Pazartesi Mart 3, 2025

Yeniden Siyasi Denetim Geriye Gidiştir!

 

25 Nisan 2017 tarihinde Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) Genel Kurulunda “Türkiye’de Demokratik Kurumların İşleyişi” konulu oturum sonundaki oylamada, “Türkiye’nin yeniden siyasi denetime alınması”  kararı alındı.

Bu karar incelendiğinde anlaşılmaktadır ki, Türkiye siyasi denetimden çıkarıldığı tarih olan 2004 yılından bu yana “çağdaşlık, gelişmişlik ve demokratik işleyişle” ilgili olarak olumlu bir görüntü çizmemiş, tam aksi bir görüntü sergilenmiştir.  Avrupa Birliği ile müzakerelerin başladığı 2004 Haziranında, reformlar yapılacağı sözleri üzerine başlayan denetimden çıkarılması süreci, 13 yıl sonra “demokratikleşme yönünde gerekli ve yeterli adımlar atılmamış" olması bir yana, aksine “demokrasinin uygulanmadığı” gerekçesiyle sona erdirilmiştir. Ve bu uygulama AB tarihi sürecinde daha önce yaşanmamış olup, bu açıdan da son derece ilgi çekicidir. 

Kararın alınmasında birçok etken önemli rol oynamıştır. Örneğin 7 Haziran seçimleri hiçe sayılması, sonrasında ‘sözde darbe girişimi’ ve durmadan uzatılan bir Olağanüstü Hal (OHAL) süreci, toplu işten çıkarmalar, tutuklu parlamenterler, siyasetçi ve gazeteciler, aydınların tutukluluk hallerinin sürmesi. Mevcut ama yetersiz demokratik kurumların devre dışı bırakılıp sadece Kanun Hükmünde Kararnamelerle (KHK) sürdürülen yönetim tarzı ve uygulamaların sergilenmesi, referandumda eşit koşulların uygulanmaması ve sonucun meşruiyetinin AGİT Raporuyla dünya kamuoyunda da tartışılır olması..  Yani özcesi 2004 yılından beri yaşanılanların gelişme yönünde değil, tam tersine geriye gidiş yönünde seyretmesi bu kararın alınmasında önemli rol oynamıştır.    

Bu karar sürecinde kamuoyunun bilmesinde fayda olan bir durum da, Ana Muhalefet Partisi CHP’nin tavrıdır. Sözde sosyal demokrat olan, demokrasi havariciliği oynayan, ülke içinde iktidarın anti-demokratik uygulamalarına karşı çıkıyor gibi görünen CHP’nin AKPM’deki parlamenterleri Deniz Baykal, Haluk Koç, Gülsün Bilgehan ve İlhan Kesici, oylamada iktidar partisi AKP ve MHP ile birlikte “hayır” oyu verdiler. Bu tavır, Türkiye'de referandum öncesi ve sonrası süreci, demokratik işleyişteki faşizan uygulamaları, OHAL - KHK'lerle siyasetçilerin, gazetecilerin, aydınların, sendikacıların tutukluluğunun devam etmesi, anti demokratik uygulamaların görmezden gelinmesi demektir.

Bu sözde demokratların önemli bir kısmı, bu son örnekte de olduğu gibi "Demokrasi, İnsan Hakları, İnsan Hakkı ihlalleri, Özgürlükler, Demokratik işleyiş vb" konularında hükümet ile “Vatan, Millet, Sakarya” hamasetiyle aynı paralelde düşünmeye, çalışmaya ve birlikte yürümeye devam etmektedir.

Oysa daha birkaç gün önce, 18 Nisanda CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, yaptığı açıklamada “mühürsüz seçim” olarak tanımladığı 16 Nisan Referandumu için “Bu seçim sonucunu tanımıyoruz, tanımayacağız” demişti.

Geçtiğimiz yıllarda da, CHP üst yönetimi her seferinde AKP'nin kurtarıcılığına soyunmuş ve AKP ile her türlü işbirliğine girmekten asla kaçınmamıştır. Deniz Baykal sayesinde  Recep Tayyip Erdoğan cezaevinden kurtarılmış, Siirt ilindeki “hülle seçim” yöntemiyle önce milletvekili, daha sonra da Ekmeleddin İhsanoğlu gibi gerici bir aday gösterilmek suretiyle, RTE cumhurbaşkanı yapılmıştır..

Bunların dışında K.Kılıçdaroğlu, Milletvekili dokunulmazlığının kaldırılması ile ilgili AKP teklifine “Dokunulmazlık teklifi Anayasa’ya aykırı ama ‘Evet’ diyeceğiz” demiş ve seçilmiş, milyonlarca kişinin iradesini temsil eden milletvekilleri cezaevlerine doldurulmasına sebebiyet vermiştir.

Keza, Sınır Ötesi Operasyon tezkerelerine 'evet' deyip, sonra da "Suriye'de Irak'ta Mehmetçiğin ne işi var?” diyen de K.Kılıçdaroğlu idi.

Aylarca “Hırsızlık paralarıyla yapılmış kaçak saraya gitmeyeceğiz" dedikleri Beştepe’deki kaçak saraya ve hükümete sözde '15 Temmuz Darbe Girişimi' nedeniyle tam destek vermiş ve RTE'nin deyimiyle herkesten önce “tıpış tıpış” gitmişti. Yıllarca birlikte ülkenin tüm zenginliklerini yağmalayan iktidar ve Fethullah Gülen kavgasında da,  Beştepe’den yana tavır almış ve “Yenikapı ruhu” çağrısına gitmeyi de ihmal etmemişti.

Burada asıl önemi olan, CHP’ye içtenlikle gönül veren, emek veren, orada mücadele eden, oy veren iyi niyetli milyonlarca kişinin, yıllardır tezgâhlanan bu oyunu görmeleri son derece önemlidir. Bu durumu görmek istemeyen, görüp görmemezlikten gelen, anlamak istemeyenler de bilsinler ki, CHP üst yönetiminin "İnsan Hakları, İnsan Hakkı ihlalleri, Demokratik İşleyiş, Özgürlükler ve Toplumsal Barış" gibi bir öncelikli derdi yoktur.

AKPM’nin bu kararı birçok açıdan mevcut iktidarın hareket alanını daraltabilecek, hatta çeşitli durumlarda zorda bırakacak gibi görünse de, demokrasiye inanmayan bu iktidarın gerekli demokratik adımları atmayacağı bugünden bellidir. Kararın asıl olumsuz etkilerinin turizmde, yatırımlarda, ekonomik gidişatta kendisini göstereceğini, büyük ölçüde de geniş halk yığınlarının yaşamlarının daha da zorlaşmasına sebep olacağı da çok anlaşılır bir tespit olacaktır. Bunun bilincinde olarak, demokrasi cephesinin birlikte insan haklarının uygulandığı, demokratik işleyişin, temel hak ve özgürlüklerle toplumsal barışın tesis edileceği bir ülke için mücadeleye devam etmesi son derece önemlidir.

Bu mücadeleye omuz vereceklere, katkı sunacaklara, emek vereceklere şimdiden aşk olsun..

Erdal YILDIRIM

26 Nisan 2017

48569

Erdal Yıldıırm

Sitemize özellikle Alevilik üzerine yetkin makaleleri vardır...

Erdal Yıldıırm

ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de  aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)

Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)

Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?

Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?

Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.

SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..

“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”

“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)

7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.

İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor

Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.

Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.

3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?

Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.

Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)

Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.

Emperyalizm Üzerine Notlar-7

Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler

Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve  bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde  emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.

Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek

Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.

Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi

Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)

Sayfalar