“Örgütlüysek Her Şeyiz Değilsek Hiçbir Şey” de; Bu Nasıl Olacak?
Halk gençliğini, genç kadınları, liseli gençliği, LGBTİ+’ları, değişik inançlara mensup kitleleri ya da daha genel bir ifade ile geniş halk yığınlarını maruz kaldıkları, sömürü, baskı, şiddet, asimile etme, yok sayma ve imha etme politikasına karşı mücadelesinde örgüt, tarihsel önemde bir rol oynar.
Sitemin çarkları arasında can çekişen yığınların mücadele etmekten başka çıkar yolu yoktur. Zira mevcut sistem, varlığını sürdürdükçe dizginsiz bir sömürü, zincirlerinden boşanmış azgın bir şiddet sarmalında soluksuz kalmaya mahkûm kalacaktır.
Örgüt (organization), geniş emekçi yığınların, onları, ezen, sömüren hâkim sınıflara karşı vazgeçilmez aracıdır. Vazgeçilmez ve tarihseldir, çünkü kitleler ancak ve ancak örgütlü bir zor aracı olan, tüm kurumları ve organlarıyla bir ezme aracı olarak işlev gören en büyük örgüte, devlete başka türlü karşı koyamaz.
Yığınların insanca bir yaşayabilmek, temel hak ve özgürlüklerini koruyup geliştirebilmek adına mücadele etmekten başka yolu yoktur. Yığınlar söz konusu talepler uğruna mücadeleye giriştiğinde karşılarına tepeden tırnağa örgütlü bir güç bulurlar. Buna karşı koymanın, kendini koruyup, kazanım elde etmenin ve de kazanımları koruyup ileri taşımanın başlıca yolu örgütlenmekten, örgütlü hareket etmekten geçer.
İşte tam da bu yüzden örgüt, hangi düzey ve biçimde olursa olsun ezilen yığınların özgürlüğü ve kurtuluşu için kritik bir role sahiptir. Ezilenlerin yaşam koşullarını iyileştirecek her türlü demokratik oluşumlardan daha karmaşık ve sistemi doğrudan hedefleyen yapılara kadar hangi amaç ve hedef etrafında kurulmuş olursa olsun, her örgüt tam da bu özelliğinden dolayı sistemin hedefi haline gelir.
Kendisi mevcut örgütsel yapısını günün acil ihtiyaçları ekseninde sürekli yenileyip mükemmelleştirirken yığınların ne düzeyde olursa olsun örgütlü hareket etmesine, örgütlenmesine kesinlikle izin vermez. Olabildiğince böylesi taleplerin önüne engel çıkarır. Bunu başaramadığında kendisi için tehlike oluşturmayacak bir yaklaşımla hareket etmesi için yoğun çaba sarf eder. Çoğunlukla söz konusu örgütlerin mücadele çizgisini bulanıklaştırmaya, kendi sınırları içine çekmeye ve etkisizleştirmeye çalışır. Çoğunlukla da bunu söz konusu örgütlerin yönetici organlarını başka bir ifade ile önderliğini teslim almaya, onları kendi çizgisine çekmeyi amaçlar. Özellikle de yığınların öfke ve tepkisini biriktirdiği ve artık patlama noktasına geldiği dönemlerde sistematik bir politika olarak böylesi örgütlerin önünü açar. Böylece yığınların fay hattında biriken enerjiyi açığa çıkarmaya çalışır.
Öyleyse hâkim sınıflar açısından böylesine önemsenen ve tehlike olarak görülen örgüt nedir? Nasıl örgütlenir?
Panik yapma örgütlen!
Örgüt, belli bir fikir ve buna paralel ortaya çıkan ilke ve kurallar bütününden oluşur.
Örgüte niteliğini veren hedefleridir. Sözgelimi, bir yöre derneği; belli bir yörede yaşayan insanların bir araya gelmesi ve kültürünü yaşatabilmesi için kurduğu bir örgüttür. Çalışma ve örgütlenme prensipleri ve kriterleri de buna göre belirlenir.
Ya da üniversitede kurulan bir öğrenci derneğini ele alalım. Böyle bir örgüt kurulduğu üniversitedeki öğrencilerin yaşam koşullarını, özlük haklarını korumak ve ileri taşımak amacıyla ortaya çıkmıştır. Burada çerçeve geniştir. Her üniversite öğrencisine seslendiği için örgütlenme ilkeleri, tüzüğü ve programı da buna uygun belirlenmek zorundadır.
Ya da amacı mevcut sistemi yıkmayı, onun yerine de demokratik halk iktidarını kurmayı amaçlayan bir örgütü ele alalım. Söz konusu örgüt bahsi edilen amaçlarından ötürü sistemin yasaları ve hukukunu aşan bir hareket tarzına sahip olmak zorundadır. Aksi durumda hayatta kalma şansı yoktur. Doğal olarak örgütlenme prensipleri de legal, açık değil, gizli olmak zorundadır. Öyleyse örgütün niteliği ve nasıl örgütleneceğini onun amaç ve hedefleri belirler.
Peki, bu örgüt nasıl bir arada duracak, üyeleri arasındaki ilişkiyi nasıl örgütleyecek ve kimler tarafından yönetilecektir?
Bu soruların yanıtı örgütün amaç ve hedefleri yani program ekseninde ortaya çıkan tüzüğü ve hukukudur. Her örgütün önce bir programı, buna uygun bir örgütlenme modeli olmak zorundadır. Örgütü örgüt yapan onun organları, üyeleri arasındaki iş bölümüdür.
Tüzük ya da hukuk diyebileceğimiz bu durum örgütün üyelerini bir arada tutan onlar arasındaki ilişkileri düzenleyen bir içeriğe sahiptir ve örgüte ruhunu veren temel de burasıdır.
Her devletin üzerinde yükseldiği ve uyması gereken temel çerçeveyi anlatan nasıl bir anayasası varsa her örgütün de herkesin uyması gereken bir kurallar bütününden oluşan bir tüzüğü ve hukuku olmak zorundadır. Bununla, her ister dernek, isterse sendika, ister komünist gençlik örgütü isterse de kızıl ordu olsun her üyesinin uyması gereken temel parametreleri ortaya koymak zorundadır. Bunun olmadığı yerde bir örgütten söz etmek mümkün değildir.
Tüzük mü dediniz?
Tüzük, anayasa toplumsal bir sözleşmedir. Toplumun tüm üyelerinin temel haklarını ve çıkarlarını koruyan ve herkese eşit mesafede olan bir taslaktır. Kuşkusuz her sistem kendini devam ettirecek bir anayasayla ortaya çıkarır. Bu ilkel köleci toplumdan feodalizme, oradan kapitalizme ve halk iktidarından sosyalizme kadar böyledir. Ve gerçek anlamda eşitlik, halk iktidarı ve buradan komünizme giden yolda sağlanacaktır. Ne ki tartışmamız genel anlamda tüzük ve hukukun anlam ve önemi üzerinedir.
Bu tüzük ya da anayasa örgütün yönetici organlarını, bunlar arasındaki ilişkiyi görev ve yetkilerini açıkça ortaya koymalı. Örgütün yönetici organlarının görev süresini, yetkilerinin sınırlarını belirler. Örgüt üyelerinin onların nasıl denetleyeceğini, takip edeceğini açıkça ortaya koyar. Bugün egemenler arasında -başta başkanlık olmak üzere- gerilimin tırmandığı pek çok başlıkta tartışmaların yapılanın anayasaya uygun olup olmadığına gelmesi, getirilmesi boşuna değildir. Atılan her adımın anayasaya uygunluğunun tartışmaya açılması ya da söyleneni desteklemek veya çürütmek için anayasaya başvurulması bundadır. Zira anayasa savunulduğu haliyle tüm bir toplumun iradesini yansıtır ve en üst iradedir. Toplum mevcut anayasayı yenilemediği sürece geçerli olan budur.
Öyleyse diyebiliriz ki tüzük ve bunun etrafından gelişen hukukun sağlıklı doğru bir şekilde yaşama geçirildiği bir örgüt; canlı, dinamik bir örgüt olur.
Her örgüt geleceği hakkında söz söyleyebilecek her üyesinin, iradesini alarak gerçekleştirdiği genel kurullar, konferans ya da kongrelerle bir sonraki seçime kadar iradesini bir yönetici organa devreder. Bu organ iki dönem arasında söz konusu örgütü yönetmekle görevlidir. Yetkisinin sınırları ve diğer yönetici organlarla nasıl ilişkileneceği tüzük hükümleriyle belirlenmiştir.
Merkezi bileşimlerde (kurultay, konferans vb..) seçilen sayıdaki üyelerin oy birliği ya da salt çoğunluğu ile karar verilmek zorundadır.
Yönetici organda herhangi bir nedenle,(ölüm, hastalık ya da tutuklanma vb.) yaşanan bir azalma tüzük hükümlerine göre tamamlanmak zorundadır. Yani “ben zaten genel kurulda seçilen iradeyi temsil ediyorum” diyerek bir sonraki seçime kadar yönetim sürdürülemez. Bu zaten mevcut tüzüğün ihlali anlamına gelir.
Seçimlerle gelen yönetim salt çoğunluğunu kaybettiği, tüzük hükümlerine göre merkezi iradesini tamamlayamadığı durumda yetkisini kaybeder. Bu durumda bu örgüt olağanüstü kurultaya, konferansa gitmek zorundadır.
Bir örgüt tam da onu var eden üyelerini ve ilgi duyan kitleyi bir arada tutan adeta bir harç işlevi gören tüzük ve hukukuna uygun davrandığı zaman güçlenir, büyür. Devrimci iddiası olan ve her dönem düşmanın saldırısı altında bulunan bir örgütü gerçek anlamda yenilmez ve yıkılmaz kılan da yine bu özelliğidir.
Aksi durumda herkesin her istediğini bildiği gibi yaptığı, gücü elinde bulunduranın her istediğini yapmaya çalıştığı bir yerde, bir gelişmeden bahsetmek mümkün olmaz. Böyle bir örgütte bir arada durma, birlikte hareket etme duyguları körelir, ayrışma ve dağılma öne çıkar.
Önderlikte tüzüğe, hukuka uyacak mı?
Burada belirleyici olan seçimle işbaşına gelen yönetici organın tavrıdır. Bununla birlikte söz konusu yönetici organı denetleyen, onu mevcut tüzük ve hukuka uymaya zorlayan diğer organlar ve üyelerin tavrıdır.
Demokratik hesap sorma/verme kültürünün geliştiği bir örgütte bu zor değildir. Ne var ki demokratik devrimini gerçekleştirememiş bizim gibi ülkelerde ister çevre derneği olsun isterse de sendika olsun, seçimle işbaşına gelen yönetici organın kısa sürede tüzük hükümlerini ayaklar altına aldığına sıklıkla tanık olunuyor. Benzer bir durum devrimci örgütlerde de karşımıza çıkabilmektedir. Hesap sorma, denetleme ve görev ve haklarını bilerek hareket etmenin zayıf olduğu bir politik iklimde yaşıyoruz.
Alt kademelerde görevlerin öne çıktığı, yönetici organlara çıkıldıkça hakların tartışıldığı bir ülkede yaşıyoruz. Sadece AKP hükümetinin son birkaç yılına bakmak bile bunu anlamak için yeterlidir. Özellikle 15 Temmuz sonrasında FETÖ’cü olduğu iddiasıyla on binlerce insan açığa alınıp, görevden atılıp tutuklanırken, onlarla yıllarca iş tutan ve suyun başında duranlardan hesap sorulmuyor. “Ne istediler de vermedik” diyenlerin bu işteki sorumluluğu tartışma konusu olmuyor.
Yönetici organ ya da önderlik bir örgütün en önünde yürüyen ideolojik, politik ve örgütsel anlamda gelişmeye en açık, en hareketli ve birikimli kadrolarından oluşmalıdır.
Önderlik, mevcut tüzük ve hukuka ilk uyması gereken organ olmalıdır. Zira onun hataları diğer organ ve üyelerinin yanlışlarından daha yıkıcı sonuçlar üretir. Merkezde bulunmasından dolayı hata ve zaafları kısa sürede örgütün bütüne hem de daha kapsamlı ve yıkıcı bir şekilde yansır. Önderlik, seçimle iş başına geldiği, derneği, sendikayı ya da devrimci örgütü geliştirmek istiyorsa en başta örgütün tüzüğünü uygulamak zorundadır. Bu yapılabildiğinde ve örgütsel işleyiş ve hukuk sağlıklı işletildiğinde canlı, nefes alan, düşünen bir örgütten söz etmiş oluruz. Böylece örgüt onu var eden zemine sıkı sıkıya sarılmış, nefes damarları açılmış olur. Amaçlarına uygun bir faaliyet örmesinin, böylece daha güçlü bir zemini olur. Tüzüğünü, mevcut hukuk ve ilkelerini, organlarını işletmeyen bir örgüt ne kadar doğru tespitler yapar ve politikalar üretirse üretsin bunu yaşama geçirecek enerji kaybettiği ya da bu ruhu yara aldığı için başarılı olamaz.
Önderlik tam da bunun için vardır. Örgüt, iradesi bir sonraki seçime kadar yönetici organa yetkisini vermiştir ancak onu da ortaya koyduğu tüzük ve hukukla her daim denetlediğini/ denetleyeceğini de deklare etmiştir.
Yönetici olmak bu organa her istediğini yapma hakkı tanımaz. Örgütün tüzüğü her şeyin üstündedir zira örgütü bir bütünün iradesini yansıtır. Bir sonraki bileşimde irade tarafından yeniden düzenlenene kadar buna uyulmak zorundadır. Öyleyse örgütü güçlü kılan; ilke ve kurallarına sahip çıkması diyebiliriz. Bunu ilk ilden yaşama geçirmesi gereken organ ise toplamın iradesini temsil ettiği için önderliktir. Önderlik bunu örgütün ilke ve hukukuna herkesten fazla sahip çıkarak yapar/yapmalı. Aksi bir durum yıkım anlamına gelir.
İlkelerine sahip çıkan, organlarını işleten ve bu çerçevede hareket eden bir önderlik, söz konusu örgütün niteliğine uygun bir şekilde gelişip güçlenmesine vesile olur.
Ortaya çıktığı amacı etrafından bir çekim merkezi haline gelir, yığınları örgütler ve sisteme karşı bir direnç odağı olur. Yığınlarda örgüt ve örgütlenme bilincini geliştirir. Bu sistemin ideolojik, politik, kültürel anlamda her saldırısına karşı inşa edilen bir duvar anlamına gelir.
Açıkça söyleyebiliriz ki, üzerinde yükseldiği programa uygun hareket eden, mevcut tüzük ilkelerini yaşama geçiren bir örgüt ve onun iradesini yansıtan ve örgüt hukukuna herkesten fazla sahip çıkan bir önderlik, yığınları kucaklamanın ve başarının anahtarıdır.
Yeni Demokrat Gençlik Dergisi Kasım 2016 sayısından alınmıştır.
Son Haberler
Sayfalar
ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)
Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)
Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?
Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?
Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.
SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..
“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”
“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)
7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.
İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor
Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.
Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.
3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?
Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.
Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)
Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.
Emperyalizm Üzerine Notlar-7
„Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler
Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.
Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek
Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.
Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi
Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)