Pazartesi Mart 17, 2025

Seçim, baraj ve başarı koşulları!

 

Örgütlü ve militan mücadelenin karşısına dikilmeye çalışılan seçim, baraj ve başarı koşulları!

Haziran seçimleri yaklaşırken en popüler ve hiç kuşku yok ki temel tartışmalardan birisi HDP’nin seçimlere parti olarak mı yoksa bağımsız adaylarla mı gideceği? Bu tartışma özellikle medyada ve egemen sınıflar arasında yoğun bir manipülasyon ve “samimi” uyarılar eşliğinde sürdürülmektedir.

HDP seçimlere barajı aşamama pahasına parti olarak gireceğini en yetkili ağızlardan açıklamış durumda. Sadece HDP cenahında değil PKK cephesinde de HDP’nin seçime parti olarak girmesi gerektiği çeşitli defalar açık şekilde ifade edildi. Eğer parti olarak girilmezse HDP projesinin uzun vadeli bir yönelimin bir parçası olduğunun kavranmasında ciddi sorunlara işaret olacağı şeklinde de temellendirildi. Abdullah Öcalan’ın da parti olarak girilmesi gerektiğini sahiplendiği –henüz resmileşmese de- ifade ediliyor.

Bu bağlamda HDP’nin seçime parti olarak girme sebeplerini şu şekilde sıralayabiliriz: Birincisi, öncelikle ana muhalefet olma ve oradan iktidara yürümenin ilk ve güçlü adımı görüyor. İkincisi, seçim barajını fiilen işlevsizleştirmenin ortaya çıkan bir olanağı olarak ele alıyor. Üçüncüsü, var olan siyasi kriz ortamında ve faşist gerici partilerin ideolojik ve politik kimlik krizinde ortaya çıkan yeni olanaklarda çekim merkezi olma fırsatından faydalanmak istiyor. Dördüncüsü, Kürt meselesinde ve inşa edilmeye çalışılan barışta oynadığı rolü ve etkinliği yüksek oy yüzdesi ve güçlü bir meclis grubuyla güçlendirmeye çalışıyor.

HDP’nin meclise değil meclisin HDP’ye ihtiyacı var!

HDP’nin aldığı bu kararın değişip değişmeyeceği oldukça önemlidir. Zira alınan bu karar son anda sürecin hassasiyeti, mecliste olma zorunluluğu gibi gerekçelerle bağımsız adaylarla girme kararına dönüşürse HDP’nin genel siyasi çizgisi açısından ve Kürtler dışındaki hedef kitlesine ulaşmada ciddi sorunlar ve tamir edilmesi güç bir güvensizlik oluşacaktır.

Bir karar değişimi olur mu bilinmez. Ancak özelde AKP genelde ise egemenler cephesinde yoğun bir psikolojik baskı oluşturulmaktadır. Bülent Arınç “eğer barajı geçemezlerse demokrasinin gereği olarak bunu kabullenmeleri gerekir” tespitini yapıp “barajı geçeceklerini sanmıyorum” demeyi de ihmal etmiyor. Yalçın Akdoğan 28 Ocak’ta verdiği bir demeçte “HDP'nin yüzde 6-7'lerden onları geçebilecek bir performans ortaya koyabileceğini düşünmüyorum. Şimdiye kadar 'parti olarak seçime gireriz' meselesini biraz baskı unsuru olarak kullandılar, barajın düşürülmesi için ama bu olmadı” dedi. Akdoğan HDP’ye örtülü şekilde şantaj yapıyor, “Seçim sistemini değiştirmedik maceraya girmeyin, kazanamadınız ve kazanamazsınız” demek istiyor.

Egemen sınıflar cephesinde bu yoğun psikolojik ablukanın kuşkusuz bir sebebi var. Birincisi, mevcut statükoyla devam edilmesini istiyorlar. İkincisi, seçimlerde HDP’nin barajı aşması ciddi bir sorun olarak egemenlerin karşısına çıkacak. Özellikle müzakere ve pazarlık masasında zaten sürekli kan kaybeden egemenler HDP’nin barajı aşması ile Kürt cephesinin elinin daha da güçleneceğini düşünüyor.

Üçüncüsü, HDP’nin baraj altında kalması ve meclise girememesi ise esaslı bir politik kriz yaratacaktır. Türk egemenlerinin Kürt barışını sağlamada esas yönelimi Kürt hareketinin legalize edilmesi ve barışçıl siyasi mücadele yürütmesi eksenine oturmaktadır. Bunun en önemli aracı ise seçimler, meclis vs.dir. Kürtlerin mecliste temsil edilme olanağını kaybetmesi bu amacı akamete uğratacaktır. Buna karşı Kürtlerin seçimleri tanımama ekseninde bir politikaya yönelmesine büyük olanak ve fırsatlar doğacaktır. Kürtlerin en büyük gücü olan örgütlü gücünün meclis temsiliyeti ile sınırlanması, dizginlenmesi yerine meydanları, sokakları esas alan daha güçlü bir muhalefet çizgisine hızla kayması koşulları oluşacaktır. Zaten buna yatkın olan ve oldukça deneyimli olan Kürt halkının, bu eksene odaklanması demek, egemen sınıfların Kürt meselesini yeni bir politik krizle karşılaması anlamına gelmektedir. Bu durum esaslı bir korku ve kaygı olarak her şeyden önce ön plana çıkmaktadır. Bu sebeplerden dolayı, Türk egemen sınıfları HDP’nin dünde kalan statükoyla devam etmesini istemekte, bunun gerçekleşmesi için “aba altında sopa göstermekte” ve umursamaz davranmaktadır.

HDP’nin parti olarak seçime gitme kararı esasında HDP’yi değil Türk egemen sistemini zorlayan ve kaygı üretmesine neden olan bir durum yaratmıştır. Türk egemen sınıflarının HDP’nin mecliste olmasına duyduğu ihtiyaç objektif olarak HDP’nin meclise girme ihtiyacından daha fazladır.

Liberal kaygılar: Şekere bulanmış halk düşmanlığı!

Bunun yanında HDP’nin barajın sınırında olan oy oranlarını nasıl artıracağına dair “sureti haktan” gözüken liberal, “Yeni Kürtsever” kesimlerde tam da kendi sınıfsal konumlanışlarına uygun öneri paketleri sunmaktadır. Bunlardan bir kısmı “HDP barajı geçemeyecek müzakerelerin ve barışın selameti için bağımsız adaylarla girip mecliste bulunması gerekir” diyerek yol göstermektedir. Barajın anti-demokratik olduğunu ifade edip bunun hangi mücadele yollarıyla kaldırılacağına dair hiçbir öneri sunmadan tamamen AKP’nin paşa gönlüne havale eden bu kesimler, egemen sınıfların barış ve müzakare için HDP’nin mecliste olmasına ihtiyaç duymasına karşı, alınan bu kararı barajın kaldırılması için bir çeşit demokratik mücadele biçimi olarak okumaktan ısrarla imtina etmeleri, en hafifinden tatlı su “demokratlığı” kategorisine girmektedir. Ciddiye alınır bir anlayış ve demokrasi müttefiki olmadıklarını da ispatlamaktadır.

Ancak bunlardan daha tehlikeli olan ve Kürt hareketini etkileyecek başka bir tartışma daha sürdürülmektedir. Kimi çevreler, HDP’nin parti olarak seçimlere girmesini bir yandan desteklerken, baraj sorununu henüz aşamadığını belirterek ne yapması gerektiğini anlatmaktadırlar. A&G Araştırma’nın Başkanı Adil Gür“Çözüm ve barış sürecinin etkisiyle AKP’nin Kürt tabanından HDP’ye doğru bir göç var. HDP, Demirtaş’ın Cumhurbaşkanı Seçimi’ndeki tüm Türkiye’yi kucaklayan dilini kullanır ve adaylarıyla bu söylemi desteklerse partinin baraj sorunu olmaz. HDP’nin Kandil ve sokak olaylarıyla arasına mesafe koyması gerekiyor… Barış sürecinin ne yöne evrileceği ve sokak hareketleri… Sokak eylemleri Demirtaş’a sempatiyle bakan seçmenlerde tereddüde neden oluyor” tespiti yapıyor.

Bu tespiti birçok liberal çevre ve kimi kan uykusunda olan demokrat kesimlerin sürekli ve bıkmadan usanmadan yaptığını belirtmeliyiz. Kürt hareketinin Türkiye Kürdistanı’nda güçlenmesini önce baş aşağı çeviriyorlar. Bu güçlenmeyi “barış ve müzakereye” bağlayarak sorunun esas sebebinin üstüne gerici, kirli örtüyü atıyorlar. Zira Kürt hareketinin güçlenmesinin ana sebebi bölgesel gelişmeler ve bu bölgesel gelişmelerde Kürt hareketinin izlediği politikayla güç kazanması, bunun yanında devleti Kürt hakları noktasında adım atmaya zorlayan mücadele birikimi ve sonuçlarıdır.

Devletin Kürt kimliğini tanıması ve bunların neler olacağını tartışıyor olması hiç kuşkusuz Kürt ulusal mücadelesinin başarısıdır. Bu başarı Kürt hareketinin daha fazla güçlenmesine yeni olanaklar sunmaktadır. Yani barış ve müzakere denilen şey Kürt kitleleri nezdinde mücadelenin bir başarısı olarak görülmekte, kazanım olarak tanımlanmaktadır. Bahsedilen barış iklimi ve çatışmasızlık Kürtlerin yönelimini belirlememektedir. Devleti buna mecbur bırakan mücadelenin bir sonucu olduğu bilinci yönelimi belirlemektedir.

Başarının sırrı mücadelesizlik ve pasifizm midir?

Bu tespit Kürtleri (koşullarına ve söz söyleme hakkına AKP’nin egemen olduğu) barış ve müzakereye mahkum etmeyi amaçlayan politik bir bakışın ürünüdür. Bunun yanında özellikle Kürtleri bugüne kadar kazanımlarında esas araç olan zor ve şiddete dayalı mücadele biçimlerinden koparmayı da hedeflemektedir. “Kürtler sokaklardan, silahtan ne kadar uzak durursa o kadar hızlı kitleselleşebilir”, “Türkiye partisi olabilir” söylemi Türk egemen zihniyetinin sinsi ve gerici bir ürünüdür.

Bu kesimler kitlelerin mücadele içinde yer almasına, etkin bir özne olmasına karşı ideolojik bir mücadele içindedirler. Bugün için de bu mücadelelerini Kürt hareketi üzerinden yürütmektedirler. Mesele onlar için demokrasi, temel haklar için kitlelerin denklem dışında tutulması, egemen zora karşı haklı ve devrimci zorun devre dışı bırakılmasıdır. Kitleleri pasifize edecek örgütsüz temsili yollarla dört beş yılda bir sandığa gitmesiyle sınırlıdır. Bu ekseni benimsemiş her türlü “demokratik” muhalefeti baş tacı etmeye hazırdırlar. Kürt hareketinden beklentileri de budur. Bu “sureti haktan” görünen kesimler, halkın yanında olmayan hastalıklı bakış açısını ve tutumlarını sosyolojik ve politik tespitlerle benimsetmeye, en azından kafa karıştırmaya çalışmaktadırlar. Seçim öncesi de Kürtlerin kafasını karıştırmak için kolları sıvamış durumdalar.

Önerdikleri yol, yöntemler ve uyarıları açıktan mücadelesizlik, pasifizmdir. Başarının o gizli sırrı, tılsımı onlara göre pasifizm ve mücadelesizliktir! Geniş kitlelerin Kürtlerin bugün elde ettiği kazanımların örgütlü gücü ve militan mücadele hattı olduğuna dair tartışma ve sonuç çıkarmaya yönelik eğilimine karşı, bu liberal nakaratlar ideolojik ve politik mücadelenin hedefi olmalıdır. Tüm bu çabalar tasfiyeci, reformist, pasifist bir çizginin egemenliğinin tesis edilmesi amaçlıdır. Kürt halkının militan mücadelesi “başarı” adına, kazanma adına Kürt hareketine boğdurulmaya çalışılmaktadır. Kürtleri pasifizme davet eden, kafa karıştırmaya çalışan hiçbir anlayış dost olamaz. Seçim atmosferinde Kürt hareketinin ve kuşkusuz tüm ezilen kesimlerin bu eksende sağı ve solu ile İslamcısı liberali ile bir ideolojik kuşatmaya alındığı görülmektedir.

 

67119

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Partizan'dan

9 Mayıs1945 Zafer Günü kutlu olsun

II.Dünya savaşı,insanoğlu'nun tanık olduğu,dünya tarihinin en korkunç savaşlarından biridir.Milyonlarca insanın hayatını kaybettiği,çok ağır yıkımların olduğu,Yahudi soykırımı ile kitlesel ölümlerin yaşandığı en kanlı savaştır.100 milyondan fazla askeri personelin katıldığı,50 milyona yakın insanın hayatını kaybettiği bu savaş onarılması  çok büyük yaralar açmıştır.1939-45 yılları arasında cereyan eden bu savaş,Almanya'nın Polonya'yı işgal etmesiyle başladı.8-9 Mayıs 1945 yılında Adolf Hitler'in yer altında,saklandığı sığınağında,Kızıl Ordu'nun Berlin'i ele geçirdikten sonra kafasına kurşun

Siyasi Polis, Provokatör veya ruh hastalarıyla uğraşmak zorunda kalmak! Engin Gören

Birkaç gün önce bir sitede bir “yazı” çıktı: “H.Aksu kimdir?” başlığıyla. Yazıyı yazan kadar bu tür yalan, karalama, kışkırtma-provokatörlük üzerine kurgulanan yazıları yayınlayan site de sorunlu olup ortak yön buluyor demektir. Aynı mayadan oluşu mu veya ilkesiz ve kontrolsüzlüğünden mı kaynaklanıyor bilemiyoruz. Ama bu durum ve yaklaşım içinde bulunan bir sitenin ciddiyet taşımayacağı da açıktır. Umarız yayın çizgisini gözden geçirirler diyelim ve geçelim.

AMED’İN ARMENAK BAKIRCIYAN’I, İSTANBUL’UN ORHAN BAKIR’I, DERSİM’İN ALİ AĞASI!

Seni sessizliğimi bozarak anlatmak çok istedim. Uzun zaman düşündüm. Seni anlatacağımı hala bilemiyorum. Orhan yoldaş tanışıklığımız 1974'ün ortalarına denk geldi. Aramızda örgütsel bir bağlantı yoktu. Ama bizi birbirimize çeken bir çekim merkezi vardı. Çok zaman öğrenci gençlik eylemlerinde omuzdaş olmuştuk. Seninle Tunceli'ler derneğinde bir kaç kez karşılaştık. Sonra DGD'de görüşmüştük, ismini İBO koymuştun veya yoldaşların İBO ismini sana uygun bulmuştular. Söylentiler bizim çevrede yaygın halde yayılarak ;'' Bir gurup Ermeni yoldaşın bize kayıldığı '' söyleniyordu.

KEMALIZM MI?...MARKSIZM-LENINIZM MI ?

 

1 Mayıs 2014; Son Sözü Direnenler Söyler!

2014 1 Mayıs’ı; baskı, şiddete ve tüm engellemelere karşın yine büyük bir coşku ve kararlılıkla işçi ve emekçiler tarafından kutlandı.

2014 1 Mayıs’ını diğer 1 Mayıs’lardan ayıran en önemli yan, Gezi İsyanı sonrasında yaşanan ilk 1 Mayıs olmasıydı. Haziran İsyanın da, göğü fethe çıkan yığınların, kendi yaşamına dair her yerde sesini yüksek sözle söylemesi, giderek özneleşmesi, gücünün ve kudretinin farkına varması, toplumsal mücadeleye yeni bir soluğun katılması anlamına geliyordu.

Özgürlük Yürüyüşü

 

Hangi halktan, dinden veya mezhepten olursak olalım hiçbirimiz bilindik hırsızlar şebekesinin  çöreklendiği bu sömürü düzenini ve Tayyip diktatörlüğünü hak etmiyoruz. Bu diktatörlüğe  artık bir dakika bile tahammülümüz kalmamıştır. Onlar tarafından yönetilmek ayıplı bir durumdur, bu utançtan bir an önce kurtulmak gerekiyor.

Savaş Başladığı Yerde Kazanılır

Çeşitli milliyetlerden Türkiye işçi sınıfı için Taksim’in tarihsel bir önemi vardır. Bu önem, sınıfın siyasal savaşımın genel olarak bu alanda verilmesinden kaynaklıdır. Bu gerçeği bilen Türk egemen sınıfları yıllarca Taksim’i 1 Mayıs’larda işçi sınıfına yasaklamıştır. Yasaklamakla kalmayıp 1 Mays 1977 yılında onlarca işçiyi katlederek burjuva sınıf tavrını net olarak ortaya koymuştur. İşçi sınıfı da aynı kararlılıkla mücadele ederek bugüne gelmiştir. Ve işçi sınıfı, Taksim’i, ölüler verek kazanmıştır. Bu nedenlede, 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamak için direnmiş ve savaşmıştır.

TKP/ML TİKKO Militanlarından Eylem

Elimize e-posta yoluyla ulaşan bir açıklamaya göre TKP/ML TİKKO’nun kuruluşunun 42. savaş yılını selamlayan militanlar, İstanbul’da; Gazi, Sarıgazi, Yenidoğan ve Gülsuyu Mahallelerinde eylemler gerçekleştirdiler. Açıklamayı güncelliğinden ve haber değeri taşıdığı için paylaşıyoruz:

TKP/ML militanları Sarıgazi’de Kaymakamlığı yaktı

İstanbul: Bugün Taksim’e girmek isteyen kitleye yönelik saldırıyı protesto etmek için Sarıgazi’de yapılacak eylem öncesi TKP/ML militanları bir korsan gerçekleştirerek, Kaymakamlığı tamamen ateşe verdi.

Bugün Taksim’e çıkmak isteyen kitleye karşı uygulanan polis terörüne karşı Sarıgazi’de DHF, ESP, EMEP, Halkevleri ve Partizan tarafından bir protesto eylemi örgütleme kararı alındı. Eylem öncesi Demokrasi Caddesi’nde bir korsan düzenleyen silahlı TKP/ML militanları, Kaymakamlığa yönelik bir saldırı gerçekleştirdi.

Kaymakamlık tamamen yakıldı

TKP/ML MK'si:"Taksim hayal değil gerçek!"

Sokakları tutuşturmaya, barikatlar kurmaya, alanları zaptetmeye;

Taksim'i bir kez daha kazanmaya, 1 Mayıs'a!

Elinden gelen her şeyi yapmak

Egemenler her daim devletin bekaası ve güvencesi için sömürü ve baskı politikalarını gizlemeye, kendilerine yönelebilecek öfke ve tepkiyi yarattıkları hayali düşmana yöneltmeye çalışırlar. Bunun için her dönem içte ve dışta bir düşman bulmakta zorluk çekmezler.  Halkın biriken öfke ve isyanı “iç ve dış düşmanlara” yöneltmeye çalışarak, kurtulduklarını zannederler.

Sayfalar