Cumartesi Nisan 19, 2025

Patent halk sağlığını tehdit ediyor…(İsmail Cem Özkan)

Aşı konusunda yazı yazarken çok araştırıp, ince ince bilgileri süzdükten sonra yazmaya özen gösterdim, çünkü her kelimeyi yanlış anlayıp akıl vermeye kalkan günümüzde ne yazık ki çok oluyor. Dünyaya ben merkezinden bakan ve her şeyi bildiğine inanların çok olduğu bir zaman diliminde yaşıyoruz ve bu zamanın ruhunda akıl verenler karşısındaki kim olursa olsun kendi bildiğini bilmiyormuş gibi davranır… Her şeyi bilen karşısındakini bilgisi ile tokatlamak ister, fakat fizik yasası gereği o tokadı kendisi yediğinin farkında değildir… Medyada okudukları ve gözüne çarpanları doğru kabul eder ve sorgulamaz bile, kendi yaşam deneyimi ile birleştirip bir sentez oluşturup, doğru ve gerçeğe hemen erişir… O konuda kendisi yazı yazmaz ama yazılmış bir yazının üzerine fikrini dikte edercesine çatışma dilini kullanarak ilan eder… Çünkü yazıyı yazan bilmiyordur, yanlış yazmıştır, en doğrusu kendi yazdığıdır, tartışma dahi götürmez…

Medyada popüler olan yaygınlaşan bilgiler magazin bilgileridir ve o bilgileri doğru olarak paylaşır... Magazindir, çünkü medyada çıkan makaleler günümüzde haber değil magazindir... İşlenmiş ve yeniden yaratılmıştır...

Liberalizm ile birlikte gazetecilik bitti, kurgusal medya yaratıldı.

Medya patronları iş insanı olması ile birlikte gazetecilik bitmiş yerini kurgulanmış magazin almıştır. Çünkü medya patronları haberi çıkarı için yeniden kurgulayarak editöryal olarak değiştirip okuyucuna aktarmaya başlamıştır… Kısaca haber muhabirin elinden çıktıktan sonra sayfaları kontrol etmesi için görevlendirilmiş editörlere ulaşır, editör sayfasına uygun olarak genel kabul görmüş biçimine uygun olarak haberin uzunluğuna ve içeriğinin düzenlenmesine karar verir ve gazetenin genelinden sorumlu olan yönetmenlere sayfasını bitirdikten sonra en son kontrol için sunum yapar. Genel yayın yönetmeni ise haberin kendi kontrolündeki medyada yayınlanmasına patron çıkarını gözeterek karar verir. Çünkü parayı veren “düdüğü” çalar.

Parayı verenin çıkarı, sahip olduğu medyada istediği notadan “düdük” çaldırır…

İş adamı medyaya neden sahip olur, cevabı açıkça basittir, çıkarı için. Haber çıkar için kullanıldığında ya da maaş ile satın alınan “sorumlu” gazete çalışanları ihale için karar verecilerin koridorunda dolaşırken orada habercilik beklemez, magazin işler beklenir... Kısaca gazetecilik günümüzde editörlerin işin içine girmesi ile birlikte magazin boyundadır, haberin içeriğinden daha çok nasıl yazılması ve patronun çıkarı ile ilgileniyorlar...

Medyada sağlık konuları her zaman geniş yer bulur, çünkü hiç eksilmeyen en popüler şeydir sağlık… Pandemi ile birlikte insanların eve kapandığı süreçte en rağbet gören konuların başında yerini almıştır. Pandeminin yaratmış olduğu çaresizlik ister istemez kişileri sağlık ve aşı konusunda ki haberlere yönlendirmiş ve bunu da haber yapma sıkıntısı yaşayan medya patronları için bir fırsata dönüştürmüştür. Bu sayede sayfaları iktidarı rahatsız edecek haberlerin üzerini örtecek kadar geniş bir olanak sunmuştur. Fakat her ne kadar saklanmaya çalışılırsa çalışılsın yaşam içinde çelişkiler bir şekilde sırıtmaya devam etmektedir. Medya patronlarının büyük gayretlerine rağmen rejimin aksayan yönleri bir şekilde medyada yerini almaya devam etmektedir…

Magazin boyutu ile sürekli işlenen aşı konusuna gelince; aşının patenti üretimi ve şirketlerin tekelinde olmasını ilk aşının ortaya çıkması ile gündeme gelmesi, aşıyı bulanların kökeni ile ilgili haberler ülkemiz medyasında yerini aldı. Aşıyı bulan bilim insanlarından daha önemliydi ırkları ve kökleri. En azından aşıyı biz bulamadık ama bizim ırkımızdan yurtdışına gitmiş ailelerin çocukları yani “bizden” birileri bulmuştu. Onlar yurtdışında yaşayan hemşerilerimize karşı geliştirilen önyargıları parçalayıcı bir durumu söz konusuydu, bir alman bulmamış, alman eğitimi almış ve uyum sağlamış bilim insanları bulmuştu. Ne kadar gurur duyulsa azdı, çünkü gelişen ırkçılık karşısında aşı bir duvar görevini görmüştür. Medya bunu istediği biçimde gündemde tutacak ve sürekli işleyecekti... ırkçılık yükselen değerdi ve ülkemizde ki ırkçılık zaten genetikti, yükselmesi söz konusu bile değildi… 

Gözlerden saklanan bir gerçek vardı; patentli olan işler…

Aşı konusunda yapılan buluşlar şirketlerin tekeline bırakıldığında halkın sağlığı değil, şirketin en kadar para kazanacağı önemlidir... Şirket kendi arzını yaratacak, ona göre kendi tekelinde üretim yaparak parası olmayanları dışlayacaktır, çünkü öncelik paradır, sağlık değildir...

Pandemilerde genel kural, en kısa sürede pandemiye neden olan ne ise onu çevrelemek ve yayılım alanını kısıtlamaktır... Yayılma hızını düşürüp, bir alanda sıkıştırıp, ondan sonra ona neden olan ile artık ne ise mücadele etmektir... Aşı gündeme gelmesinin birincil nedeni yayılma hızı ile ilgilidir, çünkü aşı pandemiye neden olanın bulaşma alanı daraltıp, tedavi için yapılacak ilaç gibi çalışmalar için zaman kazandırmaktır... Aşı bir şeyi yok etmez, sınırlar, bulaşma riskini en alt düzeye indirmektir. Bulaşma sonrası ise hastalığın en hafif şekilde atlatmasına yardım etmesidir, kısaca vücut direnci ve vücudu o şeye karşı uyarmak ve güçlendirmektir...

Peki, şirketlerin tekelinde olunca aşı ya da ilaç ne oluyor?

Bugün yaşadığımız sorun! Aşı taksit taksit geliyor, taksit taksit gelme yerine yerinde üretim olsa nasıl olacaktı? Dünyanın her ülkesinde bulunan aşılar kar gözetmeden halk sağlığı için üretilseydi? Zaten aşı araştırmaları için devletler yüklü olarak o alanda çalışan bilim insanlarına yatırım yapmış, bilimsel mekanlar kurmuştu, var olan şirketlere proje adı altında önemli miktarda maddi yardım yapılıyor... Peki şirketler (bilim adına araştırma yapan şirketler) aldıkları proje parasına rağmen bulduklarına patent alıp üretmesi ve kendi tekelinde üretmesi nasıl bir mantık ürünü?

Magazin boyutunda aşının ilk duyurulması sonrası “ne güzel işte insanlık için büyük bir şey” diye nara atanlar, neden bugün sesleri çıkmıyor?

O aşılar için zaten bizim vergilerimizden oluşan kasadan onlara para gitmişti, onlar yeteri kadar ekonomik olarak desteklenmişti... Devlet güvenceli şirket işleri...

Aşılar gibi insanlık için önemli olan şeylerin üretimi şirketlerin tekelinde ve patent ile sınırlandırılmaması gereklidir... Sınırlı olunca (yaşadığımız gibi) ne zamanında müdahale oluyor ne de pandemiyi sonlandırıyor...

Bugüne kadar vurulan aşılar belki de boşa vurulmuş olacak, çünkü en kısa zamanda vurulması gereken nüfusa aşı vurulamadığı için virüs aşıya uygun şekilde mutasyona uğruyor...

Virüsün yayılma hızı düşeceğine daha da artmıştır, bu artıştan birinci derecede sorulu olan aşı üreten firmaların patent politikaları ve doymayan para hırslarıdır...

Aşılar üzerinde patentler kaldırılmalı ve üreten bilen her ülkede aşılar üretilmeli ve ücretsiz olarak aşılar vurulacağı mekanlara ulaştırılıp kitlesel olarak en kısa sürede aşılar vurulmalıdır...

Elbette pandemi sadece aşı ile çözülmeyecektir, aşı sadece zaman kazandırır, esas önemli olan tedavi edecek ilacın geliştirmesidir... O konuda da önemli gelişmeler olmaktadır...

Halkın sağlığı şirketlerin çıkarından önemlidir… Şirketlerden alınan aşılar ne yazık ki sorunu ortadan kaldırmamış, sorunu daha da çetrefilli ve daha da karmaşık yapmıştır. Dünyamız bir atmosfer içindedir ve virüsler için siyasi sınır yoktur, ırkı, dili, inancı ayrım yapmaz, virüs küresel bir sorun olduğu için pandemi ilan edilmiş ve pandemi koşullarına uygun olarak çarelere şirketlerin çıkarı üzerinden alınmalı ve halkın yararı ne ise o şekilde kullanılmalıdır. Bir kıtada virüsün kontrol edilmesi pandemiyi yok etmediğini Yeni Zelanda örneğinde gördük. Orada yayılma hızı sıfırlanmış olmasına rağmen, en ufak bir gevşemede virüs yeniden ortaya çıkmış ve yayılmaya başlamıştır. Atmosferimizi toraklarda ki gibi siyasi sınırlar ile ayırmayalım, doğa için, insanlık için aşılar üzerinde ki patentleri kaldırıp, her kıtada her insana yetecek kadar üretip en kısa zamanda onlara aşı vurulması için olanaklar yaratılmalıdır…

Şirketler için insan sağlığı önemli değildir, paradır… Eğer ilaç firmaları insan sağlığını önemsemiş olsalardı sattıkları ilacın fiyatına göre ilaçların içeriği ile oynayıp, fakir ülkelerde yan etkisi fazla ve daha etkisiz ilaç üretip ülkeye göre ilaç üretmezdi…

İsmail Cem Özkan

5218

MİNNET VE HAYRANLIKLA: YOLLARI YOLUMUZDUR![1]

“Nehirlerin dinlediği seslerdik”[2]

 

Sizlere, siz kardeşlerime Onlardan söz ederken, heyecandan dilim damağım kuruyor. Omuzlarımda devasa bir sorumluluğun ağırlığını duyumsuyorum…

Ne demeli? Nereden başlamalı?

Öncelikle onlarınki, anlatmaktan çok yaşanan, yani kelimelerin kifayetsiz kaldığı bir aşktı…

“Demokratikleş-me paketi”

“Maymun ne kadar yükseğe çıkarsa,kıçı da o kadar görünür.”[1]

 

Bizim kuşaktan, (genel olarak “78’liler” olarak biliniyoruz) kimileri ve selefimiz 68’lilerin bir kısmı çok hızlı “uyum sağladı”. Biz beceremedik.

Eskinin “solcu”su, bugünün liberali kalemlerin AKP iktidarının Başbakan Recep Tayyip Erdoğan eliyle açtığı (kaçıncı?) “Demokratikleşme Paketi” ile ilgili görüşlerden söz ediyorum.

“Cemevi ile Ruhban Okulu da olsaydı daha iyi olurdu,” diyen hoşnut Oral Çalışlar, örneğin[2]

Umudun Şiarı: “Size Verdiğimiz Süre Doldu!”

Emperyalist sermayenin uluslararası bir kaç merkezdeki dönüş hızına bağlı ve orantılı olarak, dünya halklarının direnişlerinin hızı da artıyor.

Yaşadıklarımız reddedilmelidir!

Ecdadımız Kayıkları, Biz Gemicikleri Yürüttük

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan her fırsatta ecdadından bahsetmekten geri durmuyor. Yerel seçimlere yönelik bir yatırım olduğu herkesçe bilinen, konunun uzmanlarınca da birçok eksiği bulunduğu iddia edilen Marmaray tüp geçidi milyonların can güvenliği hiçe sayılarak apar topar açıldı. Başbakan açılıştaki konuşmasında da “ecdadımız gemileri karadan yürüttü, iktidarımız da denizlerin üstünden vagonları yürütüyor” dedi.

Din Kardeşligi masali ve türban sovu

AKP meclisteki türbanlı milletvekili şovuyla halkı uyutma yolunda kendisine yakışır bir adım daha atmış oldu. Oysa din, türban ya da özgürlük diye bir dertleri yok. Onlar ne pahasına olursa olsun iktidarda kalmanın ve hizmet ettikleri bu düzenin ezen- ezilen, sömüren- sömürülen çelişkisini halkın gözünden kaçırmanın derdinde. Türbanı bu korkunç düzeni saklamak için bir şal olarak kullanmaktadırlar. Tuhaf olan şu ki, türban takan kadınların çoğu da bu düzenin mağdurlarıdırlar. Ne var ki onlar bunun farkında değil. Biraz düşünseler iyice esaret altına girdiklerini göreceklerdir.

Ortadoğu yeniden biçimlen(diril)irken …[*]

“Karanlık saatler geldiğinde,

o zamanın insanı da gelir.”[1]

 

Ortadoğu yeniden biçimlen(diril)irken söylenmesi gerekeni, gecikip, lafı dolandırmadan hemen belirteyim: Büyük bir alt üst oluşun içindeyiz…

Bu kadar da değil; her şey daha da ağırlaşarak vahimleşecek; veya tarih müthiş hızlanacak; ya da sık sık Montesquieu’nun, “Ne mutlu tarihi sıkıcı olan halka” sözü anımsanacak…

Ercan Binay’dan mektup var Abdullah KALAY’a özgürlük!

“Zulümle abad olunmaz.”[2]

 

Cumhuriyet Bayramı' Ve Bagımsız Türkiye Hangi Sınıfın Ideolojisidir?

'Cumhuriyet Bayrami' Ve Bagimsiz Turkiye Hangi Sinifin Ideolojisidir?

 

'Bir Marksist toplumsal uzlasmaya degil, sinif mucadelesine dayanir' der Lenin.

Sinif mucadelesi ise tekduze bir rota izlemez.Tarihin her toplumsal akisinda farkli bicimler olarak karsimiza cikar. Komunistler iradeci-idealist degil dialektik olguculuga dayanir. Canlidir Marksistin dunyasi, basma kalip, tekduze, soyut ilkeler ve kaliplar bakisi burjuvazinin dunya gorusudur.

 

Solu Liberalleştirmek

 

Sol’u liberalleştirme; onu devrimci özünden kopararak, burjuva düzen içi bir hareket haline getirme ve burjuva sistemine karşı toplumsal devrimci alternatif olmaktan çıkarma çabaları, solun tarihi kadar eskidir. Toplumun burjuva-proleter kampa bölünmesinden bu yana da, burjuvazi, sol’u sol olmaktan çıkarmanın her türlü yolunu denemeye, şiddetin yanında, ideolojik ve siyasal olarak onu yozlaştırmaya özel bir önem verdi. 

Kürdistan ve "Demokratikleşme"

Kürdistan tarihi açısından 90'lı yılların en önemli olgusu Kürdistan ulusal kurtuluşçuluğunun kadrosu,hemen hepsi bağımsızlıkçı çizgide binlerce Kürd aydınının imha edilmiş olmasıdır.Öylesine bir soykırım ki hesabını gören de soran da yok,ortalık da "barış"çılardan ve "unutmaya ve affetmeye hazırız"cılardan geçilmiyor.Kürdistani stratejik aklın ve ulusal kurtuluşçuluğun taşıyıcısı bu kategorinin imha edilmesi,kalan yerli/yerel aydınların Türki metropollara ya da yurtdışına kaçması/kaçırtılması ve eşzamanlı olarak Kürdistan köylülüğünün sömürgecilerce Kürdistan dışına göçertilmesinin ulusal

Iki Birlesir Bir Olur Ya Da HDP

Iki Birlesir Bir Olur Ya Da HDP


Ertugrul Kurkcu ''Halkin uzerine bilgelik tesis etmek degil, halkin bilgeligini temel alan bir partiyiz'' diyor...Kongreye Apo ve Recep kutlama mesajlari yolluyor!

 Tum milliyetlerden Isci-Koyluler Revizyonizmi gormuyor ve alkisliyorsunuz!

 Sunu diyor sizlere Kurkcu; Isciler-Koyluler ,Marksizm-Leninizm gibi sizi kurtarmaya calisan akimlara kapilmayin...!

Sayfalar