Cuma Mayıs 3, 2024

“Yarı-Feodal” Brezilya...?

 11.01.2013 tarihinde Özgür Gelecek gazetesinin internet portalında; “Süreç devrimcilerin lehine dönecektir!” adlı bir yazı okudum. Sanırım Brezilya Komünist Partisi (Maoist)’e ait. Yazının altında böyle bir imza yoktu. İsim konusunda yanılmış olabilirim. Burası çok önemli değil. Benim açımdan önemli olan, yazının Brezilya ile ilgili değerlendirmesiydi. Esas olarak da, böyle bir değerlendirme yazısının kendine “Maoist” diyen bir örgüt tarafından yapılmasıdır. Eğer, kendisini “Maoist” olarak adlandırmasaydı, böyle bir yazı yazma ihtiyacı da duymazdım.

 

Gelişen teknoloji sayesinde, insanlar, nerede ne oluyor anında  takip edebiliyor, gelişmelerden haberdar olabiliyor. Ayrıca, bir ülkeyi tahlil etmek için de gidip görmek gerekmiyor.

 

Yazı da dikkatimi çeken, Brezilya’nın “yarı-feodal” değerlendirilmesiydi. Şöyle tanımlanıyor: “Ülkemizle ilgili mevcut değerlendirmemiz bürokratik kapitalist ve gelişmekte olan yarı-sömürge, yarı-feodal yapıdır.“

 

Yukarıda da belirtiğim gibi, internet sayesinde bütün ülkeler ve o ülkelerdeki gelişmeler elinin altında oluyor. Ve hatta nasıl ki TÜİK’in verileri izlenebiliyorsa, diğer ülkelerdeki istatistik kurumların verileri de aynı şekilde izlenebiliyor.

 

Söz konusu örgüt, hangi verilerden ve hangi kriterlerden hareketle Brezilya’yı „yarı-feodal“ değerlendiyor bilmiyorum. Ancak, ben Brezilya’nın kapitalist olduğunu ve Türkiye’deki kapitalist gelişmeden daha ileri düzeyde olduğunu biliyorum.

 

Burada, Brezilya’nın sosyo-ekonomik yapısını inceleyecek durumumuz yok. Ancak, bazı istatistiki veriler, bir ülkenin ekonomik ve toplumsal durmunun ne olduğu konusunda yaklaşık olarak bir fikir verebilir.

 

Brezilya, 2010 yılı verilerinden hareket edilirse, GSYİH açısından dünyanın 8. Ekonomisi. Ancak, 2013’de 7. sıraya çıkarak, İngiltere’nin önüne geçeceği tahmin ediliyor.

 

Bir ülkenin toplumsal yapısı, yaklaşık olarak, aşağıdaki verilerden çıkarılabilir:

 

(Bir) Brezilyz'da şehirleşme oranı ise % 87,4’dir. Bu oran, en gelişmiş kapitalist emperyalist ülkelerin bazılarından bile ileri düzeydedir. Köylülüğün en kısa zamanda en fazla mülksüzleştirildiği ve şehirlere sürüldüğü ülkelerin başında Brezilya gelir. Amazon ormanların derinliklerinde bir kaç yerli kabile kaldı, onları da kapitalist pazara bağlamanın uğraşı içindeler. Adı geçen örgüt, bu kabilelere bakarak mı „yarı-feodal“ tesbiti yapıyor, demeye dilim varmıyor.

 

(İki) Brezilya’da, ekonomik sektörlerin GSMH’ya katkıları ise sırasıya şöyledir: Tarım: % 5,5, sanayi, % 27,5 ve hizmetlerin katkısı ise % 67,0’dır. 

 

(Üç)  Yine, çalışan nüfusun % 17,4’ü tarımda, % 22,6’sı sanayide ve % 59,7’si ise hizmet sektöründe çalışmaktadır. Tarım da çalışanların da büyük bir bölümünün tarım işçisi olduğu gözönüne alınmalıdır. Çünkü toprakların büyük bir bölümü büyük çiftlik sahiplerinin elindedir. Ve bir çok emperyalist ülkenin Brezilya’da dev tarım işletmeleri söz konusudur.

 

Dünyanın 7. Büyük ekonomisi olan  Brezilya’nın kapitalist iç pazara bağlanmayan hiç bir yerleşim yeri kalmamıştır. Bunu şehirleşme oranından çıkarabiliriz. Yaklaşık 200 milyon nüfusuyla büyük bir ülke olan Brezilya, 107 milyon aktif olarak çalışana sahiptir. 

 

Dünyanın en büyük ihraçatçı ülkeler sıralamasında yeri 24. sıradadır. Dış ticaret fazlası veren bir kaç ülkeden birisidir. Dünya tarım ürünleri ihracatında, ABD ve AB’den sonra 3. sırada yer almaktadır.

 

 

Yazı da şöyle bir veri de var: "Toplam toprak sahiplerinin % 1’i toplam toprağın % 50’sine sahiptir.  ....  Bu alan 200 milyon hektardır, yani toplam toprak mülkünün yarısıdır." Bunun anlamı; ekilebilir toprakların yarısı tarımla uğraşanların % 1'nin elinde toplanmış. Bu, köylünün topraksızlaştırılması ve üretim aracı olarak toprağın belli ellerde yoğunlaşmasının bir ifadesidir.

 

 

Brezilya’da yoksulluk büyüktür. Özellikle kırsal alanda yaşayan köylülerin ve tarım işçilerinin yoksulluğu ön planda iken, mülksüzlerin aktığı şehirler de birer devasa yoksulluk merkezleri haline gelmiştir. Toprak sahipleri ile tarım işçileri arasında sıklıkla çatışmalar yaşanırken, toprak sahipleri işçilere yönelik yer yer katliamlara varan baskılar uygulamaktadır. ILO’nun 2004 verilerine göre, tarımda, yaklaşık 25 bin köle işçi çalıştırılmaktadır. Bugün de bu uygulama bütünüyle ortadan kalkmış değildir. Hem paramiliter güçlerle hem de devletin resmi güvenlik güçleriyle işçilere ağır baskılar uygulanmaktadır. Aynı şekilde, şehirlerin yoksul yerleşim alanlarında devletin katliamlar uyguladığı bilinmektedir.

 

Bunları, kısa notlar halinde buraya aktarmamın nedeni; kapitalizmi, toplumsal bir zenginlik olarak gören anlayışların yanlışlığıdır. Kapitalizm, bir avuç burjuvazinin zenginliği pahasına,  kitlelerin muazzam ölçüde mülksüzleştilmesi ve yoksullaştırılması demektir. 

 

Brezilya’da kitlelerin yoksulluğuna ve devletin baskılarına bakarak, ülke „yarı-feodal“ değerlendiriliyorsa, büyük bir yanılgıdır. Daha doğrusu, bu, kapitalizmi „refah toplumu“ gösteren burjuvaziye hak veren bir yaklaşım olur. 

 

Acaba, Maoistler bulundukları ülkeleri böyle değerlendirmek mecburiyetinde mi? Özellikle de yarı-sömürge bağımlı ülkelerdeki Maoistler, kendi ülkelerini „yarı-feodal“ değerlendirme yükümlülüğü mü taşıyorlar? Mao, Çin’i yarı-feodal değrlendirdi diye, kendine „maoist“ diyen siyasal yapılar da aynı Mao’nun Çin’i değrlendirdiği gibi, kendi ülkelerini de Mao’ya bakarak mı değerlendirmek zorundalar? Yoksa Mao; „hangi ülke olursa olsun bütün yarı-sömürgeler aynı zamanda yarı-feodal“ mi demiş! Ya da Mao; bilimsel olun, araştırma yapmadan basma kalıp ve yüzeysel bir şekilde kendi kafanızın içindeki öznel şablonlara mı sosyal olguları yerleştirin“ demiş? 

 

Ya da 

 

Mao; „Gerçeği pratik içinde keşfedin ve gene pratik içinde kanıtlayıp geliştirin“ yerine, sübjektif dünyanızı gerçeklerin yerine mi geçirin demiş? 

 

Elbette hayır! Mao, ML bilimi kendine rehber edinmişti. Bu nedenle de ML geliştirerek MLM düzeyine ilerletebildi.

 

Mao, Çin’i ML bilimin ışığında değerlendirdi ve ona göre devrimin strateji ve taktiklerini geliştirerek Çin Devrimi’ne önderlik ederek devrimi başarabildi. Mao’yu yanlış kavrayanlar ise, onu ML özünü alacakları yere, onun Çin özgülündeki değerlendirmelerini birebir kendi ülkelerine uygulamaya çalışıyorlar. Yalnış olan burasıdır.

 

 Bir çok ülkede, kendine Maocu diyen kimi örgütlerin durumu böyledir dense pek de abartılı bir saptama olmayacaktır.

 

Kısacası, Mao gibi enternasyonal proletaryanın ML bir ustasını, sübjektif ve dogmatik sığ anlayışlara alet edilmesine karşı sessiz kalmak doğru olmasa gerek….

 

                                                         ***14.01.2013 

108672

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Halkın günlüğü gazetesinde yayımlanan bu makaleyi yerinde ve doğru tespitlerinden ayrıca Kaypakkaya'yı anlama ve algılama yönünden değerli bir yazı olması sebebiyle okumanızı tavsiye ederiz.

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Kaypakkaya’yı sevmek (Deniz Faruk Zeren)

Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!

Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zındanlarıyla tanışıyor!

Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay haline!

Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var?

On yıllar önce katledilmiş, katilleri açığa çıkarılmak bir yana korunup gizlenmiş, mezarına giden yollara bile karakollar kurulmuş, adına yazılan şarkılar yasaklanmış bu insan güzeli, İbrahim Kaypakkaya’yı sevmek neden suç?

“Özgür yaşa ya da öl” (Nubar Ozanyan)

Sömürgecilik pratiği ve politikası hemen her yerde ve anda benzerlikler taşımaktadır. Amerika’dan Fransa’ya, Hollanda’dan Portekiz-İspanya’ya uzanan sömürgeci tarihin işgal ve yıkıma dayalı ayak izleri hep aynıdır. Sözde yoksul ve geri kalmış ülkelere medeniyet götüren uygar ülkeler(!) sömürgeci tarihlerini kolonyal çıkarlarına göre yazarlarken yerli halklar ise tarihi direniş ve isyanla yazmaktadır. Bu hikaye, yeni biçim ve kodlarda sürdürülse de özü ve gerçekliği hep aynı kalmaktadır.

Kaypakkaya ardılı hareketin bölünme ve ‘birlik” sorunu üzerine

  1. Çok parçalılık, bölünme/kopuşma ve ayrışma sorunu.

‘Yakın tarih’ olarak, 1968 süreci ve 1970 başlarında ortaya çıkışı itibariyle ele alındığında görülecektir ki Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi (TKKDH), sınıflı toplum gerçekliğinin doğal bir gereği olarak da zaten parçalı/çok bölüklü olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu, elbette anlaşılır ve kabul edilebilir bir durumdur.

Sınıf Savaşımı Uzun Bir Yürüyüştür

Bugün karşı karşıya olduğumuz yoksulluk tablosu, kapitalist gelişmenin ve sermaye birikiminin kaçınılmaz sonucudur. Yaratılan zenginlikler bir tarafta birikirken diğer tarafta ise yoksullaşma ve yıkım büyümektedir. Bu, kapitalizmin genel yasasıdır. Proletaryanın yoksullaşması, bir avuç egemen sınıfın ise zenginliğine zenginlik katmasıdır.

KATLİAMININ 30. YILINDA MADIMAK VE ES GEÇİLEN BAŞBAĞLAR.

Sözüm öncelikle komünist ve sol- sosyalist kesime: Ne zaman gerçek anlamıyla adil olmayı ve çifte sıtandartçı yaklaşımları terk etmeyi başaracağız acaba? Ne zaman 'bizim cenah' dediğimiz kesimlerce de  halka karşı işlenmiş ağır  suçları tereddütsüzce kınayacağız acaba?

Çok genelleme yaparak, üzerinde durmak istediğim esas konuyu bunun gölgesinde silikleştirmek  istemiyorum.

Her 2 Temmuz'da Madımak katliamı kınanırken; Başbağlar katliamı neden sessizce es geçiliyor acaba?

Komünistlerin Birliği Çağrılarına Dair

MKP’li arkadaşlar, arada kısa molalar vermekle birlikte, uzunca bir süreden beridir ki komünistlerin birleşmesi gerektiğine dair çağrılar yapmaktalar. Ve mütemadiyen yakınıp durmaktalar: "Muhataplarımızdan yanıt alamıyoruz" diye. 

Evet, görüldüğü kadarıyla muhatapları bu çağrılara ilgisiz olmalılar ki, yanıt vermiyorlar. MKP’li arkadaşlar da kendilerince bir basınç oluşturma adına; adeta Temcit pilavı misali, her fırsatta bu çağrılarını yinelemekte ve muhataplarını kamuoyuna şikâyet edip durmaktalar.

Aşka ve Hayata Dair Tutkulu Dizeler

“Şiirsiz toplum eksiktir.

Şiirsiz insan yalnızdır.”[1]

 

İzmir’in Şakran 2. Nolu T-Tipi Zindanı’nda yatan Hasan Şeker’in, ‘İki Acı Esinti’[2] başlıklı şiir kitabı; aşka ve hayata dair tutkulu dizeleriyle çıkageldi postadan…

Avrupa da İbrahim olmak!

18 Mayıs 1973‘den bugüne Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledilişinin ellinci yılı.

50 yıldır söndürülemeyen meşaledir İbrahim Kaypakkaya!! Bu yazının amacı İbrahim Kaypakkaya‘yı anlatmak değil, Onu anlatan onlarca yazı yayınlandı bu yazı da başlıktan da anlaşılacağı üzere İbrahim Kaypakkaya‘yı Avrupa‘da anan ardıllarının pratik, teorik düzlemde, Kaypakkaya‘yı nasıl andıkları? Neyi, nasıl, ne kadar anladıklarını  irdelemek  bu yazının amacı.

“Devrimci Eylem Birliği” ve “Kaypakkayacı Güçlerin Birliği” Meselesi

Türk hakim sınıfları cumhuriyetlerinin ikinci yüzyılına hazırlanırken kendilerini yeniden örgütlüyorlar. Coğrafyamız komünist hareketinin önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed zindanında 18 Mayıs 1973 tarihinde katledilmesinin 50. yılında sınıf düşmanlarımız ikinci yüzyıllarına hazırlanıyor.

MLPD'nin Türkiye'deki seçim sonuçlarına ilişkin açık mektubu.

Sol ittifak için önemli bir başarı

Sayfalar