Susarsak boğuluruz!
Kızılay’da yapılan gösterilerde yakın mesafeden polis kurşunuyla öldürülen Ethem Sarısülük duruşmasının ikincisi yarın Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek.
İkrar Sarısülük, “Faşist düzenin kiralık katillerine ceza aldıramayacağımızı biliyoruz, ancak sesimizi hep birlikte duyurmalıyız. Yeniden korku duvarlarının ardına çekilirsek, hiçbirimiz yaşayamayız, bizim başımıza gelen, başkasının başına da gelebilirdi. Çünkü yola birlikte çıktık ve birlikte yürüdük” diye anlatıyor. Sarısülük, bir tokat gibi insanın ruhuna çarpan sözleriyle de vicdanların tam orta yerine hüzünlü bir not bırakıyor: “Ethem, tıpkı diğer çocuklar gibi ülkesi için düşüp kalmıştır. O da diğerleri gibi memleketin kardeş acısıdır…”
- Zaman zaman sosyal paylaşım sitelerinde, anma ve eylemlere gerektiği kadar katılım olmadığı için sitemlerin oluyor…
En son Ahmet Atakan kardeşimizin “Kırk anmasında” böyle bir sitemde bulundum. Katılım yoğun olmadı. Alevi Bektaşi Dernekleri’nin, sendikaların hiçbiri yok ortada. İlk günden beri halk için, geleceğimiz için sokaktayız. 7 şehit verdik, bunlardan biri benim ağabeyimdi. İnsanları öldürdüler, yaraladılar, gözlerini çıkardılar. Bunları hatırlamalıyız. Yeniden, yaratmak istedikleri korku duvarının arkasına çekilirsek, her şey eskisinden daha kötü olur. Susarsak, boğuluruz.
- İnsanlar yorulmuş olabilirler mi?
Türkiye tarihi böyle bir halk ayaklanması görmedi. Her eylemin bir yerde bitmesi, noktalanması lazım! Yorgunluk anlaşılabilir bir durum. Ama yaşananları, yapılanları unutmamalıyız.
- Bu süreçte başaramadıklarımız ne oldu?
Herkes birbirine kendi ideolojik düşüncelerini dayatıyor. Bu kadar büyük bir direniş sonrasında bile birleşemiyorsak, ölümü hak ediyoruz demektir. Artık şükretme ve tevekkül gösterme zamanı değildir. Eziliyoruz, zulüm görüyoruz, yoksulluk içinde yaşıyor ve ölüyoruz. Hayır şükredecek bir şey yok!
- Bundan sonra neler yaşanabilir?
Haziran Direnişi, '80 sonrasında ortaya çıkan sol örgütlerin bile öngöremediği bir hareketti. Direniş, “apolitik” olarak tanımlanan gençlerin ellerinde yükseldi. Artık kimse, bu kölelik düzeni ve mevcut düzenin dayatmaları altında ezilmek istemiyor. Öte yandan insanlar özgürlüklerinin peşine düştüler. Bundan sonra iki farklı şey olabilir diye düşünüyorum. Haziran Direnişi ya Türkiye tarihinin sayfalarında daima özel bir yerde hatırlanır ya da ülke kısa zamanda daha büyük bir eylemle sallanır.
Ağıt yakmanın sırası değil
- Büyük acılar yaşadınız, çok incindiniz yine de bu süreci pek çok kişiden daha sağlıklı götürebildiniz. Duruşunuzla örnek oldunuz…
Diğer insanların acılarını gördüğümüzde “bundan bize ne?” demedik hiçbir zaman. Kâbemiz insandır. Çıkar ilişkileri için insana değer biçenlerden olmadık hiç. Elimizde, zihnimizde ne varsa paylaştık. “Başkalarının başına gelen bizim başımıza da gelebilir dedik” her zaman. Nitekim de öyle oldu. Ancak matemimizi içimizde yaşadık, kabullendik. Ağlayarak, sızlayarak, kendimizi harap ederek Ethem’i geri getiremezdik. Evde ağıt yakacak değildik.
- Ethem ve Ali İsmail’in acısı daha yoğun yaşandı. Bunun nedeni ne olabilir sence?
Her ikisi de vahşice öldürüldüler. Her ikisinin de görüntüleri var. Ethem ilk kez eyleme katılmamıştı. Ama gencecik, pırlanta gibi bir delikanlı olan Ali İsmail belki de hayatında ilk kez eyleme çıkmıştı. Bunlar insanlara çok dokundu, herkesin canı yandı.
- Diğer ailelerle birlikte olmak acılarınızı hafifletti mi?
Faşist düzenin kirli oyununun çocukları nasıl öldürdüğünü tüm dünyaya anlatmaya çalışıyoruz. Diğer ailelerle birleşmemiz de böyle oldu. Hiçbirimizin hissettikleri, diğerininkinden daha hafif değil. Acılarda eşitiz. Paylaşılan acılar elbette hafifliyor bir nebze.
‘İşçi sınıfının temsilcisiydi’
Ethem benden iki yaş daha büyüktü. Bizi hem kişisel hem de fiziksel özelliklerimizle birbirimize çok benzetirlerdi, bundan onur duydum hep. Sohbeti çok keyifliydi. Düşüncelerini kırmadan, dökmeden, güler yüzle herkesle paylaşırdı. Yaşı ilerledikçe, insanların çektiği acıları, sefaleti, açlığı hepimizden daha fazla yüreğinde hissetti. İnsanların suçsuz yere öldürüldüğünü ve özgürlüklerine ambargo konulduğunu gördü. Böylece politik bir yapıya sahip oldu ve fark ettiklerinin tersi olsun diye savaştı. Ethem bir devrimciydi. Her haliyle işçi sınıfının bir temsilcisiydi.
‘Kiralık katiller ceza almaz’
İkrar Sarısülük, “Yarın gerçekleşecek mahkemede yine ortalığı karıştırıp duruşmayı erteleyecekler. Ethem bir kez daha ölecek, bunu biliyoruz” diyor
- Ethem’in katili Ahmet Şahbaz ikinci duruşmaya çıkacak. Ne umuyorsunuz?
Ethemimizin katiline ceza aldıramayacağımızı biliyoruz. Faşist düzenin kiralık katillerini mahkûm ettiği görülmemiştir. İkinci mahkeme de benzer olacak. Ortalığı karıştıracaklar ve davayı yine erteleyecekler. Ethem’i bir kez daha öldürecekler yani! Amaçları davayı uzatıp soğutmayı başarabilmek! Ethem’i, Şahbaz vurmasa onun yanındaki bir diğeri vuracaktı. Bu adamlar “büyük yerlerden” vur emri almışlardı. Bu nedenle hiçbiri ceza almayacak. Aksi halde “bir dahaki sefere” gerekli talimatları veremezler. “Polisi yedirtmem” söylemi durumun tezahürüdür. Yılmayacağız. Her şeyi ifşa etmek için varımızı yoğumuzu ortaya koyacağız.
- Sarısülük ailesine polis baskısı sürüyor mu?
“Hiçbir şeyden korkmuyoruz” diyorlar. Fakat bu gerçeği yansıtmıyor. Ethem’in davası için muhalefet partileriyle görüşmek için Meclis’e gittim. Göz ucuyla beni karşılayan güvenlikçinin elindeki kâğıdı gördüm. Üzerinde, “Ethem Sarısülük’ün kardeşi geldi, çok dikkatli olun” diye yazıyordu. Korkuyu düşünebiliyor musunuz? Türkiye Cumhuriyeti’nin Meclis’indeyim. Çıktım, arkamda bir dolu adam var. Evimizin etrafını saymıyorum bile. Dilek fenerlerinden bile korkuyorlar. Ama “korkaklık” deyince öncelikle ağabeyimi öldüren polisin yüzü geliyor aklıma. O adamın gözlerinde gördüğüm korkuyu hiçbir zaman unutmayacağım. Bunu hiçbir insanda görmedim daha önce.
- Korkunun bir nedeni var…
Halka saygı duyarsanız, korkmanıza da gerek kalmaz. Mantıksız insanlar olsaydık şiddete bulaşırdık. Oysa canlarımızın öcünü hukuk mücadelesiyle almak istiyoruz. Sivas yangınından beri büyüklerimizden aynı şeyleri duyarız. “Biz yandık, başkalarını yakamayız” derler. Merak etmesinler, biz onlar gibi katil olamayız.
‘Çocuklar eşit bir ülkede yaşamalı’
Ethem, “Gerçek bir devrimci gerektiğinde kendi yaşamından ve tüm sevdiklerinden geçmeyi bilmelidir” derdi. Tanıdığım en korkusuz insanlardan biriydi. Kızıyordum kardeşime, son 2 yıldır çok ön plandaydı. Ağabeyimizin oğlu Efe ve ablamızın kızı Simay’ı gösterip “Hadi bizi geçtik. Ama birilerinin bu çocukların geleceği için hakkıyla mücadele vermesi gerekir” diyordu.
Yoldaşım ve kardeşimdi
Ethem, çocukluğundan beri elindekini, avucundakini herkesle paylaşmış, ilkokulda defterlerini bile arkadaşına vermiştir. Çok anımız var elbette. Birlikte dayak yemiş, birlikte ağlamışızdır. Günün birinde bir bisiklet kazası yaptım. Kötü düştüm. Tam kendimden geçerken Ethem’in bana doğru koştuğunu gördüm. “Kardeşim” diye bağırışını nedense hiç unutamam. O kardeşim, dostum ve yoldaşımdı.
- Annen nasıl yaşıyor Ethem’in yokluğunu?
Güçlü görünüyor, bu sayede bizler de ondan güç alıyoruz. Ama içinde kırık bir dal olduğu belli. Belli etmiyor sadece. Beş kardeşiz biz. İki ağabeyim ve ablam evlenip gittikten sonra Ethem, ben ve annem kaldık. Evimiz çok yüksek değil. Ethem hiç anahtar taşımazdı. Eve balkondan girerdi. Annem, kardeşim öldürüldüğünden beri kendi odasında değil de hep o balkonda yattı. Biliyoruz ki, bir gün çıkar gelir diye Ethem’in yolunu gözlüyor. Hepimiz için çok zor. Ethem’in yatağı, kütüphanesi, bilgisayarı karşımda. Annem bu odaya giremiyor hâlâ. Ethem normal ölüm istemezdi. “...Bana ağıtlar yakmayın, duvarlara yazın beni.” Son günlerde bu türküyü dilinden hiç düşürmedi. İstediği gibi öldü, kimse onun kadar güzel ölemez. Ne mutlu kardeşime.
Erk Acarer, Cumhuriyet, 27 Ekim 2013