Cuma Kasım 15, 2024

Tutuklu gazeteci Aslı Ceren Aslan yazdı: Kıyafet meselesi ve iki saldırı konsepti

TC devletinin bugünkü uygulayıcılarından AKP’nin baskı, sindirme ve yok etme politikalarıyla eşgüdümlü olarak yaşamın her alanında çeşitli yansımalar vücut buluyor; bunlardan birisi de giyim-kuşam, üst-baş, nam-ı diyar kıyafet, elbise. Tekçi ve erkek yapısının koruma altına alarak saldırılarını yoğunlaştıran devlet, mayasında yer alan özellikleriyle dönem dönem değişen başlıklarla ezilenlere nasıl giyinmesi gerektiğini öğretiyor(!); esas olarak kendi bekasını sağlama almaya çalışıyor. Faşizm düsturuyla politikalarını devreye koyan devlet, kadına “şort-etek giymeyeceksin” diyerek erkek yapısını ortaya koyarken hapishanelerde tek tip elbiseyi tekrar gündeme alarak tekçi yapısını bizlere sunuyor.

Aslında TC devletinin faşizm unsurunun kıyafete yansıması ilk değil. TC’nin kurulduğu ilk günden beri devreye konuluyor; “kıyafet” ile erkek egemen zihniyetin üretimi korunuyor, asimilasyon politikaları uygulanıyor. Mustafa Kemal’in kılık kıyafet düzenlemesi ile beraber “Avrupalaşma-modernleşme” adı altında ezilen uluslara yönelik asimilasyon saldırıları kadar kadının yaşamında sorunsal haline gelen “başörtüsü” d aklımızda. Kıyafet düzenlemesi ile Kürt halkı başta olmak üzere kıyafetlerin giyilmesi yasaklanırken bunun bir yansımasını bugün Kürt ulusunun yöresellerinin “terörist” olmakla eş tutulması ile görüyoruz. Erkek devlet kimi zaman “modernleşme”, kimi zaman ise “dindar nesil yaratma” ile kadının elbisesine, eteğine, başörtüsüne karışıyor. Kemalizm’in dayatmış olduğu “Avrupalaşma-modernleşme” TDH tarafından içerisine hapsolduğu aydınlanmacı anlayış nedeniyle “ilerici” görüldü. Oysa İ. Kaypakkaya’nın “Kemalizm faşizmdir” tespitinden yola çıkarak TC devletini oluşturan ideolojinin politikalarına karşı net olmak, bu politikaların teşhiri için daima tetikte olmak önemlidir.ki tıpkı kılık kıyafet düzenlemesi gibi Latin alfabesine geçiş de “okuma-yazmayı yaygınlaştırma” propagandasıyla yapılsa da asıl olarak hâkim sınıfların yaşadığımız topraklarda ezilenlerin tarihini silip yeniyi-kendi lehine olanı yazma amacıyla olmuştur. Ulus devletin temellerini atan Mustafa Kemal, farklı olanı, çeşitliliği yok etmek; tekçi anlayışı her yönüyle TC devletine nakşetmek amacıyla yaptığı “devrimlerini” esas olarak ezilen her kesimi tekleştirmek için uygulamaya koymuştur. Ezilen ulusların kültürlerini yok etmek, kimliksizleştirmek, dini İslamlaştırmak, dili Türkçeleştirmek ve Türkleştirmek üzere uygulanan bu politikalar bugün hâkim sınıflardan farklı bir kliğin farklı başlıklarla oluşturduğu ancak aynı temele dayanan politikalarla sürekliliği koruyor. Amaç ise ulus devletin bekasını sağlama almak!

Biliyoruz ki ulus devletlerde tüm politikalar, hâkim sınıfların ekonomik ve politik ihtiyaçlarına göre şekillenmektedir. Bu politikalar kimi zaman “modernleşme”, kimi zamansa “dindar nesi yaratma” projeleriyle uygulanıyor; esas olarak ise devletin bekasını koruma amacını güdüyor. Her iki proje devletin erkek zihniyetiyle birleşince hedefte ilk olarak elbette kadınlar oluyor! Döneminde kamu kurumlarında başörtüsünü yasaklayanlar, bugün kadınların etek-şort boyuna karışarak kadını belli sınırlara sıkıştırmaya çalışıyor. Bu anlamda erkek devletin zihniyetinin erk-ekte yarattığını geçtiğimiz haftalarda Maçka Parkı’nda gördük. Çağla Köse’ye yönelik parkın güvenlik görevlilerince gerçekleştirilen cinsel ve psikolojik şiddet biliyoruz kine tekil ne de ilk! Özellikle son bir yıl içerisinde otobüste, işyerinde, okulda; sözün özü yaşamın pek çok alanında kadına yönelik benzer biçimde pek çok şiddet gerçekleşti. Bugün, AKP ile birlikte bu haliyle yansımasını bulan erkek egemen zihniyet, Kemalizm’in “modernleşme” adı altındaki politikaları ile başörtülü kadınları kamu kurumlarına almıyor, kadınları sosyal ve çalışma hayatının dışına itiyor, dört duvar arasına hapsediyordu. Her iki durum da, kadını öteleyen; kadın bedenine, kimliğine saldıran, kadınları yaşamdan dışlayan erkek anlayışın politikalarının izdüşümüdür. Diğer yandan kadınların “Kıyafetime karışma” diyerek yaptıkları eylemler anlamlıdır. Kadın mücadelesinin gelişmesi ile kadınlar tüm saldırılara karşı sokakları bırakmamaya devam ederken “İster başörtüsü ister şort-etek giyerim” diyerek saldırıların yaşandığı mekânlarda eylemler yapmakta; yaşamın hiçbir alanı erk-eğe bırakmayacaklarını haykırmaktalar. Erkek egemen sistemin kadını hapsetmeye çalıştığı sınırlara karşı tepki koyan kadınlar, kadın dayanışmasını örerek tüm saldırılara göğüs geriyorlar.

Erkek zihniyetin yansımaları, kadınların kıyafetine yönelik saldırılarla can bulurken, hapishanelerde is etekçi anlayış yine kıyafet üzerinden kendini üretmeye çalışıyor. AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı R. T. Erdoğan’ın Gülen Cemaati’nden tutuklu bulunanlar için sarf ettiği “Mahkemeye çıkarırken Guantanamo’da olduğu gibi bunları da tek tip elbise ile çıkaralım” (22 Temmuz 2017, Özgürlükçü Demokrasi) sözlerinin ardından hızla gündeme gelen tek tip elbise tartışması ve aynı hızda atılan adımlarla beraber 50 bin tek tip elbisenin hazırlanacağı açıklandı. 15 Temmuz Darbe Girişimi’nin ardından “FETÖ ile mücadele” adı altında başlatılan OHAL ve OHAL KHK’lerin esas olarak toplumsal muhalefeti sindirme, devrimci, demokrat ve yurtsever güçleri yok etme amacını taşıdığını bildiğimizden TTE uygulamasının da benzer şekilde hapishanelerde ki siyasi tutsaklara yönelik olacağını öngörmek zor değil. Ki Erdoğan ilk açıklamasının hemen ardından öngörüyü haklı çıkarmakta geç kalmadı; tulum şeklinde TTE’lerin Gülen Cemaati’nden tutuklu bulunanlara, ceket-pantolonların ise onun deyimiyle “teröristler”e uygulanacağını açıkladı. Yine Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, tek tip elbisenin Gülen Cemaati’nden tutuklu bulunanlar ile sınırlı kalmayacağını bildirdi.

Hâkim sınıflar arasında son raddeye ulaşan klik savaşının esas hedefine devimci, demokrat ve yurtseverlerin alınmasından yabancısı olmadığımız bu açıklamalarla OHAL koşulları altında pek çok hak gaspı ve ihlaline imza atlan hapishanelerin “nur topu” gibi yeni bir gündemi daha olmuş oldu. Hapishanelerdeki saldırılarına her gün bir yenisini ekleyen devlet, TTE ile yeni bir adım daha atarken 1980 Askeri Faşist Cuntası’nın hemen ardından yine uygulamaya konulmaya çalışılan TTE’ye karşı direniş hala hafızalarda. 80 sonrası gerçekleştirilen hapishaneler direnişi ile uygulamaya konulamayan; pek çok devrimci, yurtsever tutsağın can bedeli kazandığı haklara yeniden el koymaya ve dayatmaya gitmeye çalışanlara tutsakların vereceği yanıt bellidir. TTE ile yapılmaya çalışılan kişiliksizleştirme, tekleştirme saldırılarına karşı direniş!

Tekçi anlayışını en somut haliyle TTE ile devreye sokmaya çalışan devlet, hapishanelerdeki devrimci, demokrat ve yurtsever tutsaklardan direniş yanıtını alacaklardır. Tıpkı sokaklarda “kıyafet” nezdinde bedenine ve kimliğine yönelik saldırılara karşı direnen kadınlar gibi, hapishanelerdeki tutsaklar da “kıyafet” nezdinde kişiliksizleştirilmeye ve tekçi anlayışa karşı direnişi kuşanacaklardır.

Özgür Gelecek Gazetesi çalışanı Aslı Ceren Aslan 

44360

12 Eylül’ün 33. yılında, 33 hikaye“Keşke Bir Öpüp Koklasaydım”

Zaman geçiyor, dünya değişiyor ve hayatlarımız yeni ufuklara açılıyor günbegün. Ama bir şeyler kalıyor geçmişten, bir türlü kabuk bağlamayan ve inceden sızlayan bir yara gibi, 12 Eylül gibi. “Keşke Bir Öpüp Koklasaydım”, işte bu yaraya dokunuyor. Yakın tarihimizin bu en travmatik toplumsal dönüşümünün ve baskı rejiminin yeni bir kaydını tutarak, cezanın yalnızca cezaevlerinde çürütülenlere değil, onların ailelerine ve aslında toplumun tamamına da kesilmiş olduğunu, kısacası bir mahpusluk halinin dışarıda kalanlar için de oluşturulduğunu gösteriyor.

İbrahim Kaypakkaya Okuldan Dağa

Yedi yıllık yakın yoldaşlık ilişkisinin bende bıraktığı izlenimler karmaşıktır. Siyasete, edebiyata ve sanata derin ilgisi olan, çok yönlü bir kişilikti İbo. Tabi her şeyden önce devşirdiği bilgilerini ve hayallerini, minyatür inceliği ile yeni düşüncelere dönüştürmeyi seven aykırı bir kişilikti.

Teoriye ve pratiğe yönelik, ikiz bir ilgiye sahipti. Varlığının ya da bilgi dağarcığının yerinde sürekli bir bilgi boşluğunu duyumsuyormuşçasına okuyordu. Devlet tarafından "oku" diye dayatılan ders kitaplarının dışında tüm kitaplara ilgi duyuyordu.

Solda Tükenmişliğin Üretimi

Son yılların en gözde iş alanları.
İş kazaları: Bini geçkin.
Süriye' de, Irak' ta... : On binleri geçkin.

Türkiye solu: ?
Acıları yaşamayan insanların acılarını espiri haline getiren insanları anlamasını ne kadar bekleyebiliriz ki ?

Hadi iş kazalarında vaz geçiyorum.
Ferdi davranışların yaşanabilecekleri engelleyebilmede ne kadar muktedir olabileceği sorusundan da.
Ya, yurtseverler olmasıydı ?

Yardım toplama çılgınlığı.

Sermayenin Cennet Devleti

TC,  kuruluşundan bugüne, işçi sınıfı ve köylülerin ve tüm ezilenlerin karşısında gericiliğin kalesi oldu. Bir taraftan emperyalizmin ileri karakolu olurken, bir taraftan ise işçi ve emekçilerin sınıf mücadelesinin karşısında yerini aldı. Hem ülke burjuvazisinin ve gericiliğin savunucusu olurken, hem de emperyalist burjuvazinin çıkarlarının koruyucusu oldu.

Özellikle SSCB’nin komşusu olması, emperyalist burjuvaznin daha fazla bu ülkenin kontrolünü elinde tutmaya itti. Bu nedenle de ideolojik ve pratik olarak da komünizm karşıtı bir politika izlemeyi hep ön planda yürüttü. 

Türkiye’de ulusal azınlıklar sorunu

Türkiye’de ulusal sorun ve azınlıklar meselesini incelerken nasıl bir ülkede yaşadığımız, ülkeyi hangi sınıfların yönettiği, ulusların hangi tarihi koşullarda ortaya çıktığı, ulusal sorunun ekonomik ve politik nedenlerini açıklamak durumundayız.

Ulus, tarihsel olarak meydana gelmiş, ortak bir dil, ortak bir pazar, ortak bir kültür birliği ve ortak bir ruhi şekillenmende ifadesini bulan istikrarlı bir insan topluluğudur. Ulus, sadece tarihi bir kategori değil, bir çağın, yükselen kapitalizm çağının ortaya çıkardığı bir olgudur.

TKP/ML TİKKO Dersim Bölge Komutanlığı Basın Birimi ile röportaj

1 Eylül 2014 Tarihinde, Dersim-Ovacık’ta Bulunan Mercan HES’e Yönelik Baskını Gerçekleştiren TKP/ML TİKKO Gerillalarıyla Röportaj

- Bu eylemi neden gerçekleştirdiniz?

Süleyman Cihan Yoldaşın 12 Eylül Faşizmi tarafından Katledilmesi TKP/M-L’de Yaşanan Deprem

Yıl 1980 yılında askeri faşist diktatörlük Türkiye ve Türkiye Kürdistan devrimci hareketine ağır darbeler vurarak ezici çoğunluğunu yenilgiye uğrattı. Önemli darbeler almalarına rağmen ayakta kalan ve örgütlü mücadeleyi kesintisiz sürdüren iki devrimci yapılanma kalmıştı. Biri Kürdistan ulusal kurtuluş örgütü PKK idi, diğeri ise Türkiye ve Türkiye Kürdistan’ında faaliyet yürüten TKP/M-L idi. Daha sonralar PKK tamamen kadrolarını Ortadoğu’ya çekerek Türkiye ve Kürdistan’ında örgütsel çalışmalarını askıya aldı denebilir.

Bir yaratıcılık hali:Yazmak

“Yararsız olmak,ölü olmaktır.”[1]

“Sanatsal”, “estetik”, “edebî” bir yaratıcılığı değerlendirirken; çok düşünmek, tartıp-ölçmek; çok az konuşmak gerekir.

“Eleştiri”, taraflılığını asla gizlemeden, ayan beyan tavrıyla, böyle bir şey olabilirse anlamlıdır.

Bir “Radikal Demokratik Devrim” Deneyimi: ROJAVA DEVRİMİ!

Suriye’de 2011 yılında başlayan iç çatışmalar sonucunda, Suriye Kürdistanı’nda (Rojava) rejim güçleri çekilmiş ya da kovulmuş; esas olarak Suriye Kürt Ulusal Hareketi’nin önderliğinde, 19 Temmuz 2012’de Cizirê, Kobanê ve Êfrin bölgelerinde kanton adıyla tek yanlı biçimde “demokratik özerklik” ilan edilmişti.

Etyen Mahçupyan: Tayyip Erdoğan'ın son danışmanı

Mahçupyan'ın söyledikleri

İzmir'i yakan Mustafa Kemal ve askerleridir :Tamer Çilingir

Tarih 13 Eylül 1922… Son kalan Rum ve Ermeni varlığını da yok etmek için resmen ateşe verilir koca bir kent… Ege’nin incisi İzmir ateşler içinde kavrulur, yanar… 2 milyon 600 bin metrekarelik bir alanda 20 binden fazla ev, işyeri, hastane, kilise ve okullar yok edilir, ateşler içinde binlerce insan yanarak son nefeslerini verir…

Yaşanan planlı bir hareketle yapılmış korkunç bir katliamdır… Ama o kibriti çakanlar, alçakça ve vahşice çıkardıkları ‘yangını’n sorumluluğunu üstlenmez…

Sayfalar