Salı Kasım 5, 2024

TC ve KDP’den sınır ötesi değil sınır içi operasyon

Ülkenin merkezi gündemi haline gelen ve tekrarlanan İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) seçimleri, 23 Haziran günü sona ermiş olsa da sosyal ve ekonomik alandaki etkileri ile tartışılmaya devam ediyor. “Her şeyin güzel olacağına” dair sloganlarla E. İmamoğlu “kurtarıcı” ilan edilmiştir/edilmektedir. Bu durumun kitleler nezdinde, kendi içinde anlaşılır sebepleri olduğunun altını çizmek yerinde olur, zira 17 yıllık iktidarı ile AKP artık çürümüşlüğün, baskının, yozlaşmanın ve faşizmin bir numaralı adresi haline dönüşmüştür.

Bir iktidar kendisinden önceki iktidarları lanetlerken kendisini mutlak muktedir ilan etme çabasıyla hareket ettiğinde devlet olarak kendisini tanımlar. Kuşkusuz bu durum, söz konusu kliğin devlet olduğu anlamına gelmemektedir ancak dönemsel açıdan gericiliğin önde geleni olması anlamına gelir.

Bu durum, sınıf hareketi açısından ilk darbenin en geri olana vurulması politikasını şart koşar ki, bu da dönemsel politikadır. AKP’nin belki de 17 yıllık iktidar döneminde yaşadığı en büyük gerileme İBB seçimleri oldu. Bu aynı zamanda almış olduğu önemli bir yenilgidir.

Bu yenilginin CHP-İYİ Parti olarak kendini ifade eden diğer hakim sınıf kliği önderliğinde gerçekleşmiş olması gözlerden kaçırılmamalıdır. Kitlelerin faşist devlet iktidarına karşı öfke ve tepkisinin bir başka faşist hakim sınıf kliğinin ardında yedeklenmesi söz konusudur. Ortaya çıkan sonucu önemsemek ve dikkate almakla birlikte kitlelerin sisteme yedeklenmesine karşı mücadele etmek bizler açısından anın devrimci görevi olarak görülmelidir.

İBB seçimleri öncesi HDP’nin tavrını hangi yönde belirleyeceği gerici, faşist kliklerin en merak ettiği gündem maddeleri arasında yer aldı. AKP, Kürt seçmenin tavrını belirlemek adına Anadolu Ajansı tarafından servis edilen Öcalan mektubundan medet umar hale gelmiştir. Sistemin bekaasını devamı söz konusu olduğu Kürtlerin varlığı kabul edilir olmuş ve bir anda kıymete binmişlerdir. Ancak diğer yandan da Kürdün hakim sınıflar açısından “makbul Kürt” olabilmesi adına dört parçadaki mücadelesine “pençe” vurulmak istenmiştir.

Belediye seçimleri, kitlelerin faşist iktidara yönelik tepkisini devlet açısından kabul edilebilir sınırlar içinde tutma ve düzenin kendini “demokrasi” temelinde yeniden üretmesinin aracı kılınırken, “pençe” ile her iki hakim sınıf kliğinin ve dolayısıyla faşist devletin gerek kitlelere ve gerekse de Kürtlere yönelik gerçek yüzünü ve sınıfsal kimliğini net olarak ortaya koymuştur. Dolayısıyla İstanbul seçimleri ve alınan sonuçlar kimseyi hayallere gark etmemeli, “her şeyin güzel olacağı” yalanına tevessül edilmemelidir. Gerçek “pençe” de gizlidir.

Devletin bekası, makul Kürt ve Rojava

Türkiye gerçekliğinde, bir azınlık milliyet veya ulus, devletin bekasını ürettiği oranda makul görülebilir. TC devleti açısından Kürt ulusu ancak makul Kürt konumunda kabul edilebilir. Bu seçim sürecinde devletin bekasını üretmek adına muhatap alınmalarından da görülebilir. Ancak söz konusu muhataplık, devletin bekası ile uyuşmayınca makullük durumu ortadan kalmakta ve kendisini en vahşi saldırılarla ortaya koymaktadır. Ülke gündemi İBB seçimlerine odaklanırken 21 Haziran günü Neçirvan Barzani, Erdoğan ile kapalı bir görüşme gerçekleştirdi. Görüşmenin her ne kadar  mülteciler ve iki ülke arası ilişkiler kapsamında yapıldığı söylense de meselenin Xakurkê’a dönük gerçekleştirilen “Pençe Harekatı” kapsamında olduğu biliniyor.

Öyle ki görüşme sonrasında Peşmerge, stratejik noktaları TC ordusuna devretmiştir. Barzani’ye bağlı Peşmerge’nin bu tavrıyla TC ordusunun Irak Kürdistanı’nı askeri olarak denetim altına alma girişimine yeni bir halka eklenmiştir. Bilineceği üzere daha önceden de defalarca benzeri askeri harekatlarda bulunulmuş ve bunlardan sonuç almayı ummuştur. Neredeyse her gün bölge uçaklarla bombalanmaktadır. IKBY ve TC arasında gerçekleşen görüşmeler ve Irak Kürdistanı’nda gerçekleşen operasyonun arka planında neyin yattığına dair tartışmalar ise devam etmektedir. Meselenin aslı da burasıdır.

Askeri hareket konusunda ortaya çıkan verili durumun sadece sonucu ortaya koymak açısından anlam ifade ettiğini bilmekle beraber meselenin esasının bu sonuca zemin sunan politik sürecin anlaşılmasından geçtiği gözden kaçırılmamalıdır.

Rojava’da DAİŞ’e karşı kazanılan zafere kadar TC devletinin tek gündem maddesi Suriye devletiydi. Zira onun için “düştü düşecek” denilen Rojava’nın kaderi zaten belliydi. Ancak Rojava zaferinden sonra kartlar yeniden dağıtılmış ve dış politika iç politikaya dönüşecek şekilde TC devletinin bekası tehdit altında kalmıştır. Onun için artık Suriye bir dış politika değil iç politika haline dönüşmüştür. Rojava’nın zaferini izleyen diğer gelişmeler neticesinde “Esed” olmuş “Esad”, ahkam kesilen Rusya ise bir anda “müttefik”e dönüşmüştür.

Her şeyden önce TC devleti, Suriye Kürdistanı’na dair bir çıkmazın içerisindedir. Zira bugün ne Rusya’nın ne de ABD’nin Suriye Kürdistanı konusundaki tavrı net değildir. Bölgede emperyalistler ve bölge gericiliği tarafından hayata geçirilmek istenen politikaların karşısında KUH da kendi politik argümanları ile diplomatik ilişkiler gerçekleştirmekte ve bunu kendi hareketini ileriye taşıyacak imtiyazlarla donatmaktadır.

Bu ilişkiler neticesinde bölgede kurumsallaşan SGD (ve onun ana gövdesini oluşturan YPG) Suriye’de devletin yeniden inşası sürecinde önemli bir muhatap olma sürecini örgütlemektedir. TC devleti bu durumun farkındadır ve bunu engelleyecek bir gücü bulunmamaktadır. İdlip konusunda halen Esad ve Rusya ile sonuç alıcı bir anlaşma sağlayamayan TC devleti, artık İdlip’in de muhataplık açısından bir anlam ifade etmediğini düşünmektedir.

TC, Suriye konusunda ve özellikle Rojava’yı denetim altına alma konusunda yeni stratejik arayışlar peşindedir. Bu açıdan esas mesele, Rojava’nın denetim altına alınması olarak kendisini ortaya koymaktadır. Suriye’de kurulacak olası bir Kürt bölgesel yönetiminin ise ancak IKBY şeklinde örgütlenmiş “makul Kürt” profili uygun olması amaçlanmaktadır.

Kirli pazarlıklar

Kuşkusuz bu süreç yeni başlamadı. Altı aylık bir süreci içine alan bu politika kapsamında Irak, Türkiye ve  IKBY arasında 4 görüşme gerçekleştirildi. TC devletinin isteği ile gerçekleşen görüşmelere KDP aracılık ederken Irak seçimlerinden sonra, Irak Cumhurbaşkanı Berhem Salih, ilk kez 3 Ocak’ta resmi olarak Türkiye’ye geldi. 28 Nisan’da ise Türk Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu Irak Dışişleri Bakanı Muhammed Ali El-Hekim, Cumhurbaşkanı Berhem Salih, Başbakan Adil Abdulmehdi ile görüşmeler gerçekleştirdi.

Bu görüşmelerin akabinde Çavuşoğlu, IKBY’ne gelerek önce Neçirvan Barzani, Mesrur Barzani ve  DAİŞ artığı tekfirci Türkmen örgütleri ile görüştü. Bu görüşmeleri 28 Mayıs ve 10 Haziran’da MİT’in de dahil olduğu görüşmeler izledi. Sonuçta bu görüşmelerde bir dizi başlıkta uzlaşılmış, Irak ve IKBY’nin ekonomik taleplerine ilişkin TC devleti de bir dizi talepler sıralamış ve belli başlıklarda anlaşılmıştır.

Bu kapsamda DAİŞ’in elinden alınan Musul’un inşasına TC devleti dahil olacak, Musul’da konsolosluk açılacak, Telafer tarafında sınır kapısı açılacak, Suriye sınırı ve Irak sınırı TC’nin bekası açısından denetlenecek ve bu kapsamda Şengal, Kandil ve Maxmur’a ortak operasyon düzenlenecek vb.

Kendi bekasını sağlama almak adına Irak’taki “makul Kürt”lerle anlaşan TC devleti, bölgede kendi bekası açısından tehlike arz eden PKK’nin tasfiyesi ile Kürt hareketini “makul Kürde” dönüştürmek istemektedir.

Bu TC’nin politik planını oluştururken KDP de Irak’ın merkezinden kopan bir politika izlemek adına TC’ye yanaşmakta ve kendi politikasını belirlemede TC’yi bir kaldıraç olarak kullanmaktadır. Dolayısıyla Irak’ın değil TC’nin bir parçası olma gayretiyle çalışan bir KDP söz konusudur. Bu açıdan “pençe” olarak adlandırılan ortak operasyon Rojava şahsında ortaya çıkan Kürdün makus talihine dair atılan bir “pençe”dir.

Bu saldırıya karşı KUH’un ortaya koyduğu direniş ne sadece Rojava’yı ne de sadece Irak Kürdistanı’nı ilgilendiriyor. Münferit bir durum olmadığı gibi mesele Kürdün Kürt olabilmesinin önüne çizilen engeldir.

Kürt halkının kaderi Kürt gericiliğine verilecek imtiyazlara kurban edilmek isteniyor. Buna karşı çıkmak ve Kürdün makus talihinin tekrarlanmaması için çaba harcamak, Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi’nin bu yönlü mücadelesine kayıtsız kalmamak an’ın devrimci görevlerinden biri olarak ortaya çıkıyor.

(Bir ÖG Okuru)

14032

Zor Yıllarda "Aydın olmak"

“Ne kadar nahoş olsa da,olguları açıkça görmek,adlı adınca çağırmak, …doğruyu söylemek zorundayız.”[1]

“12 Eylül 1980 sonrası sosyalist mücadelede sosyalist aydınlar” konulu bir yazıyı kaleme almak “zor”; dahası, zor olduğu kadarıyla hüzünlü. 

Bizi bırakıp giden(lerden) biri bağlamında bana; Maksim Gorki’nin, “İnsan, ne onurlu sözcük”; Bertolt Brecht’in, “İnsan olmak büyük bir şeydir”; Anton Çehov’un, “İnsanlar inandıklarıdır,” sözlerini anımsatan Ata Soyer’e dair;[2] yazmak daha da “zor” bir iş...

Sayın Gizli Tanık ve Tanıklarıma: Lütfen Kendinizi deşifre Edin!

Yusuf KÖSE

Devrimci yaşama başlayıp biraz “sivirilince”, hakkımda da bir çok şeyler yazılıp çizilmeye başladı. Ancak, bunlar, genellikle burjuva devlet ya da bunların uzantıları aracılığıyla kamuoyuna sunuldu. Ve hala sunulmaya devam ediyor. Bir kısmı gerçekten karşı-devrimin direkt uzantıları, bir kısmı da bilmeyerek onlara hizmet eden “bir tas çorbacılar.”

Bahar geldiğinde filizlenecek olan Çiçek

Saat sabaha doğru yol alıyor, köpekler havlıyor dışarıda, hoparlörden Mehmet koçun sesi geliyor, elimde Sefagül Arslan’ın kitapları, gerillanın kaleminden kelimeler ısıtıyor soğuk odayı. Düşüncelere dalıyorum. İlkel komünal toplumda ava çıkıyorum. Analarımla topluyorum yiyecekleri. Mağaradan mağaraya koşuyorum. Aç kurtlar günümüzün korkusu, beterinden geçiyorum. sana yaklaştıkça azalıyor korkularım. Daha da azalacak korkularımız zaman denen tünelde, dün bugün ve yarın denen tarihsel ilerleyişinde. 

Alamut Kartal Yuvasıdır

Bundan yaklaşık bin yıl önce Selçuklu veziri Nizamülmülk, “Bunlar duvarların arkasında, memleketin kötülüğünü isteyerek karışıklık çıkarrnaya çalışırlar.” (Aktaran, Faik Bulut. Hasan Sabbah Gerçeği)  demişti. Bu sözlerin muhatabı, Büyük Selçuklu İmparatorluğunun baskısı altında açlık ve yoksulluk içinde yaşayanlara eşitlik-adil bir toplum için umut olan, ezilenler üzerinde gerçekleşen sınıf ve inanç baskısı karşısında başkaldıran, Nizari İsmailliğinin kurucusu Hasan Sabbah’dı.

Kılıçdaroğlu Alevileri mi temsil ediyor? —Ergin Doğru

CHP’nin Alevilerin temsilcisi olduğu iddiası, cumhuriyet tarihi boyunca sürdürülen aldatmacıdır. Alevilerin CHP ile ilişkisi sorgulanması ve tarihsel gerçeklerin sosyolojik olarak irdelenmesini gerektiriyor.

Gerici sistemlerin Sünni baskı politikalarına karşı sürekli olarak dışlanmış ve baskılanmışları temsil eden Alevilerin, cumhuriyete yaklaşımı baskılanmış toplum psikoloji ile olmuştur. Gerici baskılardan bunalan Alevilerin, kendilerine taktiksel olarak yaklaşan cumhuriyet yönetiminin riyakarlığını anlayabildiğini söylemek çok mümkün değildir.

Adı aşk olsun

Faruk Eskioğlu, bu kitapta yurtdışında yaşayan göçmenlerin memleket ve sıla özlemlerini tarihsel olaylarla harmanlayarak okuyucuya sunmuş. Faruk Eskioğlu, yazarlık yetisiyle gazetecilik gözlemlerini bütünleştirmiş, dişiyle tırnağıyla uğraşarak bulunduğu yerden hayata seslenmiş gazeteci bir dostumuzdur. Kendi deyimiyle bu kitap: ”Gurbetçilik, sürgünlük, kişinin dişiyle tırnağıyla, etiyle ayakta kalma savaşıdır.” Belki de bu tanımlama hayatın yeniden üretilmesi için uğraşan insanların dur-durak bilmeden bulundukları yerlerde çalışarak var-olma savaşını bizlere anlatmış.

Esas İşçi mi Köylü mü ?

Ya... bunlar insanı zoraki öncü ederler ya.. öncü.

Zindan(lar)in Türkçesi[1]

“Hapse düşmemiş bir insan,devletin ne olduğunu bilemez.”[2]

Çiğdem Diren Sarısülük;Sevgide Yoldaş olabilmek

Tüm Yoldaş kalabilenlere !

Sevgiyi, sensizlikte yaşamak öylesine zor ki güzel yürekli dost. Zamanı mıydı bu zamansız yolculuğun? Tüm güzellikleri onurluca yaşamayı, en güzel şeyleri hiç ummadığımız zamanlarda yapardın, yaparken de kıskandırırdın bizi.

Ya bu sefer ne demeli...

Hrant Dink’in Katline 2015 Perspektifinden Bakmak

 Başlıklı Yuvarlak Masa Toplantısı (18 Ocak 2014, Alba Oteli, Ankara) 

12.05 Moderatör Sibel Özbudun’un Hoşgeldiniz Konuşması. 

İnsanı faşist kılan nedir? Ergün Aslan

 İnsanı faşist kılan siyasi düşünceleri değil sergilediği üretim ilişkileridir.
Ya.. niye kullanmadığımız bilgilerimiz körelmek zorunda ya..
Haftanın son dört günü neydi?
Ne güzelde ara sıra olsa da göçmen işçi mi yoksa  yerel işçi mi daha köylü olduğunu karıştırıyor olsam da kolektifliğin sözcülüğünü, tabanlığını kaptırmayan her göçmenle kolektiflikteki  göçmenlerin yol açtığı gettolaşmayı değil de kolektifliğe hiç uğramayan yerel halkın kolektifte yol açtığı gettolaşmanın yarattığı sorunları tartışıyorduk.Ama şimdi...

Sayfalar