Tamer Çilingir : Pontos'un son Partizanı:Eleni Çavuş
Son partizan, bir kadındı… Silahlar bırakılmış, mübadeleye uygun olarak sürgün başlamış, bütün Karadeniz’de kendini Rum olarak ifade edenler çoktan gitmişlerdi… Sadece bir partizan, sadece bir kadın terketmedi, 3 bin yıllık topraklarını…
Sadece o kalmıştı koca Karadeniz’de “Ben Rumum, ne aslımı inkar edeceğim ne de gideceğim vatanımdan” diyen… 1924 yılının Aralık ayında son çatışma haberi geldi Nebyan’dan (Bafra)… Yüzlerce askerin kuşattığı bir mağarada günlerce direnen “Eleni Çavuş adlı Pontoslu Rum Partizan ölü olarak ele” geçirilmişti.
ARKALARINDAN AĞLANMAYAN ASKERLER
Kimi askerler vardır, yurtlarını korumak için savaşır ve ölürler; arkalarından ağıtlar yakılan, ağlanan ve minnetle anılan askerlerdir.
Kimi askerler de vardır ki, sadece kendilerine emir veren bir avuç kan emicinin emrinde, onların çıkarı için savaşır, üç kuruş para için insanlığını satar, başkalarının yurtlarında savunmasız insanlara işkence yapar, onları kendi topraklarından sürer, çoluk çocuk, kadın ayırmaksızın can alırlar. İşte bu askerler, arkalarından ağlanmayan askerlerdir.
Arkalarından ağlanmayan askerlerdendi, Osmanlı’nın İttihatçı askerleri. Ve 1916 yılının Aralık ayında Samsun/Havza’nın Elmalıca köyündeki Rum evlerini ateşe verdiler. Taş üstünde taş bırakmayacaksınız emrini almışlardı İstanbul’dan.
Osmanlı’yı, 1.Emperyalist Paylaşım Katliamı’na ortak eden İttihatçılar, savaş ortamını fırsat bilip bir yıl önce 1.5 milyon Ermeni’yi ve 250 bin Süryani’yi soykırımına uğratmış, şimdi de sıra Rumlara gelmişti. Savaşın gölgesinde bu iş bitmeli, Anadolu’da tek bir Hristiyan kalmamalıydı. Müslüman olan ama Türk olmayan diğerleri ile ise daha sonra ‘hesaplaşılacaktı’. Bu büyük planın amacı tüm Anadolu’nun “Türk Yurdu” olmasıydı.
ELENİ’NİN BİRİCİK OĞLU MİLTİYADİS
Elmalıca köyünde katledilenlerden birisi de 18 yaşındaki Miltiyadis idi. Annesi Eleni’nin tek çocuğu idi Miltiyadis. Etten, kemikten, ruhtan; aşkla, sağlıkla, huzurla bir ömür yaşamayı dilemiş ama son nefesini acıyla, kederle, hüzünle vermişti annesinin gözü önünde.
Oysa ne umutlarla büyütmüştü Miltiyadisini, Eleni. 1908 yılında yapılan “Devrim” kutlamaları sırasında Samsun’a o zaman 10 yaşında olan oğlunu da götürmüş, bu topraklarda Müslümanlarla birlikte huzurlu bir yaşam sürebileceğine olan umudu çoşkuya dönüşmüştü. Oğlu da okuyacak, belki İstanbul’a gidecek, iyi bir mesleği olacak, kendileri gibi yoksul yaşamayacaktı.
Ama ne olduysa bir karanlık çöküverdi Pontos’un üzerine. Önce Ermenilerin başına gelenleri duydular, dereleri kızıl akıyordu artık Karadeniz’in. Osmanlı, büyük savaşa girmişti ama 1915’de Trabzon’da, Amasya’da, Gümüşhane’deki Ermeniler sürgün edilmiş, sürgün yollarında da öldürülmüş diye laflar dolaşıyordu ortalarda. Rus ordusu Giresun’a dayanmıştı nerdeyse. Rumların da sürgün edileceğinden bahsediliyordu köşebaşlarında. Gizliden gizliye bir şeyler oluyordu; Eleni yıllarca ailesi gibi bildiği Müslüman komşularının gözlerinde artık başka şeyler görüyordu.
Duydukları doğruydu Eleni’nin.
1916 RUM TEHCİRİ
Osmanlı ordusunun namlı komutanlarındandı Vehip Paşa. Alman danışmanlarıyla birlikte bir askeri güvenlik planı hazırladı.
Osmanlı’nın emperyalist paylaşım savaşına katılması ile beraber askere alma faaliyetleri de artmaya başlamıştı. Rumların bu savaşta Osmanlı adına savaşa katılmayı reddetmeleri, ulusal bilincinin yükselmesiyle birleşince Osmanlı bu durumu tehdit olarak görmeye başladı. Özellikle de 1916 Mart’ında Osmanlı’ya karşı savaş ilan eden ve kuzeydoğuda Batum’dan, doğuda da Kars yöresinden Osmanlı topraklarına giren Rusya’nın batıya doğru ilerleyişi, bu planın yapılmasının bahanesiydi. Karadeniz’de yaşayan Pontos Rumlarının, Ruslar gibi Ortodoks Hristiyan olmalarının, Osmanlı için ciddi bir güvenlik sorunu yaratabileceğini ve bu olasılığa karşı önlem almak zorunda olduklarını fısıldadı Alman “dost”ları Vehip Paşa’nın kulağına.
Nitekim askere çağrılan Rumların büyük bir bölümü orduya katılmak yerine dağlara çıkarak firari olarak yaşamayı tercih etmişlerdi. 1915 yılında yaşanan Ermeni Soykırımı’nın ardından sıranın kendilerine geldiğini düşünen, özellikle Pontos (Karadeniz) Rumları partizan örgütlenmeleri oluşturmaya başladılar.
İşte bu koşullarda Osmanlı Devleti “Ermeni Tehciri” nin ardından ikinci bir tehcir kararı aldı. Hükümet ”savaş alanlarına, askeri tesislere yakın ve casusluk faaliyetlerinin görüldüğü Rum yerleşim bölgelerini öncelikli tahliye edilecek bölgeler” olarak belirledi.
ELENİ, NASIL ÇAVUŞ OLDU?
Ermeni ve Süryani Soykırımının yaşanmasının ardından, yeni bir soykırımının önüne geçmek için Rumlar, partizan birlikleri örgütlemiş ve otonom gruplar dağlara çıkmaya başlamıştı. Tehcire direnebilen köy ve kasabalar direnecek, o ölüm yürüyüşlerini reddeceklerdi. Eli silah tutan herkes partizanlara katılırken, birçok köy ve kasabada geride kalan çoluk çocuk, ihtiyarlarlar korunmasız kalmışlardı.
İşte Eleni’nin köyü de bunlardan biriydi. Topal Osman’ın çeteleri, Osmanlı askerlerinin desteğiyle Elmalıca köyünü kuşattığında, bütün Rumlar direneceklerini, yurtlarını terketmeyeceklerini söylediler.
15 yaşın üzerindeki bütün erkekler ölüm yürüyüşlerine katılmak zorundaydı. 18 yaşındaki Miltiyadis de bunlardan biriydi ama kendi ayaklarıyla ölüm yürüyüşüne gitmeyecekti, kararlıydı. Arkadaşlarıyla beraber direnme kararı aldılar, çatıştılar…
Osmanlı’nın İttihatçı askerleri için fark etmiyordu ha ölüm yürüyüşünde ölmüşler ha köyde çatışmada. Bu yüzden öldürmek için ateş etmeye başladılar… Kurşun sesleri yükselirken köyden, kadınlar da telaşlıydı… Hele Eleni, kocasını daha önce kaybetmiş, hayatta bir tek oğluna umut bağlamış, onunla nefes alıp veren Eleni…
Evde silah yoktu, hepsi partizanlara vermişlerdi silahları… Odun kırdığı balta aklına geldi… Bir hışım onu kapıp silah seslerinin olduğu yere doğru koşmaya başladı…
Ama yetişemedi… Son gördüğü bir çavuşun elinde süngüsünü oğlunun kalbine saplamasıydı… Oğluyla göz göze geldiler…
Zaman durdu mu, dünya durdu mu, nefes alıyor mu? Bilemedi Eleni… Tek bildiği oğlunun o mavi gözleriyle ona son kez bakışıydı… Oğlu birkaç metre ötesinde son nefesini vermişti…
Yetişememişti… Dakika geçmedi aradan… Saniye belki…
Eleni, Miltiyadisin; biricik oğlunun kanlar içinde yerde yatarken, süngüsüyle suratını parçalayan çavuşun üzerine yürüdü, yavrusunu yitirmiş bir kaplan gibi, önce çavuşa baltayla saldırdı… Çavuş bir kadından gelen saldırıyla ne olduğunu bile anlayamamıştı… Ama bu defa Eleni’ye saldırdı…
Karadeniz kadınıydı Eleni, güçlü, kuvvetli, cesur… Baltayı çavuşun omuzuna saplamasıyla elindeki süngüyü alması bir oldu… Çavuşun oğlunu öldürdüğü yerden kalbinden sapladı süngüyü…
En çok da oğlunu yüzünün parçalanması dokunmuştu ya Eleni’ye, çavuşun suratına dokunmadı yine de… Ama onu aşağılamak istedi, ceketini ve çizmelerini çıkardı…
Çavuşun kanı, ceketin sol göğsünün üzerine çıkmıştı…
Bir madalya gibiydi çavuş ceketinin sol göğsündeki kan izi ama bu Eleni’nin umrunda değildi. Unutmamalıyım bana ve kardeşlerime çektirilen bu acıyı diye düşündü… Çavuşun ceketini alıp sırtına geçirdi ve dağlara çıktı… O her gün, her saat ona oğlunun öldüren bu adamdan ve ona emir verenlerden nefret ettiği için, unutmamak için bakıyordu o kan izine…
O artık Nebyan dağlarında bir partizandı. Nebyan dağları kadın erkek birçok partizanı, kaptanı sakladı konuk etti ya… Bir tek Eleni, giydiği ceketten dolayı Eleni Çavuş diye anılır olmuştu.
MUSTAFA KEMAL’İN ASKERLERİ
Eleni gibi birçok partizan dağa çıkarken Osmanlı da bu arada, emperyalist paylaşım savaşında yenildi ama savaş Pontos dağlarında bitmemişti… İttihatçıların yarım bıraktığı yerden bu kez Mustafa Kemal’in askerleri devreye girdiler.
Ermenilerin işi bitirilmişti, Rumların ki yarım bırakılmamalıydı…
Bu yüzden 19 Mayıs 1919 yılında Pontos’a gelen Osmanlı paşaları ilk iş Topal Osman ve çetesiyle görüştü. Ve Pontos Rum Soykırımının ikinci dönemi başladı. Gemi kazanlarında, mağaralarda diri diri yakılarak, boğularak, köylerinde kurşunlanarak, süngülenerek, ölüm yürüyüşlerinde açlıktan, soğuktan ve çetelerin saldırıları ile 353 bin Pontoslu Rum katledildi.
PARTİZAN ELENİ ÇAVUŞ
Ancak partizan hareketi her şeyden önce Rumlara yapılan yoğun saldırılar karşısında büyük bir direniş göstererek, 353 bin insanın katline sebep olacak Pontos Soykırımı‘nın çok daha büyük rakamlarla sonuçlanmasını engellemişti. İşte Pontos dağlarında direniş destanları yaratan bu partizanlardan birisi olarak Eleni Çavuş, Topal Osman ve çetelerinin ve tabi ki Mustafa Kemal’in “başbelası” olmayı hiç bırakmadı…
Karakol baskınlarında, askeri mühimmat taşıyan kervanlara yönelik saldırılarda, halk düşmanlarına yönelik cezalandırma eylemlerinde hep Eleni Çavuş’un adı geçer.
1 Mayıs 1923 yılından itibaren, Yunanistan ile Türkiye Cumhuriyeti arasında imzalanan ‘mübadele anlaşması’ gereği, kendisine Rum diyenler Yunanistan’a yollanmaya başlar. Sürgüne gidenlerin, 3 bin yıllık topraklarını terkederken yaşadıkları acılar bir yana, “Türküm” deyip geride kalmayı tercih edenlerin yaşadıkları da önemlidir. Birçoğu “yaşamak” için, geçmişini unutmaya çalışmış, çocuklarına, torunlarına yalan hikayeler anlatarak, unutmayı yeğlemiştir. Egemenlere kendilerinin en iyi Müslüman, en iyi Türk olduğunu ispat etmekle ömür tüketmişlerdir.
Sağ kalan partizanlar da silahlarını bırakır, kimi kılık değiştirerek mübadele kafilelerinin arasına karışıp Yunanistan’a giderken, kimi deniz ya da kara yoluyla başka ülkelere kaçar.
Ama bir kişi kalır Pontos dağlarında hem Rumum hem de toprağımı terk etmem diyen…
Eleni Çavuş…
Eleni Çavuş, ne yurdunu terkeder, ne de Rumluğundan vazgeçer. O hala gözleri önünde katledilen oğlunun ve 353 bin Pontoslu Rum için adalet derdindedir. Tek başına Nebyan dağlarında savaşmayı sürdürür.
Ta ki 1924 yılına kadar…
Aralık 1924’te soğuk bir kış günü Nebyan dağlarında Mustafa Kemal’in askerlerince bir mağarada kuşatma altında kalır. Pes etmez, son kurşununa kadar savaşır…
Son nefesini verirken aklında köyü, hayalleri, eşi ve gözleri önünde hunharca katledilen oğlu vardır. Yine komşularıyla özgür ve mutlu yaşayacağı hayatın hayali uzaktadır şimdi…
Yarım kalsa da hayalleri, elinden geleni yapmasının getirdiği huzurla ve sevdiklerine, oğluna kavuşacağının mutluluğu sarar yüreğini…
Günlerce süren direnişin ardından son Pontoslu partizan olarak ölür.
Son Haberler
Sayfalar
ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)
Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)
Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?
Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?
Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.
SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..
“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”
“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)
7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.
İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor
Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.
Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.
3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?
Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.
Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)
Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.
Emperyalizm Üzerine Notlar-7
„Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler
Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.
Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek
Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.
Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi
Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)