Perşembe Kasım 7, 2024

Ankara’nın grisinden dağların yeşiline dört mevsim…(SEFAGÜL ASLAN)

Medya Savunma Alanları’nda bulunan TİKKO gerillalarından Sefagül Aslan, 23 Ekim 2015’te, Dersim-Şahverdi’de Cengiz İçli (Ünal) ve Hakan Çakır (Yurdal) ile birlikte şehit düşen TİKKO gerillası Özgüç Yalçın (Sefkan); 23 Nisan 2018’de Dersim-Aliboğazı’nda şehit düşen Gül Kaya (Nergiz) ve Hasret Tanrıverdi (Çiğdem) ile 18 Ağustos 2016’da Colemerg-Qilaban’da şehit düşen Şakir Ek (Arhat Ba)’yı anlattı. Onlar için “Önce bir yokladı dağ, ne korkuları vardı onların, ne de tek bir tereddütleri. İnmek için tek bir adım dahi atmadılar” diyen ve elimize e-posta yoluyla ulaşan yazıyı haber değeri taşıdığı için paylaşıyoruz:

Dört mevsimi Ankara’nın griliğinde yaşamış, başka bir mevsim görmek yaşamak için farklı zamanlarda yönünü dağların yeşiline çeviren dört gerilla: TİKKO gerillaları Hasret, Gül, Özgüç ve HPG gerillası Şakir (Arhat)…

Hayatlarının bir döneminde binlerce devrimcinin, siperdaşın oturup bir çay sohbeti yaptığı Sakarya Caddesi’nden “onlar” da geçtiler.

Ankara’nın en güzel yanının, İstanbul’a dönüş yolu olduğunu söyleyen Ankara karşıtlarına inat, en güzel yanının dağa gidiş yolu olduğunu gösterdiler. Ankara’da yaşamayıp da birkaç günlüğüne gelenlerden en çok da bu söz duyulur. “Siz nasıl yaşıyorsunuz burada” diye. Üniversite için gelenler ilk yıllarında sevmeseler de sonrasında ilginç bir kopamama hali baş gösterir her birinde. Ve Ankara savunmaları başlar.

“Ankara devrimciliği”nin elbette incelenmesi gereken kendine has özellikleri vardır. Sanki kocaman bir şehirmiş, insanlar hiç vakit bulamıyormuş gibi eylemlerde yaptığın sohbetleri Sakarya yada Yüksel Caddelerinde bir kafede yada barda sürdürürsün. Herkesin iç içe olduğu bu iki cadde arasında sıkışan devrimciliği bir şekilde üniversiteyi bitirene kadar sürdürürsün. Sonrası fani dünyanın fani işlerine kaptırıp gidersin kendini…

Yaz oldu mu boşalır Ankara. Sonbaharın gelmesiyle devam edersin kaldığın yerden.

İşte bu dört arkadaş, dört mevsimin -belki de bulsalardı beşincisinde de- devrimcilik yapmak için Yüksel-Sakarya arası sınırlı yürüyüşlerini, dağlarda sınırsız bir yürüyüşe çevirmenin arayışı içinde oldular. Bu öylesine bir arayıştı ki sistemin kalbinden çıkıp, yine sistemin kalbini durdurmaya çalışan mücadelenin parçası kılmaktaydı, arayanı, arayış derdine düşeni…

Daha özgür bir hayatın kapıları…

Şu meşhur TC helikopterinin vurulduğu sırada gerillanın sarf ettiği “Kobra ket, kobra ket saet xweş” sözlerinin sahibi Şakir Heval, Amed’den üniversite okumak için geldiği Ankara’da -belki de okuduğu bölümden olacak- felsefik tartışmaların içinde hakikati arıyordu. Bir arayış içerisindeydi, bu süreçte yolları Özgüç, Hasret, Gül yoldaşlarla da kesişti. Mücadele üzerine derin sohbetler yapıldı orada.

Herkes yaptığı sınırlı devrimcilikten rahatsızdı. Daha yüksek, daha ileride bir mücadeleye ihtiyaç vardı. Alışıldık, bilindik, sınırlı bir devrimcilik belki herkes için bir başlangıçtı Ankara’da. Ama bazılarının payına ya ileriye atılmak ya da üniversiteler bitene kadar böyle devam etmek düşer. Onun için çabuk davranmak gerekir. Başka türlü başladığında başladığın noktanın da gerisine düşersin.

Ankara’daki üniversiteler, bir başlangıçtır devrimcilik için, bazense bir bitişidir devrimciliğin.Rahatlıktır ama bazen de düşmanın en denetimli olduğu yerde hareketsizlik, sınırlılıktır. Bunun için üniversitede yaptığın tercihler gibi bir tercih daha yaparsın bu aşamada. Bir sınav daha verirsin. Ama bu sefer önünde daha sınırsız, daha özgür bir hayatın kapıları açılır. Ve her zaman olduğu gibi istekler kendilerine bir yol bulur. Amacını büyütenler, ona ulaşmak için araçlarını yaratır. Önce Özgüç, ardından Hasret, sonra Şakir, en son Gül…

En son mu? Yok hayır doğru değil bu söz. Gül’ün ardından da gidenler ve onları yazanlar var. Ancak ne kadar yazılsa da en güzel sözler, savaş alanlarında söylenir.

Kimse efkarlanmasın, herkesin yeri hazır…

Özgüç, zayıf bedeni yaralı, faşizmin zindanlarında işkencede tıpkı önderi Kaypakkaya gibi tek bir söz etmedi. Yaralı bedeni işkenceyle daha da kötüleşti. Ancak bilinci ayaklanmıştı. Belki sadece gülümsemek gibi en ciddi şeyi yaptı, kim bilir… Özgüç anlatılsın genç işçilere, emekçilere, “o bizim kardeşimizdi” densin. “Küçücük bedeniyle tüm işkencecileri, işkenceleri paramparça etti” densin.

“Sizin dağ dediğiniz bizim oralarda tepedir” demişti bir Dersimli yoldaşına. Belki de işkencecilere de “sizin işkenceniz, benim bedenimde açan bir güldür sadece” demiştir kim bilir… Zindanda, dağda faşizmin yenilemeyeceğini söyleyenlere Özgüç’ü anlatacak tarih.

Hasret, militanlığıyla yaşarken anlatılırdı. Ölürken, daha da büyüğünü yaptı. Yetmedi üniversiteler, Ankara sokaklarında yaşanan çatışmalar… Hep daha fazlasını istedi mücadelede. Düşmana teslim olmamak için kalan tek kurşununu da kendine sıkan Hasret, ölürken de büyük öldü. Aslında bu cüreti gösteren ilk devrimci değildir o… Kendisinden önce düşmanın eline geçmemek için kendilerini uçurumlardan atan kadınların devamcısı, takipçisidir o, şimdi…

Gül, daha çocuk olmadan büyümüş, çok genç yaşında gençliğin önder kadrolarından biri olmuştu. Şakir’in dağa çıktığını ilk duyduğunda “Helal olsun” demişti. Kendisi için efkarlanmıştı. O da efkarını Munzur’a akıttı. Politik derinliğini, eylemle-gerillayla buluşturmak için çıktı Dersim’e. Şimdi onun da ardından “Helal olsun” denilsin. Ama kimse efkarlanmasın, herkesin yeri ve silahı hazır, dağ başlarında.

Şakir, çok sevdiği felsefik tartışmaları amfilerde sürdürmek istemeyenlerdendi. O hakikat derdi hep, bazen gündüz gözüyle sokaklarda fenerle dolaşan Diyogen’e anlam veremeyenlere inat insanları, hakikati bulma çabası hiç bitmedi.

Tesadüf odur ya, 24 Nisan’da başlattığı gerilla yürüyüşünü, hem silahı hem kamerasıyla sürdürdü. Devletin bas bas arızadan kaynaklı helikopterin düştüğü yalanlarını, o gerilladaki silahı olan kamerasıyla “Kobra ket, saet xweş” sözleriyle alt üst etmişti. O kamerasıyla, savaş alanlarında, devletin yalanlarını paramparça eden gerilla gerçekliğini bir fener gibi aydınlatıyordu.

Kim diyebilir öldü onlar diye. Şimdi onlar, Sakarya ya da Yüksel’de bir yerlerde oturmuş, ikna ediyorlardır birilerini ya da faşizmden kaçanlara “gerçek kurtuluş bu değildir” diyorlardır belki de.

Üst araması yapar dağ

yüreğine, korkularına varana kadar yoklar

durur, bir daha yoklar

ya çıkarsın

ya gözleriyle takip eder seni

inene kadar…

Önce bir yokladı dağ, ne korkuları vardı onların, ne de tek bir tereddütleri. İnmek için tek bir adım dahi atmadılar. Dağlar, hayran kaldı onların yiğitliklerine. Şimdi onların ardından gelen herkese bu dört yiğidin kahramanlıklarını anlatır dururlar.

34002

Proletarya Partisi

 Proleterya Partisi'nden gundeme iliskin yazilar

Proletarya Partisi

ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de  aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)

Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)

Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?

Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?

Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.

SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..

“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”

“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)

7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.

İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor

Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.

Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.

3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?

Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.

Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)

Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.

Emperyalizm Üzerine Notlar-7

Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler

Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve  bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde  emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.

Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek

Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.

Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi

Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)

Sayfalar