Siyaset Yapma Tarzımız ve Verili Koşulların Önemi Üzerine
Son dönemlerde kurumlarımızın yaptığı konferanslarda, basın açıklamalarında `Verili koşullar` dan bahsediliyor. Verili koşullardan kasıt, somut koşulların somut tahlili.
Bu yazının amacı, diyalektik materyalizmin ve tarihi materyalizmin temel yasalarına göre verili koşullara genel hatlarıyla bakıp, siyaset yapma tarzımız için önerilerde bulunmak.
Diyalektik ve tarihi materyalizmin birçok özellikleri vardır. Bu özelliklerin içinden bir tanesi belirleyici durumdadır. Önemli olan bu belirleyici özelliği tespit edip onun üzerinden verili koşulları analiz ederek politik çıkarsama yapmaktır.
Diyalektik materyalizmin üç temel yasasını hepimiz biliyoruz: Nicel-nitel değişiklikler, yadsımanın yadsınması, zıtların birliği ve mücadelesi yasası. Zıtların birliği ve mücadelesi yasası, bildiğimiz gibi diyalektik materyalizmin temel yasasıdır. Bu yasalar hayatın birçok alanında karşımıza çıkar. Ekonomide, politikada, felsefede, toplumsal gelişmelerde, üretim ve tüketim faaliyetlerinde vs.
Konumuz gereği tarihsel materyalist açıdan, Türkiye ve Türkiye Kürdistanı'nın toplumsal maddi gerçekliğine ilişkin izlenecek yöntemlere ve genel verili koşullara değineceğiz.
Öncelikle şu soruyu kendimize soralım: Yönümüzü kime döneceğiz?
'' (... proletarya, sınıf olarak gelişiyor, köylülükse sınıf olarak çözülüyor. Ve tam da proletarya sınıf olarak geliştiği için, Marksistler yönlerini proletaryaya çevirdiler. Ve yanılmadılar da, çünkü bilindiği gibi proletarya zamanla, önemsiz bir güçten birinci derecede önem taşıyan tarihi ve siyasi bir güç haline geldi.
O halde politikada yanılmamak için, geriye değil ileriye dönük olmak gerekiyor.
O halde politikada yanılmamak için, reformcu değil devrimci olmak gerekiyor.'' (Stalin- Diyalektik ve Tarihi Materyalizm- sf:15)
''Öyleyse toplum tarihinin yasalarını incelemede ipucu, insanların zihinlerinde, toplumun görüşlerinde ve fikirlerinde değil, her verili tarihi dönemde toplumun uyguladığı üretim tarzında, toplumun iktisadi yaşamında aranmalıdır.
Öyleyse tarih biliminin en birinci görevi, üretim yasalarını, üretici güçlerle üretim ilişkilerinin gelişim yasalarını ve toplumun iktisadi gelişim yasalarını incelemek ve meydana çıkarmaktır.
Öyleyse proletarya partisi, eğer gerçek bir parti olacaksa, her şeyden önce üretimin gelişme yasalarının, toplumun iktisadi gelişme yasalarının bilgisini kazanmalıdır.
O halde politikada hataya düşmemek için proletarya partisi, hem programını hazırlarken hem de pratik faaliyetlerinde, her şeyden önce üretimin gelişme yasalarından, toplumun iktisadi gelişme yasalarından hareket etmelidir.'' ( Age, sf:31-32)
Bugüne kadar sosyoekonomik tahliller üzerine birçok şey söylendi-yazıldı. Ekonomik tahlillere göre politik çizgi belirleyenler ne kadar başarılı oldu. Ne kadarı toplumun maddi gerçekliği ile üretimin gelişme yasalarıyla paralellik teşkil etti? Tarihsel pratik süreç bu uyumun olmadığını gösterdi. Proletarya Partisi adına yola çıkanlar kuruluş amaçlarındaki hedefleri yakalayamadı. Zamanla kitlelerden soyutlanarak marjinal gruplara dönüştüler.
Çeşitli milliyetlerden Türkiye proletaryasının Partisi, bu marjinalliği aşabilir, aşacaktır da. Çünkü, Kaypakkaya yoldaşın ideolojik netliği, politika yapma tarzı ve cesareti karşımızda duruyor. Aşacaktır çünkü, kanlarıyla bu toprakları sulayan yüzlerce yoldaşımızın gözleri üzerimizde. Gerçekler devrimcidir diyorsa Mehmet Demirdağ yoldaş, o zaman gerçeklere sarılmaktan korkmayacağız. Gerçekler bizi hangi yola çıkarırsa o yolda cesaretle ilerleyeceğiz, başka şansımız yok. 50 yılın deneyim ve tecrübeleriyle, bilimsel sosyalizmin genel doğrularıyla gerçeklere sımsıkı sarılıp lafta değil, fabrikada işçileri örgütleyeceğiz. Lafta değil, işçi ve tarım programlarında kitleleri örgütleyeceğiz. Ve işçi sınıfıyla bütünleştikçe sınıfın partisi olacağız. Köylüleri örgütledikçe işçi-köylü temel ittifakını sağlayacağız. Gençleri, kadınları, lgbt+'ları, kısacası devrimden çıkarı olan herkesi parti saflarında örgütleyeceğiz ve burjuva iktidarını yıkıp işçi-köylü iktidarını kuracağız.
Tarihsel materyalizme göre, bir ülkenin toplumsal maddi gerçekliğini belirleyen özellikler şunlardır: Üretim tarzı, nüfus ve coğrafi özellik.
Coğrafi durum, toplumsal gelişmelerde zorunlu bir koşul olsa da belirleyici faktör değildir. Toplumun gelişmesi ve değişmesi coğrafi gelişmeden ve değişmeden daha hızlı olduğundan coğrafi özellik baş faktör değildir.
Nüfussal özellik ,nüfus artışı veya nüfus yoğunluğu toplumun gelişmesini etkiler fakat bu etkende toplumsal gelişmede belirleyici faktör değildir.
A-Üretim tarzı; toplumsal gelişme üzerinde belirleyici olan özelliktir. Üretici güçlerle üretim ilişkilerinin üretim süreci içindeki birliğine üretim tarzı diyoruz.
Öyleyse toplumsal gelişme üzerinde belirleyici olan üretim tarzını açımlamak gerekiyor, ve ancak o zaman toplumsal gelişmelere dayanan bilimsel bir teori, bilimsel bir düşünce ortaya çıkarabiliriz.
Üretici güçler; toprak,üretim aletleri, insanlar, üretim tecrübesi, iş alışkanlıklarından oluşmaktadır.
Üretim ilişkileri; insanların üretim süreci içindeki karşılıklı etkileşimlerinden oluşmaktadır.
Üretim tarzını; üretici güçlerin gelişmişlik düzeyi, emeğin gasp ediliş biçimi ve mülkiyet biçimi belirler. Şimdi bu öğeleri inceleyelim.
Üretici güçlerin gelişmişlik düzeyi; üretim aletlerinin, insanların, üretim tecrübelerinin ve iş alışkanlıklarının gelişme meselesidir. Üretici güçlerin içerisinde belirleyici olan üretim aletleridir, temel öğe ise insandır. '' Üretici güçlerin gelişmesi üretim aletlerinin gelişmesi ile şartlandırılır.'' (Felsefenin Temel İlkeleri. Sf:268- G.Politzer) Üretim aletleri geliştikçe insanların kendi aralarında ve makinalarla olan ilişkilerinde de (üretim ilişkilerinde) değişiklik olur. Bunun sonucunda feodalizme has bağımlı emek gaspı yerine, kapitalizme has özgür ücretli emek gaspı gelir.
Emeğin gasp ediliş biçimi; üretim tarzını belirleyen etkenlerden bir tanesi olup, köleci, feodal ve kapitalist toplumlardaki sömürünün özünü oluşturur. Emek gaspı her üretim tarzında değişik anlam taşır. Köleci ve feodal toplumdaki emek gaspı zora dayalı ve bu toplumlardaki artı-emek köle ve feodal mülk sahipleri tarafından zorla alınırdı. Köle ve emeği üzerinde tam bir zoraki hakimiyet vardı. Feodal toplumda ise serflerin kısmi hakları söz konusudur. Kapitalist toplumda ise işçi özgür bir insandır ve yasa onu, kapitalist için çalışmaya zorlamaz. Ama genel olarak, üretim aracına sahip olmadığından, kendisinin ve ailesinin geçimini sağlamak için işçi olarak çalışmak zorundadır. İşçi, kendi isteğiyle kendisini işçi olarak sunar. Yani onu çalıştırmak için zor kullanılmaz. Kapitalist üretim, ücretli emeğin sömürüsü üzerine kurulur.
''Kapitalizmin gelişmesini ele alırken, belki de, en büyük önemi, ücretli emeğin ne ölçüde kullanıldığına vermek gerekir. Kapitalizm, meta üretiminde işgücün de bir meta haline geldiği aşamadır.'' (V.İ.Lenin- Rusya'da Kapitalizmin Gelişmesi- sf:503. Sol Yayınları 2. baskı)
Mülkiyet biçimi; genel olarak iki türlüdür. Özel mülkiyet ve toplumsal mülkiyet. İlkel Komünal Toplumda ve insanlığın toplumsal kurtuluşu olan Komünist toplumda, toplumsal mülkiyet vardır. Köleci, feodal ve kapitalist toplumlarda özel mülkiyet biçimi hakimdir ve bir avuç azınlık üretim araçlarından yoksun milyarlarca insanı sömürür. Özel mülkiyet toplumlara göre farklılıklar gösterir. Köleci toplumda, tüm mülkiyet (üretim araçları, insanlar, toprak vs.) köle sahiplerinin elinde toplanmıştır. Köle sahibi her hakka sahiptir (öldürme, satma vs.). Feodal toplumda ise temel üretim aracı olan toprak senyörlerin elinde toplanmıştır. Fakat feodal mülk sahipleri topraklarının bir kısmını köylülere belli şartlarda kiraya vererek değerlendirirler. Köylüler toprağı işlemenin karşılığı olarak feodal mülk sahiplerine toprak rantı öderler. Feodal toplumda mülkiyetin belli bir kısmı, belli bir dönem için köylülerin tasarrufuna verilirdi. Bu tasarruf hakkı köylülere birtakım haklar da getiriyordu. Aile kurabiliyorlardı. Küçük de olsa ellerinde biraz toprak bulunuyordu ve bu toprakları işleyecek belli üretim araçlarına sahiptiler. Feodal toplumda, toprağın karşılığı olarak köylüler üç biçimde rant ödüyordu: Emek rant, ürün rant ve para rant. Para rant dönemi feodal toplumun sonu kapitalist toplumun başlangıcı olmuştur.
Kapitalist toplumdaki mülkiyet biçimi ise şöyledir: Toprak ve üretim araçları bir avuç azınlığın elinde bulunmaktadır. Üretim araçları üzerinde kapitalist mülkiyet vardır. Kapitalist toplumda ücretli emekçiler üzerinde kapitalistin mülkiyet hakkı yoktur. Kapitalist üretim ilişkilerinin temeli, üretim araçlarının kapitalist özel mülkiyetidir. Bu mülkiyet biçimi, öteki özel mülkiyet biçimlerinden, en başta da, ücretli işçilerin sömürülmesi bakımından farklıdır.
Üretim tarzını belirleyen bu üç önemli özelliği inceledikten sonra, şimdi bu özelliklerin Türkiye koşullarına genel olarak uygulanışını ele alalım.
1- TÜRKİYE'DE ÜRETİCİ GÜÇLERİN DÜZEYİ MESELESİ
Türkiye ve Türkiye Kürdistanı'nda üretici güçler sürekli gelişmektedir. Gerek üretim aletleri gerek üretime açılan toprak büyüklüğü gerekse de üretim tecrübesi ve iş alışkanlıkları ağırda olsa, sancılı da olsa gelişerek niteliksel bir gelişme yaratmıştır. 1858 yılında İngiltere ile yapılan ticaret anlaşmasından sonra kapitalist gelişme ağır ve sancılı ve de içbaşkalaşım yoluyla evrimini sürdürmüş ve 24 Ocak Ekonomik Kararları sonrası belirleyici duruma gelmiştir.
Nicel birikimler nitel bir aşamaya, evrimsel gelişmeler devrimsel aşamaya ulaşır. Zaten Türk Kurtuluş savaşında Kemalist burjuvalar İngiltere ve Fransa'nın desteğiyle iktidarı ele geçirmişlerdi. Meta ekonomisinin yaygınlaşması ve iç pazarın gelişmesi üretici güçlerin gelişmesini zorunlu kılmıştı. Kemalist devrim bir
üst tabaka devrimi olduğu için, yarı-feodal üretim ve ilişkileri devam etmiştir. 1980 sonrası süreçte, ekonomik ve politik gelişmelerden sonra kapitalist üretim ve ilişkileri hakim hale gelmiştir.
Lenin yoldaş, bir ülkenin iktisadi yapısının, alttan bir köylü devrimi olmadan da iç başkalaşımla, nicel birikimlerle ve evrim yoluyla, niteliksel bir değişim göstereceğini söylüyor.
''Son üç yüzyıl içinde Rus devlet düzeninin gelişimi bize, onun sınıf karakterinin sürekli olarak gayet belirgin bir yönde değiştiğini gösteriyor. 17. yüzyılın Boyar Dumalı monarşisi, 18. yüzyılın memur ve aristokrat monarşisine benzemez. 19. yüzyılın ilk yarısının monarşisi, 1861-1904 yıllarının monarşisinden farklıdır. 1908-1910 yıllarında, burjuva monarşisine doğru bir yönelim olarak tanımlanabilecek yönde yeni bir adım anlamına gelen yeni bir aşamanın dış hatları açıkça gün yüzüne çıktı. Üçüncü Duma ve mevcut tarım politikamız bu adımla sıkı bir bağ içindedir. Bundan dolayı yeni aşama bir tesadüf değil, aksine ülkenin kapitalist evriminin özgül bir basamağıdır. Bu yeni aşama eski sorunları çözmez, onları çözebilecek durumda değildir ve onları ortadan kaldırmadığı için, eski sorunların eski çözümüne hazırlık için yeni yöntemlerin kullanılmasını gerektirir.'' ( Lenin SE. Cilt:4- İnter yayınları- sf.80- Birinci baskı. Ocak 1995)
Üretici güçler içerisinde belirleyici olan üretim aletleridir demiştik. Toprağın işlenmesinde devrim yaratan traktörlerin ve tarıma açılan toprak miktarının istatistiki bilgilerini vererek devam edelim.
Traktör sayısındaki göstergeler.
1924 1930 1948 1950 1956 220 2.000 1.756 9.905 43.727
( Kaynak: Türkiye'nin Yakın Tarihi- Prof. Dr. Sina Akşin)
2017 verilerine göre toplam traktör sayısı 1 milyon 838 bin 222 olup tarımda kullanılan traktör sayısı ise 1 milyon 306 bin 736 adettir.
Prof. Dr. Sina Akşin'in verilerine göre , tarımda makineleşmenin artmasıyla birlikte ; 1948 yılında 9,5 milyon hektar olan ekili toprak büyüklüğü, 1956 yılında 14,6 milyon hektara çıkmıştır.
2002 de 26 milyon 579 bin hektar olan topraklar, son 20 yılda ( AKP iktidarı döneminde), yüzde 12,3 azalarak 23 milyon 762 bin 572 hektara düşmüştür.
Bir başka kaynaktan traktör ve karasaban sayıları şöyle:
Traktör sayısı
1970 1986
105.865 612.731
(Kaynak: A. Can. Türkiye'nin Toplumsal Maddi Gerçekliği ve Devrimci Stratejisi.)
Karasaban sayısı
1986 1989 1996
652.128 524.899 285.323
(Kaynak: Radikal Gazetesi- 14.09.1998)
Ülkenin iktisadi yapısını yüzde yüz belirlemek ustalarında dediği gibi mümkün değil. Önemli olan iktisadi gelişmenin yönünü tespit edebilmektir.
Üretici güçlerden olan ekili toprak miktarı 1948 yılında 9,5 milyondan günümüzde 23 milyon hektara ulaşmıştır.
Üretici güçlerden olan iş aletleri gerek tarımda gerekse de sanayide ciddi boyutlarda bir gelişme göstermiştir. Karasaban sayısı düşerken traktör sayısında ciddi artışlar olmuştur. Kersete sanayisinin yerini kömür sanayisi almıştır. Buda Türkiye'de inşaat sanayisinin ve birçok sanayinin gelişmesine yol açmıştır.
''Geniş-çaplı makineli sanayiin büyümesinin zorunlu koşullarından biri (ve ilerlemesinin çok tipik bir yardımcısı) yakıt ve inşaat malzemeleri sağlayan sanayiin ve ayrıca da inşaat sanayiinin gelişmesidir.'' (Lenin-age-sf:456)
''Toplumsal üretim ilişkilerine gelince, bu bakımdan yaklaşık olarak, kapitalist manifaktür, geniş-çaplı makineli sanayie göre ne ise, kereste sanayii de, kömür sanayiine göre odur. Kereste sanayii, en ilkel bir teknik, doğal kaynakların ilkel yöntemlerle sömürülmesi demektir; kömür sanayii, tam bir teknik devrime ve yaygın bir biçimde makine kullanımına yol açar. (lenin.age.sf:460)
''Zayıflayan kereste sanayii, ataerkil yaşam biçimini hala hoş gören bir kapitalizmin az gelişmiş biçimlerini temsil ederken, gelişen inşaat sanayi, kapitalizmin daha yüksek bir biçimini temsil eder, yeni bir sanayi işçileri sınıfının doğmasına yol açar ve eski köylülükte derinlere giden bir farklılaşmayı belirler.'' (Lenin. age. Sf:464)
Türkiye'nin birçok sanayi dallarında kömür ve linyit kullanılmaktadır. Bu da kapitalizmin önemli boyutlarda geliştiğini göstermektedir. Türkiye'deki üretici güçlerin düzeyi meselesine ilişkin son olarak şunu belirtip devam edelim. Üretim araçları geliştikçe üretim faaliyetinin temel ögesi olan insanların kendi aralarında ve makinelerle olan ilişkilerinde de gelişmeler ve buna bağlı değişimler olmuştur. Feodalizme has bağımlı emek gaspı yerini, kapitalizme has özgür ücretli emek gaspına bırakmıştır.
2- TÜRKİYE'DE EMEĞİN GASP EDİLİŞ BİÇİMİ
Yukarıda da açıkladığımız gibi, Türkiye ve Türkiye Kürdistanı'nda emek gaspı ücret karşılığındadır. Kırlarda ya da ülkenin değişik bölgelerinde yarı-feodal üretim ilişkilerinden kaynaklı emek gaspı olsa da belirleyici değildir. Bu konuda Lenin yoldaştan bir alıntı yapıp onun üzerinden hareket edelim.
'' İç pazar, meta ekonomisi ortaya çıktığı zaman ortaya çıkar; bu meta ekonomisinin gelişimi tarafından yaratılır, ve gelişme düzeyi, toplumsal işbölümünün derecesi tarafından belirlenir; meta ekonomisinin ürünlerden işgücüne uzanmasıyla yaygınlaşır, ve ancak işgücü meta haline geldiği ölçüde, kapitalizm ülkenin tüm üretimini kapsar, bu arada esas olarak, kapitalist toplumda sürekli artan önemde bir yer edinen üretim araçları alanında gelişir. Kapitalizm için ''iç pazar'' toplumsal iş bölümünü derinleştiren ve doğrudan üreticileri kapitalistler ve işçiler olmak üzere ayıran, gelişen kapitalizmin kendisi tarafından yaratılır. İç pazarın gelişme aşaması, bir ülkenin kapitalist gelişme aşamasını ifade eder. ( Lenin. Seçme eserler cilt.1- sf:220. İnter yayınları. Birinci basım.)
Türkiye'de de meta ekonomisi, ürünlerden işgücüne uzanmıştır. İbrahim yoldaş, Çorum ve Kürecik bölge raporlarında; ticari kapitalizmin geliştiğini, emperyalist ve işbirlikçilerinin mallarının köylere kadar sokulduğunu, köylülerin malların da her gün artan ölçüde pazara taşındığını, buna paralel olarak da iç pazarın geliştiğini vurgulamaktadır. İç pazarın gelişmesi ile kapitalizmin gelişmesi aynı anlamdadır. İç pazarın gelişmesi meta ekonomisini daha da geliştirip, ücretli emek gaspını yaygınlaştırmıştır. İşgücü meta haline dönüşünce kapitalizm ülke ekonomisine damga vurur ve tüm üretimi kapsar.
''... yani, pazarın gelişmesi ile kapitalizmin gelişmesi birbirine bağlı şeylerdir ve birbirlerinden ayrılmazlar. 'İç pazarın ' açılması, kapitalizmin gelişmesi demektir. Kapitalizm geliştiği ölçüde 'iç pazar' açılır. (İbrahim Kaypakkaya- SY II. Sf:53- Ocak Yayınları)
Bugün Türkiye ve Türkiye Kürdistanı'nda, yaklaşık olarak 30 milyon insan ücret karşılığı çalışıyor. 5 milyon işsiz var. Bu rakam biraz az, ya da çok olabilir. 1970'li yıllarda nüfusun büyük çoğunluğu kasaba ve köylerde yaşarken, bugün yüzde 80'leri aşan bir kitle şehirlerde yaşıyor.
“Büyük sanayi, tarım alanında, diğer alanlardan daha fazla devrimci bir etki yapmaktadır ve bu nedenle de, eski toplumun kalesi olan köylüyü yok ederek, yerine ücretli işçiyi koymaktadır. (...) Kapitalist üretim, nüfusu büyük merkezlerde toplayarak, kent nüfusuna gittikçe artan bir ağırlık kazandırırken, bir yandan toplumun tarihsel devindirici gücünü yoğunlaştırdığı gibi, öte yandan da insan ile toprak arasındaki madde dolaşımını bozar, yani insanın yiyecek ve giyecek olarak tükettiği öğelerin tekrar toprağa dönüşünü engelleyerek toprağın verimliliğinin sürekli olması için gerekli koşulları bozmuş olur. Böylece aynı anda hem kentli emekçinin sağlığını ve hem kır emekçisinin zihinsel yaşamını tahrip eder. ( Karl Marx- Kapital cilt 1. Sol yayınları. İkinci baskı.sf:516)
3- TÜRKİYE'DE MÜLKİYET BİÇİMİ
Türkiye ve Türkiye Kürdistanı'nda, üretim araçları üzerinde kapitalist mülkiyet biçimi hakimdir. Ayrıca özelleştirilmemiş kamu iktisadi teşebbüsleri (KİT) ve devlet çiftlikleri üzerinde devlet mülkiyeti hakimdir. Devletin sınıf niteliği burjuva karakterli olduğu için devlet kuruluşları kapitalist devlete hizmet eder. 2000'li yıllara kadar Türkiye'de çok güçlü ve çeşitli devlet tekelleri (devlet kapitalizmi) mevcuttu. 24 Ocak Kararları olarak bilinen IMF ve Dünya Bankası patentli neo-liberal sömürü politikaları sonrası KİT'ler özelleştirilerek yerli ve yabancı kapitalistlere satıldı.
Kemalist burjuvalar devlet tekelleri kurarak sermayelerini arttırmış ve yeni yatırımlar kurarak kapitalist üretimin yaygınlaşmasını sağlamışlardır. Kapitalizmin gelişmesinde devlet önemli bir rol oynamıştır. Devlet kapitalizmi (KİT) ülke ekonomisinde ağırlıklı rol oynamıştır. Kurulan Kamu İktisadi Teşebbüsleri üzerinde devlet mülkiyeti hakimdir. 24 Ocak Kararları sonrası (20-25 yıllık sürede) devlet tekelleri (KİT) özelleştirilmiştir. Gerek yerli işbirlikçi tekelci kapitalistler gerekse de uluslarararası tekelci kapitalistler devlet tekellerini satın alarak önemli bir sermaye birikimi elde etmiştir.
Burada; toprakta mülkiyet biçimleri, devlet mülkiyetinin çeşitli biçimleri ve özel mülkiyet biçimlerini ayrıntılı olarak incelemek yerine hakim olan biçimlere değinip geçeceğiz.
Türkiye'de özel mülkiyet biçimi birçok alanda hakim durumdadır. Fabrika sanayiinde, inşaat sanayiinde, ticari kapitalizmde ve hizmet sektöründe, gıda ve tarımsal sanayide, tekstil sanayiinde, turizm sektöründe vs. Toprakların büyük kısmı devlet hazinesi ve büyük toprak sahiplerinin elinde- dir. Türkiye ve Türkiye Kürdistanı'nda toprak ağalarının ve aşiret ağalarının büyük bir kısmı ücretli emek sömüren kapitalist işletmelere dönüşmüştür.
Toprakta mülkiyet biçimini Lenin yoldaş üçe ayırır: '' Toprakta mülkiyet biçimi; özel mülkiyet, pay edilmiş toprak, hazine arazisi ve diğerleri'' (Lenin- SE.1- sf:140- inter yayınları. Birinci baskı)
Pay edilmiş
toprak köylülere aittir. Özel mülkiyette bulunan toprak ve arazilerin büyük kısmı soylulara aittir. Bu soyluların bir kısmı Osmanlı döneminde toprağı işleyen ayrıcalıklı kesimlerdir, bir kısmı Türk Kurtuluş Savaşında yer alan asker, bürokrat kesimlerdir. Bir kısmı da onları destekleyen toprak ağaları ve aşiret ağalarına aittir. Ayrıca Türkiye topraklarının en büyük kısmı devlet hazinesine aittir. Devlet bu toprakları kimi dönem satıyor, kimi dönem belli bir süreliğine kiraya veriyor.
Bir toplumun, toplumsal maddi gelişmesinde belirleyici olan üretim tarzını ve onu oluşturan özelliklerin üretim faaliyetlerindeki rolünü, genel tanımlamalarla ve de bu faaliyetlerin Türkiye'nin iktisadi gelişiminde oynadığı rolü genel hatlarıyla açıklamaya çalıştık. Şimdi bunları özetleyelim:
Kapitalist üretici güçler, ağır ve sancılı bir şekilde de olsa gelişerek ve kendi üretim ilişkilerini de geliştirerek hakim hale gelmiştir.
Türkiye ve Türkiye Kürdistanı'nda ücretli emek sömürüsü belirleyici durumdadır.
Türkiye ve Türkiye Kürdistanı'nda üretim araçları üzerinde kapitalist mülkiyet hakimdir.
B- NÜFUS HAREKETİNİN TOPLUMSAL ROLÜ
“Nüfus artışı ve şu ya da bu derecede nüfus yoğunluğu da 'toplumun maddi yaşam koşulları' kavramı içine girer, çünkü insanlar, toplumun maddi yaşam koşullarının zorunlu bir unsurudur, ve belli asgari sayıda insan olmadan, toplumun maddi yaşamı olamaz.” (Stalin.age. Sf:27)
Nüfus artışı veya azalışı, toplumsal maddi yaşamı yavaşlatır veya hızlandırır. Fakat toplumsal maddi gelişmenin belirleyici etkeni değildir.
Nüfusun sınıfsal analizi ayrı bir yazının konusu. Ama mutlaka yapmak gerekiyor. Biz bu yazıda genel gidişatı yazmaya çalışacağız.
YILLAR GENEL NÜFUS BELEDİYE NÜFUSU BELEDİYE SAYISI
1927 13.648.000 3.283.000 460
1935 16.158.000 4.175.000 505
1940 17.847.000 4.753.000 549
1955 24.064.000 7.804.000 809
1960 27.754.000 9.994.000 995
1965 31.391.000 12.787.000 1.062
1970 35.605.000 16.753.000 1.303
1975 40.347.000 20.500.000 1.654
1980 44.736.000 25.523.000 1.725
1985 50.664.000 31.323.000 1.703
1990 57.715.000 38.226.000 2.051
1996 63.190.000 49.288.000 2.821
2000 67.803.000
2010 73.722.988 ..................... .............
2021 84.680.273 78.908.000 1.391
2021 yılının belediye nüfus sayısını ve belediye sayısını internetten aldık. Belediye sayısının az olması çıkarılan büyükşehir yasasıyla, büyükşehir sınırları içinde olan belediyelerin kapatılarak ilçe belediyelerine bağlanmaları sonucundan dolayı.
Nüfus dağılımından çıkaracağımız sonuç açık. Kırsal nüfustan şehirlere hareket olmuş. Artık hiç bir tartışmaya yer bırakmayacak kadar açık bir tablo var. Çalışabilir nüfusun ve istihdam edilen nüfusun ezici çoğunluğu şehirlerde yaşamaktadır.
Yukarıda yaklaşık olarak 30 milyon çalışandan bahsetmiştik. 6 milyon 150 bin işçi sanayide, 2 milyon işçi inşaat sanayinde, 5 milyon işçi tarım sektöründe, 16 milyon işçi hizmet sektöründe çalışmaktadır. 5 milyon da işsiz vardır. Bu rakamlar mutlak doğru rakamlar değil tabi ki. Genel bir yaklaşım olarak böyledir. Bizim için önemli olan üretim tarzındaki niteliksel değişim ve sınıf mücadelesinin merkezi alanının neresi olacağıdır.
C- COĞRAFİ YAPININ TOPLUMSAL GELİŞME ÜZERİNDEKİ ETKİSİ
“Coğrafi çevre, tartışmasız toplumun gelişmesinin daimi ve zorunlu koşullarından biridir ve elbette toplumun gelişmesi üzerinde etkisini gösterir, toplumun gelişme seyrini hızlandırır veya yavaşlatır. Fakat onun etkisi tayin edici değildir, çünkü toplumun değişmesi ve gelişmesi, coğrafi çevrenin değişme ve gelişmesiyle kıyaslanamayacak bir hızda olmaktadır.” (Stalin.age.sf:27)
Türkiye ve Türkiye-Kürdistanı'nın jeo-politik konumu, üretim tarzı kadar olmasa da önemli bir konumdadır. Avrupa ve Asya kıtasının kesiştiği bir yerdedir. Kafkaslara, Balkanlara ve Ortadoğu’ya yakınlığından dolayı ekonomik ve politik gelişmelerde merkez bir bölgedir. Emperyalist devletlerin Türkiye'ye önem vermesi ekonomi ve politikanın yanında, coğrafi olarak da merkezi yerlerden biri olmasındandır.
Sınıf bilinçli proletarya partisi, politika yaparken bu gerçekliği göz önünde bulunduracaktır mutlaka.
Sonuç olarak; doğru bir politika yapmak için toplumun iktisadi yapısını inceleyip üretim tarzını belirlemek gerekiyor. Politika ekonominin yoğunlaşmış haliyse, politikada yanlışlara düşmemek için mutlaka iktisadi yapı tespit edilmeli. Verili koşulları tespit ettikten sonra işçi sınıfının Partisi, toplumdaki çelişmeleri tespit edip, en baştaki çelişki üzerinden devrimci stratejisini ve ona bağlı taktik mücadeleleri belirlemelidir. Yanlış bir strateji doğru taktiklerle düzeltilemez. Bunun için doğru bir strateji oluşturmalıyız. Unutmayalım ki somut koşullara dayanmayan bir siyaset marjinallıktan kurtulamaz. Devrim kitlelerin eseridir. Kitlelerin içinde 30 milyona yakın işçi kitlesi var ve bunu örgütleyip devrim yapacak olan tek güç, çeşitli milliyetlerden oluşan Türkiye Proletaryasının Partisidir.
Mehmet Emin Gündoğdu
Görsel: DMY felsefe
Son Haberler
Sayfalar
ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)
Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)
Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?
Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?
Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.
SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..
“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”
“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)
7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.
İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor
Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.
Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.
3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?
Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.
Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)
Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.
Emperyalizm Üzerine Notlar-7
„Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler
Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.
Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek
Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.
Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi
Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)
Comment form