Cumartesi Mayıs 11, 2024

2023 Seçimlerinde okun sivri ucunu neden hakim sınıf kliklerinden en gerici en faşist olanına yöneltmek zorundayız ?

Başta Emek ve Demokrasi Bloğu olmak üzere halk güçlerinin önemlice bir kesimi 2023 seçimlerinde Tayip Erdoğan ve AKP ve MHP dinci faşist iktidar blokunun önünün kesilmesini; günün isabetli siyasi taktiği olarak belirlemişken, ancak ne var ki bir kesim sol-sosyalist ve komünist güçler ise, bunun aksine; “bir faşisti indirip yerine bir başka faşistin gelmesi için oy kullanamayız” diyerek, cumhur başkanı seçiminde ‘boykot’ taktiğini, günün isabetli taktiği olarak ileri sürmekte.

Gerek toplumların yaşamında ve gerekse sınıflar arası mücadelede bazen, ‘normal’ olanın dışında, çok kritik anlarla yüz yüze kalınır. Tarihi anlardır o anlar. Ya doğru strateji ve taktiklerle geriye, daha yıkıcı ve kötü olana gidişin önüne set çekmek başarılır ya da aymaz tarihi öngörü körlüğünün ceremesini bir toplum olarak yaşamak zorunda kalınır. Bunun kahredici örnekleri tarihin her kesitinde çokça vardır ve çoğumuz da bunlardan en azından bir iki tanesini biliriz. 2023 cumhur başkanlığı seçimleri de işte böylesi kritik bir eşiği ifade eder. Çünkü Tayip Erdoğan ve kullanışlı aparatı AKP için 2023 seçimleri, kendi tabirleriyle, ‘hedefe varmak için’ binecekleri son ‘demokrasi treni’dir. Yirmi yıldır iktidarda olan ve başkanlık sistemiyle de tüm yetkileri kendisinde toplamışken, acaba yapmadıkları daha başka ne kalmış ki millet adına; “yeter, söz ve yetki milletin!” şiarıyla 2023 seçimlerini ille ki kazanmaları gerekiyor?

Birçok siyaset bilimci, Tayip Erdoğan ve AKP’nin cumhuriyetin 100. Yılını rövanş yılı olarak belirlediğinde hemfikir. “Yeter, söz ve yetki milletin” şiarı aslında bu ‘gizli ajanda’nın parolası olarak dillendirildi. Yani başkanlığı tekrar kazanması halinde; laiklik adına ne kadar kırıntı varsa hepsini tırpanlayıp, şeriat ilan edilecektir. Bunun her türlü imkanları zaten çoktan beridir hazırlanmakta da. Seçimi çok az bir farkla kaybetmesi halinde de her türlü zora ve hileye başvurarak bunu bu kez de yine kendi tabirleriyle, ‘kanlı’ bir darbeyle gerçekleştirmeye de teşebbüs edecekleri, herhalde ki bir giz olmasa gerek.

Bunun toplum ve sınıf mücadelesi açısından, nasıl bir orta çağ karanlığına sürüklenmek olacağını, en azından kapı komşumuz İran örneğinden de olsa bilebilecek durumdayız. Toplum, en dinamik unsuları olan demokratları-ilerici sol-sosyalistleri, kadınları ve Alevileri on yıllarca kendilerini toparlayamayacağı bir şekilde yitirme tarihi kıyımıyla yüz yüze kalacaktır.

Bu tehdit ve tehlikenin belki de en çok farkında olanlar Alevi kuruluşları olmalı ki; yaptıkları hemen hemen her kongre ve kurultaylarında, bir demokratik talep olarak, laikliğe baskın vurgular yapageldiler. Keza birçok sol çevre ve ‘demokrat Kemalist’ diye nitelenebilecek azımsanmayacak bir kesim, hatta tekelci büyük burjuvazinin kalbur üstü kesiminin önde gelen eleştiri ve taleplerinden biri de laiklik ilkesi olageldi. Yani bu çelişme, bazılarının sandığı gibi soyut ve keyfi değil; somut ve başlıca çelişmelerden biri konumuna yükseleli çok oldu. Bugün ise, somut ve yakın tehlike şeriat tehdidine karşı artık adeta en güncel çelişmelerden biri durumunda. Yani artık demokrasinin başta gelen temel talepleri arasında. Bu en yakıcı olarak da kadınlar ve Aleviler için hayati önem arz eder durumda.

Fakat maalesef ki sol-sosyalist cenahın önemlice bir bölüğü bu toplumsal realitenin hala ayırdına varmış değil ki; 2023 seçimlerini, daha öncekiler benzeri, sıradan alışıla gelmiş bir seçim olarak değerlendirebilmekte ve dolayısıyla da kayıtsız kalmayı en tutarlı devrimci duruş olarak propaganda etmekte herhangi bir anormallik görmeyebiliyor: Düşmanlardan birini diğerine tercih etme aptallığına düşmeyeceğiz.

Tıpkı Alman komünistlerinin; sınıf işbirlikçiliği yapmama adına, sosyal demokratlarla ittifak yapmayı reddederek Hitler’in kazanmasını sağlaması gibi tarihi bir aymazlık örneğindir bu yaklaşım. Doğrudur elbet, stratejik olarak düşmanlar arasında bir tercihte bulunmayız; onları tümüyle ve tamamen ortadan kaldırmayı hedefleriz. Fakat düşmanı sırf kendi gücümüzle, böyle tümüyle ve bir seferde ortadan kaldırma imkanının bulunmadığı koşullarda, mecburen (evet mecburen), savaş bilimi yasaları gereğince hareket etmek zorunda olduğumuzu da biliriz. Kaldı ki düşmana karşı başarılı bir savaşım sürdürebilmek için, sınıf savaşımında kendisine “öncü kurmay” vasfı atfeden her özne bunu bilme ve gereğini yerine getirme tarihi sorumluluğuyla yükümlüdür de.

Toptan bir seferde yıkılamıyorsa; o halde mecburen parça parça ve aşamalı olarak yıkma savaş stratejisi uygulanmak zorundadır. Bunun için de düşman cephesindeki çelişkilerden yararlanmak ve birleşebilecek tüm güçlerle birleşmek, verili süreçte okun sivri ucunun yöneltmesi gereken baş düşmanın saf dışı edilmesi hedeflenecektir. İttifak siyaseti güdülmeden, düşman cephesinde ki çelişkilerden yararlanılmadan, onların gücünü bölünüp parçalanmadan, bir kısmıyla birleşmeden veya en azından o süreçte tarafsız kalması sağlanmadan o muharebeyi kazanmak, o güçlü düşmanları alt etmek nasıl mümkün olabilir ki?

Ezilenlerin savaş stratejilerini formüle eden savaş kurmayları olarak Engels’te de Lenin, Stalin, Mao ve Giap’ta da bunun böyle olması gerektiği bir yığın örnekle teorik olarak da bizlere armağan edilmişken; bu ustaları rehber aldıklarını söyleyenlerin, tamamen aykırı bir yaklaşımla hareket ediyor olmaları da ayrıca değerlendirilmeyi hak ediyor olsa gerek.

Stalin Hitler faşizmine karşı savaşırken, örneğin ABD ve İngiltere’nin düşman güçler olduğunu mu unutmuştu acaba? Ya da Mao iç savaşta kıran kırana savaştığı Çan Kay Şek ile ateşkes yapıp Japonlara karşı birleşik cephe taktiği uygularken; sınıf işbirlikçi mi olmuştu? Vs. vs.

Anlamak gerçekten de çok kolay değil. Bazıları, kamuoyuyla paylaştıkları bildirilerinde: “...AKP iktidarı 2023 seçimlerini ne pahasına olursa olsun kazanmak istiyor. ‘İslami bir Türkiye’ hayali peşinde olan AKP, seçimleri kazanması durumunda bunu ilan etmekten geri kalmayacaktır.” şeklinde durum değerlendirmeleri yapıyor olmalarına rağmen; yine de cumhur başkanlığı seçiminde, “Erdoğan’ın kaybetmesi, onun karşısında olan ve onu ve şeriat tehlikesini bertaraf edecek burjuva muhalif cepheden bir başka adayın kazanması” şeklinde bir seçim taktiği uygulamayacaklarını, cumhur başkalığı seçiminde oy kullanmayıp, kayıtsız kalmak gerektiğini ileri sürebilmekteler. Yani demek ki bu anlayış sahipleri burjuva demokrasisi ile açık faşizmin, faşizm ile dinci faşizm olan bugünün şeriata dayalı diktatörlüklerin toplum yaşamı ve özel olarak da sınıf mücadelesi bakımından ne türden sonuçlar doğuracağının ya yeterince bilincinde değiller ya da bunu önemsemiyorlar. Başka bir izahatı yok bunun.

Oysa durum gerçekten de çok ciddi ve tehlike gerçekten de çok büyük. Dolayısıyla da sosyal ve ulusal mücadele yürüten tüm siyasi öznelerin tarihi bir sorumlulukla karşı karşıya olduklarının idrakiyle hareket etmeleri, topluma karşı tarihi sorumluluklarının zorunlu bir gereğidir.

Bu anlamda olmak üzere; öncelikle Erdoğan’ın önünün kesilmesi ve seçimlerde yenilgiye uğratılması hedefinde, birleşilebilecek tüm güçlerle birleşerek bunun başarılması siyaseti, günün en isabetli siyasi taktiği olacaktır.

Keza aynı zamanda seçim yenilgisini tanımayıp, ‘sivil’ darbe girişiminde bulunabilecekleri de asla göz ardı edilmeden; ivedilikle bir iç savaş pozisyonun da alınması ve hızla bunun örgütlülüğünün ve teknik hazırlıklarının tamamlanması gerektiği de yine aynı şekilde, sürecin bir diğer önemli ve isabetli siyasi taktiği olacaktır.

 

2208