Pazartesi Mayıs 20, 2024

AKP"nin "Demokratikleşme" Oyunları

Başbakan Erdoğan’ın bugün (30.09.2013) açıkladığı AKP’nin “demokratikleşme paketinde, demokratikleşmenin dışında her şey var dense yeridir. Türk burjuvazisi, 1923’den beri “demokratikleştiğini”, “demokrasiye adım attıklarını”, her yeni hükümet dönemlerinde birden fazla “demokratikleşme” paketleri çıkarmalarından bilinir. Önceleri, “sınıfsız, imtiyazsız kaynaşmış vatan-millet”, sonraları ise,  “vatana millete hayırlı uğurlu olsun” burjuva çiğ sözleriyle ortalığa sürülen “paketler” ortaya çıktı. 

 

Türk burjuvazisi tarihi boyunca hiç bir zaman bir burjuva “demokratı” dahi olamadı. “Vatan, millet, bayrak” ve AKP ile “tek vatan, tek millet ve tek bayrak” ile yürütülen ırkçı-faşist söylem ve uygulamaların dışına çıkamadı. Kitlelere “demokrasi” vaat ettikçe, kitlelerin demokratik hak ve özgürlüklerini kısıtlama ve yer yer ise cuntalar vasıtasıyla ortadan kaldırma yolunu seçti. AKP hükümeti eliyle de askeri cunta dönemlerindeki uygulamaları yürürlüğe soktu. Türk egemen sınıflarının askeri cuntalara (şimdilik) gereksinimi kalmadı. “Seçimle” gelmiş hülkümetlerine de işçi ve emekçilere yönelik aynı şiddeti uygulatırıyorlar. Böylece “Türk demokrasisine” “halel” gelmemiş oluyor.

 

Erdoğan, “demokratikleşemye katkıları” diyerek Menderes, Özal ve Erbakan’ı saydı. 27 Mayıs’ı ise lanetledi. Onun böyle konuşması doğal. Daha muhafazkar tabana oynadığı da bir gerçek. Ancak, bu saydıklarının, diğerlerinden hiç bir farkı olmadığı gibi, bunlarda kendisi gibi Türkiye’nin demokratikleşmesinin önünde sermayenin siyasal kalkanları olmuşlardır. 27 Mayıs Cuntası, 1961 Anayasası ile kısmen demokratik hakları sağlamıştır. Ancak bu uzun ömürlü olmayıp, kısa bir süre sonra, burjuvazi, bu kısmi demokratik haklara dahi karşı çıkmış ve ortadan kaldırmıştır.

 

Denebilir ki, Türk burjuvazisi,  faşist doğdu, galiba “burjuva demokrasisini” dahi görmeden,  işçi ve emekçiler tarafından tarihin çöplüğüne atılacakları gün gözleri açık gidecek. Politik özgürlüklerini isteyen kitlelerin karşısında duranların kaderi böyle olmuştur. Tarih, buna çokça tanıklık etmiştir.

 

12 Eylül 2010 yılında “Anayasa Referandumu” adı altında AKP faşizmini kurumlaştıran “oyalama”nın adı da “demokratikleşme” idi. Komünistler ve devrimciler bir çok tutarlı demokratlar, bunun yalan olduğunu yazdılar. Ancak, liberal burjuva aydınları ve liberalleşmek isteyen “sol” görünümlü kesimler, “yetmez ama evet” ile burjuvazinin faşist uygulamalarına destek oldular. Kitleleri aldatma yolunu seçtiler. Sonucu ise hepimiz biliyoruz. AKP, 12 Eylülcüleri yargılamadığı (süren mahkeme dincilere özgü takkiye tiyatrosudur) gibi, o günkü “demokraikleşme referandumu”da,  daha fazla baskı, daha fazla sömürü ve daha fazla özgürlüklerin kısıtlanması olarak halka geri döndü.

 

Haziran (Gezi) Ayaklanması ile iyice köşeye sıkışan burjuvazi, kitlelerin öfkesini dindirmek için ortaya bir “paket” topu attılar. Kitleler oynasın diye. İşçi ve emekçiler oynamadı, oynamaları için bir neden de yoktur. Ancak, sermaye uşakları ve kalemşörleri, kendilerini bir tas çorbaya satanlar, “demokratikleşiyoruz” diyerek yavan bağırtılarının duyulmasını istediler. Ne var ki, işçi ve emekçiler, AKP ‘nin 11 yıllık uygulamalarını canlı bir şekilde yaşadığı için bunun varolan hakların daha da kısıtlanması ve AKP’yi önümüzdeki seçimlerde güçlendirici bir araç olarak ortaya atılmış bir palavra olduğunu biliyordu. Bu nedenle her yerde: “Her yer direniş ve her yer Taksim” sloganından vaz geçmedi ve vazgeçmeyecektir.

 

Erdoğan, içeride ve dışarıda köşeye sıkışmışlığını, kenidisinin de inanmadığı “demokrasi paketi” ile gevşetmeye, daralan çemberi genişletmeyi deniyor. AKP ve arkasındaki sermaye güçleri, bu paketin, “demokratikleşme” ile hiç bir ilgisinin olmadığını elbette biliyorlardır. Bilmedikleri ya da “tutarsa” diye ortaya atıkları bu paketin işçi ve emekçilerin ellerinin tersiyle geriye gönderileceğidir.

 

Özel okullarda farklı dil ve “lehçe” (bu lehçe, her halde Kürtçe olsa gerek, o denli kafatasçılar ki, Kürtçe demeye dilleri bir türlü varmıyor) verilebilir ise, Kürtçenin serbestliği anlamına gelmez. Ve en önemlisi de, Mart ayında PKK ile vardıkları anlaşmaya yönelik, yani, Kürt sorunun “barışçıl” yollardan çözümüne yönelik ise her hangi bir işaret, belirti ya da söz yok. Anlaşılan, “özel okullarda farklı “lehçe” meselesi, Kürt sorunun çözümüne yönelik politikaları olsa gerek... ABD’nin maşası Fettullahçılara gün doğdu. Özel okullarında, bunu, Kürt gençlerini yobazlaştırmanın aracı olarak kullanacaklardır.

 

Oysa, olması gereken, Türkçenin yanında Kürtçenin de resmi dil olarak kabul edilmesi ve Kürdistan illerinde okutulması, diğer illerde ise seçmeli olmasıdır. Kürdistan illerinde de Türkçenin seçmeli ders olmasıdır. Ayrıca, bütün kamu yerlerde yazışmaların Türkçe ve Kürtçe yapılmasıdır. Kürtlerle birlikte yaşamak istiyorsanız bunu yapmak zorundasınız. Bu, demokrat olmanın olmazsa olmazlarından biridir. Bu konuda demokrat olamayanların işçi ve emekçilerin hakları konusunda demokratik bir tavır içinde olmaları söz konusu değildir.

 

Diğer bir “demokratikleşme” ise seçim barajlarıyla ilgili ve “dar bölge”  sistemini getireceklermiş. Pratik uygulama açısından seçim barajlarında değişim ve de “dar bölge” sistemi dedikleri ise, küçük partilere hiç bir zaman meclis kapısının açılması umudu olmayacağı  gibi, bağımsız olarak girenlerin dahi zor seçilebileceği bir seçim sistemi olacaktır. Hatta, 12 Haziran 2011 seçimlerinde seçilen bağımsızların (BDP’liler) yarısı dahi seçilemeyecektir.[1]

]Sanal ortamda söylendiği gibi paketten:"Alevilere üniversite ismi, Kürtlere 3 adet harf, Süryanilere 240 dönüm arazi, Romanlara enstitü çıktı." Halk aynen böyle düşünüyor. AKP bu halkı mı kandıracak! Hadi oradan!


Erdoğan'ın, ,"demokratikleşme" olarak "made made" diğer saydıklarının burada sözünü etmeye bile gerek yoktur.

Sonuç olarak, demokratik haklarını isteyen kitlelerin üzerine gaz bombalı, plastik mermili saldırılar düzenleyen, insanları yaralayıp katleden, bir iktidardan "demokratikleşme" bekleyen yok, ama, belki kafalarına bir taş düşmüştür diye düşünen de olabilir. 

 

AKP’nin paketi, işçi ve emekçilere “vay be” dedirtecek hiç bir hayal kırıklığı yaşatmadı. Beklenildiği ve bilindiği gibi oldu. Böyle bir paketten hiç bir demokratik bir adımın çıkmayacağı daha ilk günden biliniyordu. Çünkü halkımız, AKP ve Erdoğan’ın yalan ve demagogluklarıni iyitanıyor. 

Demokratikleşmeyi bu ülkeye, Haziran Ayaklanmaları  getirecektir. *** 30.09.2013


[1] Bkz. Doğu Eroğlu’nun yazısı. Muhalefet org


 

 

101377

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

“Düşünceyi Korkmadan Açıklamak”

Sınıf savaşımında örgüt yaşamında komite çalışmasında en zor ve sancılı olandır militanın kendi gerçek düşüncesini olduğu gibi açıkça ortaya koyması. Gerek komite gerekse değerlendirme ve eleştiri-özeleştiri toplantılarında yaşanan en ciddi sorunların başında militanın-savaşçının kendi gerçek düşüncesini korkmadan düşündüğü gibi ifade etmesi her zaman ciddi bir sorun olarak yaşanmıştır.  

“Adalet Yürüyüşü” Üzerine

“ “Sol” komünistler, biz bolşevikleri pek övüyorlar. Ara sıra insanın onlara söylemesi gerekiyor; bizi biraz az övün de, bolşevik taktiğini daha çok inceleyin, o taktiği daha çok benimseyin!” Lenin

Saygı duyulan militan…

Halkın yoksulluk ve acılarını azaltmanın sömürü ve zulüm dolu yaşamını sonlandırmanın denenmiş ve sınanmış yolu devrimi büyütüp, özgürlüğü çoğaltmaktır. Her gün her an daha fazla işçileri, köylüleri, Kürtleri, alevileri, kadınları, gençleri tüm ezilenleri kolektif etrafında örgütlemenin yol ve yöntemini geliştirmek, zengin araçlarını yaratmaktır. Daha etkili, yaratıcı, gerçekçi propaganda yaparak kitleler üzerinde devrimci etkiyi artırmak, kitleleri adım adım kolektife yakınlaştırarak, örgütlemektir.

Yine söylüyoruz: 2 Temmuz faillerini devlet koruyup kolluyor

Bu topraklarda onlarca, yüzlerce, binlerce acıyla karşı karşıya kalmış Aleviler, için tarihsel bir gün olan 2 Temmuz katliamının 24. yılına giriyoruz. Yüreklerimizde acı, bilincimizde öfke ile bu tarihsel günün hesabının sorulacağına dair antlarımızla günleri geride bırakıyoruz. Bundan tam 24 yıl önce otel görevlileriyle birlikte 35 yürek ateş içinde semaha durdular. Her biri dilinde türkülerle gelecek güzel günlere tebbesümlerini bıraktılar.

Yağma düzeninin suç ortakları adaleti getiremez! Gerçek adalet ezilenlerle gelecek!

Popüler deyimle ifade edersek; Türkiye’de siyaset sahnesi giderek ısınıyor ve öyle anlaşılıyor ki dengeleri sarsacak yeni gelişmelerin arifesindeyiz.

Irak Kürdistanı’nda “bağımsızlık kararı”na karşı politik tavır ne olmalı?

Ezilen bağımlı tüm ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkı tartışmasız bir haktır. Bu hakkı hiç kimse bir ulusun elinden alamaz. Ulusun ayrılırken, önderliğinin gerici ya da ilerici olması da kaderini tayin etmede belirleyici değildir. Lenin ve Stalin ulusal meselenin bu can alıcı konusunda; “ulusların kendi kaderlerini tayin etmeleri ilkesi, tarihi-iktisadi bakımdan, siyasi kaderini tayin etme, siyasi bağımsızlık, ulusal bir devletin kurulmasından başka bir anlama gelemez” diyerek soruna tartışmasız bir çözüm getirmişlerdir.

ABD hakemliğinde “boğa güreşi” Katar gerçeği ve devrimci tavır

Arap yarımadasının doğusunda yer alan 2.5 milyon nüfusa sahip Katar, Suudi Arabistan’ın bir anda tüm dünyaya açıkladığı; “Katar, terör örgütlerini barındırıyor, yayın organlarında terör örgütlerinin propagandasını yapıyor, Suudi Arabistan ve Bahrenyn’de İran bağlantılı ‘terör’ eylemlerini finanse ediyor, Yemen’deki Hutsi militanlarını destekliyor” açıklamasının ardından 6 ülke ardarda açıklama yaparak Katar’la ilişkilerini kestiklerini, ülkelerindeki Katar elçiliklerini kapacaklarını ve Katar vatandaşlarının 14 gün içinde ülkelerini terk etmelerini istedi.

„Sosyal Medya“ paylaşımları ve ‘kişilik’ (1.Bölüm)

“Sosyal medya” paylaşımları denilen, özünde “sanal alem” olan bu alandaki hastalıklara, yozlaşmaya, kişilik ve ahlaki tükenişe dikkat çekmek gerekiyor. Bunun için yazı boyunca ifadelendirmeyi “sanal alem” olarak kullanmayı doğru buluyorum. Zira, “sosyal medya” olarak ifade edilmesini ise kısmen bir manipülasyon olarak görürken, ifade anlamını tam karşılığıyla bulmadığını düşünüyorum. Sosyalleşmek orada olmak, direkt yaşamak, temas etmektir!

Adalet yürüyüşü

MİT tırları davasında CHP milletvekili Enis Berberoğlu’na 25 yıl ceza verilerek tutuklanması karşısında CHP genel başkanı Kılıçdaroğlu ''adalet'' talebi ile Ankara’dan İstanbul a bir yürüyüş başlattı. Bugün yürüyüşün 5. günü.

 

      HDP milletvekillerinin dokunulmazlıkları kaldırılınca ve tutuklanırken, dokunulmazlıkların kaldırılmasına ''anayasaya aykırı olmasına rağmen oy vereceğiz'' diyen CHP bugün tutuklanmalarla ilgili sıra kendilerine gelince feryadı figan etmeye başladılar.

 

2017 Fransa parlamento seçimleri sistemin tıkanması mı?

Fransa Cumhurbaşkanlığı ile 11 ve 18 Haziran 2017 tarihlerinde 2 tur şeklinde olmak üzere gerçekleştirilen parlamento seçimleri, sonuçları ve etkileri ile ortaya ilginç bir panorama çıkartmıştır. İlk dikkat çeken olay katılım oranının giderek düşmesi ile ortaya çıkmıştır. Öyle ki, 11 Haziran’da gerçekleştirilen ilk turda 5. Cumhuriyet seçimlerini tarihinin en düşük katılımı % 49 olarak ortaya çıkarken, bir hafta sonra gerçekleştirilen 2. Tur da bu oran % 42’lere kadar gerilemiştir.

Oğlum(uz) ölümsüzdür (*)

“ve hiç istemedim seni unutmak.”[1]

“ve biz pimi çekilmiş yürekle/ dalmıştık karanlığın ortasına/ dilimizde kurtuluş türküleri mataramızda ab-ı hayat/ ve düşerken/ özgürlük renginde bir gülüş vardı yanağımızda,”[2] haykırışını anımsatıyor bize hep…

Dal gibi, civan mert bir delikanlıydı; bakmaya kıyamadığım(ız), gözümüzden esirgediğim(iz) oğlum(uz)du

Ve birgün, bize “Öldü” dediler.

Elimizin ayağımızın canı çekildi; donduk kaldık, kaskatı.

Sayfalar