gerçekleştiren sözde “dede” olan kişi adeta bir Arap ülkesindeki cami hocası gibi tek sözcüğünü anlamadığımız Arapça duayla töreni gerçekleştirdi. Kitle bir çeşit asimilasyon olan bu durumu, yani hoşnutsuzluğunu, homurdanmalar ve kısmen konuşarak belli etti. Daha önce de bir Alevi dedesiyle bu konuda tartışma yaşayan “cemevi hocası /imamı” ise bildiğinden şaşmadı.(1)

 

Sorun, Cemevlerinde salt cenaze erkânın, 40 lokmasının Müslüman inancına uygun sürdürülmesi değil. Sorun, sadece Cemevlerimizde salt Ramazan sonunda “bayram cemi”, “bayram namazı” da değil. Kimi Cemevlerinde ilin valisine, komando tugay komutanına, cumhuriyet başsavcısına, Jandarma komutanına, il emniyet müdürüne ramazanda “iftar sofrası” kuran Cemevleri var. Öte yandan Cemevinde devrimcilerin cenaze törenlerinin yapılmasına izin vermeyen sözde Alevi dedeleri var. Bayram cemi, bayram namazı yaratan, devrimci cenazelerini Cemevine almayan, Alevi cenaze törenini Müslüman inancına göre uygulayan / uygulatanların yaptıkları “düşkünlük”tür.

 

Yüzyıllar boyu Alevi Kızılbaş inancına karşı sürdürülen kıyımlar, sadece Mezopotamya ve Anadolu topraklarında değil, sadece Selçuklular ve Osmanlılar zamanında değil, Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana da sürdürüldüğünü;  Alevi Kızılbaş inancının yasaklandığını, horlandığını, inkâr edildiğini, kimi zaman Alevi önderlerinin, kimi zaman da Alevi Kızılbaş toplumunun toplu kıyımlara uğratıldığını biliyoruz. Bu katliamların, soykırımları çok acı örneklerini biliyoruz, kimi kıyımları da yakın süreçlerde bizzat yaşadık.(2) 

 

Sistematik bir şekilde sürdürülen bu baskı, yasak, inkâr ve imha politikalarına rağmen bu YOL’u sürenler, sürdürmek isteyenler çeşitli sürgün, kıyım ve asimilasyon uygulamalarına karşı bedeller ödeyerek yol’u günümüze kadar bir şekilde getirmişlerdir. Bu yazı, tam da inkâr, yasaklama, imha ve katliam dışında, bir de çok sistemli gerçekleştirilen asimilasyon politikalarına, bu politikalara bilerek ya da bilmeyerek hizmet edenlere yöneliktir. Sisteme karşı o ya da bu şekilde, bölük pörçük, eksik de olsa sürdürülen bir karşı duruş mücadelesi vardır ve asimilasyon politikalarından vazgeçilene kadar da bu mücadele sürdürülmelidir.

 

Devletin özellikle diyanet kurumuyla kuşatma altına aldığı, naylon dernek ve onurlarını satan bazı rantiyeci, düşkün Alevi kökenden gelenler yardımıyla da Aleviliği asimile etmeye çalıştığı yadsınamaz bir gerçekliktir. İşte devletin her türlü olanaklarını kullanarak asimilasyona çalışanlar kadar, çeşitli hangi sebeple olursa olsun bu politikalara göz yumanlar, önemsemeyenler, bilerek ya da bilmeyerek bu duruma hizmet edenler de bir o kadar suçludurlar.

 

Ne yazık ki, Alevi kanaat önderlerinin önemli bir kısmı da, Aleviliği bilimsel şekilde inceleyen, araştıran kimi yazar ve dernek yöneticileriyle, bilinçli Alevi dedeleri de bu asimilasyona karşı mücadeleyi terk etmiş bir görüntü sergilemektedirler. Bu kişiler En-el Hak dediği için Hallacı-Mansur’un idam edildiğini, Nesimi’nin derisinin yüzüldüğünü, Pir Sultan Abdal’ın darağacında idam edildiğini, Kalender Çelebi’nin öldürüldüğünü unutmuş olmalılar.

 

Hepimiz gibi bu yukarıda saydıklarımda görülüyor ki, kimi Dergâh ve Cemevinde ezan okunuyor, kuran kursları organize ediliyor, mevlüt okutuluyor, sadece cübbeleri eksik kimi din görevlileri de Müslüman inancına uygun cami imamı benzeri icraatlar gerçekleştiriyor. Ve müdahil olması gerekenler sessiz kalıyor, susuyor, göz yumuyor. Oysa unutulmamalıdır ki, sessiz kalmak, susmak, göz yummak ve tepki göstermemek onaylamaktır. Ve bu durum en basit anlatımıyla “asimilasyon suçuna ortak olmak” demektir.

 

Aleviliğin asimile edilmesinde Cemevine “cümbüşevi”, “Alevinin kestiği yenmez” diyen, köprülere, semtlere, cadde ve meydanlara katil “Yavuz Sultan Selim” adını veren, Alevi Kızılbaşların malı, canı ve namuslarının helal olduğu şeklinde fetvalar veren “Ebu Suud’u” öven, zorunlu din derslerini uygulamaya devam eden, eğitim sistemini imam hatipleştiren Alevi düşmanları kadar, onlarla işbirliği içinde olanlar, ya da bu asimilasyon politikalarına sessiz kalanların da suçu  vardır.

 

Bu yaşanan olumsuzlukların yanında kimi olumlu çabaları da gözlemlemekteyiz. Asimilasyona karşı, Alevi yolu, erkânının özüne uygun bir tarzda gelecek kuşaklara aktarılması için Alevi toplumunun belli bir kesimi, kimi dernek ve dergâhlarla, kimi bireyler tarafından Aleviliğin kendi özüne dönüşüyle ilgili çeşitli adımlar atılıyor.

 

Alevi kanaat önderleri, özellikle dernek yönetici ve dedeleri mutlaka akıllarını başlarına almalı ve asimilasyona karşı mücadeleyi asla terk etmemelidirler. Bu onların öncelikli görevleri, inançları uğruna kimi derileri yüzülerek, kimi darağaçlarına giderek hakka yürüyenlerimize ve Alevi toplumuna borcu; gelecek kuşaklara karşı da tarihi sorumluluklarının gereğidir.

 

Alevi dernek yönetici ve dedeleri, aydın, yazar, araştırmacıları, kanaat önderleri açık açık Müslümanlığı dayatanlara, işbirlikçilere, yol düşkünlerine dur demeli, öncelikle Cemevi ve dergâhlarında Alevi erkânı yerine Müslüman inancına uyan cenaze töreni ve 40 lokması töreni yapılmasına son vermelidirler.

Bozatlı Hızır yardımcımız ola.

Erdal YILDIRIM

15.08.2013

 

NOTLAR:

1-   AABK İnanç Kurulu Başkanı, Cafer Kaplan dede, Hasan Kılavuz Dede, Hüseyin Gazi Metin dede, Ali Kenanoğlu, Musa Kazım Engin’inde aralarında olduğu bir çok dedenin defalarca yazılı ve sözlü olarak belirttikleri gibi, Alevilikte “Ramazan Orucu”, “Ramazan Cemi”, “Bayram Cemi” veya kimi dede geçinenlerin gerçekleştirdiği bir cenaze töreni, ya da 40 duası da yoktur.

2-    Alevi Katliamları:  1920 Koçgiri (Alevi Kızılbaş Kürt katliamı) , 1937-38 Dersim Katliamı, 1938 Zini, 1966 Ortaca Katliamı, 1967 Elbistan, 1971 Kırıkhan, 1978 Sivas, 1978 Malatya,  1978 Maraş,  1980 Çorum, 1993 Madımak Katliamı, 1995 Gazi Katliamı

106080

Erdal Yıldırım

2012 yılı sonlarından itibaren sitemize yazılarıyla yeni bir soluk katan yazarımız genellikle Aleviler ve sorunları üzerine makaleler yazmaktadır.

erdalyildirim@kaypakkaya-partizan.net(hazırlanıyor)

Erdal Yıldırım

ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de  aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)

Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)

Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?

Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?

Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.

SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..

“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”

“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)

7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.

İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor

Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.

Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.

3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?

Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.

Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)

Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.

Emperyalizm Üzerine Notlar-7

Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler

Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve  bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde  emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.

Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek

Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.

Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi

Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)

Sayfalar