Pazartesi Nisan 29, 2024

AB Emperyalist bir birliktir dağıtılmalıdır

24 Haziran’da ingiltere de yapılan AB referandumu sonucu, AB emperyalist burjuvazisi içinde paniğe yol açtı. Brexit’in domino etkisi yaparak ABexit’e dönüşmesinden korkmaya başladılar.

Avrupa Birliği, “... başta ABD ve Japon emperyalist tekellerine rakip olarak ortaya çıkmışsa da, işçi sınıfı, ezilen halklar ve ezilen ulusların karşısında yer alan bir bloktur. Başta da Avrupa işçi sınıfı ve halklarına karşı oluşturulmuş emperyalist bir birliktir.”1

Emperyalist AB’ni ortaya çıkaran gerçek, emperyalist tekeller arası savaştı. Dünyayı yeniden ve yeniden paylaşmak, emperyalist tekelleri de farklı bloklaşmalara götürdü ve götürmeye devam edecektir. Emperyalizmin karakteristiği, “birliği” değil, bölünmeyi içerir. Emperyalistler arası “birlik” geçici, sermayelerini büyütme, birbirlerine karşı egemenlik alanlarını genişletme savaşı ise esastır.

AB’nin oluşumu, işçi sınıfı ve emekçilerin istemleri ve doğrultusunda bir birleşme olmayıp, emperyalist tekellerin sınıfsal çıkarları doğrultusunda ve onların dayatmasıyla oluşturulmuştur. Bu bağlamda da böylesi bir birliğin, işçi sınıfı açısından savunulacak hiç bir yanı olmadığı gibi, tüm emperyalist birliklerin karşısında olmak, işçi ve emekçilerin çıkarınadır.

Emperyalist AB’nin uygulayıcısı ve savunucuları en büyük AB tekelleriydi. Başta’da Almanya, Fransa ve İngiliz tekelleriydi. Özellikle Alman emperyalist tekelleri, AB’nin oluşumunda başat bir rol oynadılar. Alman burjuvazisi, uluslar arası alanda diğer emperyalist ülkeler ve bloklar karşısında daha güçlü yer almak için AB blokunun gerçekleşmesi için büyük çaba harcadılar. AB’nin oluşmasından sonra ise, Alman emperyalizmi her alanda, dünyanın paylaşımında kendilerininde olduğunu diğer emperyalist ülkelere ilan ettiler.

AB çelişmeli bir birlikti. Böyle bir birliğin dağılmasını da içinde barındırdığı ve barındıracağı çok açıktır. AB ülkeleri arası “kalkan” sınırlar, esas olarak tekellerin çıkarları içindi. Sınır kapılarının “açık” olması işçilere ve emekçiler için değil, burjuvazi içindi. (İstedikleri anda kapatıyorlardı. 2008 ekonomik krizinde ve göçmen krizinde kapttılar.) Bir taraftan tekellerin her yere özgürce ellerini kollarını sallayarak girmeleri, ucuz iş gücünden yaralanmaları ve sermaye birikimlerini artırmaları gerçeği varken, öbüt yandan ise, işçi sınıfının daha fazla ezilemesi ve baskı altına alınması gerçeği vardı.

AB oluşumu ve peşinden ise tek bir para birimi Avro’ya geçilmesiyle beraber, işçi ve emekçiler üzerindeki baskılar dahada artmıştır. Halkın alım gücünden önemli bir düşüş olduğu gibi, ekonomik ve demokratik haklara bundan sonra daha fazla saldırı olmuştur. Başta Fransa ve Almanya olmak üzere yoksullaşma artmıştır.

Sermayenin birliği, işçi sınıfının birliğini getirmemiş, tersine, sınıfın uluslar arası birliği önünde en büyük engel olmuştur. Emperyalist birliğin olduğu yerde, işçi sınıfının birliği ve demokratik kazanımları yara alır. Nitekim, AB’nin oluşumuyla beraber, Avrupa işçi sınıfının ekonomik ve demokratik haklarına yoğun bir saldırı olmuştur. Bugün Fransa’da işçi sınıfına karşı saldırının arkasında başta Alman burjuvazisi olmak üzere tüm AB tekelleri vardır. Yunanistan işçi sınıfının mücadelesinin ezilmesi ve zorla “borç” adı altında haraca bağlanması AB emperyalist burjuvazisinin zorbalığının sonucudur.

Yugoslav halkının birbirine kırdırılması ve etnik parçalara ayrılması, Afganistan işgalinin sürdürülmesi, Afrika halklarının tahrip ve açlığa mahkum edilmesi; Irak, Suriye başta olmak üzere Ortadoğu halklarının boğazlanmasının arkasında ABD olduğu kadar AB emperyalist burjuvazisi de vardır. Yugoslavya’daki uranyum bombaları ise başta Alman burjuvazisi olmak üzere AB’nin eseridir.

AB’yi en çok liberal burjuvazi savundu: “Küreselleşiyoruz.” “Sınırları kapitalizm kaldırıyor.” “Dünya birleşiyor”. “Bu bir enternasyonalizmdir.” vb. vb. övgüler, aslında emperyalist burjuvazinin neoliberal politikalarının uygulanmasının ve işçi sınıfına ve doğaya azıgınca saldırı ve tahribatının önün açılmasının ideolojik ve siyasal argümanlarıydı. Sosyalizme karşı AB’ni savunan burjuva ideologları, neoliberal emperyalist politikaların tahribatlarını ve yıkımını gizleyebilme çabası içindeydiler.

Komünistler, emperyalist bir AB değil, işçi sınıfı ve emekçilerin birliğinden oluşan bir AB ve dünya birliği istiyor. Bu ancak kapitalizmin yıkılıp sosyalizmin kurulmasıyla gerçekleşebilir. Sınıfsız, sömürüsüz, sınırsız gerçek bir birliğin kapılarını ancak ve ancak sosyalizm açabilir. Kapitalizm ise, bugün olduğu gibi halkları ve ulusları kutuplaştırır, ırkçılığı ve şovenizmi gelişitirip birbirine kırdırır. Sömürücü, yoksullaştırıcı, yıkıcı ve kutuplaştırıcı bir bitrliğe işçi sınıfı ve emekçilerin gereksinimi yoktur. Bu nedele de işçi sınıfı emperyalist AB'yi dağıtarak kendi sınıfsal birliğini kuracaktır.

Yazıyı, “Emperyalizm ve Markist Tarih Çözümlemesi” adlı kitabımın, “Emperyalist Bir Birlik Olarak Avrupa Birliği” adlı bölümün son paragrafını buraya aktararak bitireyim.

“... AB’nin demokrasi ve insan hakları anlayışı tümüyle reddedilmelidir. Dünya halklarının ve tüm ezilenlerin bu yağmacılara hiç bir gereksinimi yoktur. Bu aslaklar yeryüzünden atılmadıkça, insanlığın büyük bölümünün sosyal yaşamdan izole edilmesi kaçınılmazdır. Bunun önüne geçmenin yolu; kapitalist toplumun yıkılması ve yerine sosyalizmin kurulmasıdır. Kapitalist sistemde sömürü ve baskı altında yaşamaya mahkum edilen büyük insanlığın sadece ve sadece buna gereksinimi vardır.”

43089

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Halkın günlüğü gazetesinde yayımlanan bu makaleyi yerinde ve doğru tespitlerinden ayrıca Kaypakkaya'yı anlama ve algılama yönünden değerli bir yazı olması sebebiyle okumanızı tavsiye ederiz.

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Kaypakkaya’yı sevmek (Deniz Faruk Zeren)

Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!

Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zındanlarıyla tanışıyor!

Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay haline!

Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var?

On yıllar önce katledilmiş, katilleri açığa çıkarılmak bir yana korunup gizlenmiş, mezarına giden yollara bile karakollar kurulmuş, adına yazılan şarkılar yasaklanmış bu insan güzeli, İbrahim Kaypakkaya’yı sevmek neden suç?

“Özgür yaşa ya da öl” (Nubar Ozanyan)

Sömürgecilik pratiği ve politikası hemen her yerde ve anda benzerlikler taşımaktadır. Amerika’dan Fransa’ya, Hollanda’dan Portekiz-İspanya’ya uzanan sömürgeci tarihin işgal ve yıkıma dayalı ayak izleri hep aynıdır. Sözde yoksul ve geri kalmış ülkelere medeniyet götüren uygar ülkeler(!) sömürgeci tarihlerini kolonyal çıkarlarına göre yazarlarken yerli halklar ise tarihi direniş ve isyanla yazmaktadır. Bu hikaye, yeni biçim ve kodlarda sürdürülse de özü ve gerçekliği hep aynı kalmaktadır.

Kaypakkaya ardılı hareketin bölünme ve ‘birlik” sorunu üzerine

  1. Çok parçalılık, bölünme/kopuşma ve ayrışma sorunu.

‘Yakın tarih’ olarak, 1968 süreci ve 1970 başlarında ortaya çıkışı itibariyle ele alındığında görülecektir ki Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi (TKKDH), sınıflı toplum gerçekliğinin doğal bir gereği olarak da zaten parçalı/çok bölüklü olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu, elbette anlaşılır ve kabul edilebilir bir durumdur.

Sınıf Savaşımı Uzun Bir Yürüyüştür

Bugün karşı karşıya olduğumuz yoksulluk tablosu, kapitalist gelişmenin ve sermaye birikiminin kaçınılmaz sonucudur. Yaratılan zenginlikler bir tarafta birikirken diğer tarafta ise yoksullaşma ve yıkım büyümektedir. Bu, kapitalizmin genel yasasıdır. Proletaryanın yoksullaşması, bir avuç egemen sınıfın ise zenginliğine zenginlik katmasıdır.

KATLİAMININ 30. YILINDA MADIMAK VE ES GEÇİLEN BAŞBAĞLAR.

Sözüm öncelikle komünist ve sol- sosyalist kesime: Ne zaman gerçek anlamıyla adil olmayı ve çifte sıtandartçı yaklaşımları terk etmeyi başaracağız acaba? Ne zaman 'bizim cenah' dediğimiz kesimlerce de  halka karşı işlenmiş ağır  suçları tereddütsüzce kınayacağız acaba?

Çok genelleme yaparak, üzerinde durmak istediğim esas konuyu bunun gölgesinde silikleştirmek  istemiyorum.

Her 2 Temmuz'da Madımak katliamı kınanırken; Başbağlar katliamı neden sessizce es geçiliyor acaba?

Komünistlerin Birliği Çağrılarına Dair

MKP’li arkadaşlar, arada kısa molalar vermekle birlikte, uzunca bir süreden beridir ki komünistlerin birleşmesi gerektiğine dair çağrılar yapmaktalar. Ve mütemadiyen yakınıp durmaktalar: "Muhataplarımızdan yanıt alamıyoruz" diye. 

Evet, görüldüğü kadarıyla muhatapları bu çağrılara ilgisiz olmalılar ki, yanıt vermiyorlar. MKP’li arkadaşlar da kendilerince bir basınç oluşturma adına; adeta Temcit pilavı misali, her fırsatta bu çağrılarını yinelemekte ve muhataplarını kamuoyuna şikâyet edip durmaktalar.

Aşka ve Hayata Dair Tutkulu Dizeler

“Şiirsiz toplum eksiktir.

Şiirsiz insan yalnızdır.”[1]

 

İzmir’in Şakran 2. Nolu T-Tipi Zindanı’nda yatan Hasan Şeker’in, ‘İki Acı Esinti’[2] başlıklı şiir kitabı; aşka ve hayata dair tutkulu dizeleriyle çıkageldi postadan…

Avrupa da İbrahim olmak!

18 Mayıs 1973‘den bugüne Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledilişinin ellinci yılı.

50 yıldır söndürülemeyen meşaledir İbrahim Kaypakkaya!! Bu yazının amacı İbrahim Kaypakkaya‘yı anlatmak değil, Onu anlatan onlarca yazı yayınlandı bu yazı da başlıktan da anlaşılacağı üzere İbrahim Kaypakkaya‘yı Avrupa‘da anan ardıllarının pratik, teorik düzlemde, Kaypakkaya‘yı nasıl andıkları? Neyi, nasıl, ne kadar anladıklarını  irdelemek  bu yazının amacı.

“Devrimci Eylem Birliği” ve “Kaypakkayacı Güçlerin Birliği” Meselesi

Türk hakim sınıfları cumhuriyetlerinin ikinci yüzyılına hazırlanırken kendilerini yeniden örgütlüyorlar. Coğrafyamız komünist hareketinin önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed zindanında 18 Mayıs 1973 tarihinde katledilmesinin 50. yılında sınıf düşmanlarımız ikinci yüzyıllarına hazırlanıyor.

MLPD'nin Türkiye'deki seçim sonuçlarına ilişkin açık mektubu.

Sol ittifak için önemli bir başarı

Sayfalar