Perşembe Mayıs 2, 2024

1 Mayıs 2014; Son Sözü Direnenler Söyler!

2014 1 Mayıs’ı; baskı, şiddete ve tüm engellemelere karşın yine büyük bir coşku ve kararlılıkla işçi ve emekçiler tarafından kutlandı.

2014 1 Mayıs’ını diğer 1 Mayıs’lardan ayıran en önemli yan, Gezi İsyanı sonrasında yaşanan ilk 1 Mayıs olmasıydı. Haziran İsyanın da, göğü fethe çıkan yığınların, kendi yaşamına dair her yerde sesini yüksek sözle söylemesi, giderek özneleşmesi, gücünün ve kudretinin farkına varması, toplumsal mücadeleye yeni bir soluğun katılması anlamına geliyordu.

Gezi İsyanından bugüne yaşananlar, kitlelerin her gündem vesilesiyle sokakları terk etmeyen gerçekliği, sınıf mücadelesinin ivmesini ve tansiyonu yükseltti. Tam da yığınların kendi ürettiği bir slogan olan “bu daha başlangıç mücadeleye devam” şiarında kimlik kazandığı gibi kitleler, mücadele etmekte kararlıydı. 

Geçen tüm yaz ayları boyunca; inişli çıkışlı, kimi zaman lokal düzeyde kimi zamanda çok hızlı bir şekilde, birbirini tetikleyen ve ülkenin dört bir tarafına yayılan ama hiç dinmeyen direnişin; toplumsal muhalefetin tüm koordinatlarına dair yeni özgünlükler kattığını söylemek mümkün.

 Kısaca, ODTÜ’de üniversite öğrencilerinden Tuzluçayır’da Alevilere, Antakya’da Arap Alevilerinden Kadıköy’ün orta sınıf denilebilecek sakinlerine; 17–25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet gündemlerinden sansüre ve elbette tüm bu süre içinde bu direnişlerden beslenen ve aynı zamanda direnişe güç veren taraftar gruplarının hiç dinmeyen sesinden söz edilebilir.

Everday I’m Çapuling

Gezi İsyanının açığa çıkardığı yeni söylem, yeni eylem formatları ve biçimleri, elbette gelişmelere yönelik sunduğu orantısız zekâ ürünü espri dilinin toplumsal muhalefet algımızda belli başlı değişiklikler getirdiğini de eklemek gerekir.

Bizim açımızdan, kimi toplumsal, sosyal gerçekliliklere dayansa da politik dil, muhalefet eylem ve biçimlerimizde artık gelenekselleşen kimi yanlarımız üzerinde sarsıcı etkileri olması gerektiğini kabul etmeliyiz.

Gezi İsyanının yarattığı toplumsal dalgalanmadan etkilenen geniş kesimlerin varlığı bizi bu değişime zorunlu kılmaktadır. Gezi İsyanının birinci yıldönümünün yaklaştığı bugünlerde bu konu üzerinde etraflıca durmak, toplumsal muhalefete, farklı sınıf ve katmanlardan oluşan toplumun zenginliklerine dair algımız üzerinde daha fazla durmak ve daha derinlikli tartışmalar yürütmek gerekecektir.

Gezi İsyanından bugüne gelenek olarak bu yönde yürüttüğümüz tartışmaların, belli değişiklikler yarattığına şüphe yoktur. Kuşku yok ki bu, bizi bugün “Gezi kitlesi” olarak tarif edilen toplumsal kesimlere yaklaştıracak, aramızda ki görünmez duvarları da yerle bir edecektir. Bu anlamda hareket tarzı, yönelim ve gündemlerin ele alınışı bağlamında attığımız adımların ve ortaya koyduğumuz pek çok pratiğin umudumuzu büyüttüğünü dile getirmeliyiz.

2014 1 Mayısı’na işte kısaca açmaya çalıştığım bu tablo içinde girdik. 1 Mayıs hazırlıklarında, İstanbul’da sözünü ettiğim bu algının izlerini gördüğümü söylemem mümkün. Partizan’ın 1 Mayıs afişinden, çalışmalarda dillendirdiği gündemlere ve Gezi’den çıkan “örgütlenmeye daha fazla ağırlık verilmesi” mesajından hareketle hazırlıkların çok fazla dağıtılmadan yürütülmesine kadar bu düzlemde pek çok örnek sıralanabilir.

Bu yıl İstanbul’da önceki yıla oranla daha etkili, görünür ve canlı bir 1 Mayıs hazırlık süreci geçirdiğimizi söyleyebiliriz. Bulunduğumuz alanlarla, bize en yakın mahallerde faaliyet yürütme anlayışıyla ve çoğu alanda yapılan geniş toplantılarla yürütülen 1 Mayıs çalışmalarının oldukça verimli geçtiğini söylemeliyiz.

Bu çalışmalar sırasında dikkatimi çeken en önemli olgu, Partizan olarak Gezi isyanı ve sonrasında takip eden süreçte sergilediğimiz militan duruşun ve politik söylemimizin, Gezi’yle politikleşen gençlik üzerinde belli bir etki yarattığıdır. Faaliyete birçok mahallede, çok sayıda yeni gencin dâhil olması da bunu gösteriyor.

Bizi arayıp soran, bize ulaşan ve çevremizde biriken belli bir kesimden söz etmek yanlış olmayacaktır. 1 Mayıs hazırlıkları, doğrudan faaliyetimizin olmadığı, ilişkilerimizin olduğu alanlarda da oldukça hareketli geçmiştir. Bu durumun Gezi’nin kitlemiz üzerinde ki etkisi olduğu tespiti yanlış olmayacaktır.

Taksim Asıl Size Yasak

Hazırlıkların kitle faaliyetinin yanı sıra teknik anlamda da geçen yıla oranla verimli geçtiği 1 Mayıs günü sergilediğimiz performansla da açığa çıkmıştır.

Devletin, 1 Mayıs’ı yasaklamaya dair atacağı adımlar önceden tartışılmış buna karşılık belli önlemler alınmış, toplanma noktası belirlenmiş, belli bir hareket planı çıkarılmıştır.

Her ne kadar toplanma noktamız, devletin Mecidiyeköy’den Şişli, Beşiktaş ve Unkapanı’na, neredeyse bir bütün bölgeyi işgal altına alan tavrına kurban gitse de esas olarak kitlemizi toplamada, bir arada tutmada ve örgütlü davranma da başarılı bir sınav verildiğini düşünüyorum.

1 Mayıs gününe ilişkin yaptığımız iş bölümlerinin bizi daha görsel kıldığı, çatışmalarda daha etkili olmamızı sağladığını da bir kez daha gördük. A-p’den, eldivencilere, saldırı grubundan gözcülere kadar yapılan iş bölümleri, küçük gibi görünse de devlet güçleriyle karşı karşıya gelindiğinde hayati bir önem kazanmıştır.

SSK Okmeydanı Hastanesi önünde barikatın en önünde militanca sergilediğimiz direniş sonrasında, devrimci kurumlarla görüşerek DİSK binasına çıkma kararı ve burada ki duruşun bizim açımızdan başarılı olduğunu düşünüyorum. Bu süre içinde polisin azgın saldırılarına rağmen kitlemizi büyük oranda korumayı, örgütlü hareket etmeyi ve düşmana yeniden yönelmeyi başardık.

 DİSK binası önüne geldiğimizde kendimize yaptığımız “büyük kalkanın” ne kadar işe yaradığını, TOMA ile karşı karşıya geldiğimizde bir kez daha anladım. “Kalkan” bir taraftan bizi gaz bombalarına karşı korudu bir yandan TOMA’nın tazyikli suyuna öte yandan kendimizi kitleye anlatmamızı ve görünür olmamızı sağladı. SSK önünden Bomonti ve DİSK önüne kadar yaptığımız hazırlıklarla, caddeleri sloganlarımızla doldurmuştuk ama tüm gözlerin çevrili olduğu DİSK önünde ki bu çıkışımız bizim açımızdan 1 Mayıs’ın havasını değiştirdi.

Burada pasif bir direnişten öte düşman güçlerinin üzerine giden pratiğimizin diğer devrimci dostlarımızı da etkilediğini söylemem abartı olmayacaktır. Buraya gelirken kitlenin arasından yol aldığımızda bize eşlik eden alkışların anlattığı da buydu.

DİSK önünde önceden tartışıp, hazırlık yaparak belli bir plan dâhilinde yaptığımız “taarruzların” ortamın havasını değiştirdiğini düşünüyorum.

Tüm bu süre içinde neredeyse hiçbir yoldaştan bir sızlanma, yakınma sözünün çıkmaması, her yoldaşın görevine dört elle sarılması da ortaya çıkan enerjiyi yansıtıyordu. SSK önünden son olarak DİSK önüne kadar devam eden direniş boyunca, bir Partizan olarak, Kaypakkaya’nın yolundan yürümenin haklı gururu ve onurunu yaşadım. Barikat başında düşman kaşırsında Partizan’ın duruşu bu gurunun nedeniydi. Elbette tek neden bu değildi. Emek harcayarak, bedel ödeyerek yarattığımız değerlerin kitle de bulduğu karşılık moralimi ve motivasyonumu, geleneğimize, hareketimize olan bağlılığımı da artırdı.

Gün içinde bizi görünce “bende sizi arıyordum” diyen, biz yer değiştirince bizimle gelen, gittiğimiz sokağa çıkan çok sayıda insanın varlığı da bunu gösteriyordu.

Sonuç itibariyle bize Taksim’i yasaklayanlara, “1 Mayıs işçi bayramınızı kutlayamazsınız” diyenlere “Taksim asıl size yasak” demiş olduk. Haklılığımızdan aldığımız güçle direnişi ilmek ilmek Partizanca ördük.

Direnişimize Daha Geniş Yığınları Katalım

1 Mayıs ve Partizan olarak sergilediğimiz duruş üzerine bir şeyler söylemek doğallığın da kimi eksiklere dikkat çekme ihtiyacını da açığa çıkarıyor.

Bu, daha örgütlü olmak, direnişi daha fazla büyütmek ve daha geniş kitlerle ulaşmak açısından bir ihtiyaç.

Sözgelimi, teknik anlamda yapmayı düşündüğümüz ve düşman güçlerinin korkusu olan kimi teknik hazırlıklar konusunda önümüzdeki yıllarda daha yaratıcı olmak gerektiği anlaşılıyor.

Devletin kapsamlı hazırlıkları, önceden yaptığı operasyonlar bizi daha dikkatli davranmaya doğallığında sevk ediyor. Bu durum, teknik hazırlıklarımızı yapmamızı da zorlaştırıyor. Kimi zaman da engelliyor. Buna alternatif olarak hazırlıkların, alana parça parça getirilerek son halinin alanda oldukça kitlesel olan, kalabalığın içinde yapılmasının olanakları vardır.

Öte yandan, kimi devrimci kurumların yaptığı portatif, küçük kalkan vb. hazırlıkların düşman güçlerinin saldırıları karşısında ne kadar etkin olduğunu gördük. Bunlar basitçe yapılabilecek hazırlıklardır. Kitlenin organizasyonu geçen yıla göre daha iyi olmakla birlikte daha da iyi olabilirdi.

Mesela, kitle içinde herkesin bir görevinin olması mantığından hareketle, propaganda, keşifçiler, saldırı grubu, savunma grubu, kültür-sanat gruplarına daha fazla ağırlık vermek gerekiyor.

Örneğin DİSK arkasında çatışma saatlerce sürdü. Bu süre içinde biz kitlenin içinden geçerek buraya gittik. Yol boyunca çevremizde toplanan kalabalığı daha etkili ajitasyonlarla bizimle birlikte hareket etmeye ikna edebilirdik. Bunlar hiç yapılmayan şeyler değil. Hatta geçen yıla göre birkaç adım ilerdeyiz. Ama daha iyisini ve güzelini neden yapmayalım ki?

Ya da mesela, önde çatışan grup dışında, gazdan etkilenen ve barikat başına gelemeyen ama çevrede duran yoğun bir kitleyle halay çekilebilir, beraber direniş türküleri söylenebilirdi.

Deneyimlerimizi Paylaşalım!

Bu süreç boyunca en önemli yanın görünür olmak olduğunu söyleyebilirim. Bizim öteden beri eksik olduğumuz bu yan üzerine daha fazla durmamız gerekiyor. Bu anlamda önlükler, flamalar, fularla, vb. araçlara daha fazla ağırlık vermek gerekiyor. Bu yıl bu hedefle hazırlanan flamalar, bu açıdan ileri bir adım olmuştur.

Buna bağlı olarak video, kamera çekimini de organize etmek doğru olacaktır. Bu yıl bu anlamda da belli hazırlıklar ve tartışmalar yürüttük, belli başlı adımlarda attık. Bunları daha profesyonel hale getirmek ve bir davranış biçimi haline getirmek önemli.

Bitirirken tüm bu sürecin, tam bir döngünün tamamlanabilmesi için, gerek hazırlıklar sırasında gerekse de eylem sırası ve sonrasında tanıştığımız ilişkilerin peşine düşmek vazgeçilmez. Kitlenin özelliklede gençliğin içinde azımsanmayacak bir Partizan sempatisi varken bunu ıskalamamak gerekiyor. Bunun ilk adımı olarak tüm yoldaşların 1 Mayıs’ta yaşadıkları deneyimleri paylaşmaları gerektiğini düşünüyor ve açık çağrı yapıyorum!

2014 1 Mayıs’ Partizan olarak daha nitelikli bir hazırlığın, daha organizeli bir duruşun, militanca sergilendiği bir yıl oldu. Bize bayramımızı dar etmek isteyenlere Partizanca direnişimizle yanıt olduk, bundan sonrada olacağız!

(İstanbul'dan Bir Partizan)

96912

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Halkın günlüğü gazetesinde yayımlanan bu makaleyi yerinde ve doğru tespitlerinden ayrıca Kaypakkaya'yı anlama ve algılama yönünden değerli bir yazı olması sebebiyle okumanızı tavsiye ederiz.

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Kaypakkaya’yı sevmek (Deniz Faruk Zeren)

Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!

Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zındanlarıyla tanışıyor!

Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay haline!

Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var?

On yıllar önce katledilmiş, katilleri açığa çıkarılmak bir yana korunup gizlenmiş, mezarına giden yollara bile karakollar kurulmuş, adına yazılan şarkılar yasaklanmış bu insan güzeli, İbrahim Kaypakkaya’yı sevmek neden suç?

“Özgür yaşa ya da öl” (Nubar Ozanyan)

Sömürgecilik pratiği ve politikası hemen her yerde ve anda benzerlikler taşımaktadır. Amerika’dan Fransa’ya, Hollanda’dan Portekiz-İspanya’ya uzanan sömürgeci tarihin işgal ve yıkıma dayalı ayak izleri hep aynıdır. Sözde yoksul ve geri kalmış ülkelere medeniyet götüren uygar ülkeler(!) sömürgeci tarihlerini kolonyal çıkarlarına göre yazarlarken yerli halklar ise tarihi direniş ve isyanla yazmaktadır. Bu hikaye, yeni biçim ve kodlarda sürdürülse de özü ve gerçekliği hep aynı kalmaktadır.

Kaypakkaya ardılı hareketin bölünme ve ‘birlik” sorunu üzerine

  1. Çok parçalılık, bölünme/kopuşma ve ayrışma sorunu.

‘Yakın tarih’ olarak, 1968 süreci ve 1970 başlarında ortaya çıkışı itibariyle ele alındığında görülecektir ki Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi (TKKDH), sınıflı toplum gerçekliğinin doğal bir gereği olarak da zaten parçalı/çok bölüklü olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu, elbette anlaşılır ve kabul edilebilir bir durumdur.

Sınıf Savaşımı Uzun Bir Yürüyüştür

Bugün karşı karşıya olduğumuz yoksulluk tablosu, kapitalist gelişmenin ve sermaye birikiminin kaçınılmaz sonucudur. Yaratılan zenginlikler bir tarafta birikirken diğer tarafta ise yoksullaşma ve yıkım büyümektedir. Bu, kapitalizmin genel yasasıdır. Proletaryanın yoksullaşması, bir avuç egemen sınıfın ise zenginliğine zenginlik katmasıdır.

KATLİAMININ 30. YILINDA MADIMAK VE ES GEÇİLEN BAŞBAĞLAR.

Sözüm öncelikle komünist ve sol- sosyalist kesime: Ne zaman gerçek anlamıyla adil olmayı ve çifte sıtandartçı yaklaşımları terk etmeyi başaracağız acaba? Ne zaman 'bizim cenah' dediğimiz kesimlerce de  halka karşı işlenmiş ağır  suçları tereddütsüzce kınayacağız acaba?

Çok genelleme yaparak, üzerinde durmak istediğim esas konuyu bunun gölgesinde silikleştirmek  istemiyorum.

Her 2 Temmuz'da Madımak katliamı kınanırken; Başbağlar katliamı neden sessizce es geçiliyor acaba?

Komünistlerin Birliği Çağrılarına Dair

MKP’li arkadaşlar, arada kısa molalar vermekle birlikte, uzunca bir süreden beridir ki komünistlerin birleşmesi gerektiğine dair çağrılar yapmaktalar. Ve mütemadiyen yakınıp durmaktalar: "Muhataplarımızdan yanıt alamıyoruz" diye. 

Evet, görüldüğü kadarıyla muhatapları bu çağrılara ilgisiz olmalılar ki, yanıt vermiyorlar. MKP’li arkadaşlar da kendilerince bir basınç oluşturma adına; adeta Temcit pilavı misali, her fırsatta bu çağrılarını yinelemekte ve muhataplarını kamuoyuna şikâyet edip durmaktalar.

Aşka ve Hayata Dair Tutkulu Dizeler

“Şiirsiz toplum eksiktir.

Şiirsiz insan yalnızdır.”[1]

 

İzmir’in Şakran 2. Nolu T-Tipi Zindanı’nda yatan Hasan Şeker’in, ‘İki Acı Esinti’[2] başlıklı şiir kitabı; aşka ve hayata dair tutkulu dizeleriyle çıkageldi postadan…

Avrupa da İbrahim olmak!

18 Mayıs 1973‘den bugüne Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledilişinin ellinci yılı.

50 yıldır söndürülemeyen meşaledir İbrahim Kaypakkaya!! Bu yazının amacı İbrahim Kaypakkaya‘yı anlatmak değil, Onu anlatan onlarca yazı yayınlandı bu yazı da başlıktan da anlaşılacağı üzere İbrahim Kaypakkaya‘yı Avrupa‘da anan ardıllarının pratik, teorik düzlemde, Kaypakkaya‘yı nasıl andıkları? Neyi, nasıl, ne kadar anladıklarını  irdelemek  bu yazının amacı.

“Devrimci Eylem Birliği” ve “Kaypakkayacı Güçlerin Birliği” Meselesi

Türk hakim sınıfları cumhuriyetlerinin ikinci yüzyılına hazırlanırken kendilerini yeniden örgütlüyorlar. Coğrafyamız komünist hareketinin önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed zindanında 18 Mayıs 1973 tarihinde katledilmesinin 50. yılında sınıf düşmanlarımız ikinci yüzyıllarına hazırlanıyor.

MLPD'nin Türkiye'deki seçim sonuçlarına ilişkin açık mektubu.

Sol ittifak için önemli bir başarı

Sayfalar