Pazar Aralık 29, 2024

Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşunda İzmir İktisat Kongresi, ya da Emperyalizme Bağımlılığın Belgesi

Osmanlı iktisat tarihinde önemli bir yer tutan kapitülasyonlar ilk olarak 1352 yılında Cenevizlilerle olan ticareti artırmak maksadı ile verilmiştir. İlerleyen yıllarda ise ticaret yollarında yaşanan değişiklikler ve dünya ticaretinin yeni rotalar edinmesi sonucunda başka bazı ülkeler de kapitülasyonlar yani ticaret yaparken kimi ayrıcalıklar edinme hakkı elde etmişlerdir. Kapitalizmin Avrupa’da gelişirken Osmanlı’nın kimi nedenlerle kapitalist gelişme sürecinde geride kalması ile kapitülasyonların aldığı boyut baştaki anlam ve içeriğinden tamamen uzaklaşmış artık Osmanlının lehine olmaktan çıkmıştır.

Avrupa’da kapitalizmin gelişmesine karşılık Osmanlıda gerek feodalizmin hakimiyeti nedeniyle ilksel sermaye birikiminin oluşturulması sürecinde yaşanan aksaklıklara saray çevresinden sonra siyasi ve sosyal hayatta önemli yer tutan kimi dini tarikat ve grupların etkileriyle bilimsel gelişmelerin engellenmesi, vergi sisteminin bozulması sonucunda tarım ekonomisinde belirleyici güç kazanan ayanlar, tımar sahipleri vb. grupların tarımdaki kapitalist değişimin önünde engel oluşturmaları gibi etkenler Osmanlıda kapitalist gelişmenin yavaşlamasında rol oynamışlardır. Avrupa’da gelişen kapitalist ekonomi işleyişi gereği emtia üretimini artırmış, Osmanlının bu ülkelerle yaptığı ticaret anlaşmaları ve bunlara sağladığı kolaylıklar anlamına gelen kapitülasyonlar sonrasında bu ülkelerden Osmanlı pazarına yönelik olarak emtia akışına yol açmış bu ise asırlardır kendini koruyan ve Osmanlıda kapitalist gelişimin de temelini oluşturan zanaatkar küçük atölyelerin çöküşüne neden olmuştur.

Osmanlı pazarının gelişen kapitalist Avrupa pazarından gelen malların akınına uğraması ticaret dengesinde önemli bozulmalar ortaya çıkarmış ve Osmanlının gelişen kapitalist ülkelerden aldığı borç miktarının artmasına neden olmuştur. Yani ithal mallar artarken ihraç edilen malların aynı oranda artmaması ithal edilen mallar için borçlanma zorunluluğunu doğurmuştur. Bu durum gelişen kapitalist ülkelerin alacaklarını tahsil için Osmanlı’da Borçlar İdaresi (Düyun-u Umumiye) adı verilen kurumun kurulması ve Osmanlı ekonomisinin gelişen kapitalist devletler tarafından sıkı sıkıya takip ve denetimini sağlamasıyla sonuçlanmıştır. Düyun-u Umumiye II. Abdülhamit döneminde kurulmuştur.

Osmanlı İmparatorluğu 1854 yılında dış borçlanmalara başlamış ve 1874 yılına kadar 15 ayrı dış borçlanma yapılmıştır. Bu dönem içinde 239 milyon lira borçlanıldığı halde, hükûmetin eline yalnızca 127 milyon lira geçmiştir.

‘Hiçbir borç ödemesini yapamayan Osmanlı İmparatorluğu, sonunda alacaklılarla anlaşma yoluna gitti. Alacaklılarla masaya oturan imparatorluk, 1879'da damga, alkollü içki, balık avı, tuz ve tütünden alınan vergi gelirlerini 10 yıl boyunca iç borçlar karşılığı olarak alacaklılara bıraktı. Ancak alacaklı Avrupa devletleri buna tepki gösterdi ve 1881'de damga, alkollü içki, balık avı, tuz, tütün ve ipekten alınan vergilerin tüm geliri iç ve dış borçlara ayrıldı. Bu vergileri toplama ve alacaklılara ödeme görevi de yeni kurulan Düyun-u Umumiye İdaresi’ne verildi. Bu kurum kurulduktan sonra da Osmanlı İmparatorluğu mali sıkıntılar nedeniyle dış borç almak zorunda kaldı.’

‘Bu tür bir bağımlılığın formüle edilmesiyle birlikte yabancı sermaye akımı da daha güvenli bir şekilde gelişecektir. Alınan borçların kamu giderleri dışındaki harcama kalemini, yabancı sermaye ortaklıklarının yaptıkları yatırımlar oluşturmakta, böylece dönen paranın önemli bir kısmı yatırım adı altında "sözde" yatırımcılara geri dönerken, sömürü de katmerleşerek artmaktadır.

Özellikle demiryolu projeleri yabancı ortaklı yatırımlarda açık farkla ilk sıralarda yer almaktadır ki, bu da, emperyalizmin o dönemdeki başlıca yayılma stratejisini oluşturmaktadır.

Yabancı sermayenin dağılımında yaklaşık %58 'lik oranla demiryolu ulaşımı ilk sırayı alırken, % 1 1 .6 ile sanayi, %9 .8 ' le bankacılık ve sigortacılık bunu izlemektedir. Yabancı sermayenin bulunduğu diğer alanlar ise madenler, limanlar, elektrik-su-gaz-tramvay gibi alt yapı hizmetleri ve ticarettir.

Kısacası, birçok yazarın da söylediği gibi, Düyun-ı Umumiye İdaresi, Osmanlı'da, emperyalizmin bir ajanı olarak çalışmıştır. 1908'e gelindiğinde Osmanlı'da ekonomik durumun temel göstergesini borç sarmalı ile artan yoksulluk oluşturur. Bu ortam İttihat ve Terakki'nin ulusal burjuva yaratma ve yaratılan sınıf üzerinden iktidar erkini sağlamlaştırma düşüncesi ile çatışan zorunlulukları ortaya çıkarmaktadır. Bununla birlikte, yerli sermayeye verilen kısıtlı destekler de bu politikanın başlangıçtaki bir aşaması olarak ele alınmalıdır. Tarımsal üretim artışı ise, ihracat-ithalat dengesini rahatlatacak ölçüde değildir ve 1915 sayımına göre Osmanlı sanayisinin %80' inden fazlasını gıda ve dokuma sanayii oluşturmaktadır.

“Osmanlı ekonomisi buğday, irmik, sebze, tütün gibi ilgili oldukları sanayi ile hammaddeleri sağlayan tarımsal bir topluluktur.” ve "sermaye emek miktarının ancak %15'i Türklerin elindedir.  Diğerleri azınlık ve yabancı girişimlerdir. " ‘1

Dış alım ve dış satım miktarı arasındaki büyük eşitsizlikten doğan borçlar Osmanlı ekonomisinin gelişmekte olan kapitalist ülkeler karşısında ekonomik olarak güçsüz düşmesi ile sonuçlanacaktır. “1913'te yani Harbi Umumiden evvel yetmiş beş fabrikamızda 4281 işçi varken iki sene sonra adetleri 3916' ya düşmüştür. Gıda olarak memleketimizde 162 .911 .003 kuruşluk ithalat vaki olmuş, ihracatımız ise 15.083.734 kuruş olmuştur. Şayan-ı teessüftür ki, memleketimiz zürra (ziraat, çiftçi) memleketi olduğu halde, takriben bir buçuk milyon liralık un girmiştir. Buna mukabil un olarak altı bin liralık kadar harice satış yapmışızdır”2

Osmanlı ekonomisinin zayıflığı emperyalistlerin birbirlerinin pazarlarını ele geçirmek üzere giriştikleri Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda 1800’lerin ikinci yarısı itibariyle sıkı askeri, siyasi, ekonomik ilişkiler geliştirdikleri Almanya ile birlikte savaşa girmeleri ve zaten son derece zorlu koşullarda yaşamaya mecbur edilmiş olan Anadolu işçi–köylülerin mahvolması ile sonuçlanacaktır.

Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrasında Anadolu’da gelişen kimi sosyalizm deneyimleri (Bakınız Erzincan Şur’ası) ve ezilen ulusların ayrılma hakkını kullanma istemeleri riskine karşı yine savaşta galip gelen emperyalist güçlerin de yönlendirmesi ile Anadolu’da Kemalistlerin liderliğinde yürütülen karşı hareket sonrası Anadolu’nun bütünüyle emperyalist güçlere sunulması sağlanmıştır. Adına Kurtuluş Savaşı denilen 1919-23 arası dönemde savaşta ölen asker sayısı 9.167 (3) iken aynı dönemde Karadeniz Rum Pontus halkından 313.000 kişinin katledilmiş olmasının rakamsal olarak ortaya koyduğu devasa fark Kurtuluş Savaşı denilen sürecin aslında ne olduğunu ya da olmadığını anlatmaya yeterlidir.

Kemalistlerin Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda galip gelen güçlerle daha savaş yıllarında yapmış oldukları işbirlikleri savaş sonrası Lozan Konferansı ve İzmir İktisat Kongresi kararlarıyla pekiştirilmiş ve Anadolu’da Rusya’da olduğu gibi bir sınıf devriminin gerçekleşmesinin önüne geçildiğinin teminatı emperyalist güçlere verilmiştir.

İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Kemalistleri ve Kurtuluş Savaşı adı verilen süreci değerlendirdiği tezlerini burada tekrar hatırlamak faydalı olacaktır:

‘Kemalist devrim, Türk ticaret burjuvazisinin, toprak ağalarının, tefecilerin, az miktardaki sanayi burjuvazisinin, bunların üst kesiminin bir devrimidir. Yani devrimin önderleri, Türk komprador büyük-burjuvazisi ve toprak ağaları sınıfıdır. Devrimde, milli karakterdeki orta burjuvazi önder güç olarak değil, yedek güç olarak yer almıştır.

2. Devrimin önderleri, daha anti-emperyalist savaş yıllarında iken İtilâf emperyalizmi ile el altından iş birliğine girişmişlerdir; emperyalistler Kemalistlere karşı hayırhah bir tutum takınmış, bir Kemalist iktidara rıza göstermeye başlamıştır.

3. Kemalistler, emperyalistlerle barış imzaladıktan sonra bu iş birliği daha da koyulaşarak devam etmiştir.

4. Kemalist hareket, özünde “işçilere ve köylülere, bir toprak devrimi imkanına karşı” gelişmiştir.

5. Kemalist hareketin sonucunda, Türkiye’nin sömürge, yarı-sömürge, yarı-feodal yapısı; yarı-sömürge ve yarı-feodal yapı ile yer değiştirmiştir; yani yarı-sömürge ve yarı-feodal iktisadi yapı devam etmiştir.

6. Sosyal alanda, eski milli azınlıklara mensup komprador büyük burjuvazinin ve eski bürokrasinin, ulemanın hâkim mevkiini milli karakterdeki orta burjuvazi içinden palazlanan ve emperyalizmle iş birliğine girişen yeni Türk burjuvazisi, eski Türk komprador büyük burjuvazisinin bir kesimi ve yeni bürokrasi almıştır. Eski toprak ağalarının, büyük toprak sahiplerinin, tefecilerin, vurguncu tüccarların bir kısmının hakimiyeti devam etmiş, bir kısmının yerini yenileri almıştır. Kemalistler bir bütün olarak, milli karakterdeki orta sınıfın çıkarlarını temsil etmemekte, yukardaki sınıf ve zümrelerin menfaatlerini temsil etmektedir.

7. Politik alanda, hanedanlık çıkarları ile birleştirilmiş olan meşrutiyet yönetiminin yerini, yeni hâkim sınıfların çıkarlarına en iyi cevap veren yönetim, burjuva cumhuriyeti almıştır. Bu idare sözde bağımsız, gerçekte siyasi bakımdan emperyalizme yarı-bağımlı bir idaredir.

8. Kemalist diktatörlük, sözde demokratik, gerçekte askeri faşist bir diktatörlüktür.

9. “Kemalist Türkiye bile, gittikçe daha çok bir yarı-sömürge ve gerici emperyalist dünyanın bir parçası haline gelerek sonunda kendini İngiliz-Fransız emperyalizminin kucağına atmak zorunda kalmıştır.”

10. Kurtuluş Savaşını takip eden yıllarda, devrimin baş düşmanı Kemalist iktidardır. O dönemde komünist hareketin görevi, hâkim mevkiini kaybeden eski komprador burjuvaziye ve toprak ağaları kliğine karşı, Kemalistlerle ittifak değil (böyle bir ittifak zaten hiçbir zaman

gerçekleşmemiştir), komprador burjuvazinin ve toprak ağalarının bir başka kliğini temsil eden Kemalist iktidarı devirmek, yerine işçi sınıfı önderliğinde ve işçi-köylü temel ittifakına dayanan demokratik halk diktatörlüğünü kurmaktır.

Savaş sonrası Lozan Konferansı’nda emperyalist güçlerle geliştirilen ilişkiler hemen bu konferansı takip eden günlerde İzmir’de gerçekleştirilen İzmir İktisat Kongresi’nde alınan ve özellikle ‘yerli sermayeye teşvik’ sağlanması ile ‘karşılıklı fayda sağlamak şartı ile yabancı sermayenin faaliyetinin kolaylaştırılması’ kararları ve buna yönelik olarak kongrede konuşan Mustafa Kemal’in Kazım Karabekir’in vurguları önemlidir.

“Efendiler; iktisadiyat sahasında düşünür ve konuşurken zannolunmasın ki ecnebi sermayesine hasımız; hayır bizim memleketimiz vasidir. Çok şeye ve sermayeye ihtiyacımız var. Kanunlarımıza riayet şartıyla ecnebi sermayelerine lazım gelen teminatı vermeğe her zaman hazırız. Ecnebi sermayesi bizim sayimize inzimam etsin ve bizim ile onlar için faydalı neticeler versin’ 4

“Tanınma arzusunun açıklanması kadar, tanınma olgusunun ekonomik bağımlılıkla beraber dile getirilmesi, yeniden okumalarda şaşırtıcı olmayan bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır.

Kongre bu sözlerle açılır ve planlandığı şekilde seçilmiş -ya da atanmış- temsilcilerin yerlerine oturmaları sağlanır. Plana göre tüccarlar sağa işçiler ise sola oturtulur. Ortanın solu sanayiciye, ortanın sağı ise toprak ağalarına verilir. Kongre başkanlığına ise, asker olmasının yanlış yaklaşımlara yol açacağını düşündüğünden, bu görev için sivil bir elbise diktiren Kazım Karabekir seçilir! Kuşkusuz bu seçim, kongre gidişatına erkin bir müdahalesi olarak da ele alınabilir. Diğer taraftan kongre ile birlikte bir sergi açılmış ve kongre İzmir'in ekonomik hayatında enflasyonist bir baskıya da neden olmuştur. Birçok görüşme ve raporların sunumunun yanında, derdini yetkili bir kişiye anlatma çabasının da kongre günlüğünde önemli bir yer tuttuğu görülmektedir.  Bu şartlar altında beklendiğinden uzun süren kongre, açılışından on altı gün sonra, 4 Mart 1 923 'de "Misak-ı İktisadi"nin açıklanmasıyla sona erer.”5

İzmir İktisat Kongresine işçi temsilcilerinin seçilmesi işçi sınıfının iradesine bırakılmamış, vali ve mutasarrıflara bırakılmıştır. Çiftçi adı altında ise kongreye büyük toprak ağaları davet edilmiştir. İşçiler adına konuşan Şefik Hüsnü’nün bu konuda söyledikleri son derece önemlidir:

‘Kongre’de kendi mevkii ve fikriyatının ehemmiyeti bu kadar büyük olan amele sınıfının temsili meselesinin son derece ihmal edilmiş olmasına hayret ve teessürden kendimizi alamıyoruz. Mevcut amele cemiyetlerine, toplu işçi zümrelerine müracaat edilecek yerde, köy ve şehir erbab-ı mesaisi namına gönderileceklerin tayini vali ve mutasarrıflara havale edilmiştir. Ve bu tayin adeta bir memur nasbı gibi bir şekilde yapılmaktadır. Amele işleri ile az veya çok alakası olan bazı kimseler istimzaç edilmeksizin, reyleri sorulmaksızın, İstanbul’dan İktisat Kongresi’ne amele murahhasları tayin olunmuştur. Ciddiyetle kabil-ı telif olmayan bu hareketin amele üzerinde yaptığı pek fena tesirden sarf-ı nazar, bu sözde amele murahhaslarının, vaziyeti tetkik edip amele temalüyatını anlamalarına ve edinecekleri fikre göre teklifat ve müdafaada bulunmak için hazırlanmalarına bile imkân bırakılmamıştır”6

Kongreye işçilerin dahil edilmesinde uygulanan bu usulsüzlük sadece seçilen delegelerin seçilme biçimleri ile sınırlı değildir. Kongre sürecinde işçilerin taleplerinin kabul edilenleri daha sonraki yıllarda yasaklanacaktır. Aslında bu boyutuyla ele alındığında görülecektir ki İzmir İktisat Kongresi’nin hazırlanış ve sonuçlarının devlet erki tarafından yönetilmesi T.C. devletinin genel siyasası ile doğrudan ilgilidir. Bugün bile Alevi Açılımı, Kürt Açılımı, Roman Açılımı gibi farklı dini ve milli grupların dahil edildiği toplantılar yapılıp büyük vaatler sunulmasından sonra ortada somut hemen hemen hiçbir şeyin konulmamış olması da bu siyasetin uygulanmasının sonucudur.

İşçi sınıfının bu kongrede dile getirdiği taleplerin burada paylaşılması yararlı olacaktır. Buna göre İstanbul Umum Amale Birliği’nin Türkiye İktisat Kongresi’ne sunmuş olduğu rapordan:

Kuruluş amacını 'Maddi hiçbir sermayesi olmayan ve başkasının sermayesi ile veya alet-ı sanatı ile çalışan ve sanatı icap ettirdiği alattan başka sermaye-i madiyesi bulunmayan veyahut çalışmadığı takdirde hayatını temın edemeyecek ashab-ı say-u amelden bulunan amelenın içtimai ve iktisadi hukunun sermayedarana karşı kavanin-i mevzua dahlinde müdafaa, Hükümet-ı muhtereme-i milliyenin amele hakkındaki kanunlarının sermayedaran tarafından amele hakkında tamamı tatbikini temin (…)’ olarak tanımlayan İstanbul Umum Amale Birliği aşağıdaki taleplerde bulunmuştur :

İstanbul amelesinin vaziyeti pek acıklıdır. Esar ve hayatın terfiğ ve tenzilini takiben amelenin de sahib-i rey olarak temsil edileceği bir komisyonun hiç olmazsa umum patronlar tarafından vacib-ül ittiba olmak üzere ayda iki defa bir haddi asgari gündelik tayin ve neşretmesini temin eylemek

 

Hal-I hazırda sermadaranın vasıta-I icraiyesi ve memlekete müfid olmaktan yaşamaktan bir gayesi olmayan ameleye sermayedarana nisbeten tarh edilen temettu vergisinin amelenin tahammül edebileceği bir hadd-i itidalde tadil ve tahfifi

 

Ahlakın sukutuna, ırkın tereddisine saik-I yegâne olan işsizliğin kaldırılması için eshab-I say-ü amele insani ve asrı şerait tahtında iş tedarik etmek ve sermayedarana hükümet tarafından iş imtiyazları verilirken şerait-i imtiyazın esna-I tesbitinde amele hukuk-u alisini that-ı temine almak

 

Memleketimizde esnaf ile amele tabiri vazıhan ve kanunen tarif edilmemiş olduğu için bu müphemiyetten bil-istifade amelenin en büyük bir kısmının kontrolü ve esnaf namı altında cem ile inkişaf ve terakkilerinde sed çeken Şehremaneti’nin bu salahiyetinin ref’i ile ameleye grev yapmak salahat-i kanuniyesini haiz sendikalar teşkil etmesini müsaade etmek, yani hal-i hazırda meriyül icra olan 19 Ağustos 1909 tarihli Cemiyetler Kanunu’nu bu esas üzerinde tadil eylemek

Memleketimizde açılacak bütün işleri hâkim ve emin unsur olan Türk erbab-ı say ve sanatına vermek ve mevcut müessasat-ı ecnebiyeyi memleketimizin tealisinden ziyade sukutunu temenni eden unsurlardan tathir etmek

 

Bir bahçe veya bostan mahsulatı için aşar vermekte olduktan başka topladığı mahsulatı için aşar vermekte olduktan başka topladığı mahsulatı başka şehre naklederken şehrin sur kapılarında Şehremaneti tarafından yük başına ayrıca bir resme (vergiye) tabi tutulmaktadır. İşbu Emanet rüsumunun ilgası hayatı ucuzlatacağından bu resmin kalkmasını temin eylemek

 

Kabzımallığın tamamen kaldırılması

 

Hayatı ucuzlatmak için bahçe ve bostan aşar vergisinin ‘hanüman söndürmeyecek’ miktarda tahsilini temin eylemek

 

Amele çocuklarının parasız yatılı okullarda okumasını sağlamak

 

İstanbul’da sıhhi ve ucuz bekar işçi odaları temin edilmesi

 

8 Saatlik iş günü

 

İşçi sınıfının sermayedarlarla yaşayabilecekleri ihtilaflarda görevlendirilecek müfettişler tayin edilmesi

 

Fazla iş saatlerinin amelenin iradesine terk ve amelenin kabulü takdirinde işbu saatlere mukabil iki misli ücret uygulanması

 

Amelen’n Esas Hakları (Şefik Hüsnü)

8 saatlik çalışmanın kabulü

Gece çalışmalarında iki kat saat ücreti ödenmesi.

 

14 yaşından küçük çocukların çalıştırılmasının yasaklanması.

 

14-18 yasş arasındaki çocukların 6 saatten fazla çalıştırılmaması, günde en az 2 saat eğitim almalarının patronlar tarafından garanti edilmesi ve maden ocakları ve yer altı gibi yerlerde çalıştırılmaları.

 

Kadın ve çocukların gece çalışmalarının kanunen kesin olarak yasaklanması.

 

Kadınlara doğum sonrası 8 haftalık ücretli izin verilmesi.

 

Kadınların aybaşı dönemlerinde 3 gün ücretli izinli sayılmaları.

Amelelerin çalıştıkları fabrikalarda ve civarlarında amele kulübü açılmasına patronların mecbur tutulması.

 

Hastalanan işçilerin yatılı tedavileri için hastane ve eczaneler açılması.

 

İş esnasında rahatsızlanan işçilerin tedavisi ve vefat edenlerin çocuklarının iaşe ve iskanlarının (beslenme ve barınmalarının) garanti altına alınması.

 

Fabrika ve imalathanelerde işçi komiteleri oluşturulmasına izin verilmesi ve işçilerle patronlar arasındaki ilişkilerin bu komiteler aracılığıyla sürdürülmesi

 

Patronlarla işçiler arasında müşterek mukavele yapılması usulünün kabulü.

 

Vasıta-i yevmiyelerin sendikalar tarafından temini.

 

Patronlarla amele arasında tahaddüs edecek (oluşacak) ihtilatafatın halli için müsavi hukuk ve reye malik muhtelif komisyonlar teşkili.

 

Amelelerin tabi haklarını temin etmek için en mühim silahı olan grevleri kanunen kabulü

Amelelerin haftada 24 saatlik istirahat sürelerinin ve senede bir ay izinlerinin (tam ücretli olarak) kabul edilmesi.

 

Fabrikalar, imalathaneler ve müessesat ve maden ocaklarından işçi alımı ve çıkarılmasını sendikaların yapabilmesi ve patronların işçi çıkarmasının engellenmesi.

 

Amelelere hiçbir zaman, hiçbir yerde cezayı nakdi yükletilememesi.

 

Amelenin Avrupa’da olduğu gibi tamamen serbest sendikalar tesisi hakkının tanınması ve amele sendika ve birliklerinin mümasil beynelmilel teşkilatlarla münasebet ve rabıta tesis etmekte tamamen hür olması ( Şefik Hüsnü , Aydınlık 10 Şubat 1923)7

“Öncelikle belirtilmesi gerekir ki, diğer grupların aksine, işçi grubunun sunduğu esasların önemli bir bölümü diğer gruplar tarafından reddedilmiştir. Örneğin, işçi sağlığı için bir vergi alınması, işçi temsilciliği gibi öneriler bunlar arasında sayılabilir. Kabul edilen öneriler arasında ağır işlerde yaş sınırlaması, gündelik ödenmesi, kadın işçilerin doğum izinleri, hafta tatili gibi konular yer almaktadır. Ancak çalışma saatlerinin yevmiye düzenlenmesi, ücretli yıllık izin, sağlık yardımı gibi konularda sınıfsal farklılıklar ya da sınıf çıkarları etkisini göstermekte ve diğer grupların muhalefetiyle karşılaşılmaktadır. Diğer yandan, işçi grubu tarafından dile getirilen, imtiyazlı yabancı işletmelerin devletleştirilmesi önerisinin diğer üç grup tarafından oybirliği ile reddedilmesi, burjuvazinin bağımsızlık anlayışının görülmesi açısından önemli bir noktadır. Bu derece ilginç olan bir diğer karar ise, sendika kurma ve grev yapma hakkının diğer gruplar tarafından kabul görmesidir.

Ancak burada erk devreye girmekte, diğer grupların istemleri zaman içinde kabul edilirken, ilerleyen süreçte işçilerin kabul edilen birçok istemiyle birlikte sendika kurma ve grev hakları da yasaklanmaktadır. Kapitalizmin istediği "siyasal istikrar" için böylece önemli bir adım atılmış olmaktadır!”8

Peki işçi sınıfının talepleri dikkate alınmadığına göre kimlerin talepleri dikkate alınmıştır. Buna cevap olarak örneğin işçilerin ‘yabancı sermayenin millileştirilmesi’ tekliflerine toprak ağaları, sanayici ittifakının karşı çıkmış olması önemli bir veri sunmaktadır. Hemen takip eden yıllarda Teşvik-i Sanayi Kanunu (1927) ile milli burjuvazi oluşturmak maksadıyla kapitalist zümrelere sağlanan ayrıcalıklara paralel olarak toprak ağaları ile yapılan ittifak gereği toprak reformunun yapılmaması ( ‘Köy nüfusunun %5'i ekilebilir toprakların %65'ini elinde tutuyordu ve köylü nüfusun %70'e yakın bir kısmı işlenebilen toprakların ancak %5.l o'una sahipti ve savaş-yoksulluk ortamında bu oran, daha sonradan milletin efendisi olarak ilan edilecek "ağaların" lehine gün geçtikçe artıyor ve bu süreç vergiler ve tefecilik kurumunun neredeyse hukukileştirilmesi’9 ) TC devletinin İbrahim Kaypakkaya yoldaşın tespit ettiği ‘Kurtuluş Savaşı’nın burjuvazi ve toprak ağaları ittifakının liderliğinde” sürdürülmüş olduğu tezini destekler niteliktedir ve burada kurulan ittifakın yeni süreçte, bu ittifakta giderek ağırlık kazanacak olan komprador burjuvazi ve onları doğrudan ilişkili oldukları emperyalist sermayenin ekonomik-sosyal-siyasi ilişkilerdeki belirleyicliklerini ortaya koymaktadır.

‘"Kongre, başta emperyalist devletler olmak üzere, yerli "burjuvaziye" özellikle de İstanbul tüccarlarına güvence vermeyi amaçlıyordu. Böylece bir yandan İstanbul'un kozmopolit “iş çevreleri”yle ittifak pekiştirilirken, onların aracılığıyla da emperyalistlere güvence verilmek isteniyordu. Kongreye davet edilenlerin kompozisyonu milli mücadele sürecinde oluşan sınıfsal ittifakının da belirgin bir yansımasıydı . . . kongrede toprak ağaları sekizde üçlük bir temsil hakkına sahiptiler. İşçilerin temsili sembolik, göstermelikti.”9

“Öncelikle belirtilmesi gerekir ki, diğer grupların aksine, işçi grubunun sunduğu esasların önemli bir bölümü diğer gruplar tarafından reddedilmiştir. Örneğin, işçi sağlığı için bir vergi alınması,

işçi temsilciliği gibi öneriler bunlar arasında sayılabilir. Kabul edilen öneriler arasında ağır işlerde yaş sınırlaması, gündelik ödenmesi, kadın işçilerin doğum izinleri, hafta tatili gibi konular yer almaktadır.

Ancak çalışma saatlerinin yevmi ye düzenlemesi, ücretli yıllık izin, sağlık yardımı gibi konularda sınıfsal farklılıklar ya da sınıf çıkarları etkisini göstermekte ve diğer grupların muhalefetiyle

karşılaşılmaktadır. Diğer yandan, işçi grubu tarafından dile getirilen, imtiyazlı yabancı işletmelerin devletleştirilmesi önerisinin diğer üç grup tarafından oybirliği ile reddedilmesi, burjuvazinin bağımsızlık anlayışının görülmesi açısından önemli bir noktadır. Bu derece ilginç olan bir diğer karar ise, sendika kurma ve grev yapma hakkının diğer gruplar tarafından kabul görmesidir”10

İşçi temsilcilerinin söz konusu muhalefete karşı çıkışı ise, kongre ile ilgili anılarından anlaşıldığına göre, kongre anında başlayan -ve kongreden sonrada on yıllarca devam edecek olan- zor öğesi ile bastırılmıştır. Ve böylece bir askerin kongre başkanı olmasının da yararları görülmüş olmaktadır:

"İşçi grubu yok yere bir mesele çıkardılar ve sonunda da, 'Mademki dediklerimizi dinlemiyorlar, kongreye ne lüzum var?!' diye ayağa kaktılar ve gitmeye koyuldular. Solumda, en son yanda bulunan bu grubun benim hizama gelmesine kadar ses çıkarmadım ve tam önümden geçerlerken ben de ayağa kalktım ve kürsüye şiddetli bir yumruk indirerek yüksek sesle bir kumanda verdim: 'duur! . . .Bir adım daha atan vatan hainidir!' Hepsi yerinde durakaldı. Derhal ikinci bir emir verdim: 'Geri dönün ve yerlerinize oturun ' Sanki askeri bir kıta imiş gibi hepsi geri döndü ve yerlerine oturdular. Üye ve seyircilerden oluşan binlerce halkın alkış tufanı ve taktirli haykırışları arasında ben de oturdum ve müzakereye devam ettik. Bir daha da münasebetsizlik olmadı. "11

Devam eden süreçte işçi sınıfına karşı devletin bir zor aygıtı oLarak kullanılacağının güçlü bir sinyalidir bu olay. Asker-yönetici kimliğindeki devlet unsurunun işçi sınıfının haklarını talep eden hareketine karşı tutumu devletin işçi sınıfı karşısında bir baskı aygıtı olduğunun tipik bir örneğidir.

Kongre

İzmir İktisat Kongresi Lozan’da görüşmelerin kesilmesinden on beş gün sonra toplanmıştır. Bu yönüyle Lozan’da temasa geçilen emperyalist güçlere verilen mesajların ekonomik alanda verilen teminatlarla sürdürülmek istendiği görülecektir. Daha önce alıntıladığımız gibi doğrudan M. Kemal’in ‘yabancı sermayeye düşman olmadıkları’, İzmir mebusu Mahmut Esat Bozkurt’un ‘ayrıcalık istemedikleri takdirde yabancı sermayeye kolaylıklar da sağlanacağı’ vb ifadeler oldukça önemlidir. Diğer taraftan Mustafa Kemal’in ‘bağımsızlık’ vurgusu yapan sözleri de olmuştur. Bu iki farklı ifadenin bir çelişki yaratmakta olduğu muhakkaktır. Bu çelişkiyi anlayabilmek için bugün de neo-liberal ekonomik politikaların uygulayıcısı olan AKP hükümeti lideri ve T.C. başkanı sıfatıyla Erdoğan’ın bir yandan bağımsızlık vurgusu yaparken diğer yandan yer altı, yer üstü kaynakları ile bütün Türkiye’yi emperyalist güçlerin dizginsiz sömürüsüne açmış olmasıyla paralellik gösterir. Aslında buradaki bağımsızlık vurgusunun iç politikaya yönelik bir ifade olmaktan başka anlamı olmadığının altının çizilmesi gerekir. Birinci dönemde yani İktisat Kongresi sürecinde henüz Anadolu’da emperyalist işgale karşı kimi direnişler yaşamış Anadolu insanının ikincisinde ise gizlemek için 2000lerle birlikte tam uyum politikaları izlenen emperyalist sermaye eliyle uygulanan azgın sömürüyü bağımsızlık söylemleri ile gizlemek maksadı vardır. Diğer yandan her iki lider için ortak sıfat olan faşist lider kimliğinin önemli bir tanımlayanı olarak bağımsızlık vurgusu yapmalarıdır. Bunun ötesinde İzmir İktisat Kongresi’nde bağımsızlıkçı bir iktisat politikası aramak abesle iştigal etmek olacaktır.

Kongreye katılım kış koşulları nedeniyle davet edilen temsilcilerin üçte biri ile sınırlı kalmıştır. Katılanların da işçilerin nasıl seçildiğini, çiftçi olarak temsil edilenlerin aslında toprak ağaları olduğunu daha önce belirtmiştik. Dolayısıyla hem sayı hem de içerik olarak Türkiye’nin tamamını temsil etmekten oldukça uzaktır.

Her ne kadar emperyalist güçlerle 1919’dan beri devam eden ittifak söz konusu olsa da özellikle emperyalist güçlerin yeni TC devletinin gideceği yönü kesinkes belirlemek istedikleri, kongreyi toplayanların da bu isteğe uygun olarak iktisat politikalarını dünyaya duyurmak istedikleri, emperyalist sermayeye ve yerli komprador sermayeye istedikleri teminatları vermek istedikleri açıktır.

Kongrede farklı sınıfların temsilcilerinin talepleri ele alınmış ve bunlar oylama sunulmuştur. Çiftçi adı ile kongreye katılan toprak ağaları aşar vergisinin kaldırılmasına karşı çıkarken yine bu grubun talep ettiği makineli tarım kabul edilmiştir. Ticaret burjuvazisinin geliştirilmesine yönelik Milli Türk Ticaret Birliği’nin talepleri de kabul edilmiştir. Görüleceği üzere İzmir İktisat Kongresi esasen egemen sınıfların yeni koşullar içinde durumlarını ve emperyalist güçlerle ilişkilerini tanımlayıp, devleti buna göre konumlandıracaklarını ilan ettikleri bir kongre niteliği taşımaktadır. İşçilerin bu kongreye dahil edilmeleri kongrede Mustafa Kemal’in ilan ettiği ‘sınıfısız imtiyazsız kaynaşmış bir millet’ argümanının üretilmesi ve bunun sonraki yıllarda da tekrarı içindir.

Kongrenin Sonuçları

Daha evvel belirttiğimiz gibi İzmir İktisat Kongresi’nin amacı yeni devletin burjuvazisi toprak ağaları ve bunların emperyalist güçlerle ilişkilerinin tanımlanmasıdır. Dolayısıyla kongrede izlenen yol ve yöntem, kongreye katılan sınıfların  kongrede ve sonrasına aldıkları kararların ne derecede uygulandığı bugüne dek uzanan TC devlet siyasasını oluşturmuştur.

Mustafa Kemal’in ‘liberal bir politika izlememekle beraber sosyalizm ve komünizm yoluna girmeyeceklerini’ söylemesi bağımsızlıkçı, yeni bir ekonomik yol anlamına gelmez. Faşist devletlerin ekonomik alanda izlediği korporatist yaklaşıma denk düşer ki 1927 Sanayiyi Teşvik Kanunu ile devlet eliyle kapitalist zümrelerin oluşturulması yaklaşımı da bunu tamamlar niteliktedir.

Daha önce de söylediğimiz gibi bir taraftan "yeni devletin niteliği konusunda Batı 'ya bir fikir veriliyor" bir taraftan da, sınıf arayışının, sınıfı geliştirmenin ve gerekirse yeni bir sınıf yaratmak için gerekli müdahaleleri yapmanın yolları açılıyordu. Üst yapının alt yapıya bağımlılığı, yöneticilerin kendilerine bir sınıf tabanı aramaları sonucunu doğal olarak ortaya çıkarıyordu;

"Dolayısıyla ayakta bir tek, eski başkentin büyük ve orta burjuvazisi kalıyordu. Üstelik yeni yönetici kadro toplumsal kökenleri ve yakınlıkları dolayısıyla bu sınıfın çekim alanı içindeydi. Aynı zamanda bu sınıftan gelen önerilerde daha çekiciydi. Bağımsızlık savaşının galipleri, ülkedeki burjuvaziye var oluşunu ve refahını sürdürecek araçları sağlamak koşuluyla, yönetici kadro olarak kalacaktı. Bütün her şey, Türk halkını ve Türk ulusunu batı uygarlık düzeyine yükseltme teranesi içinde yerini alacaktı. Böylece tercih önceden yapılmış veya daha doğrusu, emperyalistlerle doğrudan doğruya ilişkiye giren ve Lozan barış konferansına etkide bulunan büyük burjuvazinin zoruyla önceden kabul edilmişti. Hükümet İzmir iktisat Kongresini toplamakla bir bakıma bu duruma, resmilik kazandırmayı kararlaştırmış oldu.”

Kongrenin bu koşullarda istediği, "tam bir uyum" olsa gerek ve mutlaka "birlik ve beraberliğe muhtaç olduğumuz . . . " ya da "devletin ülkesi ve milleti . . . " gibi başlayan, artık kanıksadığımız ara konuşmalar yapılmıştır. Uyum, kongre sırasında ve sonrasında emekçiler oyalanarak, yok sayılarak ya da reddedilerek başarıyla sağlanmıştır! Türkiye Cumhuriyeti yöneticileri için her devirde sorunu, egemen sınıflar arasındaki uyumun korunması ve bunun yabancı sermaye ile desteklenmesi oluşturmakta ve bu sorun kongre ile konjonktüre! olarak giderilmektedir. Boratav bu "sorun giderme" işlevini şöyle özetlemektedir:

"Genel olarak kalkınmacı, yerli ve yabancı sermayeyi ve piyasaya dönük çiftçiyi özendirici, ekonomik hayatın denetiminin 'milli' unsurlara geçmesini kolaylaştırıcı ve ılımlı bir konum açıklığı öngören tezlerin ön plana çıktığı ve Kongre' ye İstanbul tüccarlarının sürüklediği ticaret burjuvazisi ile toprak unsurların egemen olduğu söylenebilir. Yeni rejimin izlemesi istenen iktisadi yol konusunda, egemen ekonomik güçler birbirleriyle çatışmaya düşmeden ortak mesajlarını siyasi kadrolara etkili bir biçimde ilettiler. Kongre'de oluşan genel felsefenin, gümrük politikasındaki zorunlu sınırlamalar türünden istisnalar dışında yedi yıl boyunca genç Türkiye Cumhuriyeti' nin iktisat politikalarına da egemen olacağı gözlenecektir. "12

İzmir İktisat Kongresini değerlendirirken bu kongrenin aslında Kurtuluş Savaşı adı verilen 1919-1923 yılları arasında yerli ve yabancı sermaye güçlerinin kurmuş olduğu ittifakla sınırlamak bir miktar yanıltıcı olabilir. Esasen bu ittifakı 1908 İkinci Meşrutiyet yıllarına kadar götürmek gerekir. Burada Türkiye komprador burjuvazisi ve toprak ağalarının emperyalist güçlerle -o dönem baskın olan Almanya’dır- girdikleri ittifak neticesinde 1915 Ermeni Soykırımına imza atmaları ve Ermeni taşınır ve taşınmaz sermayesine zorla el koymaları bu ittifakın ilk icraatıdır. Bunu 1919-1923 Pontus Rum Soykırımı, 1932 Trakya Pogromu ve 1955 Rum Pogromu takip edecek böylelikle sermayenin ‘millileştirilmesi’ yönünde Kemalistlerin başlattıkları hareket ilerleyecektir. Kemalizm’in milliliği işte ancak bu anlamla sınırlıdır; katliam ve soykırım ile Anadolu’da yaşayan diğer milletlere ait sermayeye zorla el konulması. Diğer taraftan Kemalistler emperyalist güçlerle 1908’den gelen ittifakı geliştirmiş ve bugüne kadar gelen ilişkileri ortaya çıkarmışlardır.

İzmir İktisat Kongresi ekonomik programları tartışmak üzere toplanmış olsa da doğaldır ki siyasete etkisi ya da siyasi sonuçları çok daha belirgindir. Komprador burjuvazi ve toprak ağalarının emperyalist güçlere verdikleri teminatlara karşın işi sınıfı üzerinde 1925 Takrir-ı Sükun uygulamaları ile baskının artması, İzmir İktisat kongresinde sözde kabul edilen işçilerin sendikalar kurma haklarının gasp edilmesi ve hemen ertesinden de işçilere yönelik sayısız tutuklama saldırıları düzenlenmesi TC devletinin bu öne çıkan siyasetinin içeriği hakkında net veriler sunmaktadır.

 

 

Yararlanılan kaynaklar.

 

1. Karabekir K., İktisat Esaslarımız -Hatıra ve Zabıtlarıyla 1 923 İzmir İktisat Kongresi- Emre Yy . , 1 .B askı, s. 1 56

2. Ersoy Lozan T. Lozan bir anti-emperyalizm masalı nasıl yazıldı? Sorun yayınları 2 baskı sf68-69

3.  https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/370993 , sf :9

4..  İbrahim Kaypakkaya, Seçme Yazılar, sf 139

5. Ökçün Gç,Türkiye İktisat Kongresi, Kongre Açılış Konuşmaları Mustafa Kemal,Ankara 1997, sf 210

6.  Ersoy T.,Lozan Bir Anti-Emperyalizm Masali Nasil Yazildi?,sf:82

7.  Ökçün G.,Türkiye İktisat Kongresi 1923 İzmir ‘İzmir İktisat Kongresinde İşçi Ve Köylü (Şefik Hüsnü),sf:38-39

8. Ökçin,a.g.e.,sf : 138-146

9.  Ersoy T.,a.g.e.,sf:87

10.  Başkaya F.,Paradigmanın İflası, Doz yayınları,sf:124

11.  Başkaya, a.g.e.,sf :130

12.  Ersoy T.,a.g.e.,sf: 87

13.  Kazım Karabekir, İktisat Esaslarımız -Hatıra ve Zabıtlarıyla 1923 İzmir İktisatKongresi- Emre Yy . , 1 .Baskı,sf:222

14.  Ersoy T,sf:90-91

 

4536

Comment form

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantıya çevrilir.
  • Satırlar ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Partizan'dan

ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de  aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)

Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)

Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?

Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?

Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.

SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..

“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”

“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)

7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.

İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor

Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.

Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.

3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?

Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.

Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)

Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.

Emperyalizm Üzerine Notlar-7

Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler

Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve  bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde  emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.

Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek

Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.

Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi

Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)

Sayfalar