Çarşamba Nisan 23, 2025

Katliamlar Diyarı Şırnak

Röportajda Vali Mustafa Malay 15 Ağustos 1992 tarihli olayda asker ve PKK'lilerin öldürüldüğünü söylüyor. Belleği kendisini yanıltıyor herhalde. Olayda asker ya da PKK'li kimse ölmemişti.

Ben o tarihte Şırnak milletvekiliydim.

15 Ağustos gecesi Şırnak'ı harabeye çeviren silahlı saldırıyı gelen telefonlarla haber aldım. Hükümetin oralarda hiçbir yetkisinin olmadığını biliyordum. Ancak bir ümit yine de İçişleri Bakanı İsmet Sezgin'i aradım ve duruma müdahale etmesi istedim.

İsmet Sezgin PKK'in saldırdığını ve çatışmaların devam ettiğini söyledi.

Sonra Şırnak valisini aradım, ancak kendisine ulaşamadım. Vali'nin tugayda olduğu söylendi bana.

Şırnak birkaç ay önce Newroz'da da Devlet güçlerinin saldırısına uğramış ve onlarca insan öldürülmüştü.

O 15 Ağustos saldırısında tüm geceyi telefon başında geçirdim. Şehir gece boyunca ağır silahlarla ateş altında tutuldu. Kan ve barut kokusunun sindiği Şırnak'tan sadece top sesleri ve insan feryatları duyuluyordu.

Telefon susmuyordu, arayanlar çığlıklar arasında yardım istiyor, telefonda top ve makineli tüfek ses¬lerini dinletiyorlardı. Şehirde kıyamet kopmuştu sanki.

Telefon rehberinden rastgele numaralar çevirip anlık haberler almaya çalışırken bir taraftan da gelen telefonlara cevap veriyordum. Yaklaşık iki saat sonra telefonlar sustu. Bir ölüm sessizliği çöktü Şırnak'ın üstüne. Şehirle bağlantı kurmak için çırpınıp durdum. Nafile, telefonlar cevap vermiyordu.

Şehrin üç gün boyunca dünya ile bağlantısının kesilmesi ve sessizliğe gömülmesi işte böyle başladı.

Üç gün sonra Şırnak'a gittik. Heyette milletvekileri Mehmet Sincar, Orhan Doğan, Selim Sadak, Ahmet Türk, Ali Yiğit, Zübeyr Aydar, Naif Güneş ve ben vardım.

Gittiğimizde gördüğümüz manzara karşısında gözlerimize inanamadık. Sanki deprem olmuştu; yakılan ve yıkılan ev ve iş yerleri ile şehir bir enkaza dönmüştü.

Şehri dolaştıktan sonra valiliğe gittik. Vali Mustafa Malay'dı. Bildik devlet bürokratlarından farklı bir edası vardı. Devlet güçlerini korumaya çalışmayan düzgün bir tavır sergiliyordu. Sanki yalan söylememeye yemin etmişti. Gel gelelim yetkisiz ve çaresizdi. Açık açık söylemese de sözlerinden saldırının devlet güçleri tarafından gerçekleştiğini anlamak mümkündü.

İç İşleri bakanı İsmet Sezgin medyaya askerlerle özel timlerin verdikleri bilgilere göre açıklamalar yapıyordu. Ona göre 1000, 1500 kişilik PKK'li bir grup şehrin çevresinde kazılan mevzilerdeki askerlere görünmeden Şırnak'a girmiş ve şehri top ateşine tutmuştu. Bakanın bu sözleri havada kalıyordu. Çünkü onca insanın o ağır silahlarla mevzilerdeki askerlere görünmeden şehre girmesi mümkün değildi. Üç gün sonra da yine askerlere görünmeden şehirden çıkamazlardı. PKK ve güvenlik güçleri arasında bir çatışma çıktı ise, güvenlik güçlerinden ya da PKK'lilerden ölenlerin ölmesi gerekiyordu. PKK bu kadar ağır silahları şehir merkezine nasıl sokabilmişti! Evleri ve işyerlerini delik deşik eden on binlerce mermi üzerinde balistik inceleme yapılmamıştı.

Vali Mustafa Malay basının önünde, "Onlar (PKK'liler) bir ateş ettilerse, bizimkiler on ateş etti," dedi bize.

Vali ile görüştükten sonra şehirdeki incelememizi sürdürmeye devam ettik.

İnönü mahallesinde yıkılmayan ve zarar görmeyen ev yok gibiydi. Evi yıkılan, yakılan herkes bize evlerini göstermek istiyordu. Evlere tek tek baksak inceleme haftalarca sürerdi.

Halit Güngen adlı esnaf saldırıda eşini ve iki çocuğunu yitirmişti. Olayı sesi titreyerek iç çeke çeke şöyle anlattı bize: "Şehrin meydanındaki tanklar bizim mahalleyi bombalıyordu. Eşim, iki çocuğumun üzerine kapanmış, eve isabet eden kurşunlardan korunmaya çalışıyordu. Eve isabet eden bir tank bombası duvarın yıkılmasına neden oldu. Eşimle iki çocuğum enkazın altında kaldı."

Halit Güngen devlet güçlerinin yoğun ateşi sürdüğü için cesetlerle üç gün evde birlikte kaldığını, çatışma bittikten sonra eşini ve iki çocuğunu kendi imkânları ile gömdüğünü anlattı.

Çocuklarının enkaz altında yanarak küle dönüştükleri yeri gösteren başka bir baba, "Külleri bir naylon torbanın içine koyduk. Mezara da öyle gömdük,” dedi.

İki çocuğa mezar olan harabeye dönmüş evden çıktığımızda yanımıza yaklaşan temiz giyimli, yaklaşık kırk beş yaşlarında bir bey, "Benim evime de lütfen bakın ve yaşadığımız felaketi kendi gözlerinizle görün,” dedi.

Birlikte gittiğimiz iki katlı binanın dış kapısının önünde, toprağa bulanmış giysilerinden ve taranmamış dağınık saçlarından yıkıntıların içinden çıkarıldıkları belli olan iki çocuğu kucağında tutan ev sahibi anne hıçkırarak ağlıyordu.

İkinci kattaki evin cephesi tamamen yıkılmış, televizyon, karyola, buzdolabı, büfe evine içinde ne varsa hepsi paramparça olmuştu.

Evin beyi Trabzonluydu, Ziraat Bankası'nda memurdu. Kırılıp dökülen eşyalarını gösterirken, sesi öfke ve isyan yüklüydü.

"Ben yirmi yıllık devlet memuruyum,” dedi. "Gördüğünüz bu eşyaları almak için koca yirmi yıl çalıştım. Tüm emeğim bir anda yok olup gitti. Ben de Apocu muydum, terörist miydim? Ben Trabzonluyum, Kürt de değilim."

"Peki nasıl oldu, bütün bunlar? Evini kim bu hale getirdi? “diye sorduk.

Ön duvarı çökmüş oturma salonundan Atatürk büstünün bulunduğu karşımızdaki Cumhuriyet alanını eli ile işaret ederek, "İşte, bu alandan ateş edildi,"dedi. "Panzerlerden ateş ediliyordu; kendi gözlerimle gördüm. Zaten işin gizlisi saklısı da yoktu. PKK, diyorlar. PKK filan yoktu. Bu işi yapan, güvenlik güçleriydi. Bunlar, düşmana bile yapılmaz. Ne günahımız vardı? Gazeteciler de burada. Söylediklerimi aynen yazsınlar." Konuşurken sinirden zangır zangır titriyordu.

Taş ve toprak yıkıntısı altında kalan evi geride bıraktığımızda evine hanımı iki çocuğunu kucağına almış, gözleri yerde yaslı yaslı düşünüyordu.

25 Ağustos 1992 tarihli gazeteler o devlet memurunun feryadını, "Biz PKK'li Olduk, Tanklar Bizi Bombaladı" başlığı ile haberleştirmişlerdi.

Şırnak'ın uğradığı o vahşet o araştırılmayı bekliyor. Failler aramızda dolaşıyor.

97123

Mahmut Alınak

Eski kürt milletvekillerindendir.Çeşitli kitapları bulunmaktadır.Aralık 2011 yılına kadar sitemizde sürekli yazılar yazan Mahmut Alınak,Aralık 2011'de KCK tutuklamalarına maruz kalarak tutsak edilmiştir.Temmuz 2012'de tahliye edilmiş olup,zaman zaman yazıları ile okur kitlesine ulaşmaktadır.

alinakmahmut@hotmail.com

Mahmut Alınak

ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de  aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)

Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)

Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?

Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?

Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.

SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..

“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”

“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)

7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.

İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor

Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.

Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.

3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?

Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.

Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)

Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.

Emperyalizm Üzerine Notlar-7

Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler

Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve  bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde  emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.

Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek

Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.

Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi

Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)

Sayfalar