Salı Mayıs 7, 2024

‘2015′e doğru Türkiye’nin tuzakları’

Yazar Sait Çetinoğlu’nun Ermeni Soykırımı üzerine Ermenistan’da gazetecilik yapan Haykanush Aloyan’la yaptığı röportajı okurlarımızla paylaşıyoruz.

Ermeni Soykırımı’nın 100. Yıl dönümüne bir yıl kala ne tür gelişmeler yaşanabilir?

Haykanush Aloyan: Devletin bu konuda dört yıllık bir projesi var. Proje, Türk Tarih Kurumu’nun internet sitesinden de görülebilir. Ne tesadüf ki, tam da böyle bir süreçte Sevan Nişanyan gibi, sözünü esirgemeyen cesur bir Ermeni aydın, bir bahane üretilerek dört yıllık hapis cezasına çarptırıldı. Bir diğer önemli olay da Türkiye’yi sıçrama tahtası olarak kullanan cihadistlerin Suriye’deki Ermeni kasabası Kessab’ın işgal edilerek Soykırımın ikinci kez yurt dışına uzatılmasıdır.

Armenian Weekly’deki bir yazıda Soykırımın 100. Yıl dönümü konusunda, Türkler, yani devlet, bizden daha iyi çalışıyor deniyordu. Ki doğrudur. Türkiye’deki “Muhalif” olan kesim de bu konuda bir şey yapmaktan ve üretmekten uzak. Soykırımın 100. Yıl dönümünün startı,  yani  başlangıç süreci Öcalan’ın  2013 Newroz konuşmasında görülebilir. Önemli ipuçları orada var. KCK Eşbaşkanı Besê Hozat’ın konuşmaları da bu çerçevede okunabilir. “Beni en iyi anlayan Besê Hozat’tır” diyen Abdullah Öcalan’ın ve diğerlerinin bu konudaki aynı yönde açıklamalarıyla devletin yanında nasıl hazırlandıklarını görüyoruz. Bu konuda devletin kontrolündeki Öcalan’ın söylediklerine itibar edilmemeli yanında durulmamalıdır.

-Neden böyle bir tablo ortaya çıkıyor?

1915 Soykırımı’nın hazırlayıcılarından İttihat Terakki, tetikçileri ise Kürtler olmuştur. Kürtler, İttihat Terakki’den yüz bulmuş ve durumdan nemalanmıştır. Sağlanan bu fayda ve çıkar hâlâ devam ediyor. Bu durum, Soykırımın 100. Yıl dönümünde  hala en önemli handikaplardan biri. Soykırımdan nemalananlar devlet tarafından  rehin alınmışlardır.

Diğer yandan, “Özgürlükten” yana olduğunu ifade edenler, “sosyalizm” iddiasında olanlar da, “Kürt Özgürlük Hareketi” denen o yapıya bağımlı oldukları için, seslerini çıkaramaz durumdadır. Dolayısıyla bu yıl, 2015’e bir kala, yapılabilecek fazla bir şey olduğunu sanmıyorum. Bu bizim, hepimizin ayıbı, toplumun büyük bir ayıbı. Kaldı ki Kessab örneği çok şeyi açıklamaktadır:

Soykırımın 100. Yılına bir kala, bir Ermeni kasabası ve bir yeryüzü cenneti Kessab’a Türkiye üslerinden yapılan saldırıyla kasabanın boşaltılması, Türkiye üzerinden yapılan yağma ve talanlara karşı sürdürülen sessizlik düşündürücüdür. Kessab’ın sakinleri Musadağ’da 40 gün direnenlerin çocukları ve torunlarıdır. Kessab’a karşı yapılan bu hareket 1915 Soykırımının  günümüze uzanması olarak okunmalıdır. 

İnsanlar atalarının doğup büyüdüğü yöreleri gönül rahatlığıyla gidip ziyaret bile edemiyor. Bu durum Soykırım sürecinin hâlâ devam ettiğinin göstergesidir.

-Türkiye devletinin geleneksel inkârcı tutumunda 100. Yıl dönümünde bir değişime yol açması beklenebilir mi?

Hayır, devleti bir yere zorlayacak olan kesin taban var olmalı. Tabanda böyle bir eğilim yok. Mesela “Kürt Özgürlük Hareketi”nin bazı temsilcileri, “Dedelerimiz böyle bir şey yaptı, bunu kınıyoruz” demekle yetiniyor. Bunun ötesine giden yok.

Burada, “soykırımdan sorumlu değilim” iması var ve evrensel  normlarına göre böyle bir yaklaşım, Nazi anlayışı olarak eşleştiriliyor ve cezaya tabi tutuluyor. Türkiye’de ise “özgürlük savaşçısı” denilebiliyor.

Türkiye izole bir yer, kendini dünyadan soyutlamış bir ülke ve buradaki “sosyalizm” iddiasındaki insanlar ve “yapılar” da enternasyonalizmden  uzaklar. Kendi kendileriyle  yetiniyorlar, sorunlara yaklaşımlarında da  enternasyonel bir kaygı yok,  dolayısıyla Soykırımın 100. Yılında Soykırımın tanınması ve yüzleşmede  uluslararası adalet arayışı hareketinin içerisinde Türkiyeliler yer alamayacaktır demek mümkün.  Şimdiye kadar yer alabileceğine dair bir işaret görmedim.

-Ermeni Soykırımı’nın 100. Yıl dönümü vesilesiyle dünya çapında yaygınlaşan ve daha yoğun etkinlikler beklenebilir mi?

Adalet arayışı dünyanın her tarafında devam ediyor ve bu önümüzdeki yıl çok daha yükselecek. 1915 Soykırımı sürecinde katledilen, veya bir şekilde hayatta kalmayı başararak başka ülkelerde yaşamak zorunda bırakılan Batı Ermenilerinin bugünkü torunlarının ve bunların adalet arayışının yanında olan ve  destekleyenlerin giderek ivmesi yükselen bir eylemlilikler içinde olacaklarını düşünüyorum.

Ne kadar izole bir ülke olsa da bunun Türkiye’ye yansımaması düşünülemez.

Türkiye’den yükselecek vatandaşlık hakkının iade edilmesinin istemesi ve bu doğrultuda nüfus kayıt bilgilerine erişimin sağlanmasının talep edilmesi gibi son derece yerinde ve  haklı taleplerin destek bulması, başlangıç için önemli bir adım olabilir.

-Kürt siyasetinin önemli isimlerinden Ahmet Türk, 1915 Soykırımı konusunda özür diledi. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ahmet Türk tanıdığımız ve sevdiğimiz biri. Fakat ortada hazin bir durum da var. Ahmet Türk bugün Mardin Kızıltepe’yi kontrol ediyor. Kızıltepe’nin asıl adı Tell  Ermen yani Ermeni Tepesi, dönemin nüfus kayıtlarında da bölgede ağırlıklı olarak Ermenilerin yaşadığı görülebilir, fakat bugün orada hiç Ermeni yok.

Ahmet Türk’ün şu an sahibi olduğu mülkün, yani Kasrı Kanco’nun nasıl elde edildiği açığa çıkarılmalı. Kasri Kanco’nun bulunduğu yer, 1894-96 Katliamlarında Tell  Ermen’deki tek Rum köyü Pakos, din adamlarıyla birlikte toptan Müslümanlaştırılmış bir köydür. Kasrı Kanco Konağı’nın üzerinde Türkçe veya Arapça olmayan yazılar hâlâ duruyor. Bunun bir açıklaması olmalı değil mi? Hüseyin Kanco burayı nasıl elde etti?

Ahmet Türk dedelerinin yaptıklarından ötürü özür diledi. Kendi dedesi Hüseyin Kanco adına özür dilemedi, soyut bir dede üzerinden “kabul” de  başka bir tür inkâr ya da inkarın sürdürülmesidir  de denilebilir. Sadece Hamidiye Alayları’yla yapılan işbirliği üzerinden değil, kendi biyolojik dedesi üzerinden de özür dilemeli insanlar.

El konulan mülkler konusunda  Yves Ternon’un Mardin 1915, bir Yıkımın Patolojik Anatomisi adlı çalışmasına yazdığım uzun önsöz ve son sözlerle yaptığım açıklamalarla birçok örneklere yer verdim.

Bugün el konulan Hıristiyan mülkleri arasında Mor Gabriel ve Mor Avgin Süryani Manastırlarının arazilerinin işgali güncelliğini koruyor. Bugün bu mülkler üzerinde Kürt aileler oturuyor yani işgal edenler Kürtler. Mor Gabriyel’i işgal eden aileleri bir yana bırakırsak, Mor Avgin’i işgal eden ailelerin BDP’ye olan yakınlıkları  biliniyor. Parti yöneticileriyle yapılan onca görüşmeye karşın, mülklerin asıl sahiplerine iadesi konusunda hiçbir ilerleme olmadı.

Kürtler Soykırım kurbanlarının adalet taleplerinin yanında olmalı, en azından Ermenilerden,  Süryanilerden ve diğer Hıristiyanlardan Soykırım sürecinde gasp edilerek alınanların  geri verilmesi konusunda Mor Avgin manastırının topraklarını işgal eden BDP yanlılarının işgal ettikleri topraklardan çıkaracak bir jestle Soykırım kurbanlarının adalet arayışında önemli bir başlangıca imza atabilirler.

Son olarak 24 Nisan, Ermeni Soykırımı’nın yıl dönümü olduğu kadar, 1915 Soykırımının provası olan, 1909 Kilikya Katliamı’nın da yıl dönümüne denk gelmektedir. Bu vesileyle Kilikya’da katledilen, Ermeni, Süryani, Rum ve diğer Hıristiyanları da unutmamak gerekir.

95684

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Halkın günlüğü gazetesinde yayımlanan bu makaleyi yerinde ve doğru tespitlerinden ayrıca Kaypakkaya'yı anlama ve algılama yönünden değerli bir yazı olması sebebiyle okumanızı tavsiye ederiz.

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Kaypakkaya’yı sevmek (Deniz Faruk Zeren)

Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!

Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zındanlarıyla tanışıyor!

Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay haline!

Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var?

On yıllar önce katledilmiş, katilleri açığa çıkarılmak bir yana korunup gizlenmiş, mezarına giden yollara bile karakollar kurulmuş, adına yazılan şarkılar yasaklanmış bu insan güzeli, İbrahim Kaypakkaya’yı sevmek neden suç?

“Özgür yaşa ya da öl” (Nubar Ozanyan)

Sömürgecilik pratiği ve politikası hemen her yerde ve anda benzerlikler taşımaktadır. Amerika’dan Fransa’ya, Hollanda’dan Portekiz-İspanya’ya uzanan sömürgeci tarihin işgal ve yıkıma dayalı ayak izleri hep aynıdır. Sözde yoksul ve geri kalmış ülkelere medeniyet götüren uygar ülkeler(!) sömürgeci tarihlerini kolonyal çıkarlarına göre yazarlarken yerli halklar ise tarihi direniş ve isyanla yazmaktadır. Bu hikaye, yeni biçim ve kodlarda sürdürülse de özü ve gerçekliği hep aynı kalmaktadır.

Kaypakkaya ardılı hareketin bölünme ve ‘birlik” sorunu üzerine

  1. Çok parçalılık, bölünme/kopuşma ve ayrışma sorunu.

‘Yakın tarih’ olarak, 1968 süreci ve 1970 başlarında ortaya çıkışı itibariyle ele alındığında görülecektir ki Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi (TKKDH), sınıflı toplum gerçekliğinin doğal bir gereği olarak da zaten parçalı/çok bölüklü olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu, elbette anlaşılır ve kabul edilebilir bir durumdur.

Sınıf Savaşımı Uzun Bir Yürüyüştür

Bugün karşı karşıya olduğumuz yoksulluk tablosu, kapitalist gelişmenin ve sermaye birikiminin kaçınılmaz sonucudur. Yaratılan zenginlikler bir tarafta birikirken diğer tarafta ise yoksullaşma ve yıkım büyümektedir. Bu, kapitalizmin genel yasasıdır. Proletaryanın yoksullaşması, bir avuç egemen sınıfın ise zenginliğine zenginlik katmasıdır.

KATLİAMININ 30. YILINDA MADIMAK VE ES GEÇİLEN BAŞBAĞLAR.

Sözüm öncelikle komünist ve sol- sosyalist kesime: Ne zaman gerçek anlamıyla adil olmayı ve çifte sıtandartçı yaklaşımları terk etmeyi başaracağız acaba? Ne zaman 'bizim cenah' dediğimiz kesimlerce de  halka karşı işlenmiş ağır  suçları tereddütsüzce kınayacağız acaba?

Çok genelleme yaparak, üzerinde durmak istediğim esas konuyu bunun gölgesinde silikleştirmek  istemiyorum.

Her 2 Temmuz'da Madımak katliamı kınanırken; Başbağlar katliamı neden sessizce es geçiliyor acaba?

Komünistlerin Birliği Çağrılarına Dair

MKP’li arkadaşlar, arada kısa molalar vermekle birlikte, uzunca bir süreden beridir ki komünistlerin birleşmesi gerektiğine dair çağrılar yapmaktalar. Ve mütemadiyen yakınıp durmaktalar: "Muhataplarımızdan yanıt alamıyoruz" diye. 

Evet, görüldüğü kadarıyla muhatapları bu çağrılara ilgisiz olmalılar ki, yanıt vermiyorlar. MKP’li arkadaşlar da kendilerince bir basınç oluşturma adına; adeta Temcit pilavı misali, her fırsatta bu çağrılarını yinelemekte ve muhataplarını kamuoyuna şikâyet edip durmaktalar.

Aşka ve Hayata Dair Tutkulu Dizeler

“Şiirsiz toplum eksiktir.

Şiirsiz insan yalnızdır.”[1]

 

İzmir’in Şakran 2. Nolu T-Tipi Zindanı’nda yatan Hasan Şeker’in, ‘İki Acı Esinti’[2] başlıklı şiir kitabı; aşka ve hayata dair tutkulu dizeleriyle çıkageldi postadan…

Avrupa da İbrahim olmak!

18 Mayıs 1973‘den bugüne Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledilişinin ellinci yılı.

50 yıldır söndürülemeyen meşaledir İbrahim Kaypakkaya!! Bu yazının amacı İbrahim Kaypakkaya‘yı anlatmak değil, Onu anlatan onlarca yazı yayınlandı bu yazı da başlıktan da anlaşılacağı üzere İbrahim Kaypakkaya‘yı Avrupa‘da anan ardıllarının pratik, teorik düzlemde, Kaypakkaya‘yı nasıl andıkları? Neyi, nasıl, ne kadar anladıklarını  irdelemek  bu yazının amacı.

“Devrimci Eylem Birliği” ve “Kaypakkayacı Güçlerin Birliği” Meselesi

Türk hakim sınıfları cumhuriyetlerinin ikinci yüzyılına hazırlanırken kendilerini yeniden örgütlüyorlar. Coğrafyamız komünist hareketinin önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed zindanında 18 Mayıs 1973 tarihinde katledilmesinin 50. yılında sınıf düşmanlarımız ikinci yüzyıllarına hazırlanıyor.

MLPD'nin Türkiye'deki seçim sonuçlarına ilişkin açık mektubu.

Sol ittifak için önemli bir başarı

Sayfalar