Pazar Mayıs 5, 2024

Acı Esintiler

İzmir 1 Nolu Sıkıyönetim Komutanlığı'nda süren davamız nihayet bir karara bağlandı. Hakkımda istenilen 5 yıllık ceza da onaylanmış oldu. Ama avukatlarımız temyize başvurdular. “Sonuçlanması birkaç yıl sürer…” dediler.

O süre içinde yurtdışına kaçma planları yapmaya başladık. İlk grubun içinde ben de vardım. Ama ekildim. İbo ekti beni. Dede, “İbo istemedi seni” dedi. Yıllar sonra İbo’yla buluştuğumda sordum: “Dede istemedi seni” dedi. İkisine de inanmadım.

Babam: “Askere git oğlum o zaman, kendini unutturursun. “ dedi, “sap gibi ortalıkta gözükmezsin hem.” Arkadaşlara kızgınlığımdan hemen gidip askerlik şubesine başvurdum. Başvurum bir haftada neticelendi. Bahriyeli olmuştum. İskenderun’a çıkmıştı acemiliğim. Annem ve babamla İzmir Otogarında vedalaştık. “Adana’da amcan ve halanda bir iki gün kalır, oradan askeri birliğine teslim olursun” dedi babam. Annem de başıyla onayladı onu.

Otobüs hareket etti, el salladık birbirimize. Annem ağlamaya başladı, acısını içine akıttı babam. Gözlerini kaçırdı benden, başını yere eğdi. Otobüs sessizce terminalden çıktı, hızlandı birden. Derin düşüncelere batıp batıp çıkıyordum. Otobüs uzaklaşırken, gençliğim, anılarım, sevinçlerim, hayallerim ardımda, İzmir’de kalıyordu. Yapraklarını dökmüş bir ağaç gibiydim, yapayalnız.

Konya Karaman’da verilen molanın ardından tekrar hareket etti otobüs. Başımı çaresizce cama dayamış, uzakları gözlüyordum. Otobüs yavaş yavaş yol alıyordu dağ yolunda, aşağıda Göksu nazlı nazlı akıyordu. Silifke’de mola verdi... Silifke’nin türkülere konu olan o meşhur yoğurdunu beğenmedim nedense. Çok yavan geldi, belki de ağzımın tadı yoktu. Muavinin bağırtısıyla otobüsteki yerimi aldım. Nihayet on bir saatin ardından Adana Otogarında son buldu yolculuğum. Yavuzlara giden belediye otobüsüne bindim. Şoför beni demir bir köprünün başında indirdi. “Köprüden karşıya geç, soldaki ilk sokak.” dedi.

Köprüyü geçtim, hemen bitiminde, yerde boş zeytin kasaları üst üste dizilmiş, sarı boyalı bir evin önünde tahta kanepeye ve yere kadınlı erkekli bir grup oturmuş çay içiyorlardı. Bir kadın görünce beni ayağa fırladı birden. Kapısı ardına kadar açık olan evin koridoruna doğru bağırdı:

“Hüseyin, Hüseyin, bu gelen Hasan Abimin oğlu” dedi, “ ama hangisidir bilemiyorum!”

Ben o güne kadar yengemi görmüş değildim, ama o beni babama benzetmiş ve hemen tanımıştı. Amcam uykulu gözlerle, üzerinde çizgili pijama takımıyla sokağa fırladı. Bana doğru seğirtti. Sarıldı, bir güreşçi gibi belimden tutup havaya kaldırdı. Neredeyse düşecektim. Yanaklarımdan defalarca öptü. Yengem koştu, arkasından kuzenlerim. Sarıldık, bir sevgi yumağı oluşturduk oracıkta.

Tahta kanepede yer açtılar hemen. Bir tepsinin üzerinde yeni pişirilmiş, arasına yeşil taze soğan ve peynir konulmuş dürüm ekmek ve çay elime tutuşturuldu. Amcakızları (Songül-Hülya-Ülkü) koşarak geldiler yanıma, sağlı sollu boynuma sarıldılar. Sevgiyle ışıldıyordu gözleri. Bir sokak ötede oturan halama haber salınmış. Halam ağlayarak geldi. Sarıldı, öptü de öptü beni. “Ben sana kurban olurum” diyordu. Arkasından halamın çocukları damladı. Bir anda kapı önü panayır yerine döndü sanki. Yoluna giden arabalar yavaşlıyor, ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı.

“Askerlik için geldim” dedim, “İskenderun’a gideceğim.”

Amcaoğlu Kemal: “Ha ben orayı biliyorum” dedi, “birlikte gideriz.” Sonra yüzüme bakarak “Ne zaman teslim olacaksın?” dedi.

“İki gün sonra”

“İyi iyi o zaman, Adana’yı bir güzel gezdiririm seni”

Sohbetimiz gece yarısını geçmişti. Sabaha karşı uyuyabildik ancak. Erkenden kalktık, sabah kahvaltısının ardından çıktık evden. Kanal boyu yürümeye başladık. Ardından taksi dolmuşa binip şehir merkezinde bir yerde indik. Amcaoğlu, “Burası Küçük saat, şurası Büyük Saat, orası… “ diyordu.

Seyyar bir satıcının önünde durduk. Amcaoğlu Kemal bana ayna, jilet, cımbız, tırnak keseceği… satın alarak hediye etti. Kabul etmedim önce. “Sen de bana alırsın” dedi, neşeyle, gevrek gevrek güldü. "Hayır" diyemedim.

Küçük bir köfteci dükkânına girip Adana kebabı yedik, bol bol şalgam suyu içtik. Nehrin kıyısından yürüyerek, baraja gittik. Asma bir köprüden karşıya geçtik. Orada Bici Bici yedik. Güzeldi Adana ama havası çok basıktı, ter içinde kalmıştım. Ayakkabı ve çoraplarımızı çıkarıp suya soktuk ayaklarımızı. Başımızı da suya daldırmadık değil. Serinlemiştik. Birbirimizden ayrı geçen yirmi bir yılın acısını birkaç saatte çıkarmaya çalışıyorduk. Akşama eve vardığımızda “Anos halan davet etti seni” dedi yengem.

Gittik gece yarısı döndük. Sabaha kadar konuştuk neredeyse. Ancak bir iki saat kestirebildim. Sabah kahvaltısının ardından ev halkıyla vedalaşıp tuttuk İskenderun’un yolunu. Bir iki saat sonra İskenderun’a vardık. İzmir’e benziyordu; manzarası, havası, suyu, sahili…

Bir berbere götürdü amcaoğlu beni. Berber anlamıştı. Önce saçımı arkadan kesmeye başladı. İşini bitirdikten sonra, ayna tuttu yüzüme. Kendimi görünce tanıyamadım. Başka biri olup çıkmıştım sanki. Yüzümdeki keder aynaya vurmuştu.

Bir faytona binip 1. Deniz Er Eğitim Komutanlığına gittik. Kapıda teslim edildim. Tek sıra halinde dizildik, bir depoya alındık, elimize ayakkabı, iç çamaşırı, elbise ve kep tutuşturdular. Kimimizin bedenine küçük, kimimizin bedenine büyük geliyordu elbiseler. Kendi aramızda değişiyorduk. Yalnızca ayakkabı numaralarımız bir numara büyük verilmişti. Nedeni ise; eğitim sonrası ayakların şişerek büyümesiydi.

Koğuşlara verildik sonra. Yattığım yeri beğenmiştim. Soluksuz yatmıştım. Ayrı bir dünyada yaşıyor gibiydim sanki. Aynı mahalleden iki arkadaşımı, aynı koğuş içinde olmamıza rağmen ancak beş gün sonra görebilmiştim. On beş günlük bir eğitimin ve yemin töreninin ardından, çarşı iznine çıktık. Ben bir otobüse atladığım gibi kendimi Adana’da, amcamlarda buldum. On beş gündür yıkanmamıştım. Üzerimdeki beyaz fanilanın rengi grileşmişti. Çoraplarımı ayağımdan çıkarıp attım kapı önündeki çöp tenekesine. Yengem termosu yaktı hemen. Banyoyu hazırladı. Utanmama karşın beni bir güzel lifleyerek yıkadı. Fanilamı kaynattığı suda yıkadı. İpe asarken “Kusura bakma yeğen” dedi, “herhalde çamaşır suyunu fazla kattım, fanilaların rengi açıldı”

“Önemli değil yenge” dedim, “kim görecek içimdeki fanilanın rengini”

İçim acıdı birden. Mahzunlaştım. Sevdiklerim geldi aklıma. Fanilanın rengi açılmışken içimdeki renkler bir bir karardı.

Şubat 2016'da Ozan Yayıncılıktan çıkan On Çocuktuk öykü kitabımdan

 

49536

Comment form

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantıya çevrilir.
  • Satırlar ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

Kürtlere Kadın, çocuk, yaslı ayrımı dahi yapmadan topyekün saldıran katil devlet …

Türkiye Cumhuriyeti Devleti topraklarını ilhak ettiği ve zulmettiği Kürtlere nasıl da saldırıyor?.. Nasıl da katmerli baskı ve tahakküm uyguluyor?.. Uyguladığı zorbalığı nasıl da en üst boyutlara tırmandırıyor?.. Tüm bunların sonucu devlet sokağa çıkma yasağı ilan ederek, topuyla, tankıyla, her türlü silahla Kürtlerin evlerini, barklarını yakıyor, yıkıyor, yağmalıyor…  Binlerce yıldır yaşadıkları topraklardan Kürtler böylesi kanlı bir tehcire zorlanıyor… 

Kentsel dönüşüm

Kentsel dönüşüm, kentin tarihince oluşan denetim dışı alanların düzenlenmesi ve yaşayan insanları bu düzenlenmeye göre biçimlendirme ereğidir. Kentin, sistemin ve geleceğinin planlanmasının bir adımı olarak sunulan bu yaklaşım; egemenlerin ideolojik, politik, ekonomik ve idari ihtiyaçlarının karşılanmasını hedefler. Bu hedefin gerçekleşmesi için öncelikli olarak bunun bir ihtiyaç haline gelmesi yada ihtiyaç olduğunun ön kabulünü koşul lamasıdır. Bu ön koşullar dizisi olmadan süreç başlatılamamaktadır.

Hendek Birliği

Kürt halkı yenilsin yenilmesin, iyi direndi ve iyi direniyor. Kitleler şehirlerde kendilerini savunmak istediklerinde, zorunlu olarak barikata ve hendeğe baş vururlar. Bazı aydınların hendeklere karşı çıkmasının, hendeklerin kapatılmasını talep etmesinin hiçbir anlamı yoktur. Kürtler hendeklerde sadece kendi ulusal hakları için değil,

Türkiye'nin demokratikleşmesi için de direniyorlar. Devrimciliğin ve demokratlığın bugünkü mihenk taşı hendeklerdir. Hendeğin hangi tarafında duruyorsun? Hendeği kazanların tarafında mı, kapatmak isteyenlerin tarafında mı? 

Katliam bir devlet geleneği ise isyan da bir halk geleneğidir

7 Haziran seçimlerine HDP'nin parti olarak gireceğini açıklaması ile başlayan katliamlar bugün AKP'nin iktidarını koruma yöntemi olarak karşımıza çıkmaktadır. 7 Haziran'dan önce çıktığı her meydanda yapacağı katliamların propagandasını yapan, dört bir yana tehditler savuran AKP hükümeti bugünlerde tehditlerini hayata geçirmiştir.

Katliam bir devlet geleneğidir

FAŞİZME KARŞI BİRLİK OLUP MÜCADELE ETMENİN KAÇINILMAZLIĞI

Yalan, demagoji ve artan ölçüde devlet terörü ve korku, faşizmin en temel özellikleri arasındadır. Halkı, bu taktiklerle korkutur, sindirir ve ezer. Ve bununla beraber, “vatan haini” demagojisiyle, ilerici olan kesimlere karşı geri yığınları peşinden sürüklemeyi başarabilir. Ve böylece, geniş bir kitle desteğini de arkasına alarak, sermayenin çıkarları doğrultusunda ülkenin aydınlık yüzüne karşı savaş açar. Bugün ülkemizde fazlasıyla yaşanan da budur.

ADİLOŞ BEBE'DEN , MİRAY BEBE'YE

''..bunlar, engerekler ve çıyanlardır,bunlar, aşımıza ekmeğimize göz koyanlardır, tanı bunları , tanı da büyü...'' diyerek Kürt halkının çocuklarının henüz kundakta başlayan acı ve dramını anlatan Ahmet Arif'in şiirine yansıyan gerçekleri hiç değişmeden bugün de aynen Miray bebek şahsında yaşıyoruz.Ama maalesef daha tanımadan öldürüldü.

Önce eşitlik, sonra Kardeşlik! DTK Kongresi ve Özerkliğe dair

Osmanlının son sürecinde ortaya çıkan ittihat ve terraki adlı Jön Türk hareketi olan milliyetçi  türkçü akım önce 1915 Ermeni/ Süryani soykırımını gerçekleştirmiş ve 1920 TC`nin kuruluşunun hemen sonrasında da  TKP Önderleri Mustafa Suphi,Ethem Nejat ve yoldaşlarını hunharca Karadeniz sularında katlettirmiş ve 1925 den bu yana da Kürtlere karşı imha ve inkar politikalarına girişmiştir.

TKP/ML: “Ölüm; Özgürlük, Devrim Ve İdeallerimiz İçin” Diyenlere Bin Selam Olsun!

“Al, yüreklerinden bir parça koy yüreğine

kokuları serin bir bahar rüzgarı gibi

çek içine.

şafak vakti dağın ardında selamla onları

söz ver,

başarılacak de,

de ki gülümsesinler

de ki arkada kalmasın gözleri.”

Türk, Kürt Uluslarından Ve Çeşitli Milliyetlerden Emekçi Halkımıza;

Soykırımın yeni adı: "Kürtleri Çökertme-Çöktür."

        Faşizm her coğrafyada aynı karakteristik özelliklere sahiptir. Çünkü aynı ideolojik kaynaktan beslenmekte, yasalar çıkarmakta, yürürlüğe koymakta, katliam ve soykırımlar yapmaktadır. 12 Eylül askeri faşist yasalarıyla yönetilen sözde parlamenter sistem, 12 Eylül faşizminin devam ettiricisidir. Bugün artık ülkemizde faşizm tanımı üzerinde tartışmanın bir gerekliliği yoktur ve kalmadı da. Faşizm bir devlet biçimidir. Faşizme, faşist zulme, baskıya katliamlara karşı çıkan herkes ," düşman, hain, terör yandaşı, terörü destekleyen güruh" olarak  damgalanmaktadır.

Faşizm kadın devrimcilerden intikam alıyor - Ziya Ulusoy

Erdoğan faşizmi, generalleri ve polis şeflerini, kadın devrimcilerin katledilmesine seferber etti.

Yalnızca son aylarda İstanbul'da Günay, Dilek, Dilan,Yeliz, Şirin, Kürdistan'da Güler, Sakinelerin öldürülüşünün yıl dönümünde Seve, Fatma, Pakize yoldaşları katletti. Ayrıca, çocuk büyük demeden çok sayıda kadını da kuşatma altına aldığı Kürt ilçelerinde öldürdü.

Ergenekoncu Perinçek Faşizmin Kelle Avcılığına soyundu

   Türkiye devrimci hareketine elli yılı aşkın musallat olan, bir koluna Kemalist  faşizmi takan, diğer koluna ise devrimcileri takmaya çalışan  Doğu Perinçek devletin en sadık elamanı, akıl hocası ve tetikçisidir. Bugün teorik   faşizmin ve devletin teorisyenliğini yapan karşı devrimci faşist güruhun başını çeken çok önemli bir elemanıdır. Geçmişte İbrahim Kaypakkaya’yı öldürtmek istemiştir. Ama görevlendirdiği kişiler Kaypakkaya'yı tanıyan, Kaypakkaya’ya güvenen çıkınca Perinçek ve ekibinin katletme planı tutmamış, boşa çıkarılmıştı. İrfan Çelik bu komplonun canlı tanığıdır.

Sayfalar