Perşembe Kasım 28, 2024

Özgecan'ın katlinin AKP’le ne ilgisi var ?[1]

“Omnes una manet nox.”[1]

Özgecan’ın katledilmesinin ardından patlak veren yığınsal öfkeye bakıp, medya ve sosyal medyadaki AKP kuyrukçuları soruyor: “Canım siz de ayağınız taşa takılsa, AKP’den bileceksiniz. Özgecan’ın öldürülmesinin AKP ile ilgisi ne?”

Hangisinden başlayalım ki?

Dilerseniz “ölen Kürt, öldüren Kürt; bu kesin AKP’yi gözden düşürmek üzere düzenlenmiş bir komplo!”; ya da “mini etek giyersen, akşamları sokakta dolaşırsan laikçi canavarlar seni parçalar” yolundaki hezeyanların bu “illiyet”i zımnen kabullenen “lapsus”lar olduğu gerçeğini bir kenara bırakalım. 

Gerçekten de son yıllarda bir veba salgını gibi bu topraklara yayılan ve hepimizin hayatını zehirleyen kadın katliamının AKP iktidarı ile o kadar çok ilişkisi var ki…

Öncelikle, minibüsüne binen bir genç kadının, kabaran cinsel iştahına mutlaka ve mutlaka boyun eğmesi gerektiğine inanan bir eril merkezcilik ve tahakküm sabit fikrinin -katilin siyasal tercihlerinden bağımsız olarak- AKP iktidarı boyunca şişirildiğinin tanığıyız, hepimiz.

Öyle ya, cumhurbaşkanlığı makamını işgal eden zatın defalarca terennüm ettiği “Ben kadın-erkek eşitliğine inanmıyorum”; “kızı yalnız bırakırsan ya davulcuya ya zurnacıya…”; sağlık bakanının “tecavüze uğrayan kadın doğursun, kendisi bakamıyorsa devlet bakar”; Ankara’nın “ezeli ve ebedi” belediye başkanının “Anası tecavüze uğruyorsa çocuk niye ölsün? Anası ölsün…”; orman bakanının (kendisinden iş isteyen bir kadına) “Evdeki işler yetmiyor mu?”; bir emniyet müdürünün (Münevver Karabulut cinayeti konusunda) “kızlarına sahip çıksalarmış”; bir aile ve sosyal politikalar eski bakanının “Kadın cinayetlerini medya abartıyor”, üstüne üstlük bir de “İnsan Hakları Komisyonu Başkanı” unvanı taşıyan bir iktidar partisi milletvekilinin “Tecavüzcü, kürtaj yaptıran tecavüz kurbanından daha masumdur”; bir eski meclis başkanının “Kadın iffetli olacak. Mahrem-namahrem bilecek. Herkesin içerisinde kahkaha atmayacak,” sözleri... sizlere imam ve cemaat ilişkisini anımsatmıyor mu? 

“Devlet büyükleri”nden her gün bu sözleri duyan vasat’ın nasıl davranmasını bekliyorsunuz?

Üstelik AKP eşrafının bu kanaatlerinin “kendinden menkul” olmadığını, temel referans çerçevelerini dinin; İslâm dininin oluşturduğunu dost da biliyor, düşman da… Bir başka deyişle, kitabında erkekleri, “itaatinden şüphe ettiğiniz şüphe ettiğiniz kadınları dövünüz” yetkisiyle donatan bir dinin sözcüsü ve temsilcisi olarak davranan bir iktidar yönetiyor bu ülkeyi. Ve “imanı sağlam” kamuoyu oluşturucuları, her gün ekranlardan, gazete sayfalarından “talkını” veriyorlar halka: 

“Özür dilediyse affedin” (Çeşitli tarihlerde babasının cinsel tacizine maruz kalan 15 yaşındaki F.İ. hakkında Alo Fetva hattındaki hoca) 

“Ne diyor İslâm, annen de olsa diz kapağının altından göbeğine kadar ve sırtına bakamazsın. Annen de olsa, diz kapağının üstü tahrik eder.” (“İslâm medeniyetini kuracak Öncü Nesiller yetiştirmek için” çalışan Furkan Vakfı kurucusu Alparslan Kuytul) 

 “Banyoda çırılçıplak yıkanmak mekruhtur. Göbeğin altında yani şortunu çıkartmayacak. Son anda onu çıkartıp durulanır.” (İlahiyatçı Prof. Nihat Hatipoğlu)

“Kadın spiker izlemek caiz değil”, “10, 7, 6 yaşındaki kız çocukları 25 yaşındaki erkekle evlenebilir. Aybaşı olmamış olduğu durumda nikâhlanabilir”. (Sosyal Doku Vakfı Başkanı Nureddin Yıldız)

“18’indekinin zinasına karşı çıkmayıp, 7 aylık bebeğe tecavüze karşı çıkmak timsah gözyaşıdır.” (Samsun İl Müftüsü Yrd. Doç. Dr. Hayrettin Öztürk)

“Kadın-erkek eşitliği cinsel sapmalara, ailenin dağılmasına zemin hazırlar.” (“İslâmcı yazar” Ali Bulaç)

Anlayacağınız, kadınlar karşısındaki hoyratlıklarının gerisindeki gerekçeler sağlam…

Öyle ki, kadına yönelik şiddeti eleştirirken dahi, “Kadınlar bize Allah’ın emanetidir” argümanından başka bir gerekçe üretemeyecek kadar uhreviyata belenmiş bir söylem…

Bir parantez açıp sorayım; “kadınlar birilerinin erkeklere emanetidir” sözleri dahi, daha ağızdan çıktığı anda kadını erkek karşısında ikincilliğe, tabiliğe mahkûm kılmıyor mu? 

Malûm ya, emanet bir “şey”dir; kişi, insan filan değil. Edilgindir; birileri onu birilerine “gözetsin” diye verir. Hiç kuşku yok ki, emaneti gözetmekle yükümlendirilmiş kişinin ona “hıyanet” olasılığı da vardır. Yani “emanet”, her ne kadar eleştirilse de, “ihanet ve suistimal”e açık bir “şey”dir. Bu “şey” kendini savunma yetisine sahip değildir; ille de birileri tarafından kollanıp korunması gerekir. Potansiyel olarak hıyanet ve suistimal olanağına sahip birileri tarafından!

Oysa kadınlar, canlarını, bedenlerini zimmet edildikleri erkeğin insaf ve ahlâkına bırakmaksızın, insan ve birey kabul edilmek istiyorlar. Tırmanan eril şiddetin nedeni tam da bu değil mi zaten?

Her ne hâl ise…

Evet, evet; Özgecan ve diğer kadınların katledilmesi AKP iktidarıyla yakından ilişkilidir.

Çünkü kadın cinayetlerinin yüzde 1400 oranında arttığı bu dönemde göreve getirilen güvenlik görevlileri ve yargıçların kadın cinayetlerini neredeyse maktulü suçlu gören bir yaklaşımla ele alıyorlar... 

Bilmiyorum, hatırlayanınız var mı; ama AKP iktidarı 2012’nın 8 Mart’ında bize bir “armağan” vermişti: “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair 6284 Sayılı Yasa”… 

Yasanın çıkmasını önceleyen 2011 yılı içerisinde, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu verilerine göre 121 kadın öldürülmüştü. “Tesadüf” bu ya, yasanın çıktığı 2012 yılı içerisinde bu sayı 210’a fırladı. 2013’te ise, 237 kadın öldürüldü. 2014 yılı, 294 kadın cinayeti ile kendi rekorunu kırdı… 2015 yılı ise Ocak ayındaki 20 kadın cinayetiyle başladı; Şubat olanca lanetiyle devam ediyor…

Bir başka deyişle, kadına karşı şiddeti önleme amaçlı yasa çıktığından beri, kadın cinayetlerinde hızlı bir tırmanış gözlemlenmekte. İşin korkunç yanı, yasanın çıkışından bu yana öldürülen kadınların 23 tanesinin güvenlik güçlerinin “koruma”sı altında olması…

Ve kadın cinayetlerini protesto eden kadınlara yıldırım hızıyla müdahale edip gözlerine biber gazı sıkan, onları saçlarından yerlerde sürükleyip yaka paça gözaltına alan “güvenlik” güçlerinin, kadınların katillerine karşı son derece yavaş, hatta gönülsüz davrandığının tanığıyız hepiniz. Lütfen bir an durup, TV ekranlarında kaç kadının çevredekilerin umursamaz bakışları altında kocası, eski kocası, sevgilisi ya da reddettiği erkek tarafından defalarca bıçaklanışını izlediğinizi anımsamaya çalışır mısınız?

Ya da karşısına getirilen katili sırf kravat takıp boynunu büktü, diye… Veya maktule kısa etek, tayt giymişti, cep telefonunda bir erkekle mesajlaşmıştı, katile hakaret etmişti, tanımadığı bir erkeğe cilveli bir şekilde saat sormuştu diye cezayı hafifletip üç-beş yılda salıverilmesine yol açan hakimler? Tecavüzcüleri sorgulayıp “tutuksuz yargılanmak” üzere serbest bırakan, “zeka özürlü” kız çocuğuna topluca tecavüz eden sanıkları “mağdurun rızası vardı” diye kovuşturmayan savcılar?

Yetmedi! Ya bugüne dek hiçbiri ceza almamış devletin tecavüzcü polisleri, jandarmaları, emniyet müdürleri, güvenlik görevlileri? Duymamış olamazsınız: 15 yılda 241 polis, 91 asker, 17 özel timci, 15 korucu, 45 gardiyan tecavüzden yargılandı ama ceza almadan serbest bırakıldılar. Olaylar duyurulmadan örtbas edilenleri, “kovuşturmaya gerek yoktur” kararıyla salıverilenleri hiç saymıyorum!

Onlar serbest bırakıldı, ellerini kollarını sallaya sallaya aramızda dolaşıyorlar; Pozantı cezaevinde olduğu üzere bazıları terfi de ettirildi. Üstelik de yeni çıkacak yasayla yetkileri ve güçleri daha da katlanıyor, ama onları deşifre eden gazeteciler tutuklanarak cezaevine konuluyor. Dumanı üstünde örnek; Zeynep Kuriş!

Şecaat arz ederken sirkatin söyleyen bir “lapsus”la üstelik: “devletin mahremiyetini deşifre etmek” gerekçesiyle… Evet, evet; taciz ve tecavüz bu devletin “mahremiyeti”dir; onu deşifre edenler cezalandırılmalıdır. Boşuna üremedi “T.C.avüz!” sloganı…

Evet, evet; Özgecan ve diğer kadınların katledilmesi AKP iktidarıyla doğrudan ilişkilidir.

Çünkü AKP iktidarı kadına yönelik şiddeti, kadın cinayetlerini önleyici tedbirleri gereksiz ve israf sayan, kadınları destekleyecek önlemleri de içeren sosyal bütçeleri budayarak sermayeye peşkeş çeken neo-liberal siyasaların en gözükara temsilcisidir. 

Bir örnekle açımlayayım: Türkiye’de her 10 kadından 4’ünün fiziksel şiddete uğradığı biliniyor... Her 4 kadından 1’inin yaşadığı şiddet sonucu yaralandığı... Kadınların yüzde 15’inin cinsel şiddete uğradığı... Her 10 kadından 1’inin gebeliği sırasında fiziksel şiddete uğradığı... Şiddet gören kadınlar arasında lise ve üzeri düzeyde eğitim alanların oranının yüzde 27 olduğu... TÜİK verilerine göre, cinsel saldırı suçlarında da 5 yılda yüzde 30 artış olduğu da öyle. Yasa çıktıktan sonra yurt genelinde şiddete uğradığı gerekçesiyle polis korumasına alınan kadınların sayısının 77 bin 288’e ulaştığı da biliniyor. Ve Türk yasalarının nüfusu 50 bini

geçen her yerleşim biriminde bir kadın sığınma evi kurulmasını öngördüğü… Tüm bunlar biliniyor bilinmesine ama, gönüllü kadın kuruluşlarının açtığı sığınma evleri bürokratik engellerle kapatılmaya zorlanırken, nüfusu 50 binin üzerindeki belediye sayısının 206 olduğu Türkiye’de kadın sığınma evlerinin sayısı 122’yi geçmiyor! Bu kadar sığınakta şiddet gören milyonlarca kadından kaç tanesi kalıyor diye mi sordunuz? Toplam 1180 kadın ve 437 çocuk! “Sığınma evleri güvenli mi?” diye soracak olursanız, buna da olumlu yanıt vermek çok zor. Çünkü ‘Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun bildirdiğine göre, 2012 yılı içerisinde bu evlere sığınan kadınların yüzde 37.5’i, öldürülmüş!

Bir başka deyişle, AKP iktidarı, şiddete uğrayan, öldürülme riski altında bulunan kadınlar için adeta bir “ilkyardım merkezi” olan kadın sığınma evlerini savsaklamakta. Bu alanda gönüllü hizmet veren kurumların maruz kaldığı bürokratik engeller ve desteksizlik sonucu birbiri ardı sıra kapanmak zorunda kalması da cabası!

Kadına yönelik şiddeti azaltacak, giderek ortadan kaldıracak bir başka önlemin, kadınlara yaşamlarını güvence altına alacakları, iki ayakları üzerinde sağlam durmalarını sağlayacak bir iş ve çocuk yetiştirme yükünü kadınların sırtından alacak düzenlemeler olduğu biliniyor… Oysa kadın istihdamı, AKP indinde ancak yarım-zamanlı, geçici, düşük ücretli ve her türlü güvenceden yoksun olduğu ölçüde makbul… İktidar partisinin kadınları demografik kuluçka makineleri olarak görme eğilimi biliniyor. Ancak üç çocuk, dört çocuk, beş çocukla aile içerisinde kafese alınan kadını “aile içi şiddet”ten koruyabilecek sihirli formül, var ise de henüz keşfedilmedi…

Ya da daha bol ışıklandırma, daha güvenli kitle ulaşım araçları, daha sağlıklı bir kentleşme ile mekânların kadınlar için daha güvenli kılınması? Geçiniz…

Veya toplumsal cinsiyetler arasında eşitlikçi ve sağlıklı ilişkilerin tesisine yönelik sosyalizasyon süreçlerini hedefleyen bir toplumsal rehabilitasyon? Haydi canım sen de…

* * *

İktisat politikaları, nihayetinde, ülke kaynaklarının kimlerin yararına kullanılacağına dair bir tercihtir... “Sosyal” politikalar bütçeden sıradan insanlara, emekçilere, kadınlara, çocuklara, engellilere vb. daha fazla pay ayrılmasını öngörürken, neo-liberal politikalar kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi, sosyal harcamaların kısılması ve kaynakların özel sektöre, ÇUŞ’lara yönlendirilmesini öngörür…

AKP, bu tercihlerin en yıkıcı hâlini temsil ediyor. Vazgeçtim özelleştirme adı altında “yandaş” sermayeye peşkeş çekilen kamu kaynakları ya da arazilerinden; kaç trilyona mal olduğunu kimsenin net olarak kestiremediği Kaç-Ak saray ile kaç kadın sığınma evinin kurulabileceğini, kaç kadına kendisine şiddet uygulayan kocaya mahkûm kalmayacağı bir iş sağlanabileceğini düşünebiliyor musunuz?

Şu sıralar yangından mal kaçırılır gibi geçirdikleri Güvenlik Yasası da bir tercih… Hem de çok somut, çok net bir tercih… İktidar güvenlik yasasıyla birlikte, işçilerin emekçilerin ve/ veya kadınların yaşam koşullarını daha tahammül edilebilir kılacak düzenlemeleri, ne bileyim Alevilerin tanınma, Kürtlerin özerklik taleplerini karşılamak yerine ayaklanma bastırma savaşını yeğlediğini gösteriyor. 

Oyuk mermiler; üretimleri aksamasın diye Metal-iş grevinin yasaklandığı panzerler, akrepler, TOMA’lar; sokak sokak, dükkân dükkân topumuzu gözaltında tutan güvenlik kameraları; atama bekleyen öğretmen adayları birbiri peşisıra intihar ederken sayıları sürekli arttırılan polisler… muhaliflere karşı açılan “topyekûn savaş”ın habercisi…

Bu koşullar altında, AKP iktidarının kadınların şiddetten korunması, kadın cinayetlerinin önlenmesi konusunda ciddi bir adım atacağını gerçekten de düşünüyor musunuz? 

25 Şubat 2015 18:20:46, Ankara.

N O T L A R

[1] 26 Şubat 2015 tarihinde ‘Kaldıraç’ın ODTÜ’de düzenlediği “İç Savaş İlanı: İç Güvenlik Yasası” başlıklı panelde yapılan konuşma… 7 Mart 2015 tarihinde DKH’nin Antalya’da düzenlediği etkinlikte yapılan konuşma… Kaldıraç, No:165, Mart 2015…

[2] “Herkesi bir gece bekliyor.” (Horatius.)  


79700

Sibel Özbudun

1956 yılında,İstanbul'da doğdu. Üsküdar Amerikan Kız Lisesi'nden mezun olduktan sonra, Fransa'ya giderek, üç yıl süresince Fransa'da dil ve Paris VII ve Paris X Üniversitelerinde sosyoloji öğrenimi gördü. Türkiye'ye döndükten sonra,İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Antropoloji Bölümü'ne girdi. Mezun oldu. Uzun süre yayıncılık (Havass ve Süreç Yayınları) ve çevirmenlik yapan Özbudun;

 

1993 yılında, Hacettepe Üniversitesi Antropoloji Bölümü'nde yüksek lisans eğitimi görmeye başladı. 1995 yılında,aynı bölümde araştırma görevlisi oldu. Doktorasınıda aynı üniversitede verdi. İngilizce, Fransızca ve İspanyolca bilen Özbudun'un çok sayıda çevirive telif eseri bulunmaktadır.

     Blog

 

sozbudun@hotmail.com

Sibel Özbudun

ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de  aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)

Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)

Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?

Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?

Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.

SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..

“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”

“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)

7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.

İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor

Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.

Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.

3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?

Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.

Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)

Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.

Emperyalizm Üzerine Notlar-7

Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler

Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve  bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde  emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.

Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek

Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.

Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi

Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)

Sayfalar