Zap’a bomba Colemerg’e kayyum (Nubar Ozanyan)
Türk patronlarının ve generallerinin Kürt ve emek düşmanlığı kapsamlı ve planlıdır. Sınırlı bir zaman ve belli bir dönemle sınırlı değildir. Süreğendir. Demokrasiyi gerçekte değil sözde bilir. Uygulamada değil yasalarında yazılı haliyle tanır. Ki bunu bile kaale almaz. Tarihten günümüze dek en iyi yaptığı şey işgal ve Türk olmayan halkların canını almaktır. Emek ve topraklara konmaktır. En iyi bildiği ise “Yakma-Yıkma-Çökme”dir. İkiyüzlü ve sahtekâr olduğu kadar kinci ve intikamcıdır. Kemalizm’den beslenen faşizmle soluklanan Türk patronları ve generalleri, kin ve intikamcılığını “Yarına bırakır ama yanına bırakmaz” zihniyetiyle tanımlar. Türk’ün dışında başka bir halka yaşam ve var olma hakkı tanımaz. Başarısızlığı, yenilgiyi kolay kabul etmez. Kürt’ün başarısına ve gelişmesine ise asla tahammül etmez.
Her zaman ve her yerde Kürt düşmanlığı ve imhasını esas alan soykırımcı Türk devleti bir yandan kimyasal ve yasaklı silahlarla özgür Kürt’ün iradesini kırmaya çalışırken diğer yandan belediyelerine kayyum atayarak iradesini gasp etmeye çalışıyor. Bütün olanakları kullanarak ortaya çıkan fırsatları kurnazca değerlendirerek Kürt’ün imhası için çalışan Türk devleti, yüz yıldır temel politikasında bir değişikliğe gitmiyor. Emek ve özgürlük düşmanlığını, saldırganlığını her geçen gün sistematik ve süreğen hale getiren AKP-MHP faşist iktidarı, halkların uyanışı ve direnişi karşısında başarısızlıktan ve yenilgiden kurtulamıyor. Ne evrensel hukuk ve insanlık değerlerini tanıyor ne de kendi yasalarına ve hukukuna uyuyor. Çakma devletin çakma hukuku ve yazılı yasaları artık yama tutmuyor. Her tarafından sökülüp dökülerek parçalanıyor. Sokaklara meydanlara dağılıyor.
Yıllardır Kürt ulusunun özgürlük talebini görmezlikten gelen, iradesini yok saymaya çalışan diktatör Erdoğan, Çolemerg’e kayyum atayarak gasp politikasını sistemli hale getirip Kurdistan coğrafyasına yaymaya çalışıyor. Kürt ulusuna Türk egemen sınıflarının köleliği dayatılıyor. İmtiyazların ve eşitsizliğin kabul edilmesi dayatılıyor. Kürtler, Türk egemen sınıfların çıkarlarını temsil eden AKP-MHP-CHP-İYİP gibi faşist partilere oy verebilir, bu partiler içinde aday olabilir, seçilip vekil ve temsilci de olabilir. Ancak yaşadığı topraklarda seçme ve seçilme hakkına öz kimliği ve öz iradesiyle katılamaz. Temsil edilemez.
Aksi durumda Türk’ün egemenlik hakkı ve Türk hukuku olan faşizm devreye girer. Öz kimliğiyle seçilen Kürt’ün temsiliyeti ortadan kalkar. Faşizmin kayyım temsiliyeti devreye girer. Tıpkı Türk ordusunda işleyen yasalar gibi: “Komutan her zaman haklıdır. Haksız olsa bile birinci madde devreye girer.” Yani her zaman her koşulda “komutan” haklıdır. Türk hukuk ve yargı sistemi Türk ordusundaki hukuk gibi işler ve uygulanır. Türk faşizminin egemenlik hakkı ve üstünlük hukuku esastır. Kürtler ve özgürlükler karşısında ve herkesin ve her şeyin üstündedir. Türk devlet ve siyasal parti yapılanması, hukuk ve yasal sisteminde esas ve tayin edici olan kabul gören ve uygulanan Türk egemen sınıfların hakkı ve tartışmasız üstünlüğüdür. Yeri geldiğinde Türk halkı da “baldırı çıplaktır”, “dağdaki çobanla benim oyum bir midir?” olarak tanımlanır.
Devletin ve politikacıların aklı böyle çalışır ve işler. “Kutsal devlet”leri her şeyin üzerindedir. Amaç bir avuç kompradorun kasasını doldurmak, çıkarlarını korumaktır. Yaşamına, varlığına, özgürlüğüne, buğdayına tahammül etmeyen diktatörler Kürt’ün haklarına hukukuna ve iradesine saygı duyar mı? Türkiye’de yazılı hukuk, dünya kamuoyunu ve halkı kandırmak için göstermelik olarak vardır. Yazılı halin dışında bir işlevi ve hükmü yoktur. Eşitliğin özgürlüğün olmadığı yerde hukukun işlemesi mümkün müdür? TC kuruluş aşamasında yaşadığı açmazı sürdürüyor. Faşizm büyük bir kriz ve sancı içindedir. Ne ekonomik-mali sorunlarını çözebiliyor ne de demokrasi ve hukuk sorunlarını çözebiliyor.
Kayyum politikası bu çözümsüzlüğün politikasıdır. TC devletinin tarih boyunca kendi topraklarında yaşayan Kürt’ün evini işgal ve ilhak etme saldırısının devamıdır. Kayyum politikası işgalci istilacı egemen Türk devletinin Kürt ulusunun değerlerine çökme politikasıdır. Ezilen bağımlı ulus statüsünün güncellenmesidir. Ülkesine, şehrine, iradesine sahip çıkanlar “Bu memleket bizim, bu irade bizim” diyerek direnişini büyütüp her tarafa yaymaya çalışıyor. Kürt ulusunun özgürlük rüzgarı ve talebi Türk halkının da uyanışını ve silkinişini hazırlıyor ve tetikliyor. Gerillanın vurduğu her darbe, AKP-MHP rejimini azgın bir hale getiriyor. Gerillanın varlığı, mücadelesi ve eylemleri Kurdistan’ın dört parçasında halkın direniş ve kararlılığını güçlendiriyor. Dağın özgürlük rüzgarı ve sesi şehrin yoksul emekçi Kürtlerin ve emekçilerin direnme bilincini ve kararlılığını güçlendiriyor. Kürtler, ezilen sömürülen halklar ellerini ve özgürlük taleplerini birleştirdikçe dağlar, ağaçlar, nehirler, buğdaylar halka ait olacaktır. Kentler, belediyeler, okullar bizim olacaktır. Özgürlüğün yolu gerillanın direniş sesine kulak verip Çolemerg halkının yanında olmaktır.
Son Haberler
Sayfalar
ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)
Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)
Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?
Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?
Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.
SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..
“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”
“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)
7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.
İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor
Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.
Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.
3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?
Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.
Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)
Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.
Emperyalizm Üzerine Notlar-7
„Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler
Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.
Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek
Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.
Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi
Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)