Okullarda şeriatçı rejim tamam! (H. Hayri ASLAN)

Eğitim bir kez daha “yaz-boz” oldu. “Yaz-boz” işi basit bir becereksizlik olayı değil, aslında postmodern ortaçağ rejimini yerleştirmede baya iyi beceriyorlar. Önce iyice bir çalkalıyorlar, sonra da kendi salyalarından mayalıyorlar. Aynı şeyi, ordu, polis, adliye ve diğer kurumlarda da yapmadılar mı? Kuralsız saldırılarla iyice bıktırıp yıldırdırmaya paralel olarak, o kapkara rejimi her yerde adım adım inşa ediyorlar... her yerde!
Ülkenin geleceğini karartma hamleleri böyle peş peşe gelirken, herkesin ayağa kalkması beklenmey mi? Ama hayır kimsenin fazla sesi çıkmıyor, pes perdeden birkaç politik konuşma, usulünden birkaç basın açıklaması, hepisi o kadar, her şey bir sonraki seçim mahaline erteleniyor. Basın ve ekranlarda “laikik”, “cumhuriyet” vs üzerine hamaset yapanlar alanlarda gözükmüyor. Sokaklara çıkan birkaç yüz kişilik yürekli kadın, genç, sosyalist, Alevi gruplarını da polis vahşeti ezip geçiyor!
Bu vaziyet insanda mevcut rejimin siyasal kurum ve aktörleri arasında sanki gizli bir mutabakat var kuşkusu uyandırıyor. Zaten ülkeyi bu hale elbirliği ile getirmediler mi? Sonunda “İmam Hatip” yetişmesi bir diktatör gelip oturdu ülkenin tepesine. Şimdi memleketin bütün okullarını kendi benzerlerini (dindar-kindar nesil) üretecek “imam hatiplere” çeviriyor. Çocukları bu molla yuvalarına zorlamak için gösterilen hilebazlık insanı dehşete düşürüyor. İyi eğitim veren okulların kadrolarını dağıtıp imam hatiplere çeviriyorlar, nüfusu beş binden az olan ilçe ve beldelere sadece imam hatipler olacak, imam hatip olmayan okullara da “imam hatip sınıfları” diye ucube bir “sızma” yöntemi uyguluyorlar.
Ülkeye dayatılan ortaçağ eğitim rejiminin yarattığı sonuçları daha bugünden görüyoruz. Son istatistiklerde bu okullardan mezun olan çocukların sadece züyde 17’si ünüversite sınavlarınaı kazanabildi... Başka ne beklenebilirdi ki, zaten istedikleri buydu. Bilimsel eğitimli insanlardan “afakı basan” diktatörlerin ve vasallarının “cahilin feraseti”ne güvenmeleri bundandır.
IMAM HATIPLER NEDİR?
İmam hatipler, 3 Mart 1924 tarih ve 430 sayılı Öğretim Birliği (Tevhidi Tedrisat) Kanunu’nun 4. maddesi çerçevesinde toplumun dini hizmetlerini yerine getirecek imam-hatip yetiştirmek amacıyla açılan meslek okullarıdır. Bu yasanın ardından kapatılan medreselerden biri ilahiyat okuluna ve 29’u da imam hatip okuluna dönüştürülüyor. Ancak laikleşme ve bilimselleşme sürecinin hızlandığı 1920 sonlarında, öğrenci sayısının giderek azalması üzerine önce imam hatipler ve arkasından da ilahiyat okulu kapatılıyor. Zaten bir süre sonra açılan “köy enstütüleri”nin cazibesi karşısında bu “imam” mekteplerinin rağbet görmesi mümkün değildi. Köy Enstitülerinin yaydığı aydınlanma karşısında toprak ağaları, dinbazlar ve kompradorlar hemen harekete geçtiler ve bu okulları kapattırdılar.
Ardından bu gerici ittifak iktidara geldi ve “Demokrat Parti” 1951’de yeniden 19 imam hatip okulu açtı, ezanı da yeniden arapça okuttu.
27 Mayıs 1960 darbesiyle iktidardan uzaklaştırılan Adnan Menderes’in yerine gelen Süleyman Demirel, imam hatip sayısını 39’a çıkardı. 12 Mart 1971 muhturası ile kurulan “reform hükümeti” imam hatip ortaokulları dahil tüm meslek okullarını kapattı, özel yüksek okulları devletleştirdi. İmam hatip ortaokullarının kapatılması üzerine imam hatip liselerine giden öğrenci sayısı, iki yılda yüzde 70’ler düzeyinde azaldı.
1974’te Ecevit-Erbakan (CHP-MSP) koalisyon hükümeti imam hatip ortaokullarını yeniden açtı. Bu koalisyonun bozulmasından sonra Demirel öncülüğünde kurulan “Milliyetçi Cephe” (AP-MSP-MHP) döneminde bu okulların sayısı 339’a çıktı.
12 Eylül 1980 askeri faşist darbesi gericiliği azdırdı. “Ülkenin geleceğini imam hatiplere emanet edelim” diyen ve 1966-1973 yılları arasında cumhurbaşkanlığı yapan general Cevdet Sunay’ın yolunu izleyen cunta lideri Kenan Evren doğal olarak bu okullara dokunmadı, tersine dinsel eğitimi yaygınlaştırma yoluna gitti ve 1982 Anayasası ile “din kültürü ve ahlak bilgisi” dersini ilk ve ortaokullarda “zorunlu” ders yaptı. Daha da ötesi cunta hükümeti 1983’te Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) Özel İhtisas Komisyonu’na “Milli Kültür” raporu hazırlattı. Raporda şimdiki AKP diktatörlüğünün ağzından düşürmediği tüm “değerler” mevcut: “Türk-İslam sentezi”, “din-devleti”; “millet, din cemaati”; “milli kültür, İslam kültürü”; “milliyet, İslamiyet”; “milliyetçilik, İslamcılık”; “Türk milleti”, “yüzde 99’u Müslüman olan Türkler”; “laiklik, din düşmanlığı”; “bilim de Kuran’daki bilgiler”gibi kavram ve söylemlerle doluydu bu rapor. Bu anlayış doğrultusunda, 18 Haziran 1983’te 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nda değişiklik yapılarak imam hatip lisesi mezunlarına, Harp Okulu dışında kalan yüksek öğretim alanlarına girme hakkı verildi.
İmam hatiplere gösterilen özen ve getirilen ayrıcalıklar, ANAP’tan sonra başlayan koalisyon hükümetleri döneminde de devam etti. Bunun sonucu olarak imam hatip okulu sayısı 1990’larda 600’lere ve öğrenci sayıları da 600 binlere yükseldi. Bunun gerici-islamci faşizm için yarattığı potansiyel avantajı gören Refah Partisi’nin lideri Necmettin Erbakan, partisinin 13 Ekim 1996 tarihinde toplanan 5. Büyük Kongresi’ndeki konuşmasında; “Bugünkü neslin İmam-Hatiplere ve Kur’an kurslarına yapılan yatırım sonucu olduğunu” keyifle dile getirir. Ne var ki Erbakan’ın ayaklarını yıkayıp öpen bu biatkar nesil, bir süre sonra onu terk etti ve Recep Tayyip Erdoğan’ın makat kılı oldu!
Tabii bu yalnızca Erbakan ve Erdoğan’ı mutlu eden bir gelişme değildi, ABD emperyalizmi ve onun Türkiye’deki ajanı Fettullah Gülen’i de çok mutlu etmişti. 1986’dan başlamak üzere devletin bütün kurumlarında örgütlenmesine hız veren bu dinci ajan devleti endişelendirmeye başlamıştı. Demirel, Milli Eğitim Bakanlığına 80 bin kişi üzerinde araştırma yaptırdı ve bu araştırma doğrultusunda hazırlattığı raporu Mayıs 1996 tarihlerinde toplanan 15. Milli Eğitim Şurası’na sundu. Durum çok vahimdi; halk kanser gibi yayılan yobazlaşmadan rahatsızdı! Bu okullara giden çocukların anne ve babalarından daha tutucu olması onları şaşırtıyordu. Hata bazı laik veya Alevi ailelerin çocukları bile ebevyenlerini “dinsiz” görmeye başlamışlardı. 28 Şubat 1997’de toplanan Milli Güvenlik Kurulu, önlem olarak 8 yıllık kesintisiz zorunlu eğitime geçilmesini hükümete önerdi. Öneri 18 Ağustos 1997 tarih ve 4306 sayılı yasayla TBMM’inde kabul edildi. Bu yasanın yürülüğe girmesiyle imam hatipler önemli ölçüde tasfiye edildi ve öğrenci sayıları 60 bine kadar geriledi...
ÖRGÜTLÜ KÖTÜLÜK İKTİDARDA
2000’başında küresel ekonomik kriz dalgası Türkiye’yi de sıkıştırmaya başlamıştı. İmam hatiplere darbe vurulmasında rol oynayan 28 Şubatçılar’a ve o dönemin hükümetine karşı rövanş için fırsat kollayan Fazilet Partisi “Laikliğe aykırı eylemlerin odağı” haline gelmişti. Ki zaten FP, kapatılan RP'nin devamıydı. Eli kulağındaki ekonomik krizi de istismar edeceği kesin olan yobazlığın her gerekçeyle camileri gösteri alanına çevirmeleri ve sokaklara sarkan toplu namaz gösterileri tehlikeli olmaya başlamıştı. Bu nedenle Yagıtay Cumhuriyet Başsavcılığı Fazilet Partisi’nin kapatılması için Anayasa Mahkemesi’ne 11 Mayıs 1999'da dava açtı. FP, 22 Haziran 2001'de Sezer'in Cumhurbaşkanı, Ecevit'in Başbakan olduğu dönemde, AYM tarafından kapatıldı. Bu kapatma kararını engellemek için Başbakan Bülent Ecevit, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer üzerinden AYM’ye etki yapmaya çalıştı. Bu nedenle 19 Şubat 2001'deki MGK toplantısında „Anayasa fırlatma“ olayı yaşandı ve rovanşistlere fırsat veren büyük ekonomik ve siyasal deprem patladı. O zaman hükümet ortağı olan Devlet Bahçeli’nin MHP’si yine şimdiki gibi AKP’ye ydım etti ve ülkeyi erken seçime zorladı! 2002’de bir yardım da Baykal’dan geldi ve Recep Tayyip Erdoğan muradına erdi.
50-60 yıl boyunca oy ve iktidar kaygısıyla örgütlenmesi teşvik edilen, göz yumulan, ülkenin ayrıcalıklı kesimi olarak sol ve devrimci akımlara karşı her türlü destek gören yobazlığın iktidara yerleşmesi artık mahkeme kararları felan ile engellenmezdi. Üstelik bunlar İran’daki gibi anti-amerikancı bir toplumsal başkaldırıyla değil, Amerikan uşağı ve onların Büyük Ortadoğu Projesi’nin eşgüdümcüleri olarak Körfezdeki asalak Arap petrol krallarının muazzam para desteği ile iktidara geliyorlardı. Yani arkalarında devasa küresel gericilik vardı!..
AKP’nin DARBE SERİLERİ
15 Temmuz darbesini kontrol altında tutmak-başarısızlığa uğratma-kendi darbesine dönüştürmek amacıyla dahiliyeti bulunan iktidar her türlü kontrolden tamamen çıktı ve diğer kurumlardaki gibi eğitimide de şeriat rejimini baş döndürücü bir hızla inşaa etmeye başladı.
AKP iktidara geldiğinde 450 cıvarında imam hatip vardı ve öğrenci sayısı da 60 bindi. Şimdi 1149 imam hatip lisesi (İHL), 1961 de imam hatip ortaokulu (İHO) bulunuyor ve bunların toplam öğrenci sayısı 677 bin 205’i İHL, 525 bin 295’i İHO’de olmak üzere 1 milyon 202 bin 500’e ulaşmış durumda! Bu kadarla da kalmadilar MEB cinsel tacavüz ve toplu katliam sabıkalısı tarikat vakıfları ile protokol imzaladı, eğitimi adeta bu karanlık yuvalara ve Diyanet’e devretti. Nğfusun yüzde 30’nu oluşturan Kürtlerin ana dilde eğitimine izin vermezken arapça dolaylı olarak zorunlu bir eğitim dili haline gelmiş bulunuyor...
Burada sadece orta eğitimdeki feci vaziyet üzerinde durduk, aynı durum yüksek öğretim ve üniversitelerde de sözkonusu. Örneğin ülkenin en laik bilinen Orta Doğu Teknik Ünıversitesi’nde (ODTÜ) bile 3 camii ve 17 mescit olduğunu düşünürseniz facıayı anlarsınız!
DÜŞÜNÜN! ÇOCUKLARINIZ O OKULLARDA NELERLE KARŞILAŞIYORLAR?
Sizin anlayacağınız okullarda şeriat rejimi tamam!
Düşünün: Çocuklar Mühendis olmak, doktor olmak, hukukçu veya edebiyatçı olmak için gittikleri “cumhuriyet” okullarında 1500 yıl önceki Arap Emevi atmosferi içinde buluyor kendilerini! Her biri farklı tarikatlara mensup örgütlü kötülük tarafından hemen kuşatılıyorlar; tarikatların her biri kendi tarafına çekmeye çalışıyor çocukları. Çocuklar şaşkın, öğretmene koşuyorlar, öğretmenin agresif suratında gözleri tehditkar biçimde büyüyor. Müdüre koşuyorlar, o öğretmenden beter, sopayla kovalıyor cocukları. Mahkemeye koşuyorlar, onlar da “parmak kesen şeriat” zaten; “katlanacaksın kuzum, bilim öğreneceksin de ne olacak, ahiretin için şehit ol daha iyi” der eve gönderirler. Zaten kimsenin mahkeme kararlarına aldırdığı da yok, AHİM kararlarını bile takmıyorlar...
Bu yürek sızlatan durum karşısında nasıl dayanabiliyorsunuz? Çocuklarınızın ne korkunç ortamla karşı karşıya bulunduğunu düşünün ve lütfen artık bir şeyler yapın, sonra çok geç olacak!
Bu yazı fazla uzadı, dinsel aygıtlara tanınan diğer ayrıcalıklar ve diğer alanlardaki şeriat inşaasını sonraki yazılarımıza bırakalım...
16 Kasım 2017
Son Haberler
Sayfalar

ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)

Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)
Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?

Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?
Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.

SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..
“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”

“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)
7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.

İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor
Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.
Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.

3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?
Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.

Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)
Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.

Emperyalizm Üzerine Notlar-7
„Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler
Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.

Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek
Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.

Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi
Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)