Pazar Mayıs 19, 2024

18 MAYIS | Umudu Büyütmeye Devam Ediyoruz

"Kaypakkaya'nın kurduğu parti ve oluşturduğu program etrafında elli yıldan fazla bir süredir kavgasını sürdüren yoldaşları büyük bir mücadele ve direniş geleneği yarattılar. Kaypakkaya'nın görüşlerini büyük bedeller ödeyerek bu günlere taşıdılar, taşımaya devam ediyorlar..."

 

Tam 50 yıl önce 1973’ün 18 Mayıs’ında 1971 silahlı devrimci çıkışının “komünist yüzü” İbrahim Kaypakkaya, Amed Hapishanesi’nde Kemalist faşist diktatörlük tarafından katledildi.

Kaypakkaya, o zamanın MİT raporlarına geçen ”İhtilalci komünizmin en tehlikeli örgütü” olarak görülen/kayıtlara geçen proletarya partisini ve halk ordusunu yoldaşlarıyla birlikte kurduğu için ağır işkenceler sonucu katledildi. İşkencede katledilmesinin nedeni onun Kemalizm ve ulusal sorun başta olmak üzere Türkiye devrimi hakkında yapmış olduğu değerlendirmelerdir. Öne sürdüğü görüşlerdir. İşte bu görüşler, TC devletinin yetkilileri tarafından “ihtilalci komünizmin en tehlikelisi” olarak görülmüştür. Bundan kaynaklı katledilmiştir.

Katledilmesini sadece bu kadarıyla sınırlamak da yanlış olur. Burada öncelikle ve önemle vurgulamamız gereken; Kaypakkaya’nın tezlerinde devrimin proletarya partisinin önderliğinde gerçekleşeceği meselesidir. O, ülkedeki devrimin niteliğini demokratik halk devrimi olarak tanımlarken devrimin yolu olarak silahlı mücadeleyi daha doğrusu Halk Savaşı stratejisini benimsemiş, devrimin öncü gücünün işçi sınıfı olacağı tezini savunarak “partimizin adının da Komünist partisi olmalıdır” tezini ortaya atmıştır.

Kaypakkaya, Amed zindanında tutuklu olduğu süre içerisinde mahkemeye öncesinde harita metod defterinin sayfalarına yazdığı “savunma taslağı”nın hazırlığı yapmıştır. O yazılarından da görülmektedir ki; Kaypakkaya mahkemeye çıkarılsaydı TC faşizmi ile daha kapsamlı bir hesaplaşma içerisine girecekti. O, ortaya koyduğu tüm tezlerin savunuculuğunu düşmanın işkencehanelerinde de yaptı. Bu ideolojik duruşu ve hesaplaşmayı mahkemede göze alamayacaklarını hesaplayanlar ise çareyi onu katletmekte buldular.

Kaypakkaya, öğrenci eylemlilikleri içerisinde başladığı devrimci mücadelesini, köylülerin toprak işgallerinde ve işçilerin grev çadırlarında, fabrika işgallerinde sürdürdü. Bu pratik çalışmalar içerisinde edindiği deneyim ve tecrübeyi ML süzgecinden geçirerek çıkardığı dersleri tekrar pratiğe uyguladı. Burada önemle üzerinde önemle durulması gereken bir diğer nokta da 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi’ne katılması ve bu direnişten önemli dersler çıkarmasıdır.

Evet Kaypakkaya, bu mücadele süreçleri içerisinde düzenle tüm bağlarını kopararak profesyonel bir devrimci olarak yeraltı faaliyetini örgütlemiştir. İşte tam da bu süreç içerisinde pratikten çıkardığı dersleri siyasetin/bilimin süzgecinden geçirerek bilimsel tahliller yapmıştır. TC devletinin kurucu sınıflarını tahlil ederek devleti komprador burjuvazi ve toprak ağalarının faşist bir diktatörlüğü olarak ortaya koymuştur. Bu diktatörlüğün ideolojisinin de Kemalizm olduğunu net olarak ifade etmiştir.

TC devletini oluşturan ideolojik temelin tekçi -tek vatan, tek millet, tek bayrak-, Türkçü ideolojisiyle hesaplaşmaya girişmiştir. Ve yine Türkiye toplumunu inceleyen/ tahlil eden Kaypakkaya, yazılarında -Beş Temel Belgede- ülkemizin çok uluslu bir ülke olmasından hareketle Kürt ulusal sorununun demokratik halk devrimiyle çözüleceğini ortaya koymuştur. Kürt ulusunun özgürce ayrılma, ayrı devlet kurma hakkını yazılarında net olarak ortaya koymuştur.

 

Kaypakkaya, hesaplaşma ve kopuştur!

1971’in devrimci önderleri geçmişle hesaplaştılar ve tarihsel bir kopuş gerçekleştirdiler. 50 yıllık revizyonist, parlamenterist ve legal çizgi ’71 devrimciliğinin ihtilalci çizgisi sayesinde hesaplaşılarak aşıldı. Kaypakkaya daha öğrencilik yıllarında, mücadeleye ilk atıldığı dönemde hem pratik yaşamda hem de siyasi yazılarında bu reformist, çizgiyle hesaplaşmıştır. Buna en iyi örnek o tarihlerde Aydınlık, Türk Solu… dergilerinde yazdığı yazılardır.

Türkiye İşçi Partisi’nin 4 Ekim’de devrimci birikimin en yüksek olduğu İstanbul’da Taksim alanında düzenlediği mitinge katılan/izleyen Kaypakkaya, bu mitingdeki pankartlardan, atılan sloganlardan kürsüde yapılan konuşmalardan verdiği örneklerle bu mitingin TİP’in reformizminin iflası olarak nitelediği 14 Ekim 1969 tarihli yazısında;

”Yarın emekçi halkımızın oylarıyla meclise bizler dolacağız”, ”Seçim günü oyumuzu kendi partimize verdik mi bitecek bu sömürü, soygun…”, “Bunu oylarınız gerçekleştirecek, TİP’e oyumuzu verelim, kendimiz iktidara gelelim.” Bu sloganlarla “Bağımsız Sosyalist Türkiye”yi kuracağını sanan TİP yöneticileri konuşuyordu” kürsüden diye eleştiriyor, kurtuluşun yolu olarak parlamentoyu/seçimleri gösterenleri oportünistler olarak damgalıyordu. Ve ardından ”Artık kitle hareketlerine damgasını vuranlar proleter sosyalistlerdir” diyordu.

Kaypakkaya, 50 yıl sol adına hareket eden reformistler, parlamentaristlerle, revizyonistlerle hesaplaşırken diğer yandan da ortaya koyduğu tüm tezlerinin savunuculuğunu düşmanın kendisini en güçlü hissettiği işkencehanelerde de savundu:

“Bahsettiğim örgütten kopuk kişisel nitelikteki faaliyetlerim TKP-ML ve TİKKO saflarına katılıncaya kadar sürmüştür. Sonradan katıldığım bu örgütlere girme zamanımı hatırlamıyorum. TKP-ML ve ona bağlı TİKKO örgütlerinin kimler tarafından kurulduğunu ve yönetildiğini bilmiyorum. Yalnız bu örgüt saflarına katıldığımı ve onun illegal üyesi olduğumu saklamıyorum. Bu örgüt içerisindeki çalışma yöntemim ve örgütün kuruluşuna esas olan düşünceler bahsetmiş olduğunuz yayınlarda geniş ölçüde yer almaktadır. Özellikle Şafak Revizyonizminin Tezlerinin Eleştirisi, Milli Mesele, Türkiye’de Kemalist İktidar Dönemi ve İkinci Dünya Savaşından Sonraki Gelişmeler ve 27 Mayıs Hareketi, Kızıl Siyasi İktidar Öğretisini Doğru Kavrayalım başlıkları altındaki kapsamlara imzamı atmaya hazırım. TKP-ML’nin görüşleri söz konusu tez ve yazılarda belirtildiği ve önerildiği gibidir. Bunun dışında şimdilik geniş açıklamaya girmeye lüzum görmüyorum. Bahis konusu örgüt fikirlerini ortaya koyan muhtevayı aynen kabul ediyor ve kendi görüşüm olarak ifade ediyorum. Ben bütün bunları samimiyetle inandığım Marksist Leninist düşünce uğrunda yaptım ve sonuçtan da pişman değilim. Asla pişman olmadım.” (Sorgu Tutanağı, 21 Nisan 1973)

İşte bu ideolojik duruştur Kaypakkaya’nın düşmanla hesaplaşması.

Kaypakkaya’nın kurduğu parti ve oluşturduğu program etrafında elli yıldan fazla bir süredir kavgasını sürdüren yoldaşları büyük bir mücadele ve direniş geleneği yarattılar. Kaypakkaya’nın görüşlerini büyük bedeller ödeyerek bu günlere taşıdılar, taşımaya devam ediyorlar… Onun yoldaşları/ardılları umudu büyütmeye devam ediyorlar…

1731

Comment form

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantıya çevrilir.
  • Satırlar ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İzzettin Doğan asimilasyoncu bir düşkündür

 

Fethullah Gülen’le hangi menfaatler ve çıkarlar karşılığında olduğu belli olmayan bir ortaklığa soyunup, aynı arazi üzerinde Cami, Cemevi ve Aşevi yapılması işbirliğini gururla anlatan, asimilasyonun gönüllü bir neferi olan İzzettin Doğan bir düşkündür. 

Kapitalizmin Sosyalizmi İçerden Ele Geçirme Çizgisi Olarak Modern-Revizyonizm Ve Dust Bowl Sendromu

 
 

 

 

 

PİR SULTAN ABDAL'IN SUÇU?

 

1. Pir Sultan, dinsizdir, namaz kılmaz, ramazan orucu tutmaz.

 2- Şeriata aykırı söz söylüyor ve davranış sergiliyor.

 3- Müslümanlara Yezit diyor ve şarap içiyor.

 4-Ayin-i Cem adında gizli toplantılar yapıyor.

 5- Safevi taraftarı ve Kızılbaş taifesinden, Devlet-i Ali düşmanıdır.

 6- Rafızi kitaplar bulunduruyor, okuyor ve okutuyor.

BARIŞ NE YANA DÜŞER USTA ...

 

Emperyalist ABD haydudu ve beraberindeki kan emiciler, Suriye’ye saldırı hazırlığı içindeyken, "barış”tan söz etmek abesle iştigaldir. Etrafin emperyalist ve kapitalist haydut devletlerle sarılmış ve kan emici kapitalist sistem yaşatılmaya devam edilirken, "kardeşlikten", "barıştan" söz etmek büyük bir aldatmacadır. Emperyalist ve gericiliğin vahşi saldırılarıyla içiçe yaşayan, kitlesel katliamlara uğrayan ezilen halklar ile dalga geçmek demektir.

Emperyalist Saldırıya da, Savaşa da Hayır!

Bu ülkenin Başbakanı önceleri ismi “Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)” olan ve daha sonra hedefi, kapsamı, amacı genişletilerek adı “Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi(1)” olarak değiştirilen emperyalist paylaşımcı projenin Eşbaşkanlarından birisidir ve dolayısıyla da ABD emperyalizminin en başta gelen işbirlikçilerindendir. 

Yaşadığımız bu son süreçte bu projenin bir aşaması gerçekleştirilmek isteniyor.

Nasıl mı? Suriye’ye savaş ilan edilerek.

Gerekçe? O da hazır. “Kimyasal silah kullanıldı” 

Ermeni Sorunu’nun Doğuşu ve Osmanlı Bankası Baskını

 

19.yüz yılın sonunda 500 yıldır hüküm süren Osmanlı İmparatorluğu artık son evresine gelmiş yok olmakla karşı karşıya bulunuyordu. Avrupa'da kapitalizmin gelişmesi, ulusal uyanışlar, bağımsızlık hareketleri,1789 Fransız devriminin yankıları, Balkanlarda ulusal kopuşlar Anadolu'da yaşayan Ermeni ve Rum toplumlarında da oluşmaya başlamıştır.

Osmanlı, iktidarı altında yaşayan Ermenilere, azınlıklara ibadet özgürlüğü, mülklerinin güvence altına alınması, reformlar, yasa önünde, vergi alanında eşitlik vaat ediyordu.

Türki entergasyon dinamikleri ve anadilde egitim

TC’nin Lozan sonrası Kürdistan’a ilişkin programı askeri işgal,asimilasyon ve entegrasyon temelli olmuştur.  Kürdistanlılar askeri işgale ve asimilasyona karşı ciddi isyanlar geliştirmiş,mücadeleler vermiş ve bedel ödemişlerdir.Kuzey Kürdistan’da askeri işgale karşı belli gerilla alanları haricinde herhangi bir kazanım elde edilememiş,ancak asimilasyona karşı yürütülen mücadele hedefine tam ulaşamasa da belli sonuçlar üretmiştir. 

Gülfikâr Aksu'nun Anısına/ Hasan Aksu

Gülfikâr Aksu'nun Anısına: "Cocuglar Bize Oyle Ogrettiler. Ne Bilek Hakim Beg; Biz İbocuyuk, Tikkocuyuk!"/ 

Ben Annemi 18 Mayıs 2000 yılında yitirdim. Annem her Anne gibi önce Kadın’dı. Doğurgan özelliğinden gelen koruma, kollama, her şart altında sahiplenme esasıydı. Erkek egemen toplumunda kadın olduğundan dolayı, cins ayrımcılığına uğradı. Baskı ve şiddet gördü. Kürt olduğundan dolayı ulusal baskıya uğradı. Alevi olduğundan dolayı dinsel, mezhepsel baskılara maruz kaldı, aşağılandı.

Kürtler Ve Burjuva Yalanlar

 

Burjuva siyasal iktidar, iktidarini korumak, işçileri bölmek, birbirine düşürmek, kendi şoven-kirli siyasetinin bir parçası olarak, işçileri kullanmak için her türlü ideolojik silahını kullanıyor.

Güncel Sanatın Vahim Hâl(sizliğ)i[*]

 “Süren acılara dayanmak,çabucak ölmekten çok dahabüyük bir kahramanlıktır.”[1] 

Pablo Picasso’nun, “Her çocuk sanatçıdır. Ama sorun; büyüdüğünde geriye nasıl bir sanatçı kalacağıdır,” saptaması sanat ve insan ilişkisinin en net betimlemelerinden biriyken; bu da biz(ler)e sanatın “Anne bak kral çıplak” diye haykıran çocuksu naifliğinden beslenen isyancı niteliğini anımsatır. Bu elbette işin bir yanıdır.

Kürt Kerbelası‏

 

Boyunlarına ip geçirerek bir duvarın üzerine dizdikleri küçücük çocukları aşağı itip boşlukta sallandırarak boğuyorlar. Çocuklar çırpına çırpına can verirken o vampirler, "Allah Allah" naraları ile onların can çekişini seyrediyorlar.

Sayfalar