Cumartesi Kasım 30, 2024

Yaşamı degistirmek için tüm renkleriyle örgütlenmek[1]

“İnsan, uğrunda ölümü göze alabileceği bir şey bulmadığı müddetçe insan değildir.”[2]

Yaşamı, tüm renkleriyle, hep beraber, “11 Tez”in ısrarlı yaratıcı/ yıkıcılığıyla birlikte, el ele, omuz omuza örgütlemek insan olmanın ve kalmanın “olmazsa olmazı” olsa da, sürdürülemez kapitalizmin yıkım ve yoksulluk dünyasında hiç de kolay değildir…

KAPİTALİST VAHŞET

Erkin Başer’in, “Bitmeyen kriz hâli”[3] olarak betimlediği sürdürülemez kapitalist yıkım ve yoksulluk müthiş bir vahşet dünyasıdır; tıpkı Jale Özgentürk’ün, “Kriz kapitalizmin ‘sosyalleşmeye’ başladığı tartışmasını açmıştı, durum ‘vahşilik’ günlerinin döndüğünü gösteriyor,” saptamasındaki üzere!

‘Dünya Ekonomik Forumu’nun (WEF) ‘Küresel Riskler 2014’ raporuna göre, yerkürede endişe büyüyor. 

WEF’in yöneticisi Martina Gmur, “2014 yılı kesinlikle rahat geçecek bir yıl değildir,” derken; sosyal tansiyonun yükselebileceğini, Arap Baharı sonrası Kuzey Afrika bölgesindeki siyasi istikrarsızlığın artacağını, 2011 Mart ayında Suriye’de başlayan tüm bölgede etkisini gösteren iç savaşın ve işsizliğin endişe verici boyutlara taşınacağını, sadece Ortadoğu ve Kuzey Afrika değil, Avrupa, Kuzey Amerika bölgelerinde de bu konuların 2014’ün en önemli başlığı olacağını ifade ediyordu.

Rapor, 2014 yılı için en çok kaygı yaratan 10 riski önem sırasına göre şöyle sıralıyor: 1) Önemli ekonomilerde kamu maliyesi krizi. 2) Yapısal yüksek işsizlik. 3) Su krizi. 4) Ağırlaşan gelir eşitsizliği. 5) İklim değişikliğine karşı önlem almakta ve uyum sağlamakta başarısızlık. 6) Daha sık aşırı hava durumu olayı (su baskını, kasırga, yangın). 7) Küresel yönetişim başarısızlıkları. 8) Gıda krizi. 9) Önemli bir mali kurumun ya da mekanizmanın çökmesi. 10) Derin siyasi, toplumsal istikrarsızlık.

Sürdürülemez kapitalist istikrarsızlığın talanı ve yıkım nedeniyle dünyada her 8 kişiden biri aç…

“ABD’de gelir uçurumu büyüyor”ken;[4] hükümet kayıtları ve akademik çalışmalar ülkede gelir dağılımının 20 yılda giderek kötüleştiğini ortaya koyuyor. Söz konusu kesitte Amerika’nın en zengin yüzde 5’lik diliminin gelirleri yüzde 17 arttı... Çok kazananla az kazanan arasındaki gelir eşitsizliğinde fark yüzde 273’e dayandı… ABD Başkanı Obama, ülkede kazanılan paranın yüzde 50’sinin nüfusun yüzde 10’unu oluşturan üst tabakaya gittiğini belirtti. 

ABD’deki gelir dağılımının 1970’lerin sonundan bu yana sürekli olarak bozulduğunu ifade eden Obama, 1970’lerde en üst gelir diliminde yer alan kesimin toplam gelirin yüzde 30’unu alırken bugün bu oranın yüzde 50’ye çıktığını hatırlattı. 

Obama, İkinci Dünya Savaşı sonrası ekonominin büyüme yıllarında bir şirket genel müdürünün ortalama bir işçiden 20-30 kat daha fazla kazandığını, ancak bugün bu oranın 273 kata kadar çıktığı ifade etti.

Bunların yanında ‘Oxfam’ın ‘Çok Az Şey İçin Çalışmak’ başlıklı raporuna göre, dünyada süper zenginler ile yoksullar arasındaki uçurum gittikçe açılıyorken; mevcut 1.426 milyarder listesine 2013 yılında toplam 210 kişinin daha katıldığı ve bunların servetinin de 5.4 trilyon olduğu kaydedildi. 

Rapora göre dünyanın en zengin 25 kişisinin serveti, 3.5 milyar yoksulun servetine eşit. Uçurum kapanmayacak biçimde derinleşiyor Dünyada en zengin 25 kişinin, dünyanın yarı nüfusu olan 3.5 milyar kişiden daha fazla parası olduğu ortaya çıktı. Çok zengin insanların sayısının arttığını, özellikle Hindistan’da on yıl içinde 6’dan 61’e çıktığı belirtilen raporda, bu zenginlerin net varlığının ise 250 milyar dolara ulaştığını kaydedildi. 

‘Oxfam’ Yönetim Kurulu Başkanı Winnie Byanyima, “XXI. yüzyılda dünyanın nüfusunun yarısı, 3-3.5 milyar insan, sayıları bir otobüse sığabilecek elit insandan daha az servete sahip,” dedi.

Tüm bunlarla birlikte UNICEF tarafından 161 ülkeden istatistiklerin derlenmesiyle ortaya çıkan raporda, dünya genelinde 2012 yılında doğan çocukların sadece yüzde 60’ının doğumdan hemen sonra kaydedildiği belirtildi.

Yoksulluğun çocuk nüfusuna en büyük etkisi sağlık hizmetleri ve beslenme alanında. BM verilerine göre yeterli sağlık hizmeti alamadıkları ve yetersiz beslendikleri için 2012’de 6.6 milyon çocuk 5 yaşına ulaşamadan hayata gözlerini yumdu. Bu ölümlerin yarısı Nijerya, Kongo, Hindistan, Pakistan ve Çin’de gerçekleşti. Çocuk ölümlerinin ana nedeni ise hastalıklar. 

Beş yaşına ulaşmadan çocukların ölümüne neden olan hastalıkların başında sıtma, zatürree ve ishal geliyor. Bu hastalıklar, günde yaklaşık 6 bin çocuğun ölümüne neden oluyor. Beslenme yetersizliği de ölümlerin neredeyse yarısından sorumlu olan bir diğer önemli etken. Küresel çocuk ölümlerinde başı, Afrika’nın büyük nüfuslu ve yoksul ülkesi Nijerya çekiyor. Çocuk ölümlerinin yüzde 30’unun yaşandığı ülkede, ölümlerin yüzde 20’si sıtma ve AIDS’e neden olan HIV virüsüyle bağlantılı rahatsızlıklardan kaynaklanıyor. 

BM verilerine, ölen her 8 çocuktan 1’i, Nijeryalı. İstatistikler içler acısı bir durum sergilerken gerçek tablonun daha da kötü olduğu tahmin ediliyor.

“Çocuklar” dedim…

Dünyada her yıl 2.5 milyon çocuğun kaçırılarak satıldığı ve bunun yarısından çoğunun kız çocuğu olduğu tahmin ediliyor. 90 milyon çocuğun sokakta yaşadığı biliniyor. Dünya üzerinde her yıl yaklaşık 1.2 milyon çocuk iş gücü ve cinsel sömürü nedeniyle kaçırılıyor.

Dünya genelinde milyonlarca çocuk zoraki olarak çalıştırılırken, birçoğu da yasadışı alanlarda ve tehlikeli iş kollarında istihdam ediliyor. 

Evet, dünyada 215 milyon çocuk işçi bulunduğu tahmin ediliyor. Bunların çoğu tam zamanlı çalışıyor ve eğitim imkânından uzaklar. Tek işleri çalışmak... Çocuk işçilerden 41 milyon kız ve 74 milyon erkek ise çok tehlikeli koşullar altında çalışıyor.

Afrika’da 5 ila 17 yaş arasındaki her 4 çocuktan 1’i çocuk işçi durumunda. Dünyadaki çocuk işçilerin yüzde 60’ı tarım sektöründe çalıştırılıyor. 

Örneğin Tanzanya’da altın madenlerinde çalışan binlerce çocuğun hastalık ve ölüm riskiyle burun buruna olduğu ifade ediliyor. ‘İnsan Hakları İzleme Örgütü’ yerin metrelerce altındaki madenlerde 24 saate varan vardiyalarla çalıştırılan, en küçükleri sekiz yaşındaki bu çocukların suiistimaliyle ilgili yeni kanıtlara ulaştı.

“YA COĞRAFYAMIZ” MI? 

“Ya coğrafyamız?” mı!

Orhan Bursalı’ya göre, “Türkiye yoksullaşarak büyüme ligindeki ülkeler arasında!” 

‘The Economist’e göre, Türkiye 80 ülke arasında “dünyaya gelmek için en iyi 51. ülke” oldu…

ING’nin finansal eğilimlere ışık tutmak amacıyla aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 10 ülkede yaptığı araştırmaya göre, “Türkler anlık yaşıyor, yeterli geliri olmadığından yakınıyor, sırtını aileye dayıyor”…

Türkiye nüfusun yüzde 16.3’ü yoksulluk riski altında. Bu oran yüzde 13.8 iken, kırsal yerlerde yüzde 16.3 oldu…

TÜİK’in 2011 yılı ‘Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması’na göre, Türkiye’de her 100 kişinin 16.1’i yoksul. Yani 11 milyon 670 bin yoksul var…

Türkiye’de nüfusun en yoksul ve en zengin yüzde 10’luk kesimleri arasındaki gelir farkı 2010’da 11.8 kat iken 2011’de 11.9 kata çıktı…

AKP, iktidara geldiği 2002’de dış borç 130 Milyar Dolar’dı. Temmuz 2013’de 337 Milyar Dolar’dı; Kişi başına kamu borcu 2918 Dolar’dı Temmuz 2013’de 4500 dolar oldu…

Borç faizine giden para 1923-2002 yılları arasında toplam 135 Milyar dolardı. AKP’nin sadece 9 yıllık iktidarı döneminde 408 Milyar dolar oldu. Yani AKP dönemindeki borçlanmanın faizi, tüm ülke tarihini üçe katladı… 

Yurttaşların bankalara borcu 6.5 milyar dolardı. 2013’de 250 milyar dolara ulaşıp, tam 38 kat arttı…

Kredi ve kart borcu batık kişi sayısı 5 yılda üç milyona yaklaştı. Asgari tutarı ödeyerek yaşayan 10 milyon kişi var…

TÜİK’in Eylül 2012 verilerine göre, 44.7 milyon kişi borçla yaşıyorken; bunların 19 milyonu borcunu ödeyemiyor. Nüfusun yüzde 16.1’i (11.6 milyon kişi) yoksulluk sınırının altında, 18.5’i sürekli yoksulluk riski altında. 1000 kişiden 602’si temel gıdalara erişemiyor ve ancak dirimsel varlığını sürdürebilecek besinlerle yaşamını sürdürüyor…

Erdoğan’ın başbakanlığı döneminde (2002 ile 2013 Mayıs arası dönem) kredi kartı sayısı yüzde 363 artarak 15.5 milyondan 56.4 milyona çıkmıştır. 2008’de 185.5 milyar TL olan kredi kartıyla yapılan işlem tutarı

2012 yılında yaklaşık iki katına çıkarak 361.3 milyar TL’ye ulaşmıştır. 2008-2012 döneminde her bir kart başına yapılan harcama ise yaklaşık yüzde 50 artarak 4.5 bin TL’den 6.8 bin TL’ye çıkmıştır…

Türkiye’de sadece 2012 yılında 6.5 milyon yurttaş icralık oldu… Kredi kartı borçları, banka kredileri, su-elektrik gibi fatura borçları da dahil birçok kalemde tahsilat yapılamayınca 2011 ve 2012’de toplam 11 milyon 927 bin 775 icra dosyası açıldı…

BDDK verilerine göre 2012 yılında takipteki alacaklar yüzde 25.2 arttı…

“Borcumu ödeyeceğim” deyip ödeyemeyen 1 milyon 20 bin kişiye dava açıldı, 525 bini mahkûm oldu, toplam 71 bin borçlu cezaevine girdi…

Ve nihayet Türkiye’deki banka hesaplarında 1 milyon lira ve üzerinde parası bulunan kişi sayısı yüzde 28 arttı. 2013 yılında yeni zengin sayısı 66 bin 846’ya yükseldi. Türkiye’de milyonerler kulübüne 15 bin kişi daha katılmış oldu…

Türkiye paradan para kazanma cenneti oldu… Yabancı sermaye 25 yılda borsa ve kamu borçlanma senetlerine toplam 102.8 milyar dolar yatırdı. 42.8 milyar liralık kârı ülkelerine transfer etti. Yabancı sermaye hâlen 90 milyar dolarlık hisse senedi ve portföy sahibi…

İNSAN(LIK) HÂL(LER)İ

Söz konusu tablo insan(lık) hâl(ler)inde derin yaralar açıyor…

Alper Hasanoğlu’nun, “Çoğumuz konformizm tuzağında debelenip duruyoruz. Ruhsal ve manevi hazza maddi tatmini tercih ediyor ya da bilinmeze adım atma cesareti gösteremiyoruz,” diye betimlediği kapitalist yabancılaşma dünyasında[5] kötümserlikle beslenen bir “körleşme” ile “vurdumduymazlık” yaygınlaşmaktadır…

Kötümserliği o kadar içselleştirmişiz ki dilimize yansımış. 

“Nasılsın”? “Eh,” “Şöyle böyle,” “Fena değil,” “İdare ediyoruz.” 

Kötümserlik kültüre, topluma yayıldı mı, kuşaktan kuşağa devam edebiliyor. 

Kolay mı? Kötümserlik edilgenliktir; pısırıklıktır; korkaklıktır… 

Platon’un, “Korku, köleliktir,” diye betimlediği gayrı insani hâl için ‘Korkudan Korkmak’ başlıklı yazısında Aziz Nesin, “İnsanın korkuya karşı moral yapısını koruması, a) Kendini korkutan güçle uyum sağlayarak; b) Ona boyun eğerek; c) Onunla özdeşleşerek; d) Ya da büsbütün edilgen kalıp ‘hiçbir şey etmemek’ yollarıyla sağlanabiliyor,” notunu düşerken; insan olmak/ kalmak ısrarındakilerin kötümser olma olasılığı yoktur, olamaz da! (Tam da bunun için, “Kendinizi kötü hissettiğinizde Gezi’yi düşünün,” der Gündüz Vassaf…)

Eğer olursa; işte o zaman kötülüğe iştirak eden toplumsal körleşme devreye girer… 

Toplumsal körleşme, bilincin körleşmesi. Gözünün önünde olup bitenleri bile görmemek için yollar bulmak. İnandıkları, peşinden gittikleri kişilerin her söylediğine inanmaya hazır olmaktır. 

Hitler’i Führer yapan da bu toplumsal körleşme olmuştur. Mussolini İtalya’nın Duçe’si olmak için bu toplumsal körleşmeden yararlandı. Toplumsal körleşmenin yardakçıları da vardır. 

Jose Saramago’nun ‘Körlük’ünde, insanın nasıl gördüğünü bile görmeyip bilincini kapattığının hikâyesi anlatılırken; Elias Canetti de ‘Körleşme’sinde dünyada bütün haksızlıkların temelinde bunun yattığına dikkat çeker.

Toplumsal körlükten malûl olanlar, soru sormaktan kaçar, eleştiriye tahammül edemezler. Bundan ötürü de insan olmanın/ kalmanın sorumluluklarına sırt dönerler…

Yani “Her varlık (monad) eşsiz ve biriciktir, yaşamak insanlık için büyük bir armağan olduğu kadar onurlu ve yüce bir görevdir,” diyen Gottfried Leibniz’ı anlamazlar! 

Ya da felsefeci Lawrence M. Friedman’ın, “yatay toplum” diye ifade ettiği sıradanlığın bir parçasına dönüşürler. Yatay toplumda insanların davranış eylemleri, adları restoranlardaki mönü listeleri gibi kalıplaştırılmıştır. Nerede yemek yiyeceklerinden tutun da nerede eğlenecekleri, hangi AVM’ye gidecekleri, neyi nasıl yapacakları ve ne giyeceklerine kadar belirlenen mönü listelerinin dışına çıkmak olanaksızdır. Var olan mönüyü değiştirmek olanaksız veya çok zordur. Çünkü ‘cafe’ mönüsünde olmayan bir içeceği istemek gibi bir şeydir. Mönü hazırlayıcıları; farkında olmadıkları güçlerdir, oradaki kafe sahibi bile değildir. Bu güçlerden en önemlisi “medya”dır. Yönetir ve yönlendirir…

İnsanı insan olmaktan çıkararak, onu var eden vicdana yabancılaştıran -egemen- “toplumsal körleşme” karşısında anımsanması gereken Max Stirner’in, “Efendi kölenin yarattığı bir şeydir. İtaat sona ererse, efendilik de sona erer,” uyarısını kulağına küpe eden vicdandır!

Çünkü vicdan duygusu insan olmak ve kalmak inadıdır. İnatçıdır, nesilden nesile geçer. Vicdan duygusunu yok etmek için ne kadar çok yol bulunursa bulunsun, insanlığın belki de bu en görkemli, en insana yakışır özelliği asla yitmez. Vicdan duygusu ancak bilgiyle, özenle çoğaltılabilir.

TÜRK(İYE) İNSANI 

Bu tabloda Türk(iye) insan(lık)ının verili durumuna gelince…

Zeki Demirkubuz’un, “İkiyüzlü bir toplumuz”; Ayfer Tunç’un, “Biz mutsuz bir toplumuz, yetmiş altı milyon depresyondayız. Bir yandan ülkenin yaşadığı bu ağrılı dönüşüm sürecinden payımıza düşeni yaşıyoruz, bir yandan kendi psikolojik hâllerimizle karşılaşıyoruz, bu da ağrılarımızı artırıyor,” diye tanımladığı memleketin ruh hâline ilişkin olarak Psikiyatr Alper Hasanoğlu da şunları ekliyor: 

“Toplumun ruh hâlini şu anda çaresizlik, belirsizlik ve güvensizlik duyguları belirliyor. İnsanlar ne kendilerine ne başkalarına güveniyor; çaresiz hissediyorlar. Her şey, özellikle de gelecek çok belirsiz. Bir model olarak baktığımızda, belirsizlik, çaresizlik ve güvensizliğe ‘depresyonun üçayağı’ diyoruz zaten. Yani şu an toplum bir depresyon yaşıyor.” “Hayata küsme bozukluğu yaşıyoruz.”

Evet Üsküdar Üniversitesi Feneryolu Polikliniği’nden Psikolog Zehra Erol’un, “Kişilik bozukluğuna dikkat” çektiği Türkiye’nin ruh sağlığı giderek bozuluyor, ruhsal bozukluklar da şekil değiştiriyor. Psikiyatrist Prof. Özcan Köknel, Türkiye’nin yüzde 60’ının ruh sağlığının yerinde olmadığını, bu oranın içinden yüzde 20’nin de mutlaka tedaviye ihtiyacı olduğunu belirtirken; ‘Türkiye Şizofreni Konfederasyonu’ Başkanı Doç. Dr. Haldun Soygür da, “Türkiye’de her 100 kişiden biri şizofren. Hastalar arasında yüzde 10 oranında şiddet potansiyeli var,” diye ekliyor…

Araştırma şirketi ‘Gallup’un, 143 ülke üzerinde yaptığı “Ülkeler Ne Kadar Acı Çekiyor’ araştırmasında ilk sırayı Bulgaristan alırken, Türkiye 16’ncı oldu. Buna göre “Türklerin yüzde 18’i ülkedeki yaşam konusunda acı çektiğini” söylüyor.

Kaotik belirsizliğin geleceksizlik kaygısını derinleştirdiği toplum psikolojisi hakkında Doğan Kuban, “Bizimkinin adı tutuculuk değil, cehaletle birleşen yozlaşmadır”; sosyal antropolog Doç. Aykan Erdemir, “Bu topraklarda nefreti besleyen güçlü bir damar hep olmuştur,” notunu düşerlerken; coğrafyamızda devasa bir toplumsal çürüme yaşanmaktadır.

Mesela… Antidepresan ilaç kullanımı 5 yılda 10 milyon kutuya çıktı. 

Türkiye’de depresyon tedavisinde kullanılan antidepresan ilaç tüketimi 5 yılda yaklaşık 10 milyon kutu artarak 26 milyon kutuya dayandı. 

2008’de 16 milyon 537 bin 260 kutu antidepresan ilaç satışı yapılırken söz konusu dönemde yaşanan ekonomik krizle antidepresan tüketimi 2009’da 19 milyon 62 bin 74 kutuya, 2010 yılında da 22 milyon 741 bin 972 kutuya yükseldi.

Ayrıca Türkiye’de 10 yılda 30 bin intiharla, intihar patlaması yaşandı. 2003-2012 yılları arasında intihar edenlerin oranında yüzde 36 artış oldu.

Türkiye genelinde 2012 yılında ölümle sonuçlanan intihar sayısı, 3 bin 225 kişi olarak belirlendi. İntihar edenlerin yüzde 72’sini erkekler, yüzde 28’ini kadınlar oluşturdu. 

Yüz bin nüfus başına düşen intihar sayısını ifade eden kaba intihar hızı, 2012 yılında yüz binde 4.29 oldu. Diğer bir ifade ile her yüz bin kişiden dördü intihar etti.

İki şey daha…

İlki: ‘Zorunlu Askerlik Sırasında Yaşanan Hak İhlâlleri’ başlıklı rapora göre, 22 yılda 2.221 asker intiharı olduğunu biliyoruz. Yılda ortalama 100 intihar demek bu.

İkincisi de: “Van’da 12 yılda çoğu 20’li yaşlarında 564 kişi intihar etti.”[6]

Yaşanan toplumsal çürüme ile beşeri değerler hızla erozyona uğramaktadır; birkaç örneği hızla sıralayalım!

i) Türkiye’de cinsel saldırı suçları beş yılda yüzde 30 arttı. 15 yılda tecavüzden yargılanan 409 polis, asker, özel timci, korucu ve gardiyan cezalandırılmadı…[7]

ii) Dünya ülkelerinin yardımseverliklerini ölçen ‘Dünya Bağışlama Endeksi’ne göre Türkiye yardımseverlik sıralamasında ölçülen 146 ülke arasında 137’nci yani sondan sekizinci oldu…

iii) ‘Ipsos Sosyal Araştırmalar Enstitüsü’nün araştırmasına göre, “Halkın yüzde 77.5’i evlenen kadın mutlaka bakire olmalıdır” cevabını veriyor…

iv) Bahçeşehir Üniversitesi’nin ‘2012 Değerler Araştırması’na katılanların yüzde 87’si eşcinsellerle, yüzde 84’ü içki içenlerle, yüzde 76’sı da AİDS hastalarıyla komşu olmak istemiyor… “Türkiye dünyada kişiler arası güvenin en düşük olduğu ülkeler arasında yer alıyor. Bu durum 1990’dan bu yana değişmiyor. Türkiye’de,

her 10 kişiden 9’u genel olarak insanlara güvenilmeyeceği düşüncesinde. 1990 ile 2011 arasında dört alanda değerler hemen hemen sabit kaldı. Bunlar dindarlık düzeyi, kadının toplumsal statüsü, siyasi katılım ve hoşgörü. 10 puanlık bir skalaya göre toplumun dindarlık oranı 1990’da 6.98 iken bugün 7.01, kadının toplumsal statüsü 2.61 iken 2011’de 3.01, siyasi katılım 2.38 iken 2.04 ve hoşgörü 3.38 iken 4.01 düzeyinde tespit edildi. Bu dört değer alanında meydana gelen değişme yok mertebesinde”…

v) ‘Engelli Ayrımcılığını Önleme ve Mücadele Platformu’nun anketine göre, halkın yüzde 67.5’i engellilere özel mahallelere sıcak bakmazken, yüzde 70.’3’ü ise engelli komşu istemediğini söylüyor…

vi) Türkiye’de ihtiyaç malzemeleri sıralamasında kitaplar 235. sırada yer almaktadır… 10.000 kişide 1 kişi düzenli kitap okuyor… 1 kişinin kitap okumaya ayırdığı zaman dünya ortalamasının üçte biri…

vii) ABD’de yayımlanan Amerikan Tıp Dergisi’nde yer alan bir araştırmaya göre Türkiye’de 100 kişi içinde ateşli silaha sahip olma oranı 12.5 olarak açıklandı…

Bakırköy Psikiyatri Tedavi ve Araştırma Merkezi psikiyatri uzmanı Dr. Ayhan Akcan, bireysel silahlanmanın beş yılda silahlanmanın yüzde 50 arttığını söyledi… 

viii) İnternet sitesindeki ‘Nasıl Yardım Edebilirsin?’ formu kanalıyla 2012’de 16 bin 338 kişi, ulusal güvenlikle ilgili konularda MİT’e ihbarda bulundu…

ix) KONDA’nın “yolsuzluk ve rüşvet operasyonu” ile ilgili ‘Ocak 2014 Barometresi’ndeki ankete göre, yurttaşların yüzde 77’si gibi yüksek bir oranı bakan ve bakan oğullarının rüşvet aldığını, yüzde 62’si Halkbank üzerinden yapıldığını düşünüyor. AKP seçmeninin yarıya yakını “rüşvet var” demesine karşın bu durumun oy tercihlerini değiştirmeyeceğini belirtmeleri dikkat çekiyor...

x) Ve nihayet çocuklar… 660 bin çocuğa taciz… Türkiye’de çocuğa yönelik cinsel saldırıların 5 yılda yüzde 400 oranında artması…

20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü, Türkiye’nin gerçeklerini gündeme getiriyor. Adalet Bakanlığı verilerine göre, Türkiye’de çocuğa karşı işlenen cinsel taciz, saldırı ve istismar suçları ile ilgili davaların sayısında 2008’den 2013’e kadar olan 5 yıllık süreçte yüzde 400 oranında artış yaşandı. Uzmanlar, adli mercilere yansımayan olaylar da göz önünde bulundurulduğunda, Türkiye’de 2012’de en az 660 bin çocuğun cinsel taciz ve tecavüze maruz kaldığını belirtti. ‘Şefkat-Der’in raporunda, Adalet Bakanlığı verilerine göre, Türkiye’de çocuğa karşı işlenen cinsel taciz, saldırı ve istismar suçlarının 2008’de 7 bin 500, 2009’da 13 bin 812 iken; 2011’de 18 bin 334, 2012’de ise 33 bin 992 olduğuna dikkat çekildi…

Emniyet Genel Müdürlüğü verilerine göre, 2010-2013 kesitindeki 4 yılda kayıp çocuk sayısı 30 bine yaklaşmıştı. Kayıt altına alınmayan kayıp durumlarıyla bu sayının çok yüksek oldu açıktır…

Alın size Türk(iye) insan(lık) hâli…

VİCDAN YAŞAMA TÜM RENKLERİYLE SAHİP ÇIKAR

Benim ifadeye gayret ettiği vicdanı; “İnsanlar için ölebileceksin,/ Hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,/ Hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,/ Hem de en güzel, en hakiki şeyin/ Yaşamak olduğunu bildiğin hâlde,” vurgusuyla şöyle anlatır Nâzım Hikmet:

“Hep bir ağızdan türkü söyleyip/ hep beraber sulardan çekmek ağı,/ demiri oya gibi işleyip hep beraber,/ hep beraber sürebilmek toprağı,/ ballı incirleri hep beraber yiyebilmek,/ yârin yanağından gayrı her şeyde/ her yerde/ hep beraber!/ diyebilmek.” 

Evet, evet yanılmadınız, sizlere yaşam karşısındaki radikal sosyalist duruştan söz ediyorum…

Geriye gitmenin mümkün olmadığı ama ileriye koşmanın serbest olduğu bir yol olan yaşamın bizim ona verdiğimizden başka bir anlamı yoktur.

Yaşamımızın büyük bir bölümü, yaşama yön verme çabalarıyla geçer.

Yaşamın yönünü bulmaya çalışırken, yaşamın yolunu bulmak; yön bulmaya çalışırken de yolsuz kalıp, zorlanmakla geçer.

“Zor” ama bir o kadar da güzel şeydir yaşamak/ yaşatmak…

Akıl, tutku, aşk ve mücadele ile örülen yaşam Nâzım Usta’nın dediği gibi “Nerede ve nasıl olursak olalım, hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanır.” 

Bunun için de “yaşamak şakaya gelmez,/ büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın/ bir sincap gibi mesela,/ yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,/ yani bütün işin gücün yaşamak olacak./ /

yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,/ yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,/ hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,/ ölmekten korktuğun hâlde ölüme inanmadığın için,/ yaşamak yanı ağır bastığından…”

Söz konusu özellikleriyle de, yaşatmak için ölmeyi de göze almaktır bazen. Çünkü sadece doğum-ölüm arası zaman değildir yaşam; aslında zamanın asla öldüremediğidir. Bunun için de Virginia Woolf, “Yaşam bir rüyadır, uyanmak bizi öldürür”; Ara Güler, “Yaşam size verilmiş boş bir filmdir. Her karesini mükemmel bir biçimde doldurmaya çalışın”; George Carlin, “Yaşam, aldığımız nefes sayısıyla değil, nefesimizi kesen anların sayısıyla ölçülür,” notunu düşerler…

Kolay mı? Tam zamanlı bir okul, evrensel bir öğretmendir yaşam…

Asla tükenmeyen; düşüp düşüp kalkmakla betimlenen; gelip geçmiş şeylerin; gelip geçmemiş şeylerin; gelmeyip geçmiş şeylerin toplamı; rengi; çeşitliği; çoğul farklılığıdır yaşam…

Yaşamı betimleyen, insanlık tarihine anlam yükleyen onun çeşitliliği ve renkleridir…

Mesela kırmızı tutkuyu, hareketi ve devinimi gösterirken; mavi ise durgunluğu, huzuru ve dinginli muştular.

Renkler çağrışımlarla yüklüdür. Çağrışımların yarattığı anlamlar, evrensel belleğin ve kültürün ortak dilini oluştururlar. Evrensel bilinçaltını oluşturan en önemli kodlar arasında yer alır renkler.

Renklerden ve seslerden oluşur hayat…

Yaşama anlam katan renklerinden soyutlayabilir miyiz?

Çok renkliliğin hayatı güzelleştirdiğini unutabilir miyiz?

Unutamayız!

Ama unutanlar; yani yaşamı siyah beyaza indirgemek isteyen tek tipçiler de vardır!

Onlar hayatın gerçeğini inkâr eden; çok renkliliği doyasıya yaşanmasına izin vermeyen lanetli egemenlerdir!

O hâlde kapitalistlerin renk körlüğünden malûl bir dünyada yaşa(tıl)dığımız gerçeğini unutmadan; üstünü karanlık örtse de, renklerin gecede de devam ettiğini ve her şeyin kendi rengince konuştuğunu göz ardı etmemeliyiz…

Kolay mı? 

Renk(ler) ışıktır; rengin kökeni ışıktır… Kırmızı’dan mor’a uzanan renk skalasının farklı zenginliği, çeşitliğidir…

Dünyayı güzelleştiren şeydir çeşitlilik; tek tiplikten daha iyi ve güzeldir.

Farklılığın zenginliğini farketme hâlidir.

Çok olma durumudur; spektrum, yelpaze gibi…

Nihayet tek tipe meydan okuyan farklılıktır.

Hayatı anlamlandırmaya yarayan, sıradanlığın aşılmasını sağlayan şeylerin bütünlüğü olarak çelişkiyi, hayata içkin çeşitliği en yoğun yansıtan kavramdır farklılık.

Karşılaştırma kavramıdır; çoğulculuk için olmazsa olmazlardandır.

Şey(ler)in birbirinden ayrılması durumudur; bir kimse veya nesnenin bir başkasıyla karıştırılmamasını sağlayan ayrılıktır.

Fark, ayrımdır, toplumsal bilince dayanan her olay ve olguyu bütün ötekilerden ayıran özelliktir.

Farklılık, kendisini diğerlerinden ayıran özelliktir; egemen(ler) açısından tahammülü zor olandır.

Çünkü tek tipçi benzerlikle zıtlaşan bir kavramdır; başkalıktır; “Herkes benim gibi olsun”culuğun panzehiridir farklı olmak…

Egemenlerin hazmedemediği olgu… Oysa dünyanın dönmesini sağlar. Çünkü evrende herkes ama herkes birbirinden kültürel olarak farklıdır ve bütündür.[8]

BİRLİKTE ÖRGÜTLENMEK İÇİN ÖRGÜT

Hayatı tüm renkleri ve çeşitliliğiyle savunmak için örgütlemeli, birlikteliklerimizin sınırlarını emek ve özgürlükten yana genişletmeliyiz…

Unutulmasın birliktelik, birlik olma hâlidir; beraberliktir, örgütlülüktür; özveri, fedakârlık, empati gerektiren insan(lık) hâlidir…

Örgütlü olmak; kapitalist vahşet karşısında insan olmak/ ve kalmak babındaki biricik çözüm(ümüz)dür; Edmund Burke’nin “Kötüler birleştiği zaman, iyiler de bir araya gelmelidirler; yoksa, teker teker giderler,” sözündeki gibi…

Dünyayı değiştirerek yeniden inşa etmenin/ toplumsal yeniden yapılan(dır)manın biricik ekseni; insan ile örülmüş dokusu olarak örgütlemek, ortak bir amaç uğruna ve hatta bu amacı gerçekleştirmek için örgüt her şeyimizdir. Onunla var oluruz ve kendimizi ona katarak büyür, özgürleşir, gelişiriz. 

Örgüt bir bütündür.

Örgüt ideolojidir, programdır, tüzük ve kurallar bütünüdür, kadrodur, savaşçıdır.

Örgüt kurumlaşmaktır.

Örgüt kolektivizmdir.

Bir arada olmanın gücüdür.

En büyük güç, en aşılmaz barikat halkın örgütüdür.

Bu hâliyle de dünyayı değiştirebilmenin yegâne koşuludur. Çünkü örgüt iradelerin birleşmesidir. Bir iken iki olmak, binken milyonlar olmaktır. Değiştirmek istediğimiz şey sonuna kadar örgütlüyse, düşman bize karşı bütün hücreleriyle örgütlüyse yani, bizim de örgütlü olmaktan başka çaremiz yoktur. İstediğimiz kadar iyi ve güzel olalım, kolumuzu kanadımızı nasıl da kırdıklarını görmedik mi? Çünkü biz örgütsüzüz. 

Örgütsüzlük coğrafyamızdaki tüm yabancılaşmanın, yalnızlaşmanın, yozlaşmanın yegâne sebebidir. Örgütsüzsen güçsüzsündür. Ve tüm iyilik ve güzelliklerin düzenin emrindedir. Düzene muhalif duyguların, bizzat düzen tarafından yine onun yararına kullanılır. Çünkü örgütsüzsündür. Çünkü nasıl mücadele edeceğini bilemezsin. Dahası korkarsın. Korku insanın en doğal hislerinden biridir. Korkuyu aşmaksa insan olabilmenin gereğidir. Korkularımızı birleşerek aşabiliriz. Aksi takdirde hep konuşuruz, ama hiç bir şeyi değiştiremeyiz. 

Nihat Behram’ın işaret ettiği gibi: “Tek insan nedir ki, sadece bir damla/ uçsuz bucaksız gökyüzünün boşluğuna savrulmuş/ sarhoş, başıboş bir yağmur damlacığı…”

Hâlbuki örgüt yaşamın kendisidir. Genç ve diri olabilmektir. Ortak iradedir. Dayanışmadır. Direnebilme gücüdür. Dahası düşmanı yenebilmektir. 

Ve bir an dahi unutulmamalıdır ki dünyanın lanetli efendilerinin en büyük kâbusu kolektif sınıf hareketinin, ezilenlerin isyancı tarihsel bloğunun örgütlenmesidir ki, bunun ne demek olduğunu en iyi Adnan Yücel’in dizelerindeki şu kararlılık anlatır:

“Ey her şey bitti diyenler/ korkunun sofrasında yılgınlık yiyenler./ ne kırlarda direnen çiçekler/ ne kentlerde devleşen öfkeler/ henüz elveda demediler./ bitmedi daha sürüyor o kavga/ ve sürecek/ yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!” 

İHTİYAÇ(IMIZ) AŞKLA İSYAN

Birlikte örgütlenmek için örgüt için ihtiyaç(ımız), Ece Ayhan’ın “aşk örgütlenmektir bir düşünün” vurgusunu unutmadan aşkla isyandır…

Latince’de “Amor omnia vincit!/ Aşk her güçlüğü yener” diye haykıran “Aşk” deyip geçmeyin!

José Saramago, Nobel Edebiyat Ödülü’nü aldıktan sonra törenden çıkarken gazeteciler ödülün kendisi için ne anlam ifade ettiğini sorunca, “Boşverin bunları. Hayatımda aldığım en önemli ödül Pilar Del Pilar’dır. Aslına bakılırsa en büyük devrim de aşktır!” yanıtını verdiği aşk, devrimcidir, isyancıdır…

Rosa Luxembourg’un, “Aşk, otoritenin, hiyerarşinin ve tüm kurumların ötesinde aşktır. Aşk, özgürlük varsa aşktır”; Can Yücel’in, “Aşırı solcudur aşk... İnsanın sol yanını hedef alır. Ve bu kadar solcuyken, imkânsızdır sağ çıkmak”; Jacques Lacan’ın, “Aşk, sahip olmadığımızı istemeyen birine verme gayretidir”; Ayhan Bozkurt’un, “Ne olursa olsun, aşk çok derin bir duygudur… Aşk insanı insanlaştırır,” diye tanımladıkları Onun hakkında “Karl Marx, aşkın hiçbir maddi kaygı ve çıkar olmadan yaşanması gerektiğini düşünüyordu. Ancak kendisinden önceki idealizmden farklı olarak Marx, aşkın özgür bireylerin özgür eylemi ve yaşamı olarak kurulmasını; sadece bireylerin keyfine bırakmıyor, aşkın ve ‘acı’nın özgürleşmesini toplumsal kurtuluşla sıkı sıkıya bağlıyordu. 

Yani, aşkın kurtuluşu tek başına bireylerle değil, bireyleri kuşatan, koşullandıran, her gün bir takım iş ve eylemleri yapmaya zorlayan, bir kültür ve gelenek sistemini üreten ilişki biçimlerini kökten değiştirmekle ilgilidir.”[9]

Aşkla isyanın ne demek olduğunu; “Bütün ideolojik ayrılıkların temeli; devrim isteyip istememeye değil, (çünkü sosyalist geçinen herkesin subjektif niyeti genellikle devrimin olması doğrultusundadır) devrim yapmak için yola çıkmaya, savaşmaya cesaret edip edememeye dayanır. İşte bu yüzden, devrim için savaşmayana sosyalist denmez,” diyen Mahir Çayan’dan Haziran/ Gezi İsyanına uzanan tarih(imiz) çok iyi anlatır…

Haziran/ Gezi İsyanı çok önemli olmasına karşın “ağaç meselesi” değildi... Kadınların, gençlerin, mağdurların omurgasını oluşturduğu hareketinin özü özgürlük talebiydi. 

Neo-liberal yıkım mağdurlarının, eve kapatılmaya çalışılan kadınların, toplumun dışına itilmek istenen LGBTİ bireylerin, çevrecilerin, yıllarca ötekileştirilen Alevîlerin, gençlerin yani tüm ezilenlerin öfkesinin sokaklara, alanlara taşmasıydı.

‘Ha’aretz’den Louis Fishman’ın, “İstanbul protestocuları Başbakan Erdoğan’a şu mesajı verdi: Türk hükümeti dünyanın en büyük göz yaşartıcı gaz stokuna sahip olsa bile, bu, kendisine muhalefet edenleri susturmaya yetmez,” diye betimlediği hareket için ‘The Daily Telegraph’ da başyazısında şunları ifade ediyordu:

“Halk protestoları tehlikeli, kontrol edilemeyen bir yangının hızıyla tüm Türkiye’ye yayıldı. En az 67 kent yürüyüşlere sahne olurken göstericiler İstanbul’un kalbindeki Taksim Meydanı’nı de facto ele geçirdi.”

Tarihinde görülmemiş katılım ve uzunluktaki kitlesel eylem, rejimi sarsarak, derin bir istikrarsızlığa mahkûm etti.

Bu nedenle polisin attığı biber gazı kapsülü sonucu sağ gözünü tamamen kaybeden 34 yaşındaki Erdal Sarıkaya’nın, “Gezi Direnişi tüm Türkiye’nin dönüm noktası oldu,” saptaması müthiş önemlidir.

Çünkü Haziran/ Gezi İsyanı, “Boşver memleketi, hayatını kurtar” öğüdüyle yetişmiş bir gençliğin “Memleket kurtulmadan, birey kurtulmaz,” diyerek verdiği yanıttır.

Söz konusu kalkışmayla gençlerin bir bölümü için “aktif apolitiklikten” “aktif politikliğe” geçişin yolunu açmıştır.

Eylemdeki gençlerin, önemli bir muhalefet işlevi gördükleri de açıktır. Bu işlev, halk kesimlerini de değişik nedenlerle de olsa harekete geçirdi.

Bu gençler gökten zembille inmedi. Bu gençlerin çoğu 1968’i, 1978’i, 12 Mart’ı, 12 Eylül’ü, baskıyı, sindirilmeyi, mücadele etmeyi yaşayan kuşakların çocukları... Bellekti bu, kaydedip, zamanı gelince anlamlandırandı…

Yani Haziran/ Gezi İsyanı tarihsel birikimin bugünüydü…

Kolay mı? 

İsyanlar insanlık tarihinin en görkemli kesitleridir ki, tam da bunun için “Devrim ezilenlerin şölenidir,” demişti V. İ. Lenin…

Haziran/ Gezi İsyanı da, Che Guevara’nın “Dayanışma ezilenlerin inceliğidir,” saptamasını doğrulan bir şölendi.

Örneğin “Biber gazından kaçarken insanların birbirine ‘afedersiniz’ dediği bir eylem’di”![10]

Lice ile Taksim’i, coğrafyamızın tüm meydanlarını birleştirendi.

Gaz bombaları altında sevgilisine aşkını ilan eden delikanlının, tuttuğu takımın renkleriyle isyan ateşini tutuşturan taraftarların, evinde bulduğu sağlık malzemelerini sırt çantasına koyup yaralılara yardım için sokaklara koşan liseli kızın, TOMA’lar karşısında gitar çalan gencin yüreğini ateşledi.

Ethem’(ler)e, Mehmet’(ler)e, Abdullah’(lar)a, Medeni’(ler)ye, Ali İsmail’(ler)e, Ahmet’(ler)e Ferit’(ler)e yönelik cinayetler unutulmayacak ve hepsinin hesabı sorulacaktır. Çünkü Haziran daha bitmedi. 

Kuluçkaya yatan isyan, yeniden patlayacak!

O günlere aşkla, örgütle hazır olmalıyız; yaşamı tüm renkleriyle örgütleyip, değiştirmek için…

 

13 Şubat 2014 10:08:24, Ankara.

 

N O T L A R

[1] 1 Mart 2014 tarihinde Aka-Der’in İzmir’de örgütlediği “Yaşamı Tüm Renkleriyle Birlikte Örgütlüyoruz” etkinliğinde yapılan konuşma… Kaldıraç, No:153, Mart 2014…

[2] Jean Paul Sartre.

[3] Erkin Başer, “Bitmeyen Kriz Hâli”, Siyaset, No:9, Kasım 2013, s.16.

[4] “ABD’de Gelir Uçurumu Büyüyor”, Birgün, 28 Kasım 2013, s.5.

[5] Karl Marx’ın ilkin, ‘1844 El Yazmaları’nda ifade ettiği “yabancılaşma”nın doruk noktası her şeyin ama her şeyin yani acının, derdin kederin, mutluluğun, hüznün, geleceğin geçmişin, sevginin, saygının, aşkın; insana, doğaya, “ölçülemez” olana dair ne varsa; hepsinin meta/ para ile ölçülür olmasıdır…

[6] Yusuf Ziya Cansever, “Ürküten Tablo”, “Kamera Direnişi Hücrelik”, Cumhuriyet, 9 Kasım 2013, s.3.

[7] “Bu Rakamları Görmez Görsün”, Taraf, 24 Ağustos 2013, s.5.

[8] Tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünüdür kültür.

Bütün insan(lık) yapıtlarının toplamı olarak kültür, insan ve çevresi ile ilgili her şeyi kapsamına almaktadır. İnsanların tüm yaratıcı etkinlikleri ve bu etkinlikler sırasında ortaya çıkan değer yargıları kültürün birer parçasıdır. Kültür, insan topluluklarının tarihsel geçmişi, gelişme özellikleri, üretim biçimleri ve toplumsal ilişkileri ile ilgilidir.

Tarihi, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün değerlere denk düşen kültür, tarihin akışı içinde toplum tarafından yaratılan bütün değerler ve onların yaratılması, kullanılması ve aktarılmasına ilişkin araçları kapsar.

İnsanın, insanlığa kattığı değerler bütünü olarak sosyal antropolojinin en önemli konularından biridir kültür. İnsanın doğa karşısında hayatta kalabilmesini ve çevreye uyumunu sağlayan araçtır. Kültür, “Doğaya karşı insanın yaptığı her şeydir,” demiştir Karl Marx. 

Kültür, insanlığın ortak bilgi birikiminden yararlanılarak, yaşamı kolaylaştırma doğrultusunda, olayları doğru dürüst değerlendirebilme donanımına sahip olma anlamına da gelir.

Kısaca; insana dair her şeydir. İnsanları “biz” yapan tüm maddi ve manevi değerler bütünüdür. Topluma önceki kuşaklardan geliştirilerek aktarılan; toplumun üyelerinin çoğunluğunca değerli bulunan eylem ve değerleri kapsar.

Kültürsüz insan yoktur. Kültürle “genel kültür” karıştırılmamalıdır. İnsan bir toplumda doğar ve her toplumun kültürü vardır. Hayata ve yaşama ilişkin toplumun kültürü dışında bir kültürü bilmeyen insan kültürsüz değil, ötekinin kültürünü bilmeyen insandır.

Kabaca, “insanın doğa karşısında ürettiği her şeydir.” Sınıfsallaşarak oluşturulmuş gruplandırma çeperidir; dinamiktir. Tıpkı toplumsal değişme gibi, kültür de değişmektedir. Toplumsal değişime bağlanarak değişmektedir.

Kurgulanabilir bir şeydir. Çeşitli araçlarla olana şekil verebilir, toplumsal belleği yeniden oluşturup, yeni bir kültür yaratabilirsiniz.

Ludwig Wittgenstein’ın, “Kültür bir içtüzüktür ya da bir içtüzük varsayar,” diye tanımladığı kültür genetik bir ifade değildir, öğrenilerek aktarılır. Toplumsal bir üründür ve dil aracılığı ile taşınır.

Kültür; öğrenilir, aktarılır, süreklidir, tarihidir, toplumsaldır, işlevseldir, değişkendir, evrenseldir yani kültürsüz toplum yoktur.

İnsan kültür sayesinde yaşadığı çevreye uyum sağlar. Her toplumun kültürü kendine özgüdür ve kültür sınıfsaldır!

Nihayet “Hiçbir kültür ürünü yoktur ki aynı zamanda bir barbarlık belgesi olmasın. Ve kültür ürününün kendisi gibi, elden ele aktarılma süreci de nasibini alır bu barbarlıktan. İnsanlık kurtulmadıkça, ezilenler ezenlerden intikam almadıkça kültür de bir barbarlık belgesi olmaktan kurtulamayacaktır,” diye ekler Walter Benjamin.

[9] Arif Koşar, “Aşkın Tek Taşlaşması!”, Evrensel Pazar, 9 Şubat 2014, s.7.

[10] “Birinci Ders: Direnişin Zamanı ve Mekânı Olmaz”, Cumhuriyet, 23 Haziran 2013, s.7.

96610

Temel Demirer

Hakkında

Objektifiz ama tarafsız değiliz. Tarafsız olmak korkaklıktır. Çünkü insan doğru ve yanlış arasında tarafsız olamaz.BiyografiKendimden söz etmenin pek anlamlı ve “şık” olmadığına inanan biri olarak çok düşündüm...
Ne yazacağımı kestiremedim...
Ve nihayet şunları diyebilmenin en doğrusu olduğuna karar kıldım...
“İnsana ait hiçbir şey bana yabancı değil,” diyen(lerden);
dünyaya aşağıdan bakan(lardan);
kendi kuşağımla müthiş bir serüveni yaşayan(lardan);
yaşadıklarımdan asla pişman olmayan(lardan);
ve hatta yaşadıklarımı yaşamış olmayı bir onur ve şans addeden(lerden);
John Maxwell’in, “İnsanlar, onları ne kadar umursadığımızı bilmedikçe, ne kadar bildiğimizi umursamazlar...”; Bertolt Brecht’in, “Yenilgilerimiz, rezalete karşı savaşa katılanlarımızın yeterince kalabalık olmadığından başka bir anlama gelmez”; V. İ. Lenin’in, “Silah kullanmasını öğrenmeyen, silah elde etmeye çalışmayan bir ezilen sınıf, ancak köle muamelesi görmeye layıktır,” sözlerine müthiş değer veren(lerden);
sevdasız kavga, kavgasız sevda olmaz diyen(lerden);
bir afet-i devrana aşık olan(lardan);
hâlâ “tek yol devrim” gerçeğine bağlı olan(lardan);
ve nihayet “Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek!” diyen(lerin) safındaki sıradan, vasıfsız, herhangi biriyim...
54 tevellütlüyüm... Kemal’den olma Necla’dan doğmayım... Çorum ili Kale mahallesi nüfusuna kayıtlıyım...
Okur yazarım...
Ve nihayet hâlen “sakıncalı” dedikleri(nden) ve GBT’lerindeyse sabıkalıyım...
11.01.2004 14:32:09, Ankara.

TÜRKİYE’DE YAYINLANAN KİTAPLARIM

* GÖZ GÖRMEZ BİLİNÇ GÖRÜR, Hazırlayan: Mehmet Özer, Nota Bene Yay., 2012, 152 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* ORTADOĞU: YALANCI BAHAR, Derleyen: Babür Pınar-Recai Ulutaş, Nitelik Kitap, 2012, 448 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* ALMANAK-2009 ANALİZLERİ, Sosyal Araştırmalar Vakfı Kitaplığı, İstanbul-2011, 434 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* BEYOND GLOBALIZATION – WORLD LEARNING/ INTERNATIONAL HONORS PROGRAM TURKEY READER 2011/12, Derleyenler: Yücel Demirer - Sibel Özbudun, 2011, 476 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif), (“Geopolitics of Turkey in the US-EU-Mideast Triangle”- Temel Demirer)


* EMPERYALİZM VE ULUSAL SORUN, Derleyen: Babür Pınar-Muzaffer İlhan Erdost, Nitelik Kitap, 2011, 335 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* İSMAİL BEŞİKÇİ, Derleyenler: Barış Ünlü-Ozan Değer, İletişim Yay., 2011, 589 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* SESİNİ YİTİREN ŞEHİR SİVAS, Editör: Mehmet Özer, Çankaya Belediyesi Yay., Temmuz 2011, 304 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* ALMANAK-2009 ANALİZLERİ, Sosyal Araştırmalar Vakfı Kitaplığı, İstanbul-2010, 659 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* KRİZ, KAPİTALİZM, İSYAN, Ütopya Yay., 2010, 559 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* KRİZ VE HAYAT YAZILARI: BİR TAŞ DA SİZ ATIN, Ütopya Yay., 2010, 464 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* ASLOLAN DEVRİMİN GÜNDEMİDİR, Kaldıraç Yay., 2010, 784 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* TEKEL DİRENİŞİ DERSLERİ 2010-SENDİKALARIMIZI GERİ ALACAĞIZ, Kaldıraç Yay., 2010, 206 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* LATİN AMERİKA: İSYAN HEP VARDI!, Sibel Özbudun (der.), Kaldıraç Yay., Ocak 2010, 661 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* KUŞATMAYI YARMAK: EĞİTİM, BİLİM VE AYDINLAR, Kaldıraç Yayınevi, Ekim 2009, 392 sayfa, Temel Demirer-Sibel Özbudun.


* ALMANAK-2008 ANALİZLERİ, Sosyal Araştırmalar Vakfı Kitaplığı, İstanbul-2009, 608 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* HAK(SIZLIK), HUKUK(SUZLUK) MU? “SUÇUMUZ İNSAN OLMAK”!, (Sibel Özbudun’un önsözüyle), Kardelen Yay., Nisan 2009, 365 sayfa, Temel Demirer.


* HRANT’IN KATİL(LER)İ… (Sait Çetinoğlu’nun önsözüyle), Pêrî Yayınları, Şubat 2009, 336 sayfa, Temel Demirer.


* LİBERALİZM/MUHAFAZAKÂRLIK KISKACINDA KADIN, Kaldıraç Yayınevi, Şubat 2009, 237 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* ALMANAK-2007 ANALİZLERİ, Sosyal Araştırmalar Vakfı Kitaplığı, İstanbul-2008, 456 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* “HAYIR, EVET’TEN ÖNCE GELİR”! HUKUK(SUZLUK) YAZILARI, Ütopya Yay., Mayıs 2008, 496 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* “SÖYLENECEK YALAN KALMADI” İNSAN HAK(SIZLIK)LARI, Ütopya Yay., Mayıs 2008, 510 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* LATİN AMERİKA’DA İSYANIN TARİHİ, Hazırlayan: Sibel Özbudun, Ütopya Yay., 2008, 549 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* KÜRESEL KAPİTALİZMİ MEŞRULAŞTIRAN SÖYLEMLER, Editör: Fikret Başkaya, Özgür Üniversite Kitaplığı: 67, Maki Yay., 2008, 218 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* YABANCILAŞMA VE..., Ütopya Yay., 2008, 316 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)
* ALMANAK-2006 ANALİZLERİ, Sosyal Araştırmalar Vakfı Kitaplığı, İstanbul-2007, 654 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* MİLLİYETÇİLİK, YURTSEVERLİK VE SOL, Editör: Fikret Başkaya, Özgür Üniversite Kitaplığı: 65, Maki Yay., 2007, 212 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* LATİN AMERİKA’DAKİ GELİŞMELER, TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası Ankara Şubesi, Ankara-2007, 34 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* KÜRESELLEŞME, KADIN VE ‘YENİ’-ATAERKİ, Ütopya Yayınevi, Ankara-2007, 228 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* İMPARATORUN SOYTARISI EGEMEN MEDYA, Ütopya Yayınevi, Ankara-2007, 319 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* ALMANAK-2005 ANALİZLERİ, Sosyal Araştırmalar Vakfı Kitaplığı, İstanbul-2006, 439 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* “DERİN” MİLLİYETÇİLİĞİN SİYASAL İKTİSADI, Ütopya Yayınevi, Ankara-2006, 384 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* MAFYA NARKOEKONOMİ VE SUSURLUK / ŞEMDİNLİ, Ütopya Yayınevi, Ankara-2006, 379 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* AVRUPA BİRLİĞİ VE “ÇOKKÜLTÜRCÜLÜK YALANI, Ütopya Yayınevi, Ankara-2006, 444 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* EĞİTİM ÜNİVERSİTE YÖK VE AYDIN(LAR), Ütopya Yayınevi, Ankara-2006, 543 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* KIYAMETE ÇEYREK KALA! EKOLOJİ YAZILARI, Ütopya Yayınevi, Ankara-2006, 501 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* DÜNYAYI ISITAN LATİN ATEŞİ, Özgür Üniversite Kitaplığı, Maki Yayınevi, Ankara-2006, 302 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* LATİN AMERİKA YERLİLERİ: TEK BİR HAYIR, YÜZLERCE EVET, Anahtar Kitaplar Yayınevi, İstanbul-2006, 368 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* KAVRAM SÖZLÜĞÜ-SÖYLEM VE GERÇEK (1), Özgür Üniversite Kitaplığı, Maki Yayınevi, Ankara-2005, 709 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* ALMANAK-2004 ANALİZLERİ, Sosyal Araştırmalar Vakfı Kitaplığı, İstanbul-2005, 464 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* LATİN AMERİKA BAŞKALDIRIYOR, Ütopya Yayınevi, Ankara-2005, 416 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* ELVEDA NİSYAN, MERHABA İSYAN, Ütopya Yayınevi, Ankara-2005, 558 sayfa, Temel Demirer.


* KÜRESEL İNTİFADA, Ütopya Yayınevi, Ankara-2005, 592 sayfa, Temel Demirer.


* “YENİ DÜZEN(SİZLİK)”DEN BAŞKALDIRIYA, Ütopya Yayınevi, Ankara-2005, 592 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* YENİ ROMA: TERÖRİST ABD-IV. KİTAP, Tohum Yayınevi, İstanbul-2004, 270 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* KÜRESELLEŞME VE İMPARATORLUK: “YENİ EKONOMİ”DEN ÖNLEYİCİ SAVAŞA...-III. KİTAP, Tohum Yayınevi, İstanbul-2004, 382 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* KÜRESELLEŞMENİN TİRANLIĞI: NE, NİÇİN, NASIL?-II. KİTAP, Tohum Yayınevi, İstanbul-2004, 384 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* YENİ MUHAFAZAKÂRLIK YOĞUNLAŞIRKEN KÜRESEL VAHŞET-I. KİTAP, Tohum Yayınevi, İstanbul-2004, 334 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* ABD SALDIRGANLIĞI: IRAK VE ÖTESİ-III. KİTAP, Ütopya Yayınevi, Ankara-2004, 304 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* 11 EYLÜL’DEN AFGANİSTAN’A ABD İMPARATORLUĞU-II. KİTAP, Ütopya Yayınevi, Ankara-2004, 287 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* KOVBOYUN SÖMÜRGE İMPARATORLUĞU-I. KİTAP, Ütopya Yayınevi, Ankara-2004, 346 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* SAKLANMAYA ÇALIŞILAN BİR MEŞALE: İBRAHİM KAYPAKKAYA, Umut Yayıncılık, İstanbul-2003, 232 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* İSYANIN ADI: FİLİSTİN-İNTİFADA KAZANACAK!, Ütopya Yayınevi, Ankara-2002, 479 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* XXI. YÜZYILLA GELENLER: SÖYLENCELER VE GERÇEK, Ütopya Yayınevi, Ankara-2002, 447 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* SOSYALİST MÜCADELE ETİĞİ, Özgür Üniversite Kitaplığı, Maki Yayınevi, Ankara-2001, 336 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* KÜRESELLEŞME VE TERÖR (TERÖRİZM, SALDIRGANLIK, SAVAŞ) II. KİTAP, Ütopya Yayınevi, Ankara-2001, 334 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* KÜRESELLEŞME VE TERÖR (TERÖR KAVRAMI VE GERÇEĞİ) I. KİTAP, Ütopya Yayınevi, Ankara-2001, 364 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* AMERİKA: RÜYA MI, KÂBUS MU? YANKEE İMPARATORLUĞU, Ütopya Yayınevi, Ankara-2001, 368 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* ÖDP YAZILARI, Ütopya Yayınevi, Ankara-2001, 316 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)
* KÜRESELLEŞMENİN EKOLOJİK SONUÇLARI, Özgür Üniversite Kitaplığı, Maki Yayınevi, Ankara-2000, 190 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* EKOLOJİ POLİTİK, Özgür Üniversite Kitaplığı, Maki Yayınevi, Ankara-2000, 136 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* AVRUPA BİRLİĞİ ve SOSYALİSTLER: AKINTIYA KARŞI, Ütopya Yayınevi, Ankara-2000, 384 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* GERİCİLİK KÜRESELLEŞİRKEN FAŞİZM!.. YENİDEN Mİ?.., Ütopya Yayınevi, Ankara-2000, 299 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* KADIN YAZILARI, Ütopya Yayınevi, Ankara-2000, 170 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* MARKSİZM VE EKOLOJİ, Öteki Yayınevi, Ankara-2000, 481 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* TERÖR NE? TERÖRİST KİM? (AVRUPA ASYA ve ORTADOĞU), Cilt:2, Ütopya Yayınevi, Ankara-2000, 384 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* TERÖR NE? TERÖRİST KİM? (ABD EMPERYALİZMİ ve LATİN AMERİKA), Cilt:1, Ütopya Yayınevi, Ankara-2000, 284 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* EĞİTİM: NE İÇİN? ÜNİVERSİTE: NASIL? YÖK: NEREYE?, Ütopya Yayınevi, Ankara-1999, 264 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* NEO-LİBERAL SALDIRI KRİZ ve İNSANLIK, Ütopya Yayınevi, Ankara-1999, 494 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* “YDD” KISKACINDA ÇEVRE ve KENT, Ütopya Yayınevi, Ankara-1999, 473 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* CHE FİDEL KÜBA, Özgür Üniversite Kitaplığı, Öteki Yayınevi, Ankara-1999, ikinci baskı, 135 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* YABANCILAŞMA, Özgür Üniversite Kitaplığı, Öteki Yayınevi, Ankara-1999, ikinci baskı, 112 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* MEDYA ELEŞTİRİSİ ya da HERMES’İ SORGULAMAK, Özgür Üniversite Kitaplığı, Öteki Yayınevi, Ankara-1999, ikinci baskı, 176 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* DÜNYANIN BALKONUNDAKİ İSYANCILAR, Özgür Üniversite Kitaplığı, Öteki Yayınevi, Ankara-1998, ikinci baskı, 304 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* ÖDP: İMKÂNLAR ve SORU(N)LAR, Öteki Yayınevi, Ankara-1998, 576 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* MAYALARIN DÖNÜŞÜ, Anahtar Kitaplar Yayınevi, İstanbul-1998, 311 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* POSTMODERN MÜDAHALE ve BAŞKALDIRI İMKÂNI (BRECHT “BİTTİ” FUTBOL “VERELİM”!), Özgür Üniversite Kitaplığı, Öteki Yayınevi, Ankara-1998, 528 sayfa, Temel Demirer.


* SOKAKTA ve DUVARDA 1968, Özgür Üniversite Kitaplığı, Öteki Yayınevi, Ankara-1998, 207 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* VE KİRLENDİ DÜNYA..., Özgür Üniversite Kitaplığı, Öteki Yayınevi, Ankara-1997, 319 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* SOKAK’TAKİNE NOTLAR, Özgür Üniversite Kitaplığı, Öteki Yayınevi, Ankara-1997, 456 sayfa, Temel Demirer.


* ÖDP’YE KENAR NOTLARI, İnsancıl Yayınları, İstanbul-1997, 88 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* KOYUNLAR KURTLAR KÖPEKLER (YENİ DÜNYA DÜZENSİZLİĞİ EMPERYALİZM ve UMUT), Anahtar Kitaplar Yayınevi, İstanbul-1997, 160 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* KARA PARA KİRLİ SAVAŞ (TÜRKİYE’DE MAFYA ve DEVLET), Özgür Üniversite Yayınları, 171 sayfa, Ankara-1996, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* İSPANYA’DAKİ II. KITALARARASI BULUŞMA İÇİN “YDD”YE KARŞI TEZLER - II. KITALARARASI BULUŞMA İÇİN EKOLOJİK KIYAMET TEZLERİ, Özgür Üniversite Yayınları, 56 sayfa, Ankara-1996, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* YENİ DÜNYA DÜZENİ AVRUPA BİRLİĞİ VE TÜRKİYE, Dev. Maden-Sen Yayınları, 64 sayfa, Ankara-1996, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* CANAVARLAŞAN MEDYA, 1996-İstanbul, Yorum Yayınevi, 287 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* YENİ DÜZENİ ya da DÜZENSİZLİĞİ, 1996-İstanbul, Pelikan Yayınları, 304 sayfa, Temel Demirer.


* SOLAN FOTOĞRAFLARDA BİTEN VE BAŞLAYAN, 1993-İstanbul, Sorun Yayınları, 248 sayfa, Temel Demirer.


* GERİCİLİK DÖNEMİNDE DÜNYA ve TÜRKİYE, 1993-İstanbul, Sorun Yayınları, 190 sayfa, Temel Demirer.


* DİSK’İN “ÖREN TEZLERİ” ve SOSYALİST TAVIR, 1992-İstanbul, Sorun Yayınları, 189 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* TOPLUMSAL DİNAMİKLER ve ÖRGÜTLENME EKSENLERİ, 1992-İstanbul, Sorun Yayınları, 270 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* SOSYALİZM “YENİ DÜNYA DÜZENİ” TÜRKİYE, 1992-İstanbul, Sorun Yayınları, 192 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* SOSYALİZMİN SORUNLARI ÜZERİNE AÇILIM TARTIŞMALARI, 1992-İstanbul, Sorun Yayınları, 256 sayfa, Temel Demirer, vd’leri. (Kolektif)


* YOL BALADI, 1988-Ankara, Ekin Yayınları, 61 sayfa, Temel Demirer.
* T.B.“K”.P PROGRAM TASLAĞININ ELEŞTİREL ANALİZİ, 1988-İstanbul, Sorun Yayınları, 86 sayfa, Temel Demirer.

İletişim:

temeldemirer@kaypakkaya-partizan.net(Hazırlanıyor)

http://www.facebook.com/TemelDemirer

https://twitter.com/temeldemirer

Temel Demirer

ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de  aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)

Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)

Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?

Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?

Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.

SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..

“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”

“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)

7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.

İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor

Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.

Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.

3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?

Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.

Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)

Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.

Emperyalizm Üzerine Notlar-7

Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler

Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve  bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde  emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.

Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek

Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.

Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi

Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)

Sayfalar