Cuma Eylül 20, 2024

Mücadele-Tahir CANAN

kaypakkaya-partizan
Yani insanların solcu söylemler söyleyerek solcu oldukları ise bir yanılsamadır. Solcu olmak mücadelenin bütün araçlarını bilinçle kullanmaktan geçer. Her şeye tepeden bakarak işkenceyi sineye çekmek herhalde devrimci bir yaklaşım değil işkencecilerle yüzleşmekten kaçmaktır.

 

Yazdıklarımın doğru anlaşılmasına özen göstererek yazsam ’da bazen irade mide zorlayarak yorumlar yapılmakta. Bu aslında iyi oluyor.  İnsanı,  tek boyutlu düşünmemesini, tek boyutlu  görmemesini  de sağlıyor. İnsanın kör kalan yönlerini öteleyerek eleştirel yönünü güçlendiriyor. Farklı düşünme, farklı algılama belli boyutta anlam kazanmış da oluyor. İşin en güzel yanı da toplumcu gerçekçi her mücadele yöntemi ezilenlerin algılanmasıyla doğru orantılıdır. Bu yolda ilerlerken çeşitli bakış açıları olması doğaldır. Mutlak doğru yoktur. Dorularda sınıfsal perspektif var.  Sınıfsal duruş var. Bütün teoriler pratikte denenerek toplum yaşamında karşılığı olup olmadığına bakılır. O nedenle de toplumsal mücadelede araçlar amaçların yerine geçmeden hareket etmekte yarar var. Mücadelenin her biçimi kullanılmalıdır. Dimitrov Alman faşistlerinin mahkemesinde o yargısıyla yüzleştiğinde ben faşistlere hesap vermem demeden Alman yasalarını detaylıca inceleyerek hesap verirken hesap sormanın nasıl olacağını bizlere gösterdi. Yargılanırken nasıl karşısındaki faşistleri yargıladığını ‘faşizme karşı birleşik cephe’ kitabıyla tarihe not düştü. Bütün o solcu bakışa sahip arkadaşlara önerim Dimtrov’un ‘Faşizme Karşı Birleşik Cephe’ kitabını dikkatle okumalarını tavsiye ederim.

Bana iletilen bazı yazılarda” burjuva mahkemelerine mi güveniyorsun”  gibi soruları var. Bu arkadaşlarımız mücadele etmekle güvenmeyi birbirine karıştırıyorlar. Benim için mücadelenin hiçbir yöntemi tu kaka değildir. Her mücadele aracı kullanılabilirdir. Kullanılmalı da. Bu bağlamda 12 Eylül uygulayıcısı olan artıkların yargılanması için ortaya çıkan yargılamayı kendi mücadelemizin aracı haline getirme olanağını değerlendirmek gerekir. Bende bunu değerlendirdiğimi bilinçle ortaya koymaktayım. İşkence gördüğümü kanıtlarıyla ifade ediyorum. Egemenlerin alçak işkenceci yönünü mümkün olduğu kadarıyla dosta düşmana anlatmış oluyorum. Bana yapılanları sineye çekerek bir tarafa geçip oturmuyorum. Yapabileceğim şeyleri yaparak kendi çapımda mücadelede yerimi alırken egemenlerin de insanlık suçu işlediklerini belgeleriyle anlatmış oluyorum.

Yani insanların solcu söylemler söyleyerek solcu oldukları ise bir yanılsamadır. Solcu olmak mücadelenin bütün araçlarını bilinçle kullanmaktan geçer. Her şeye tepeden bakarak işkenceyi sineye çekmek herhalde devrimci bir yaklaşım değil işkencecilerle yüzleşmekten kaçmaktır. Bu sol “çocukluk hastalığının” geldiği nokta işçi sınıfından uzaklaşmadır. Düşünün bir: 12 Eylül öncesi işçi sınıfının sendikal örgütlülüğü 1,5 milyondu. O günden bugüne çalışanların sayısı artmasına rağmen işçi sınıfının sendikal örgütlülüğü 650 Bine kadar gerilemiş. Bugün işçi sınıfının sadece yüzde 2,5’i sendikalı, yüzde 97,5’de sendikasız! Neden? Çünkü 12 Eylül cenderesi hala toplumun üzerinde! Liberal politikalar 12 Eylül politikalarıyla paralel biçimde devam ediyor. Bu durum da 12 Eylül yargılamalarını önemsek mi gerekir yoksa önemsememek mi? Cevabını yüzde 2,5’e bakarak verin.    

Tahir CANAN

tahir.canan@gmail.com  

1745