Ölümüne seyirci kaldığınla barışamazsın: Ohannes Kılıçdağı
Zaten hep gergin olan ülkemiz ve bölgemiz bir kere daha ‘bıçak sırtında’. Bu sefer başrollerden biri, caniliği bu coğrafyaya bile (“Oryantalizm yapma” diyenler sıranın sonuna geçsin) fazla gelen IŞİD’e ait. Başrole yükselmesinde AKP idaresindeki Türkiye devletinin doğrudan desteği olup olmadığı tartışılıyor. Birçok iddia olmasına rağmen, hükümet ve onun savunucuları bunların hiçbirinin doğrudan desteğe dair somut delillere dayanmadığını söylüyorlar. Gerçektende söylenenlerin hiçbiri bu desteği tartışılmaz biçimde ispatlamaya yetmeyebilir. Bazı görüntüler var, bazı görgü tanıkları olduğu söyleniyor ama hepsi muğlak ve bunların hükümetin direktifiyle olduğunu göstermez. Fakat benim sormak istediğim soru başka: ne görseydik veya görürsek Türk hükümetinin IŞİD’e doğrudan destek verdiğine hiç şüphe duymaksızın inananırdık veya inanacağız? Gönderen hanesinde devletin bir kurumunun isminin yazıldığı, IŞİD kaşeli alındı belgesi mi lazım ya da resmi kimlikleri yakalarında Türk devlet görevlilerinin IŞİD’E silah teslimatı yaparken suçüstü yapılması mı gerek? Bu durum bana biraz “rüşvetin belgesi mi olur?” ‘menkıbesini’ hatırlatıyor. Demeye çalıştığım zaten bu tür ilişkiler hiçbir şüpheye yer bırakmaksızın nasıl ispatlanabilir ki? Ancak birileri devletin gizli belgelerini ifşa edecek (ki çok hayırlı olur) ya da gelecek kuşaklar bu ilişkileri arşiv belgeleri üzerinden yazılmış tarih kitaplarından okuyacaklar. (Gerçi söz konusu olan Türk devletiyse o arşivler zor açılır ya neyse.)
Kesin kanıt arayışını bir tarafa koyarsak ortada yeterince ciddi çok şaibe ve şüphe var. İlk akla gelen meşhur tır baskınları. O tırlarda ne olduğunu ve nereye gittiğini tam olarak bilmiyoruz ama AKP hükümeti aksini ispatlamadıkça o tırlarda silah olduğu ve IŞİD’e gittiği yönünde kuvvetli bir algı var. Yanlış anlaşılmasın, o tırlarda silah vardı ve IŞİD’E gitti demiyorum, diyemem. Buna inanan çok insan var diyorum ve sosyolojide çok bilinen bir teoremi (Thomas teoremi) hatırlatıyorum: algılar sonuçları itibariyle gerçektir. AKP hükümetinin bütün o patırtının iki çuval bulgur için koptuğuna inanmamızı istemeyi bir kenara bırakıp, ikna edici bir açıklamayı yapması lazım. Devlet sırrı mı dediniz? Hangi sır Allah aşkına? Bugün “Esad’ı devirmek için savaşan hiçbir gruba silah yardımı yapmadık”, deseniz kimi inandırabilirsiniz ki tersini söyleyince sırrınızı itiraf etmiş olasınız?
Bunların üzerine bir de Amerikan Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın Türk hükümetini, Suriye muhalefetine, en hafif tabirle ‘özensizce’ yaptığı para ve silah yardımıyle itham eden sözleri eklendi. Gerçi Biden sonra özür diledi ama söyleyeceğini söyledi. Bu sözleri mutlaka bir hesap çerçevesinde söylemiştir demiyorum ama ‘koskoca’ ABD Başkan Yardımcısı hiçbir şey bilmeden bu sözleri sarfetti demek pek de inandırıcı değil.
Ama bir an için bütün bunları bir kenara bırakalım ve Türk hükümetinin IŞİD’e hiçbir doğrudan destek vermediğini kabul edelim. Yine de, şurası açık ki AKP hükümeti bu kadar büyümesini, gelişmesini engelleyebilecek ekonomik ve siyasi birçok girişimde bulunabilecekken bulunmadı ya da gafletten dolayı bulunamadı. “Bir yerde radikal gruplar varsa diğerlerini marjinalize eder, etkisizleştirir” gibi çok bilinen bir eğilimi ya unuttu ya umursamadı. Uzun bir süre bütün Suriye muhalefetine “our boys” (bizim çocuklar) gözüyle baktı, sadece arada ‘haylaz’ olanlar vardı, olsundu yeter ki Esad’ı devirsinlerdi. Fakat, Suriye muhalefetinin ‘ılımlı’ kanadını artık galiba sadece Esad ciddiye alıyor! IŞİD bugün Irak-Suriye bölgesinde Sünni esaslı siyasetin birincil ve en etkili aktörü oldu. Görünen o ki artık IŞİD’in geriletilmesi Sünnilik temelli siyasetin geriletilmesi demek olacak. Bölgede esaslı ve kalıcı bir barış için bu denklemin mutlaka bozulması gerek. Aksi takdirde, IŞİD’ın toplumsal desteğini kesmek zor olacaktır.
Bu denklem yüzünden AKP hükümeti de kendi politikasının yarattığı bir paradoksla karşı karşıya: ya IŞİD’e ‘vurarak’ bölgede şimdiye kadar desteklediği Sünni siyaseti geriletecek (ki eli buna gitmiyor) ya da IŞİD’le mücadeleye etkin destek vermeyerek ulusal ve uluslararası kamuoyunda böyle bir caniler sürüsünün en azından hamisi konumunda olmayı sineye çekecek, ki şu anda algı bu, siz istediğiniz kadar “Biz IŞİD’i terörist ilan ettik” deyin. Bu algıyı kırmanın fırsatı da tam manasıyla kapıda: Kobane. Orada gerçekten kahramanca direniş gösterenlere destek verilirse “AKP hükümeti IŞİD’i destekledi/destekliyor” laflarının hiçbir kıymeti kalmaz. Mutlaka tankların gönderilmesi de şart değil. İsterseniz bunun yollarını bulursunuz, eminim elinizin altında bir yerlerde Türk devletinin bu tür durumlarda kullandığı bir yönerge vardır.
Asıl soru AKP hükümeti Kobane’ye dolayısıyla Rojava’ya yardım etmek istiyor mu? Beyan var ama irade var mı? Önemli olan o. Orada ortaya konan yönetim ve yaşam modeli bölgede, Esad dahil, AKP hükümeti hatta Barzani yönetimi dahil hiçbir iktidarın hoşuna gidecek bir model değil. (Bu modelin ne olduğuna dair Fehim Taştekin’in Radikal yazılarına ve Boğaziçi Üniversitesi’nden Nazan Üstündağ’ın Rojava’da yaptığı çalışmaya (Özgür Gündem) bakılabilir.) Türkiye’nin destek karşılığında kantonların lağvedilmesini istemesi boşuna değil ama tabii bunun adı şantajdır. Boğazına bıçak dayanmış birine, “Benim haklı olduğumu ve hakimiyetimi kabul edersen seni kurtarırım”, diyorsun. Peki sonra ne olacak? Hükümet ölümüne seyirci kaldığı insanlarla mı barışacak? Burada kastedilen de sadece insanların bedensel ölümü değildir; dolayısıyla katliamdan kaçan insanları kapınızdan içeri almakla halledeceğiniz bir şey de değildir. Bu Rojava’da somutlaşan birlikte yaşam projesinin de ölümüdür ve bu size ilk anda hayırlı gözükebilir ama ister kendi elinizle ister taşeron marifetiyle ezdiğiniz muhatabınızla yapacağınız şeyin barış olmayacağını, sadece gelecek sefere kadar geçici bir hakimiyet demek olduğunu tarihten şimdiye kadar öğrenmiş olmanız gerekirdi. Kaldı ki, PKK/PYD’yi IŞİD’e ezdirmenin bedelsiz olmadığı, hatta yüksek bir bedeli olduğu da yakında anlaşılacaktır umulur ki çok geç olmasın.
Mesele dönüp dolaşıp “yeni Türkiye’nin” de eski Türkiye gibi Kürtlerin fikriyatını ve hissiyatını anlamamakta veya umursamamakta inat etmesinde düğümleniyor. Türkiye dış (ve iç) politikasının önceliği, Esad falan değil, nihai çözüme dek Kürtler olmak durumundadır. Tabiri caizse sahaya ilkönce Kürleri yerleştirip diğer oyuncuları ona göre yerleştireceksin. Kürt politikasını Esad politikasının yedeği yapmaya çalışmak hayati bir hata olabilir. Belli ki bu hercümerçten ya Türkiye Kürtleri ‘kazanarak’ çıkacak ya da başka bir çatışma dönemine gireceğiz. Klişe tabirle söyleyecek olursak krizin fırsata çevrilip çevrilmemesi hükümetin yapacağı tercihlere bağlı.
Son Haberler
Sayfalar
ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)
Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)
Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?
Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?
Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.
SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..
“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”
“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)
7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.
İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor
Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.
Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.
3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?
Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.
Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)
Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.
Emperyalizm Üzerine Notlar-7
„Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler
Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.
Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek
Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.
Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi
Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)