”SAF TÜRK OLMAYANIN HAKKI, HİZMETÇİLİK VE KÖLELİKTİR” (M.E.B.) Sait Çetinoğlu
Resmi İdeoloji’nin Seyir Defteri Resmi Tarih ve “Azınlıklar”
Tarihin hiçbir safhası eğilmeyen, dönmeyen ve daima yüksek duran Türkün başı bu badirede de yine yüksek ve vakur kaldı. Tanrı istemiş ki bütün eğilen başlar, solan tarihler içinde Türkün başı eğilmesin, tarihi solmasın. İnsanlık, vicdan,şeref ve haysiyet örneğini Türk denilen abideden alsın… Türkiye Türklerindir.
Mahmut Esat Bozkurt (Saday-ı Hak,25 Mayıs 1924)
CHF Katibi umumisi Recep Peker’in 1931 yılında İstanbul Darülfunun’unda ki konferanslarında CHF programını açıklarken milliyetçilik üzerine söylevinde Resmi tarih tezine uygun olarak Türk unsurunun dışında kalan Müslüman unsurları yok sayar, gayri Türk unsurlar tarihi değişimlerin ürünüdürler ve bunların millet olarak sayılması da bilimsel gerçeklere de aykırı olduğunu ifade ederken Gayrimüslim unsurları bunlardan ayrırarak dil ve emel birliği kaydı altında Türk sayma lütfunda bulunmaktadır. Gayri Türk unsurların asimile olmaktan başka bir yol bırakılmadığı gibi, muhalefeti sınıfları da yok sayarak, her unsurun Türk milliyetçiliğinin etrafında kümelenmesini emreder : “Bugünkü türk milleti siyasî ve içtimaî camiası içinde kendilerine kürtlük, çerkeslik ve hattâ lazlık ve pomaklık gibi fikirler telkin edilmiş olan vatandaşlarımızı kendimizden sayarız. Mazinin karanlık istipdat devirlerinden kalma bir miras olan ve uzun tarihî tekallübatın [değişmelerin] mahsulü bulunan bu yanlış telakkileri hulusla ve samimiyetle düzeltmek vazifedir. Bu günkü ilmî hakikatler beş on bin, bir kaç yüz bin ve hattâ mesela bir milyonluk kütlelerde müstakil bir milliyet tasavvur etmeğe imkân bırakmaz. Bizim bu milletdaşlarımız hakkında duyduğumuz bağlılığın münkariz Osmanlı Hükümetinin güttüğü (ümmet siyaseti) ile hiç bir alâkası yoktur. Biz bu mevzuu saf bir milliyet fikrile alıyoruz. Hiristiyan ve musevî vatandaşlar içinde aynı açıklıkla fikirlerimizi söylemek lâzımdır. Fırkamız bu vatandaşları da biraz evel iyzah ettiğimiz dil ve emel birliğinde iştirak kaydi altında tamamen türk olarak kabul eder. Bu te-lekkilerimizde de istibdat devirlerindeki raayâ zihniyetinden eser olmadığını söylemek bile zaittir. Bundan başka bu samimî sözlerimizde imparatorluğun son senelerinde meşrutiyet gürültüleri arasındaki sunî ve câlî vatandaşlık tezahüratına benzemiyen ve prensiplerimize uyan hakiykî bir mana görmek lâzımdır. Milliyet ruhu fırka programının her faslında yer almıştır. Sermayede, talim ve terbiyede, amelelik ve işçilikte millî düşünceden esas olarak bahsolunuyor. Bilhassa maarif esaslarında biribirlerini takip eden maddelerde bu fikir tekrar olunuyor. Programa göre (Cümhuriyetçi, Milliyetçi ve Lâyık vatandaş yetiştirmek tahsilin her derecesi için mecburî ihtimam noktasıdır.) Son mebus intihabatında müstakil mebusların evsafı hakkında Fırka Riyaset Divanının neşrettiği beyannamede de bu şartın mühim bir yeri vardı. Bazı yeni mefkûrecilerin unutur göründükleri milliyetçilik vasfı mevcudiyetimize temel olan mefhumların başındadır. Yeni rejimin doğuşunda, ilerleyişinde ve muvaffak oluşunda en büyük tesirleri yapan milliyet ruhu Halk Fırkasının maddi ve mefkürevi hayatında sonuna kadar hükümran olacaktır.”[1] Sözleriyle günümüze uzanan; devletin değişmeyen temel politikasını çizmiştir.
Bu sözler Mahmut Esat Bozkurt’un 1924 tarihinde Saday-ı Hak gazetesinde Türk İnkılabının Düsturları serisinden verdiği konferans metinlerinde yazdıklarıyla da örtüşmektedir. Kemalizmi ilk sistemleştirme çabası olarak nitelenen bu konferans metinlerini Mustafa Kemal’in sağlığında kitaplaştırarak bir anlamda Ebedi Şefin de onayını alan Bozkurt daha da ileri giderek, Türkün en kötüsü türk olmayanın en iyisinden iyidir[2]. Diyecektir. Görüldüğü gibi bu cümlelerde sadece Türk vardır ve diğer unsurlara iki seçenek bırakılmaktadır: Asimilasyon yada kovulma. Bu düsturlardan hareketle resmi ideolojinin seyir defteri olan resmi tarihin gayri Türklere bakışı bu derlemenin konusudur.
“Yeni” Türkiye Cumhuriyeti, İttihad ve Terakkinin yarım bıraktığı yerden devam eder. Milliyetçi yönelimi ırkçı temalara dayanır. Ancak Türk milliyetçilğine içkin olan ırkçı temalar görmezden gelinerek hasır altı edilir. Özellikle 1934 üniversite reformu adı altında üniversitelerin ehilleştirilmesiyle birlikte öğretim üyelerinin işlevinin bu tonlamanın fırçaları görevini üstlenmişlerdir. “Türk milletinin tanımlayıcı bir unsuru olarak ırka yapılan vurgu, Türk milliyetçiliğinin en çok hasıraltı edilmiş ve bilinçli şekilde bastırılmış öğelerinden biridir. Türkiye’de milletin ve milliyetçiliğin tahayyülü üzerine çok sayıda araştırma varsa da, bunlardan hiçbiri milliyetçi söylemdeki ırkçı aksanı derinlemesine incelememektedir. Bunun yanında, devletin özellikle üniversite reformu sonrasında yerleştirdiği bilimsel hegemonya ile bağlantılı olarak, üniversite mensubu akademisyen seçkinlerle kurduğu kunt ilişkiler ağının, ırkçı temellerin yaratılması ve yeniden üretilmesi açısından ne kadar belirleyici olduğu da gölgede kalmış bir konudur.”[3]
Nazan Maksudyan “yeni rejimin”/Kemalistlerin ırkçı yönelimini şu sözlerle ifade etmektedir: “1920’lerde ve 1930’larda tüm dünyada, milli kimliğin kurgulanması ve milli birliğin muhafazası için “ırk” kilit bir kavram olarak kullanılıyordu. Milletin ırkla özdeş olarak algılanmasının, ortak köken yanılsaması ve kader birliği hayaline dayanan bir toplum hissi yaratarak toplumsal dayanışmayı güçlendireceğine inanılıyordu. Türkiye Cumhuriyeti yeni kurulmuş bir devlet olarak milli kimliğin oluşturulması ve milliyetçi ideolojinin yerleştirilmesini gerekli görüyordu. İki savaş arası dönemin faşist ve ırkçı ideolojilerinden esinlenerek ve hâlâ güçlü bir pozisyona sahip Türkçülük akımının da etkisiyle Türk milliyetçiliği, Türk dili ve devlet tekeline alınarak evcilleştirilmeye çalışılan Sünni İslam’ın yanı sıra, “Türk kökeni”ne dayandırılarak inşa edilmekteydi. Irkın milletin inşasında önem kazanmasının ardında yatan sebep, takip edilmek istenen laik siyaset ile döneme damgasını vuran -ve geç dönem milliyetçi hareketlere de hâkim olan- ırkçı temalardır.”[4] Irkçı yönelim başat olunca diğerlerine yer olmayacağı açıktır.
Milliyetçilik, İttihad ve Terakki’nin devamı olan Kemalistlerin Yeni Türkiye Cumhuriyetin kuruluşuna içkindir. İcra vekilleri heyetince 16.9.1923 tarih ve 2767 sayılı kararla milliyetçiliğin babası “Ernest Renan’ın doğumunun 100.yılı sebebiyle Paris’te yapılacak Beynelmilel Tarihi Edyan[5] kongresine Fuad [Köprülü]nün gönderilmesi” kararlaştırılmıştır.[6] Bu karar Kemalistlerin yöneldikleri muasır medeniyetin öncelikle milliyetçiliğini incelemekle işe çok sıkı sarıldıklarının örneğidir.
Hakim unsurun Türklerin olduğu ve Atatürk milliyetçiliğinin/Kemalizmin/ milliyetçiliğin şekillendirdiği T.C.’nin resmi ideolojisinin seyir defteri resmi tarihini incelediğimizde iktidardaki elit azınlığın siyasal olarak zayıf/veya zayıf düşürdüğü grupların, asimilasyon, ezilme ve sindirme tarihinin eşsiz örneklerini görürüz. Kemalizm rejimi milliyetçidir. Bunun anlamı kısaca şudur: Her şey ve her şey türk milleti içindir. İslamlık, insanlık, bundan sonra gelir.[7]
İşte biz bu derlemede Türk etnisitesi dışında kalan unsurların resmi ideolojinin seyir defteri resmi tarih açısından irdelemek istedik. Egemen literatürde azınlık olarak tarif edilen bu grupları tek tek ele aldık. Azınlık’tan kastımız sayıca az ve T.C.’nin kurucu anlaşması Lozan’da azınlık olarak tarif edilen unsurlar değildir. Siyaseten zayıf düşürülmüş unsurları azınlık olarak tarif ettik. Oysa iktidar azınlıktır. İktidar, bilindiği gibi sayıca az bir seçkin grup tarafından gasp edilir. Diğerleri zor da dahil olmak üzere çeşitli yollarla zayıf düşürülerek üzerlerindeki hegemonya pekiştirilir.
Türkiye’de azınlık terimi olumsuz bir niteleme olarak alınmaktadır. Bu anlamda bu derlemede yer alan grup yada milliyetlerin azınlık olarak yer almaları en hafif deyimiyle kendilerince bir rütbe tenzili olarak algılanma riski taşır. Bu bakımdan çalışmaya başlarken bu riski göze aldık. Almak zorundaydık konu tartışılmalıydı. Türk devleti işlerini Türkten başkasına vermiyelim türk devleti işlerinin başına öz Türkten başkası geçmemelidir.[8]diyen kurucu elit kadronun sözcüsü Mahmut Esat bozkurt ‘a göre Gayri Türk unsurlara bir tek köle olma hakkı vardı. Bozkurt bir demecinde: Saf Türk olmayan hiç kimsenin bu ülkede hiçbir hakkı yoktur; onlar sadece ve sadece hizmetçi ve köle olma hakkına sahiptirler. Bu gerçeği dost, düşman, herkes dağlar bile bilmek zorundadır’[9] der. Milli Şef İsmet İnönü’nün de aynı kanıda olduğunu birçok demecinde görmek mümkün. Şovenlikte herkesin birbirleriyle yarıştığı o günlerde, Sivas demiryolunun açılışı nedeniyle şunları söyler İnönü: ‘Sadece Türk milleti bu ülkede etnik ya da ırki bir takım haklar isteyebilir. Başka hiçbir kişinin buna hakkı yoktur.‘[10]
Türkçü/ırkçı gruplar tezlerinde bu yönelime uygun olarak Türk milliyetçiliğini/ Kemalizmi referans vermektedirler. 1951 yılındaki ırkçıların kümelendiği bir odak olan Orkun dergisinde şu satırları okumaktayız: “Irkçılık içtimai hadiselerin sebeplerini antropolojik temellere dayandırmak bakımından ele alındığı takdirde; Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur, diyen Mustafa Kemal’in -çapraşık içtimai meseleleri halledecek ilkeyi kanda aramak suretiyle- ırkçılığını ilan ettiği sarih değil midir? Irkçılık yabancı ırktan gelenlerin önemli mevkilere geçirilmemesi bakımından ele alındığı takdirde; Aranıza alacağınız arkadaşların mümkünse kanını tahlil edin, fetvasını veren ve Türk ırkından olmayan askeri mekteplere giremez[11], hükmünü yıllarca tatbik edenlerin iplerini elinde tutan Mustafa Kemal’in ırkçılığını görmemek için kör olmak gerekmez mi? Irkçılık kendi ırkının üstünlüğünü iddia etmek bakımından ele alındığı takdirde; Bir Türk cihana bedel diyen Mustafa Kemal, ırkımızı üstün tutmak suçunu işlemiş olmuyor mu? Türk ırkının medeniyet kurma kabiliyetinin üstünlüğünü yıllarca okul sıralarında Türk yavrularına telkin ettiren ve hatta bütün dünyadaki menşei meçhul veya münazaalı insanların Türk ırkından çıkmış gösterecek kadar ırkçılık yapan Mustafa Kemal değil midir?”[12]
Kemalist dönemde Türkçü akım ırkçı bir retorikle yeniden kullanıma sokulmuş, bir dizi sosyal ve kültürel reform yoluyla imparatorluğun çokuluslu yapısı terk edilerek Anadolu Türklerinin etnisitesine dayanan, coğrafi sınırları daralmış yeni bir ulus tanımı yapılmıştır. Milli kültürel kimliğin öneminin ayırdına varan Kemalist elit, ihtiyaç duyulan etnik mitleri, hatıraları, değer ve sembolleri, Orta Asya’dan gelen köklere, Oğuz Kağan’a kadar uzanan soya ve Türk dilinin eskiliğine dayanarak tedarik etmeye çalışmıştır. Böylelikle Türk milliyetçiliği ırk kimliğine dayalı bazı siyasi görüşlerin yayılmasına ön ayak olmuş ve Cumhuriyet’in farklı halkları arasında “saf Türk kanına sahip soylar” lehine ırkçı bir ayrım yapılmıştır.[13] Bu dönemde bu uğurda hiçbir fedakarlıktan kaçınılmamaktadır. Dünya kapitalizminin krizi koşullarında Kemalistler bu konuda yazılacak en güzel esere 2.000 lira ödül konmuştur. Burhan Aşaf [Belge], ödüle rağman darülfunun hocalarının bu konuya ilgi göstermemelerini “ [Ödül] Müderrisleri müstakil tefekküre [düşünce] ve taharriye[araştırma] sevkedememişti.”[14] Söyleriyle Darülfununun duruşundan esefle bahseder. Resmi ideolojiye uygun bir tarih yazımına akademik destek adına Üniversite reformu adı altında Darülfunun tasfiye edilerek üniversitelerde koşullara uygun uygun hale getirilmesi sağlanır, Burhan Asaf, Kadro Dergisinde Üniversitelerden beklentilerini sıralar: “İnkılâp merkezinin tarih ilmini baştan aşağı yeni bir görüşle tasfiyeye tâbi tutmak cehti karşısında İstanbul Darülfünununun bunu kavramakta gösterdiği aciz yahut temerrüdü acaip bir hal olarak görülecektir… Ankara tarih kongresindeki yüksek mana şu idi: Siyasi istiklalden sonra ve iktisadi istiklal mücadelesi doludizgin devam ederken, milli tarihi görüşte de istiklale varmak. Eğer İstanbul hocaları bu manayı anlamış olsalar idi yeni tarih tezini büsbütün başka bir tarzda takdir edecekler ve aynı görüş istiklalini hukukta, felsefede ve diğer içtimai ilim şubelerinde de tesisi lazım geleceğine yekten kanaat getireceklerdi. … Fakat onlar ilmi görüşte istiklal olamayacağını ve ilmin her taraf için bir olduğunu ihsas etmek istediler.”[15] Tarih iktidara yedeklenmiştir.
Burhan Asaf’ın arzusunu üniversite reformu adı altındaki Darülfunun tasfiyelerinin ardından ve yıllar sonra YÖK’ün yetiştirdikleri fazlasıyla yerine getirmektedirler.
1927 nüfus sayımı İttihad’ın yarım bıraktığı asimilasyonun, etnik homojenliğin sağlanmasının bir aracıdır. Bu sayımla nüfus kompozisyonu en küçük yerleşim yerine kadar tek tek listelenerek asimilasyonun yeni zemini tespit edilmiştir. Homojen nüfusa sahip ulus devletin tesisi için gayri Türk unsurların asimilasyonundan kovulmalarına ve kitlesel kırımlarına kadar giden bir pratiğin yol haritası çizilmiştir. Süreç içinde bu unsurların bir kısmı gönüllü asimilasyonu tercih etmiş, bir kısmı göç ederek bu coğrafyadan uzaklaştırılmıştır.
T.C./Kemalistler, öncülleri İttihad’ın kovmadan soykırıma uzanan politikaları sonucu nispeten homojen devraldıkları coğrafyayı, Lozan’da yakaladıkları mübadele fırsatıyla bunu daha da ileri götürerek, Ulus devleti daha homojen nüfusun (Müslüman) ağırlıklı bulunduğu bir yapıda şekillendirmişlerdir.[16] Bu homojen yapı içindeki istenmeyen Gayri Türk unsurlar sürekli gözetimde tutularak bir sınav psikozu içine sokulmuştur. Bu unsurların savunma pozisyonunda kalmaları ve kımıldayamamaları için ellerinden gelen esirgenmemiştir. Bu savunma durumu da aslında asimilasyonun önemli bir parçasıdır. Sonradan Türk olan bu unsurların milliyetçiliğin en bağnaz savunucuları ve hatta milliyetçiliğin vurucu gücü olmalarında bu savunma ve kendilerini kanıtlama psikozu önemli bir etkendir. Nazan Maksudyan’dan ödünç aldığımız bir deyimle ifade edersek daima gayri Türk unsurların Türklüğü ölçülmektedir.
Daha lozan’ın mürekkebi kurumadan bu anlaşma ile bazı azınlıklara tanınan sınırlı haklardan vazgeçilmeye zorlanmış ve kısa süre içinde bunu başarmışlardır. Lozan’da güvenceye alınan sınırlı haklar buhar olup uçmuştur.
Kemalist iktidar kendisinin dışındaki hiçbir unsura iyi gözle bakmaz. Bulundukları ülkelerde baskıya uğradıklarından dolayı anavatan diyerek Türkiye’ye gelen Türki unsurlara bile iyi gözle bakmaz. Bu unsurların kitlesel göçü Türkiye’nin kalkınma hamlelerini baltalayan bir etmen olarak algılanır. Bu göçler kalkınma hamlesinin baltalanması için komşuların bir komplosu olarak düşünülür[17]. Zaman zaman bu göç dalgalarını komşuların roman nüfusundan kurtulma eylemi olarak tanımlayarak sınırlarını bunlara kapatır. Türk olmayanların takibi süreklidir. Arnavutlar, diğer Balkan kökenli gruplar sürekli takip edilir.[18]
Türkleştirilemeyenler ise yurttaş olarak olarak kabul edilmez içerideki yabancılardır. Kemalizmin ideolojik olarak kurumlaşmasında etkin olan Kadro’culardan Burhan Asaf Belge içerideki yabancılara gözdağı vermekten kaçınmamaktadır : “Almanya’daki Yahudi aleyhtarlığı, umarız ki, bizimkilere bir ders olur. Türk kadar misafirperver olmak için, Türk kadar tarih içinde efendi millet olmuş olmak lazımdır. Fakat her misafirliğin sonu ya evdekilere karışmak yahut misafirliği uzatmamak değil midir? Bizim azlıklar, evdekilerine karışmasını şimdiye kadar hiç bilmediler. Fakat bundan sonrası için bunun samimi yollarını, biz göstermeden kendilerinin arayıp bulmaları şüphe yok ki hem onların hem bizim lehimizedir.”[19]
Türk unsuruna dayandığını ifade eden elit azınlık kendilerinin dışında kalan grupları sürekli savunmada bırakır bu siyaseten zayıf/zayıf düşürülmüş gruplar sürekli bir aşağılanma ile karşı karşıyadırlar.Yahudi muhtekir, Çerkez hain… Bizim yakın tarihimizde görülen kaytaklık olaylarının çoğunu yabancılarla Türk olmayan Müslümanlar yapmıştır. Çerkes, Arnavut, Arap v.s. gibi. Bunlara dikkat gerekir. Kaytaklık açık olursa mücadele kolay olur. Fakat bunun en tehlikelisi hak suretinde görünendir.[20]
Türkiye’de ethnologue.com’a göre 36 dil konuşulmakta, hepsini üst üste koyduğumuzda aslında çoğunluktan söz ediyoruz. Amacımız bu çoğunluğun farkına varılması ve siyaseten zayıf grupların tartışılmasıdır. Umarım bir kanal açabilmişizdir.
[1] Recep Peker, Cumhuriyet Halk Fırkası Programının İzahı Mevzuu Üzerinde Konferans, Hakimiyeti Milliye Matbaası 1931, s 10-11 (alıntıların diline ve imlasına dokunulmamıştır)
[2] Mahmut Esat Bozkurt, Atatürk İhtilali, Altın kitaplar,1967, sh 216
[3] Nazan Maksudyan Türklüğü Ölçmek, Bilimkurgusal Antropoloji ve Türk Milliyetçiliğinin Irkçı Çehresi 1925*1939, Metis, 2005, sh 11
[4] Nazan Maksudyan, Türklüğü Ölçmek… sh 9
[5] Buradaki edyan/din, millet/Müslüman-Türk olarak algılanmaktadır. Kongre bir anlamda milliyetçilik bayramı olarak da okunabilir.
[6] BCA 30.18.1.1/7.33.9
[7] Mahmut Esat Bozkurt, Atatürk ihtilali… sh 298
[8] Mahmut Esat Bozkurt, Atatürk ihtilali… sh 352
[9] Milliyet Gazetesi19 Eylül 1930
[10] Milliyet Gazetesi, 31 Ağustos 1930
[11] 16 nisan 1943 tarihli tasviri efkar gazetesindeki Harb okulu Komutanlığının, harp okuluna öğrenci alınmasına dair ilanında giriş şartları arasında Öz Türk ırkından olmak şartı yeralmaktadır.
- [12] Hocaoğlu S. Ertürk, “Irkçı-Turancı Atatürk”, Orkun, cilt 41, 13 Temmuz 1951, s. 3-5. Akt. Maksudyan… s 54-55
[13] Maksudyan sh 53
[14] Burhan Asaf, Üniversitenin Manası, Kadro, 1933 Cilt 2, sy 20, sh 24 tıpkıbasım, Y.hazırlayan Cem Alpar, AİTİA, 1979 Burhan Asaf’ın yazısının altında Kadro’nun şu sloganı yer almaktadır: “Kayıtsız ve şartsız milliyetçilik; milletin umumi menfaatlerini bütün menfaatlardan üstün tutan milliyetçiliktir. Tam ve bütün millet mefküresi ancak bu suretle tahakkuk edebilir”
- [15] Burhan Asaf Belge, “Arkada Kalan Darülfünun”, Kadro, cilt 1, sayı 8, Ağustos 1932, s. 47-8. maksudyan 77
[16]İttihad ve Terakki Hükümetinin 27 Şubat 331 [1915] tarihli tezkeresi “Memalik-i Müstevliyeden gayrimüslim kabul edilmemesine” yöneliktir (BCA 272… 11/8.8.18) bu kararla Osmanlı/Türk ülkesinde artık gayri Müslime yer olmadığına işaret ettiğini söylemek yanlış olmaz.
[17] Cahit Talas gibi ciddi sayılan bir akademisyen bile bu tezi litaratüre geçirmekten çekinmemiştir
[18] BCA 272… 65/6.5.1 Boşnak ve Kıptiler hakkında istatistiki cetvel düzenlenir.(8.8.1926), BCA 272…65/6.5.4 Polatlı köylerindeki Türk, Tatar, Boşnak, Kürt, Alevi, Müslim, Kıpti nüfusa dair istatistiki (10 sahife) bilgiler (23.3.1927), BCA 272…65/6.5.5 Bulgaristan, Yunanistan,Romanya, Arnavutluk, Kıbrıs ve yugoslavya’dan gelen mültecilerin nüfus miktarlarını ihtiva eden ve yerleştirildikleri yerleri gösterir (34 sahife) cetvel düzenlenir (10.5.1927), BCA 272…65/6.5.6 Ayaş’ta iskan edilen Türk, Müslim, Kıpti, Boşnak, Bulgar, Romanyalı muhacirlerin nüfus ve hane miktarını gösterir cetveller çıkarılır(10.5.1927)
- [19] Burhan Asaf Belge, “Bizdeki Azlıklar”, Kadro, cilt II, sayı 16, Nisan 1933,
- 52. Aktaran Maksudtyan… sh 46
[20] Mahmut Esat Bozkurt, Atatürk ihtilali… sh 148
Son Haberler
Sayfalar
ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)
Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)
Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?
Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?
Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.
SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..
“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”
“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)
7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.
İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor
Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.
Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.
3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?
Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.
Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)
Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.
Emperyalizm Üzerine Notlar-7
„Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler
Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.
Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek
Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.
Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi
Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)