Çarşamba Kasım 6, 2024

Margenthau anlatıyor…

Yeni bir yüzyılın başında Ermeni halkının başına gelen Felaket’e tanık olan, 1913-1916 yılları arasında Osmanlı Türkiye’sinde Amerika’nın Türkiye Büyükelçisi görevinde bulunan Henry Morgenthau, Talat Paşa ile görüşmelerinde bugünkü Türkiye’nin başına gelecekleri konusunda uyarılarda bulunuyordu;

“Ermeni’lere yönelik tutumun Türkiye’yi dünyanın gözünde çok kötü duruma düşüreceği ve ülkesinin bu rezaletten asla kurtulamayacağı konusunda Talat’ı ikna etmeye çalışıyordum…”

“‘Büyük hata yapıyorsun’ dedim, üç kere tekrarladım…”

“‘Evet hata olabilir, lakin pişman olacağımı zannetmiyorum …’ dedi.”

Öyle de oldu!

Aradan geçen süre zarfında dünyadan teşhir, tecrit ve dıştalanan bir ülke durumuna geldi. Dün ve bugün Osmanlı Türkiye’si savunucuları, Ermenilere karşı işlenen suçların hesabını toplum ile dünyaya verememişlerdir. 1960’lı yıllarda önce Sovyet Ermenistanı’nda başlayan Ermeni ulusunun kitle gösterileri, engellemelere rağmen Soykırım Anıtı’nın inşasıyla başlamış, 1980’li yıllarda Ermenilerin silahlı eylemler ile dünyaya Soykırım’ın tanınması için verilen adalet çığlıkları ile bugün yeryüzünde 30 ülke parlamentosunda kabul edilen “Soykırım Yasa Tasarıları” ile Türkiye’yi zor duruma düşürmüştür.

En son ABD Temsilciler Meclisi’nin, Cumhuriyetçiler ile Demokratların ezici çoğunluğu ile aldığı Soykırım Yasa Tasarısı’nın kabulü, dünyada geniş yankı uyandırdı. Her yıl 24 Nisan’da Amerika’dan gelecek açıklamaya odaklanılırken, bu sene gelenek bozuldu. Soykırım Yasa Tasarısı, 24 Nisan’dan önce kabul edildi. Bunun sebebi gergin olan ABD-Türk ilişkilerinde, ABD emperyalizminin Türkiye’yi köşeye sıkıştırmak istemesi, politikalarını kabul ettirmek adına soykırım yasa tasarısını kullanmak istemesidir.

Hiçbir yaptırım gücü olmayan bu kararın, şüphesiz ki Temsilciler Meclisi’nde kabulü ve Senato’ya havale etmesi “olumlu” bir adımdır. Dünyada diğer parlamentolar üzerinde etkisi olması bakımından bir etki yaratırken, yine aynı Amerika bu tasarıyı, senatoya gitmemesi için bloke etmiştir. Amerika’nın çıkarlarına göre politikalarını belirleyen devlet anlayışı, soykırım kararını kurban etmiştir. Gerçekten soykırım karşıtı olup olmadıkları yasalar ile onaylanırken öbür taraftan tüm dünyanın tepkisi ile karşılanan Amerika, Ortadoğu-Suriye gerçekliğinde Türkiye ile pazarlıklarında yine bölgesel çıkarları için, Kürtlerin imhası için Türkiye’nin soykırım, işgal ve talanına yeşil ışık yakmıştır.

Tehcir ve bir ulusun katli …

Ermenileri yüzyıllardır yaşadıkları topraklardan toplu halde uzaklaştırma ve yüzlerce kilometre ötedeki çöle gönderme fikrini verenler Almanlardır. Hatta daha ileri giderek bazı Alman yazarlar bu politikayı savunmuşlardır bile. “Ermeni’ler Ermenistan’dan tahliye edilmelidir. Mezopotomya istikametine götürülmeliler ve yerlerini Türk’ler almalılar. Bu şekilde Ermenistan Rus tesirinden azat olur ve Mezopotamya’ya, şimdi mahrumiyetini çektiği çiftçiler getirilebilir” diye tavsiyede bulunmuşlardır.

Bu politikanın hayat bulması için Tehcir Kararı uygulanırken 1915 Nisan ayından Ekim ayına kadar geçen 6 ayda Anadolu’daki hemen tüm karayolu bu sürgün gruplarıyla doldu. Onları her vadiden geçerken ve hemen her dağın eteklerine tırmanırken görebilirdiniz. Nereye gittiklerini bilmeksizin yürüyüp duruyorlardı. Köyler, kasabalar Ermeni nüfusundan temizleniyordu. Bu 6 ay boyunca bilindiği kadarıyla yaklaşık 1.200.000 insan Suriye çöllerine doğru yola düştü.

İttihatçılara bakılırsa bu yeni ülkeye Ermenileri yerleştirmek gibi bir düşünceleri yoktu. Çoğunluğunun asla varamayacağını ve varmaya başaranların da açlıktan ve susuzluktan öleceklerini, vahşi çöl aşiretlerince öldürüleceklerini biliyorlardı. Tehcirin gerçek amacı, soygun ve imhaydı. İttihatçı otoriteler, tehcir emrini vererek bir ırkın ölüm emrini veriyor, bir ırkın ölüm ilanını çıkarmış oluyorlardı. Bunu iyi biliyorlardı.

Ermeniler 2500 yıldır yaşadıkları evlerden ayrılırken “‘bizim için dua edin’ diyorlardı. Bu dünyada tekrar görüşemeyiz ama bir gün mutlaka karşılaşırız. Bizim için dua edin!” Osmanlı mezalimi dönemin Halep Konsolosluk raporları ile ABD Dışişleri Bakanlığı’nın kayıtlarında bulunan raporlarda Talat ile Enver’in gerçek niyetinin Ermenileri imhası olduğunu göstermektedir.

Bağdat üstünden Res ül Ayn’a oradan Halep’e ulaşacak kafilenin başına neler geldiği konsolosluk raporlarında kayıtlıdır. Sivas’tan gelen bir başka kafile, Harput’tan gelen kafileye katılmış böylelikle sayıları 18.000’e çıkmıştı. 17 gün sonra 18.000’den fazla olan kafileden sadece 150 kadın ve çocuk ulaşmayı başarmıştı. En korkunç sahneler ırmak kenarlarında özellikle Fırat’ta gerçekleşiyordu. Bazen ırmağı geçerken jandarmalar kadınları suya itiyor, yüzmeye çalışan herkese ateş ediyorlardı. Bazen kadınlar namuslarını kurtarmak adına çocukları kollarında ırmağa kendileri atıyordu.

Ara Sarafyan; Margenthau’nun öyküsü Osmanlı Türkiye’sine açılmış iddianamedir

Ermenilere reva görülen ve ağır sonuçları ortaya çıkan tehcir ve kırımlardan sonra Büyükelçi ile Talat arasında geçen konuşmalardan, el değiştiren zenginliklerden başka şimdi de Talat Amerika’da Ermenilerin poliçelerine göz koymuştur. Bir gün Talat ile konuşurken “Amerikan yaşam sigortası şirketlerinde poliçe sahiplerinin listesini isterken tutuldum kaldım” demektedir.

“‘Keşke’ dedi Talat “Amerikan hayat sigortası kumpanyalarının bize Ermeni poliçe sahiplerinin tam bir listesini vermesine yardımcı olsan. Hepsi şimdi ölü sayılır. Arkalarında parayı alacak varisleri yok. Tabii ki hepsinin devlete mahlul olması lazım, zira hak sahibi şimdi hükümettir. Öyle değil mi?” derken

“Bu kadarı da fazlaydı kendimi kaybettim”,

“Benden böyle bir liste alamazsın dedim ve arkamı dönüp çıktım.”

Anadolu’da ekonomiyi ellerinde bulunduran Ermeniler sevk edildikten sonra sıkıntıların ortaya çıkması kaçınılmaz olmuştur. Böylelikle bazı Ermeniler zanaat ve ticarette yerlerini dolduracak kişiler olmadığı için ölümden kurtulmuşlardır. “Şayet insani hesapları umursamıyorsan bile, maddi ziyanı düşün. Bu insanlar sizin tacirleriniz, endüstrilerinizi onlar kontrol ediyorlar. Büyük vergi ödüyorlar. Onlar olmazsa siz ne yapacaksınız’ dedim.”

“Ticari ziyanı umursamıyoruz. Her şeyi hesapladık ve 5 milyon liradan fazla olacağını biliyoruz. Pek mühim değil. Sizi Ermeni siyasetimizin sabit olduğunu her halükarda değiştirmeyeceğimizi söylemek için çağırdım. Anadolu’nun hiçbir yerinde Ermeni kalmayacak, ancak çölde yaşayabilirler’ dedi.”

Eğer bir ırkı katletme planı başarılı olacak ise iki hazırlık aşamasında geçmeliydi. Tüm Ermeni askerlerinin güçsüz kılınması ve her kent ve kasabadaki Ermenilerin silahlarının alınması gerekecekti. ABD konsolosluk kayıtlarında da bulunan mesela Harput’ta yol çalışma bahanesiyle götürülen 2.000 Ermeni bir daha geri dönmedi. Sonra cesetleri bir mağarada bulundu. Yine Van’da savaş başladığında hükümet Van’ın ılımlı valisi Tahsin Paşa’yı geri çağırarak yerine Enver Paşa’nın kayınbiraderi Cevdet Bey’i getirdi. Cevdet Bey’in ünü tüm Ermenistan’a yayılmıştı. Cevdet Bey, ülkenin her köşesinde “Başkale Nalbandı” olarak biliniyordu. Çünkü bu işkence uzmanı, Ermeni kurbanlarının ayaklarına at nalı çakmakla tanınıyordu.

İcraatlarına Van’ın kendisine 4.000 asker vermesini talep ederek başladı. Daha önce, neler olduğunu hesaba kattığımızda bu talebin altında yatan amacı kolaylıkla anlayabilirdik. Cevdet nüfusun tümünü yok etmeye hazırlanıyordu. “İsyan” gerekçesiyle “asiler tek bir mermi atsınlar” dedi, bütün Hıristiyan erkeklerini, kadınlarını ve (elini diz hizasına getirerek) “bu boydaki evlatlarını öldürürüm” tehdidinde bulunuyordu.

Çocuklarınıza “Eli kanlı Talat” ismini verebilirsiniz …

R.T.Erdoğan’ın Amerika ziyaretinin ardından gelen skandal açıklamalarda “Ermenilerin göçebe” oldukları ile “soykırım konusunu tarihçilere” bırakalım sözleri gerçeği yansıtmamaktadır. Tarihçilere bırakalım sözü, soykırım gerçekliğinin karartılması için içi boş söylemden başka anlamı olmayan bir çıkıştır. 2.500 yıldır yaşadıkları topraklardan yok edilen bir ulusun akıbeti “tarihçiler”in işi değildir. Soykırım suçu, bir insanlık suçu ve siyasi bir vaka olduğu için, TC’nin uluslararası mahkemelerde yargılanması sorunudur.

Ruwanda’da Tutsiler, Yugoslavya’da Boşnaklar, Almanya’da Yahudilere karşı işlenen suçlar “İnsanlığa Karşı İşlenen Suçlar” olarak görüldüğü için mahkemelere taşınmıştır. Çözülemeyen, üstüne üstlük inkar edilen ve hatta Ermenileri suçlu göstermek için milyonlarca dolarlar harcanarak karartılmaya çalışılan bu sorun, TC’nin uluslararası mahkemelerde yargılanması ile sonuçlanacaktır. Bir yüz yıl dahi geçse Ermeni halkı bu işin peşini bırakmayacaktır.

Ermeni Soykırımı’nın dünyada tanınması için çalışmaları ile tanınan J. Lepsius, A.T.Werner, R.Lemkin gibi önemli şahsiyetler gibi Henry Margenthau da özel çabaları, emek ve gayreti ile Ermeni dostu olarak tarihte geçmiştir. Döneme ait tüm belge bilgi ve yazışmalar bugün konsolosluk arşivlerinde muhafaza edilirken, sıkça başvurulan kaynaklar olmuştur.

Temsilciler Meclisi’nde alınan Ermeni Soykırımı kararından sonra İyi Parti milletvekili ve parti sözcüsü Yavuz Ağıralioğlu “biz çocuklarımıza Enver, Cemal ve Talat ismini verme kararımızla buna mukabele ediyoruz. Bu münasebetsizlik devam ederse kız çocuklarımıza da dahil herkese Talat ismini veririz” dedi. Bu tavır soykırımın yeniden ve yeniden üretildiğinin en büyük göstergesidir.

Suç işlenmeye, soykırım zihinlerde sürdürülmeye devam edilmektedir. Bunu başta Türk halkı olmak üzere, hiçbir halk kabul etmemelidir. Hakim sınıflar “eli kanlı Talat” isminin utancıyla yaşamayı isteyebilirler! Ancak Türk halkı mazlum Ermeni halkının acısını yüreğinde hissetmelidir. Hissetmelidir ki bir daha bu acılar yaşanmasın!

9427

Agop Ekmekciyan

Özellikle azınlıklar üzerine yazdığı yazılarıyla tanıdığımız yazarımız,diğer birçok konuda da makaleleriyle tanınmaktadır.

agop@kaypakkaya-partizan.net(Hazırlanıyor)

Agop Ekmekciyan

ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de  aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)

Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)

Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?

Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?

Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.

SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..

“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”

“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)

7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.

İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor

Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.

Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.

3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?

Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.

Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)

Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.

Emperyalizm Üzerine Notlar-7

Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler

Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve  bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde  emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.

Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek

Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.

Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi

Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)

Sayfalar