Salı Mart 4, 2025

Serdar ve Güzel Ana'nın ardından...

İki güzel, yiğit ve fedakar yoldaşımızı kaybetmenin acısı ve hüznü içerisindeyiz. Beklenmedik ölümleri ile bizleri derin ve tarifi imkansız bir acıya düşürdüler. Yaşamlarının büyük bölümünde kolektifimiz in çalışmalara dâhil olan, eylemlerden eylemlere koşan bu iki can yoldaşımızın yerlerini doldurmak kuşkusuz çok zor. Onların yerlerini doldurmak ancak anılarına ve miraslarına sahip çıkılarak, düşlerini gerçeğe dönüştürerek gerçekleştirilebilir. Çünkü onların düşleri, demokratik halk devriminin ta kendisidir.

Amed'in güzel gülüşlü, tarihin vücut bulmuş hali Serdar yoldaş...

Serdar yoldaşla bir araya gelip sohbet etme fırsatımız hiç olmadı. Onu ilk olarak “Nenemin Masalları” adlı öykü kitabı ile tanımıştım.

Yazdıkları ve söyledikleri bende farklı ama bir o kadar da hüzünlü bir duygu yaratmıştı. Kürt ve Ermeni asıllı olduğunu öğrendiğimde onunla tanışmamamıza rağmen ona karşı kanımın ısındığını fark ettim. Kuşkusuz bunda yazdıklarının ve sosyal-siyasal ve ulusal konumlaşının payı büyüktür.

O, yazdıklarında sadece Ermeni halkının değil, tüm ezilen ulus ve inançların derin tarihsel acılarını işliyordu. O, bu topraklarda her türlü asimilasyon ve topyekûn imha politikasına karşı direnen ve varlığını korumaya çalışan çeşitli milliyetlerden kadim halkların ve inançların tarihsel izlerine ışık tutuyordu. İşte onun bu özelliği ezilen ulus ve inançlardan insanların ona karşı kanının ısınması kaçınılmaz bir hal alıyordu. Çünkü acılar aynıydı.

Serdar yoldaşı en son Komutan Nubar Ozanyan yoldaşın taziye ve anmasında görmüştüm. Her iki etkinliğe de Güzel Ana ile beraber gelmişti. Kol kola girerek kenetlenmiş bir biçimde ve o her zamanki gülen gözleri ile Nubar yoldaşımıza vefa borçlarını ödemeye gelmişlerdi.

Nubar yoldaşın kaybı hepimizde derin etkiler bırakmıştı. Özellikle gençlik olarak onun mücadele geçmişini okuyup öğrendiğimizde onunla hem gururlanıyor hem de böylesi bir değeri kaybetmenin hüznünü yaşıyorduk. Onun yaşamını ve mücadele geçmişini öğrendikçe kendimi de daha fazla sorgular hale geldim. Çünkü Nubar yoldaş "nasıl yaşanılması gerekir" sorusunun en yalın ve en saf cevabıydı.

Serdar yoldaşta Komutan Nubar'ın taziyesinde şunları söylüyordu; “Bu ülkede dünya çapında en büyük kırıma uğramış, yok olmakla yüz yüze kalmış bir toplumun çocuğudur. Aynı zamanda aile içindeki hikayelerle büyüdü. Yetimhane örgütlenmesi içinde yer alan bir arkadaştı. Onun hayatından öğrenilmesi gereken çok şey var.”

Nubar Ozanyan’ın reformizmin köküne dinamit koyduğunu belirtip şu sözleri bizlere bir şiar olarak bırakmıştı; “Komutan, cephede komutandır!”

Taziye boyunca Serdar yoldaşla birçok defa göz göze geldik. Her defasında o parıltılı gülen gözlerini gördükçe mutlu oluyordum. İnsanda bambaşka bir etki bırakan bir özelliğe sahipti. Az çok mücadele geçmişine dair birşeyler duymuştum.

Onunla mutlaka sohbet etmeli, bildiklerini ve yaşadıklarını dinlemeliydim. Ölümsüzleşmeden bir gün öncede aklıma düşmüştü. Onun gibi birinin saflarımızda olmasından gururlanıp kendimi mutlu ediyordum. Kim bilebilirdi ki, bir gün sonra onun bedenen aramızdan ayrılacağını.

Hayatım boyunca hiç cansız bir beden görmemiştim. Serdar yoldaşın tabutunu hazırlamak için morga girdiğimde onun solmuş bedeni karşısında içimde tarifsiz bir acı oluştu. O an oradan çıkmak istesemde yapamadım. Ona karşı ilk ve son görevimi yapmam gerekiyordu. O insanın içini ısıtan, mutlu eden gülüşünün ardından şimdi solgun bir yüz kalmıştı. Hayal kırıklığını iliklerime kadar hissetmiştim. Ondan öğreneceğim, dinleyeceğim birçok şey vardı oysa ki. O an ölümü ilk kez bu kadar çok içselleştirmiştim.

Yaşamın bu gerçekliği ile ilk kez bu kadar yakınlaşmıştım. Tabutunu kızıl bez ile sararken içimi hüzün ve derin bir inanç karışımı bir duygu sarmıştı. Tabutu avluya çıkardığımızda alkışlar eşliğinde onu yoldaşları karşıladı. Sana layık bir yoldaş olabilmek çok zor Serdar yoldaş.

 Sen, gerçeğin ta kendisisin.

Eylemlerimizin komutanı, yaşamımızın şen ve örnek insanı, Güzel Anamız...

Güzel Ana'yı anlatmak çok ama çok zor. Eminim ki onu tanıyan herkes böyle düşünür. Her şeyden önce bir tarihti Güzel Ana. En zor koşullarda dahi geri adım atmayan, inancı ve öfkesi ile gençlerin ağzını açık bırakan biriydi.

O sadece kolektifimizin değil, tüm devrimci ve yurtseverlerin anasıydı. Kimin olduğuna bakmaksızın her eyleme koşardı. Özellikle merkezi eylemlerde Güzel Ana'yı görmemek imkansız gibi birşeydi.

Cumartesi Annelerinin daimi adalet arayışçısıydı. F Tipi'ne karşı eylemlerde en ön safları yine o doldururdu. O, eylem Güzel'imizdi bizim. Eylemlerin coşku ve inanç kaynağıydı.

Güzel Ana'yı fotoğraflarda ve videolarda çokça görmüştüm. Onunla ilk kez bir araya gelme fırsatını 2015 yılının başında ki Alevi mitinginde yakalamıştım. YDG olarak kortejimizi hazırlayıp yürüyüşe başladık. Çok geçmeden kortejimize dâhil olarak "bende gencim, benim yerim burası" diyerek pankartımızı tutmuştu. Tabi o an hepimizi bir kahkaha ve mutluluk sarmıştı.

Kortejimiz yürüyüş boyunca elindeki pankart hiç bırakmayan Güzel Ana'nın espri ve inanç dolu sözleri ile hayli neşeli bir hale bürünmüştü. Sonrasında onu daha fazla tanıyıp zaman geçirdikçe onu hep manevi annem olarak gördüm, hissettim. Bu sadece benim için değil, onu tanıyan ve anlayan tüm yoldaşlar için geçerlidir. Neşesi ve inancı herkese umut veriyordu.

Güzel Ana ile özellikle son süreçte daha fazla zaman geçirme olanağımız oldu. Bu da onu daha fazla tanımama olanak sağladı. Gazete bürosuna her geldiğinde doğallığı ve saflığı ile ortamı bir anda neşelendirirdi. Onunla zaman geçiripte neşesiz olan bir insan göremezsiniz. Sanki sürekli neşe depoluyordu ve hiç bitmeyecek gibi hissediyordum.

Özellikle gazete bürolarımızın işgal edilmesinden sonra kurumun sorunları ile daha fazla ilgilenir oldu ve gazete ile omuz omuza olmaktan bir an olsun tereddüt etmedi. Ama çokta kırgındı. Özellikle ailelerin bu tür iç sorunlarda olayın dışında tutulmasından rahatsızlık duyduğunu söylemişti.

Kadıköy'de yapılan kolektifin toplantısında öncülük görevini yine Güzel Ana üstlenmişti. Toplantının neredeyse yarısında Güzel Ana konuştu. Can sıkıcı bir havada olmamıza rağmen o konuştukça insanın içi umut ve neşe doluyordu. Adeta yeni bir kan geliyordu insanın vücuduna.

Kuşkusuz bu süreçte onun yanımızdan bir an olsun ayrılmaması bize en büyük güç ve kuvvet veren faktör oldu.

Güzel Ana ile en son Serdar yoldaşın anmasında bir arada olduk. Önceki gün mitinge gitmiş ve orada rahatsızlanmıştı. Ertesi gün cenaze törenine gelmesi beni kaygılandırsa da onun bu hali beni mutlu etmişti. Hayret ediyordum doğrusu bu kadına.

74 yaşında olmasına rağmen eylemden eyleme koşması inanılacak gibi değildi. Birçok yoldaşa taş çıkartacak bir kuvvete ve direngenliğe sahipti. Komutan Nubar yoldaşın taziyesinde PŞTA adına söz aldığında şunları söylüyordu; “Mücadelenin yaşı yoktur. Yaş hiç önemli değildir. Ben hastayım ben şuyum diyen gerekçe değildir. Beyin ve yürek oldu mu ne olursa olsun sana kar etmiyor. Birlik ve beraberlik esastır. Yeter ki mücadele etmek isteyelim. Her yerde her zaman kazanacağız.”

Onun dilinden bu sözler dökülürken bu kadar inançlı ve neşeli olmasının formülüde açığa çıkıyordu; Yeterki mücadele etmek isteyelim!

Serdar yoldaşın tabutunu omuzumda kapıdan dışarıya çıkardıktan sonra daha 2-3 adım atmamıştım ki Güzel Ana hemen yanıma geldi. Tabutu omuzlamak istediğini söyledi ve o küçük ve ince bedenine rağmen tıpkı onlarca yoldaşımız gibi Serdar yoldaşımızın da tabutunu omuzuna aldı. Bu kez de Serdar yoldaşa vefa borcunu ödeyecekti.

Bir eli tabutta, bir eli de sımsıkı yumruğu ile havada olan bu güzel kadına son kez bakıyordum. Keşke tekrar tekrar baksaydım. Onun umut ve inanç dolu yüreği hep yoldaşları için çarpardı. Onsuz büyük bir boşluk içinde olsakta şimdi artık bizim yüreklerimiz onun için çarpacak.

Gidenlerin ardından...

Gidenler içimizde bir parça hüzün bıraksa da, yaşamları ile daima manifestomuz olacaklardır. Çünkü onlar yaşamları ile bugün halk gençliğine örnek, mücadelelerine ve yaşamlarına rehberdirler.

Onlar, içinden geldikleri acıların ve tarihsel haksızlıkların en dinmeyen çığlıklarıdırlar. Onların bu çığlığı Kürt, Ermeni ve çeşitli ezilen milliyetlerden halkların çığlığı ile birleşerek büyürdü. Çünkü onlar, tüm haksızlıkların en amansız düşmanıydılar. Nerede haksızlık, adaletsizlik ve eşitsizlik varsa orada oldular. Çığlıklarını başka acılar ile birleştirdiler.

Nubar, Serdar ve Güzel Ana, genç yoldaşlarına yaşamları ile sarsılmaz bir örnek, mücadeleleri ile ışıklı bir yol olacaklardır. Kuşkusuz onlardan öğrenecek çok şeyimiz var. Onlar gençliğe inandı ve güvendi. Onların bu inançlarını ve güvenlerini boşa çıkarmamak, düşlerini gerçeğe dönüştürmekte bizim esas görevimizdir.

Tarihin bir kez daha tekerrür ettiği şu süreçte omuzlarımıza yüklenen görevlerin bilincindeyiz. Gençlik olarak halkın çıkarlarını herşeyin üstünde tutarak bu görevleri yerine getirmek, sorunların çözümünde esas özne olup ileriye cüretli bir şekilde atılmak, demokratik halk devrimi mücadelesinde ki tarihsel konumumuzun gereklerini yerine getirmek boynumuzun borcu, tarihsel sorumluluğumuzdur. Biz bunu başardık, yine başaracağız.

İstanbul'dan bir YDG'li

43584

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Partizan'dan

ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de  aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)

Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)

Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?

Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?

Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.

SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..

“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”

“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)

7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.

İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor

Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.

Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.

3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?

Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.

Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)

Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.

Emperyalizm Üzerine Notlar-7

Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler

Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve  bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde  emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.

Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek

Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.

Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi

Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)

Sayfalar