Psikolojik savaş ve gerilla savaşı karşısında faşizmin propaganda yöntemi üzerine…
2015 yılında savaşın yeniden başlaması ile birlikte faşist Türk devleti daha önceki savaş tecrübesini sentezleyerek yeni bir savaş konseptini devreye soktu. Daha öncesinde karadan gerilla karşısında ciddi bir varlık gösteremeyen Türk ordusu, bu yeni konseptte teknik ve propaganda ağırlıklı farklı bir tarz geliştirmeye çalıştı. Bu tarzın ürünü olarak kimi başarılı sonuçlar alması, beraberinde oldukça yoğun bir kara propagandaya başvurmasına neden oldu. Ki geliştirmeye çalıştığı yeni bu konseptte, bir yandan tekniğin gerillaya karşı yoğun kullanımı varken, diğer yandan bunun etkili bir şekilde propagandasının yapılması bulunmaktadır.
Faşist Türk devleti, on yıllara varan savaş tecrübesinde şunun ayırdına varmıştır; Karadan ne yaparsa yapsın gerilla savaşı karşısında etkili sonuçlar alması alabildiğine zordur. Bu nedenle tekniğin gelişmesine paralel, harekat tarzını yeniden dizayn etme ihtiyacı duymuştur. Teknik, Türk ordusu açısından savaşın başlıca enstrümanı haline gelmiştir. Fakat teknik denilen olgu, savaşta insanın dinamik rolü ile tamamlanmadığında devreye psikolojik savaş yöntemleri girmektedir.
Öncelikle şu gerçeğin altını çizelim; Düşman açısından insan hiçbir zaman güvenilir bir kaynak olmamıştır. Düşman cephesinde savaşan insanların esası paramiliter güçler denilen ve kendi kişisel menfaatleri üzerinden kelle avcılığı yapan kişilerden oluşmaktadır. Ve bu insanların, savaş karşısındaki duruşu, kendi bireysel çıkarlarının sınırları kadardır. Düşman bu zaafının yarattığı açığı, gelişen tekniğin yardımı ile kapatmaya çalışmaktadır.
Kuşkusuz savaşın propaganda ayağı hep vardı. Düşman bir biçimde kendi sınıfsal konumlanışına uygun ırkçı ve faşist temelde katliamcı yüzünü gizleme gereği duymadı hiçbir zaman. Katledilen gerillaların cenazelerinin teşhir edilmesinden, yalan ve iftiraya dayalı yapılan yayınlara kadar bir dizi propaganda tekniğini devreye sokmaktaydı. Bu kara propaganda içerik bakımından çok fazla değişiklik olmamasına karşın gelinen aşamada daha yoğun ve etkili kullanılmaktadır.
Tabii ki bunda kitle iletişim araçlarının daha yaygın kullanılması, sosyal medya vb. aracılığı ile bu propagandayı sivil alana taşıma olanaklarının daha da artması etkilidir. Bu sayede faşizm, kendi propagandasına yedeklenmiş kitleler üzerinden bu propagandayı alabildiğine yaygınlaştırmış durumdadır. Propaganda, savaşın önemli bir unsurudur ve bu, düşman açısından kitleleri maniple etmenin ya da baskılamanın temel araçlarından biridir. Devrimci, yurtsever ya da daha genel anlamda ifade edecek olursak, muhalif basının sesinin alabildiğine kısıldığı, susturulmaya çalışıldığı bir ortamda kitleler savaşı buralardan takip etmekte ve öğrenmektedir.
Haksız savaşın kirli yüzü: Gri propaganda
Gri propagandayı şöyle tarif edebiliriz; “Abartı ve dozu yüksek, zihinleri bulandıran haberler…”, “hitap edilen kitleye o hareket orjinli bir korku vermek” vb. Faşist Türk ordusunun savaşta kullandığı propaganda yöntemine gri propaganda denilmektedir. Gri propagandanın en önemli özelliği, gerçeği bulandırarak onun olduğu gibi görülmesinin önüne geçmektir. Bu olgu düşman açısından, -teknikte olduğu gibi- temel enstrümanlardan biridir.
Faşist TC devleti adına “çözüm süreci” denilen süreçte, askeri hazırlıklarının yanında propaganda alanında da kapsamlı bir hazırlık yapmıştır. Savaş yeniden başladığında bu iki olgu birbirine paralel devreye girmiştir. Daha ilk başta devrimci-komünist, yurtsever insanların olduğu listeler hazırlanmış, özel videolar çekilmiş, teknikte keşif istihbarat araçlarının kitleler üzerinde etki edecek tarzda sunumları yapılmıştır vb.
Faşist TC devleti her zamankinden farklı olarak daha fazla saldırganlık içerisindedir. Çünkü her zamankinden daha zor durumdadır ve her türlü çelişki sarmalıyla daha keskin biçimde karşı karşıya kalmıştır. Öyle ki egemen klikler arası çelişkiler dahi silahlı biçimlerde çözülmeye çalışılmakta, yönetememe krizi artan biçimde derinleşmektedir. Düşman tam da asıl tehlike olarak gördüğü sınıfsal ve ulusal mücadele karşısında tamamen imha ve yok etme temeli üzerinden bir saldırganlık içerisine girmiştir. Daha öncesinde ekonomik ve siyasal olarak yaşadığı krizler bir biçimde ötelenebilirken artık bunun koşulları büyük oranda ortadan kalkmıştır. Düşman en ufak bir demokratik talebe bile tahammül edemeyecek derecede kırılgan bir zeminde durmaktadır. Bunu örtmek için de her zamankinden daha fazla şiddete başvurmaktadır. Her türlü eylem veya etkinlik terörize edilerek “vatana ihanet” etiketi ile sunularak kitlelerin bilinci manipüle edilmeye çalışılmaktadır.
Bu bağlamda söz konusu silahlı mücadele olduğunda propaganda araçları doğrudan şiddeti de içerecek şekilde ve kitlelerde “dehşet” duygusu uyandıracak biçimde kurgulanmaktadır. Böylelikle yok etmede nasıl bir sınırsızlığa sahip olunduğu, açık biçimde ve belli mesajlar yedirilerek sunulmaktadır. Gri propaganda olarak tarif edilen olgunun işlevi tam da gerçeğin tahrif edilerek sunulmasıdır.
Propagandanın ikili amacı
Savaşta propagandanın hitap ettiği iki temel unsur vardır. Bunlardan birincisi doğrudan savaşılan kesimler yani konumuz özgülünde gerillaya yönelik ve ikincisi ise kitlelere yöneliktir. Gerillaya yönelik olarak amaçlanan en başta gerillanın zafer umudunu kırmak ve direncini, mücadele azmini köreltmeye yöneliktir. Kitleler içinse silahlı mücadeleyi onlar açısından bir alternatif olmaktan çıkarmak ve dehşet duygusu yaratarak baskılanması sağlamaktır.
Bunları yaratabilmek için doğrudan hedef kitlenin psikolojisine yönelmekte ve bu kitlenin moralini çökertecek argümanlara başvurmaktadır. Özelikle savaş alanlarında gerillanın olduğu bölgelerin savaş uçakları ile belli periyotlarla bombalanması, keşif uçakları ile sürekli uçuş yapması, bunun üzerinden gerillayı hareketsiz bırakarak onu belli arazilere mecbur bırakması keza aynı şekilde şehit düşen gerillaların cenazelerine yapılan işkence ya da cenazelerin ailelere verilmemesi vb. tamamen gerilla karşısında psikolojik üstünlüğü ele geçirmeye yöneliktir. Yine aynı şekilde parçalanmış gerilla cenazelerinin özellikle internet ortamlarında, medyada vb. servis edilmesi, şehit haberlerinin sayısal olarak abartılarak verilmesi, cenazelerin tanınmaz hale getirilmesi üzerinden genel olarak bütün topluma; “silahlı mücadeleyi desteklerseniz, bu yola başvurursanız sonunuz böyle olur” mesajı verilmektedir. Amaçlanan net olarak budur.
Özellikle son dönemde gerçekleştirilen saldırılar ve ortaya çıkan sonuçlar üzerinden bir vahşet tablosu yaratılmakta ve halk kitleleri üzerinde faşizmin daha fazla yoğunlaştığı görülmektedir. Faşist TC nin “soysuz bakanı” belli periyotlarla silahlı mücadelenin bitirildiğine yönelik açıklamalar yapmakta, gerillanın “belinin kırıldığını” açıklamaktadır.
Şunu çok iyi biliyoruz ki; faşizm geçmişte de sürekli bu manipülatif söyleme başvurmuştur. Ancak bugün farklı olan, bu manipülatif söylemleri, almış olduğu kimi başarılı sonuçlar üzerinden daha yoğun bir şekilde propaganda etmesidir. Bu ise özellikle geri ve orta kitleler içinde karşılık bulmakta, ileri kitleler içinde bir “acaba” sorusu yaratmaktadır. Bunda faşizmin son dönemde gerilla alanlarında kimi değerli komutanların şehit düşmesini etkili bir şekilde kullanmasının da payı vardır. Faşizm son dönem hazırladığı listeler üzerinden özellikle şehit düşen gerilla komutanları olduğunda bu propagandayı daha etkili kullanmaya çalışmaktadır.
En büyük “teknik” kitlelerdir!
Şu unutulmamalıdır; Kayıplar savaşın doğası gereği her zaman yaşanabilecek şeylerdir. Savaşta kayıp vermek, kimi dönemlerde geriye çekilmek, güçleri daha büyük muharebeler için yeniden tahkim etmek vb. gerilla savaşının doğasında olan şeyleridir. Ki gerilla savaşının özü, güçlü bir düşmana karşı, daha “güçsüz” bir gücün verdiği savaş olarak özetlenebilir. Bu durumda gerillanın savaştığı gücün teknik olarak oldukça güçlü olduğu ve nihayetinde bu gücü, gerilla savaşı karşısında kullanmak isteyeceği açıktır. Kimi dönemlerde bundan sonuç da alabilir.
Ancak gerilla savaşının belirleyici özelliğinin güçlü bir düşmana karşı, askeri olarak eşit olmayan bir gücün savaşı olması ve giderek savaş içinde bu gücün örgütlenerek düşmandan daha güçlü hale gelmesi esprisi bir an için akıldan çıkarılmamalıdır. Gerilla savaşı veren gücün oldukça uzun bir süre, -savaşın stratejik saldırı aşamasına kadar- uçakları, helikopterleri vb. olmayacaktır. Teknik donanımı düşman karşısında yetersiz olacaktır. Bu, doğası gereği böyledir. Asıl mesele “savaşta insanın dinamik rolü”dür. Diğer bir ifadeyle “en büyük güç/teknik, kitleler”dir. Kitleleri kazanan savaşı da kazanır!
Dolayısıyla proletarya partisinin gerilla savaşı tecrübesinden de öğrendiğimiz “savaş, sadece savaş değildir” espirisidir. Bunun anlamı, kitleleri kazanmayan bir savaşın, kitlelerle buluşmayan bir savaşın Halk Savaşı olmayacağıdır. Bu savaşın düşmanın teknik üstünlüğü karşısında yenilgiye uğraması, kayıplar alması kaçınılmazdır. Kitlelerle birleşmeyen, kitle örgütlerini gerilla savaşına şu veya bu gündem çerçevesinde tabi kılmayan bir anlayışın, zafer kazanma şansı yoktur.
Temel mesele, kitlelerin çelişkilerini doğru analiz edip, bunu Halk Savaşı pratiğiyle sentezleyebilmektir. Bu gerçekleştirilebildiği oranda, kitlelerin kendiliğinden mücadelesi Halk Savaşı’yla birleştirilebildiği oranda başarı sağlanacak, zafer kazanılabilecektir. Faşizmin asıl başarısı, tekniği yoğun kullanması ve kimi kısmi başarılar elde etmesi değildir. Asıl sorun, kitlelerin bilincinde genelde gerilla savaşı özelde ise Halk Savaşı Stratejisine karşı soru işaretleri yaratmasıdır. Bunu hedeflemesidir. Faşizm bunun farkında olduğu içindir ki, askeri alanda gerilla güçlerine karşı teknik kullanımının yanında, esas olarak ideolojik alanda bir saldırı içindedir. Bunun için çok yoğun bir karşı devrimci propagandayla kitlelerin bilincini politik olarak değiştirmek, kendi gerici politikasına yedeklemek istemektedir.
Başkan Mao bu yüzden, “parti ve kitleler olduğu müddetçe her türlü mucize yaratılır” demektedir. Öyleyse faşizmin bu karşı devrimci saldırısına, gerici propagandasına yönelik, bulunduğumuz her alanda karşı koymak, gerçekleri açıklamak, yaymak ve en büyük silah olan halkın gücünü açığa çıkarıp, Halk Savaşına kanalize etmek temel şiarımız olmalıdır.
Son Haberler
Sayfalar
ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)
Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)
Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?
Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?
Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.
SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..
“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”
“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)
7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.
İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor
Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.
Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.
3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?
Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.
Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)
Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.
Emperyalizm Üzerine Notlar-7
„Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler
Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.
Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek
Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.
Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi
Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)