Cumartesi Kasım 9, 2024

Yüzde 1 ile mayalanır devrim!MELİH PEKDEMİR

Gündemde halkların barışı var. Ve bu barış ezilen sınıfların ezen sınıflara karşı savaşında adeta bir ön koşul haline geldi. Çünkü ancak halkların barışıyla sınıflar mevzilenmesinde safların daha da berraklaşması mümkün.

Tam da bu konuda Mustafa Sönmez Cumhuriyet gazetesinde 26 Aralık ve 2 Ocak tarihleri arasında yayınlanan 6 köşe yazısında “2012’nin Sınıfsal Bilançosu”nu çıkardı. Sönmez, “Yeni” Türkiye’nin sınıflar mevzilenmesi çözümlemesine “tuzu en kuru olandan, finans sermayesinden” başlıyor. Son dönemde bankaların net kârlarını yüzde 20’ye yakın artırdıklarını, irili ufaklı bütün burjuvazinin yöneliminin ise ihracatçı-sanayici olmak yerine, özelleştirme avantası, kent rantı için yarışa katılmak olduğunu gösteriyor. Ama aslında finansı, sanayiyi, inşaatı ve öteki kesimleri birbirine karşıt, birbirinden kopuk gibi görmemek gerektiğini, aynı holding çatısı altında bütün bu alt kesimlerde faal grup şirketlerinin de bulunduğunu hatırlatıyor: “Birinden kaybetseler diğeri ile telafi edip suyun üstünde kalan da sonunda hep bunlar…”

Çünkü örgütlüler, devlette örgütlüler, siyasette örgütlüler ve toplumda örgütlüler… Ve bilhassa en zirvedekiler kendi bünyelerinde oligarşik bir karakter taşıyorlar. İşte bu hâkim sınıflar ittifakının en zirvedeki kesimlerine, yani siyasette ve ekonomide en fazla boruları ötenlerine bu yüzden “oligarşi” diyoruz. Ki toplum içindeki oranları taş çatlasa yüzde 1’dir… (Burada özet geçtiğim için köşeli laflar etmek durumundayım; haydi yüzde 1 demeyelim de, oligarşinin çeperiyle, yani piramidin en üst kesimiyle birlikte yüzde 20 diyelim!)

Mustafa Sönmez sermaye sınıfları karşısında köylülerin ve emekçi kesimlerin durumunu ele alırken neo-liberal kasırganın 1980 sonrası Türkiye tarımında yarattığı yıkımın AKP rejiminde de sürdüğünü belirtiyor: “Tarım alanları hızla inşaat arsasına dönüştürülüyor, kırlar hızla boşalıp kent yoksullarına her yıl yüz binler katılıyor ve Türkiye tarımının en temel ürünlerinin karşısına milyonlarca dolarlık ithalatla çıkılıyor.” Kırsal kesimde yoksulluk had safhada… Çalışan kesimin yüzde 25’i tarımda, ama ürettikleri tarımsal değer, milli gelirin yüzde 9’undan ibaret. Resmi rakamlara göre de, Türkiye genelinde yoksulluk sınırı altında yaşayanlar nüfusun yüzde 18’i olarak açıklanırken, tarımdaki yoksullar tarım nüfusunun yüzde 40’ına yakın. Bunların yarısı da, ücretsiz aile işçisi kadın ve sosyal güvencesi yok.

Sönmez “AKP rejiminde hızlı bir ‘işçileşme’ (proleterleşme) sürecinden söz etmek gerekir” diyor ve ekliyor: “2003’te 10 milyon dolayında olan ücretli sayısı 2012 sonuna doğru 16 milyonu buldu. Düşük ücreti, sigortasızlığı, güvencesizliği sineye çekerek işe koşuldular.” Bunların büyük bir bölümü özel sektörde ve bu kesimde her 3 işçiden birisi kaçak, yani sigortasız çalıştırılıyor. Toplu pazarlık hakkını kullanan emekçilerin son 3 yıldaki ortalaması sadece 422 bin! Yani tüm ücretlilerin yüzde 2.5’i… Son 3 yıllık ortalamada grev hakkını kullanabilenler ise ancak 700 civarında… En mağdurlar elbette, işsiz ve güvencesizler... Resmi rakamlar gizlemeye çalışıyor ama, TİSK dahi “geniş tanımlı işsizler”in sayısının 5 milyona yaklaştığını kabul ediyor.

Kısacası emekçi kesimler yeterince örgütlü, yani bilinçli değiller, “durumun” farkında değiller… En önemlisi bu sınıfsal ayrımda Kürt ve Türk emekçiler aynı safta olmak zorundalar; çünkü bir yanda oligarşi öte yanda tüm emekçiler ve üstelik Kürt emekçiler daha da berbat haldeler.

Hâkim sınıflar ittifakının en zirvedeki kesimlerinin, yani siyasette ve ekonomide en fazla boruları ötenlerin oluşturduğu böyle bir oligarşinin toplum içindeki oranı taş çatlasa yüzde 1 iken, doğrudan “temsil oranı” yüzde 50’nin üstünde! Çünkü AKP yeni rejimde oligarşinin tipik bir temsilcisi. Emperyalist politikaların, neo-liberal küreselleşmenin gözdesi… Nitekim otoyollar ihalesinde Koç ile Ülker ortaklığı ardından TÜSİAD yönetiminde artık Anadolu Sermayesi’nin de söz sahibi olduğundan haberdarsınızdır.

Şimdi… Bunların sınıfsal bakımdan en ciddi rakiplerinin, yani sosyalistlerin, devrimci mücadeleyi benimseyen partilerin, hareketlerin oranı da yine yüzde 1.

Oligarşinin derdi yüzde 1 kalarak güçlerini çoğaltmak… Bizim derdimiz yüzde 99 olarak onların canına okumak…

Oligarşi, yüzde 1’lik gücüyle sömürünün ve zulmün mayasıdır. Bizler ise yüzde 1’lik gücümüzle, eşitliğin, özgürlüğün, direnişin mayasıyız. Oligarşi mayası toplumu çürütüyor, bizim mayamız umudu diri tutuyor, çoğaltıyor.

Önce mösyö burjuvazi’nin ateş ettiği ve hiç ateş kesmediği bir sınıflar mücadelesinde, “sınıf barışı” olur mu? Olmaz ama, “olur” diyenler de olur. Böyle diyenlere literatürde kısaca “sosyal demokrat” adı verilir. (Peki ama bu arada, CHP sosyal demokrat bir parti midir?) Ve yine kısaca, sosyal demokrasi, emekçilerin kısmi reformlarla yetinmelerini vazeder ve iktidara geldiğinde ancak nispi özgürlük ve nispi eşitlik sağlayabilir. Hepsi bu kadar. Öte yandan, mesela faşizme, gericiliğe karşı mücadelede kararsız da olsa sosyalistlerle aynı saflarda yer aldığı da bilinir.

“Seçmenlerin” sosyalistlerden önce sosyal demokrasiyi tercih etmelerinin sebebi de yıllar boyu nispi özgürlüklerle yetinmeye alıştırılmış olmalarıdır, fazlasını isterlerse ellerindekinden de olacağı ürküntüsüdür. Eksik bilinçtir, nispi bilinçlenmedir. Muhtemelen azıcık eyyamcılık, biraz ulusalcılık ve dahi dindarlıkla sosyalistlerin de puanlarını bir nebze daha artırmaları işten değildir… Ama yüzde 1 sadece vicdan değil, bilinçtir… Öyleyse ve sadece şimdilik bilinci az bir toplumda yaşıyor olmamızın karinesidir.

Devrimcilik göle maya çalmak filan değil, toplumun devrim doğrultusunda mayalanması için var olmaktır. Halkların barışarak ve ezilen sınıfların ezenlere karşı savaşarak kazanacağını bilmektir.

Zaten Kürt şair Orhan Kotan ağabeyim de yıllar önce yazmıştı: “değil mi ki / güneşin karnında ateşle yoğrularak mayalanıyor devrim / değil mi ki / ekmek ve bağımsızlık uğruna kabuğunu çatlatacak çekirdek.”MELİH PEKDEMİR

1770