Cumartesi Nisan 27, 2024

Altın eller ile kanlı eller -3-

Res ül Ayn kampı: Bağdat Demiryolu hattında bulunduğu için önemli konuma sahipti. Çeçenlerin daha çoğunlukta olduğu yerleşim alanları vardı. Kaymakam Yusuf Ziya Bey katliam görevini yerine getirmediği için görevden alınmış, Çeçen göreve getirilmişti. Naim Efendi, Meskene’ye (Emar) gelmeden önce Res ül Ayn'da reji katibi görevinde bulunuyordu. Naim Efendi kamptaki durumu şöyle aktarıyordu. ''…O geceyi hiç unutmayacağım... Ama kışın bu iş zordu, nitekim gecenin derin sessizliğinde soğuktan ve açlıktan can çekişenlerin iniltileri duyulmaya başladı. Köyün Çeçen sakinleri bu iniltileri duymalarına karşın hiçbirinin vicdanı rahatsız olmuyordu... Onların ölümü trajikti, ama cesetlerin aç köpekler tarafından parçalanma manzarası daha da can acıtıyordu. Bunlar Sivas, Diyarbakır ve Harput'tan orada kalan göçmenlerdi. 5-6 vilayetin yaklaşık 1 milyona varan sakini sürülmekteydi. Sürgün noktalarına varana kadar her bir kervandan ancak 100-150 kadın ve çocuk kalmaktaydı. Bu da onların yol boyunca kırılmakta olduklarının deliliydi...''

“Halep'te Abdulahad Nuri Bey göreve atanınca aynı zamanda ben de onun baş katibi görevine atandım. Res ül Ayn'da bulunduğum sırada gözlerimle gördüğüm halde o cinayetlerin amacını anlayamamıştım. Ancak işin aslını daha sonra idrak edebildim. Bütün bir millet kendi kadın ve çocuklarıyla ölüme mahkum edilmişti. Ermeniler için yerleşim bölgesi olarak Halep'in Mara, Bab ve diğer bölgelerini belirleyen hükümet kararı Habur nehri çevresi Der Zor olarak değiştirince durumun basit bir dram olmadığını daha korkunç şeyler olacağını algıladım” diye durumun vahametini sevkiyat memuru olan Naim Efendi hatıratında belirtmektedir.

1915 Kasım ayında gelen telgrafta ''... onlar nerede iskan edilirlerse edilsinler lanet olası ve musibet fikirlerinden vazgeçmeyecek olduklarından sayıları mümkün mertebe azaltılmalıdır'' emri üzerine Göçmen Müdürü Eyüp Bey, Abdülahad Nuri Ermenilerin nasıl yok edileceği üzerine görüştüler. Eyüp doğrudan imhadan yanaydı. Çok kurnaz bir kişi olan Abdülahad Nuri bey bu teklife karşı çıktı. Ona göre en iyi yöntem, Ermeni göçmenlerin mahrumiyet ve kış hava şartlarına karşı korumasız bırakarak ölmelerini sağlamak onların doğal ölümle öldükleri tezini güçlendirecek en uygun yoldu. 10-15.000 Ermeni'nin bir haftada toplanmaları kısa sürede mahrumiyeti açlık ve hastalığı da beraberinde getirecek ve aniden yerlerinden kaldırılınca doğal olarak nakil aracı bulamayacaklarından yürümek zorunda kalacaklar ve yol boyunca telef olacaklardı. Sonuçta Abdulahad Nuri Bey'in fikri galip geldi.

Gerçekten de tam düşündükleri gibi oldu. Bizlere her gün açlık soğuk ve hastalıktan yüzlerce insanın ölüm haberi ulaşıyordu. Azaz, Bab dolmuştu. Ölüm, Ermenileri değil yerli halkı da etkiliyordu. Kaymakam Abdulahad'a ölümler Mezopotamya'yı tehdit ediyor, bu gidişle bölgede develerden başka kimse kalmayacak denilince Nuri Bey de gülerek ''oğlum dedi, iki zararlı elemanı bir seferde imha ediyoruz. Ermenilerle birlikte geberenler Araplar değil mi? Fena mı? Böylece Türklüğün istikbali için yol açılmış oluyor'' diye hatıratında Naim Bey anlatıyordu. Çeçenlerden oluşan silahlı çeteler, güvenlik içinde çıkış adı altında kafileleri soydular ve öldürdüler. Bu katliamların çıkış noktası olan Cırcıb kıyıları ile Şeddadiye'ye inen yolda katliam planları uygulamaya kondu.

Sonuçta Abdulahad Nuri bey katliamların sonuçları istenen telgrafa 7 Mart 1916 tarihinde şöyle cevap göndermiştir: ''Alınan bilgilerden anlaşıldığına göre şimdiye kadar Bab Meskene yöresinde 30.000, Halep Sevkiyat yönünde (Kadlık) 10.000, Dipsi, Abuharar ve Hamam yöresinde 20.000, Res ül Ayn'da 35.000 olmak üzere toplam 95.000 kişi çeşitli sebeplerden ölmüşlerdir. Genel Müdür vekili 7 Mart 1916 Abdulahad Nuri'' diye Talat Paşa'ya bildirmiştir.

Dipsi kampı: Meskene’den (Emar) 5 saat uzaklıkta bulunan kamp öldürme yeri vazifesi görüyordu. Çok kötü sürgünler buraya gönderiliyordu. 6 ay faaliyet gösteren kampta 30.000 insan hayatını verdi. Meskene'de ölüme mahkum edilmişlerin hepsi biraz daha acı çekmeleri için Dipsi'ye gönderilmişlerdi. Dipsi'yi, Meskene'nin mezarı olarak kabul edebiliriz. Kasım 1915 ile Nisan 1916 sonlarında kapanan kampta artık yürüyemeyecek zor durumda olanların da içinde bulunduğu çadırlar ateşe verildi. Son kafile de Abuharar'a doğru ölüme gönderildiler.

Munbuc kampı: Cemal Paşa'nın özel isteği üzerine papazları halktan izole etmek için 1915 yılında kurulan bu kamp, binden fazla evli papaz aileleriyle burada tutuldu. Bu kampın durumu çok özeldir. Çünkü kampın kuruluşunda esas alınan en yüksek psikoposlardan en sade köy papazlarına kadar bütün kilise görevlilerinin burada toplatılması planlanmıştır.­

Rakka Kampı: Fırat nehrinin sol kıyısında yayla üzerinde bulunan önemli şehirlerden birisidir. Buraya ilk ulaşan sürgünler Sivas'ın Zara, Yenihan, Koçhisar sürgünleridir. Urfa ile Tokat Ermenileridir. Buraya gelebilen7-8 bin civarında Ermeni resmi görevlilere rüşvet vererek burada kalabildiler. Rakka, Ermeni nüfusunun yerleştirilerek nüfuslandırılması için ayrılan bölgelerden biriydi. Ayrıca buraya sürgünlerin yerleştirilmesi için yardım da geliyordu. Birkaç ay içerisinde ticaretin, sanatın gelişmesinde önemli katkıları olmuştur. Bu yüzden Rakka'ya gelmek ölümden kurtulmak anlamına geliyordu. Fakat nehrin karşı yakası olan Sebka Kampı'nda durum hiç de öyle değildi. Her gün cesetler kaldırılırken insanlar açlıktan yamyamlığa soyunmuşlardı. Bu yüzden Ermeniler Rakka'ya gelebilmek için sevkiyat memurlarına rüşvet veriyorlardı. Sebka kampı kapanınca hepsi ölüme Der Zor'a gönderilmekten kurtulamadılar. 1916 sonbaharına kadar burada 3000 civarında Ermeni kalmıştı. Rüşvet vererek yaşama tutundular. Geri Urfa'ya, Antep'e dönen ailelerin nerede nasıl öldürüldüklerinden dahi haber alınamamıştır.

...Ve İntikam, ''Ben yatağımda ölmeyeceğim, Talat Paşa!''

Her eli kanlı diktatör yaptıklarının hesabını bir gün verecek olmasının korkusuyla yaşar. Bu yüzden her gün, ölür ölür dirilir. Talat-Enver, Cemal Paşalar bu korku içerisinde ülkelerini terk ederek kaçmışlardır. Kurtulacaklarını sanmışlar ama yanılmışlardır. Yaptıklarının hesabını vermekten kaçanlar nerede olurlarsa olsunlar bir gün bedelini en ağır şekilde ödeyeceklerdi. Ermeni halkına bu acıyı yaşatan İttihat ve Terakki eli kanlı ekibi de Ermeni halkının elinden kurtulamamışlardır. 1 Kasım 1918 gecesi bir Alman denizaltısı ile ülkelerinden kaçan eli kanlı katiller Almanya'ya sığınmışlardır.

Eşine ''ben yatağımda ölmeyeceğim'' diyen Talat Paşa ölümü ensesinde hissetmiştir. Türkiye'den kaçan altı İttihat Terakki Merkez Komite üyesini ülkesinde ağırlayan Almanya, uşaklarına sahip çıkarak vefalı olduğunu göstermiştir. Bugünkü köklü ilişkiler yüz yıl öncesine dayanmaktadır. 1919 yılında Ermeniler tarafından kurulan ''Suikast Bürosu'' tarafından takibe alınan İttihat'çılardan Talat Paşa Berlin'de, Enver Paşa Batum'da, Cemal Paşa Tiflis'te, Teşkilat-ı Mahsus'a lideri Bahattin Şakir ile Trabzon valisi Cemal Azmi yine Berlin'de intikam kurşunları ile öldürüldüler. Birçok eli kanlı katil ise 1934 yılında Mustafa Kemal döneminde çıkarılan soyadı kanunu ile kimliklerini değiştirerek toplumun arasında kayboldular. Salih Zeki, Der Zor'daki katliamlarından sonra Salih Zeki Zor olarak soyadını değiştirdi. İzine halen bugün rastlanılmamış durumda.

Katillerin Ermeni fedailer tarafından cezalandırılması dünyanın dört bir tarafına dağılan Ermeniler arasında Halep'te, Paris'te, Los Angeles'te, Erevan'da… Günlerce sevinç naralarıyla karşılanmıştır.

Bitti

44022

Agop Ekmekciyan

Özellikle azınlıklar üzerine yazdığı yazılarıyla tanıdığımız yazarımız,diğer birçok konuda da makaleleriyle tanınmaktadır.

agop@kaypakkaya-partizan.net(Hazırlanıyor)

Son Haberler

Sayfalar

Agop Ekmekciyan

Ölümün susturduğu yaşamlar (Nubar Ozanyan)

Yoksulluk, zulüm yetmiyormuş gibi depremin ve kışın beyaz zulmü de halkımızı ölüm karşısında çaresiz ve yalnız bıraktı. Devlet, yüz binlerce insanı canlı canlı toprağa gömdü. Kapitalizmin sermayesi yine halkın canı ve kanıyla yıkandı.

Depreme dayanıksız konutlar halkın mezar taşı oldu. Yoksulluk, kış, çaresizlik, ölüm ezilenleri üşütmeye devam ediyor. Kapitalist sistem, kendisiyle birlikte insanlığı hızla belirsiz bir yıkım ve sona doğru götürüyor. Her şeyi metalaştıran kapitalizm, yaşam gibi ölümü de metalaştırarak insanlığı çaresizliğe ve yıkıma doğru sürüklüyor.

Halk Düşmanı Faşist İktidar Yargılanmalıdır!

Deprem yerkürenin  doğal bir harektliliğinin sonucudur, insanlar için bir felaket haline gelmesi ise, toplumsal sistemin sınıfsal karakteriyle doğrudan ilgilidir. Bilim ve buna bağlı olarak teknolojinin gelişmediği zamanlarda insanların doğal felaketlerden daha büyük zarar görmesi doğaldı. İnsanlık doğanın hareketini öğrendikçe onunla uyumlu yaşamasınıda öğrendi.

2023 Seçimlerinde okun sivri ucunu neden hakim sınıf kliklerinden en gerici en faşist olanına yöneltmek zorundayız ?

Başta Emek ve Demokrasi Bloğu olmak üzere halk güçlerinin önemlice bir kesimi 2023 seçimlerinde Tayip Erdoğan ve AKP ve MHP dinci faşist iktidar blokunun önünün kesilmesini; günün isabetli siyasi taktiği olarak belirlemişken, ancak ne var ki bir kesim sol-sosyalist ve komünist güçler ise, bunun aksine; “bir faşisti indirip yerine bir başka faşistin gelmesi için oy kullanamayız” diyerek, cumhur başkanı seçiminde ‘boykot’ taktiğini, günün isabetli taktiği olarak ileri sürmekte.

Birazda Muziplik

1) Kadrolar sürekli birliktelik (mutluluğu dışarda arama) yarışına sürüklenir.

2) Yarışı beceremeyenler, geri kalanlar veyahutta ret edenler diskalifiye olur.

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

Sizde bizi kandırmıyorsunuz değil mi...

Ah... devrimci demokrasiciğim... ah....

İnsanların ilişkilerini kınarken, kınadığı insanlarla bozulan arasını düzeltmeye gelenlere kınadığı ilişkilerle yakalanmak....

Ve yahutta....

Katledilişinin 50. Yıldönümünde İbrahim Kaypakkaya HESAPLAŞMA, KOPUŞ VE YENİ BİR YOL

Kafasında üstü yırtık ve yamalı kahve renkli bir kasket, sırtında yerli bir askeri parka, altında ceket, kazak… üst üste giyilmiş üç tane pantolon, ayağında bir çift beyaz yünden yapılmış ve köylerde elle örülen çorap ve onun üzerinde naylon çorap, bir çift 45 numara Çelik marka lastik ayakkabı”yla tutsak edildi.1 

Kavganın ve Mücadelenin Ozanı; Yetiş Yalnız…

İbrahim Kaypakkaya, ilgilenenler tarafından bugüne kadar birçok özelliği ile tanındı, bilindi. En yaygın bilinirliği‚ “ser verip sır vermemesidir” sanırız. Doğrudur, Kaypakkaya işkencede direndi. Onun düşmana karşı direnişi inadından veya acıya dayanıklı olmasından kaynaklanmıyordu elbette… Bunu nereden mi biliyoruz? Dönemin en azgın faşist uygulamaların yapıldığı Amed Zindanı’nda yapmış olduğu siyasi savunmadan. Kemalist faşist diktatörlüğe karşı, onun elinde tutsakken dahi örgütsel ilişkilerini deşifre etmeden, uğruna mücadele ettiği komünizm düşüncesini savunmasından biliyoruz.

“Ermenilerin hepsi ASALA olsun” (Nubar Ozanyan)

Yaklaşık 45 gündür Artsakh, vicdansız ve eşitsiz bir kuşatma altında. Artsakh halkı buz kesen soğukta direniyor. Dünya sağır ve suskun.

30. Ölümsüzlük Yılında MANUEL DEMİR/ՄԱՆՈՒԵԼ ՏԷՄԻՐ Yaşıyor! Partizanlar yaşıyor! (1)

Manuel Demir’i 30. ölümsüzlük yılında saygıyla anıyoruz. Bu vesileyle Ermeni Fedailer adıyla başlattıkları ve hayatlarını Ermeni halkının davasına adadıkları, bugün ise Partizan hareketine dönüşerek devam eden mücadelede sayısız Ermeni devrimciler Hrantlar, Hayrabetler, Armenaklar, Yalımyanlar, Ozanyanlar ve Manueller’i de anıyor ve aradan yüz yıl geçmiş olsa da bu mücadelenin devam edeceğini belirtiyoruz.

TKP-ML OPK Üyesi Ünal Orhan: Yeni Yılda Umudu ve Özgürlüğü Güçlendirmeliyiz, Güçlendireceğiz!”

Türkiye Komünist Partisi-Marksist Leninist Ortadoğu Parti Komitesi (TKP-ML OPK) üyesi Ünal Oral ile yapılan röportajı sizlerle paylaşıyoruz.

Hangi Sınıfın Cumhuriyeti Yaşasın?

Feodal aristorkrasiye karşı burjuvazinin iktidara gelmesi ve feodalizmi yıkması tarihsel olarak ilericiydi. O dönemde “ kahrolsun feodalite, yaşasın cumhuriyet” sloganı ileri bir hedefi gösteriyordu. Bu tarihsel dönüşüm Fransız burjuvazisinin 1789 burjuva devrimiyle başarıldı. Bu, toplumlar tarihinin geri döndürülemez diyalektik gelişimiydi. Feodal aristokrasi, ne kadar çaba harcarsa harcasın, gelişen üretici güçlerin önünde daha fazla direnemezdi ve kendinden önceki toplumların başına gelen kendisinin de başına gelmişti: Toplumlar tarihinin çöplüğündeki yerini aldı.

Zorunlu Açıklama!

Kısa bir süre önce; "Bir İşkencehane Olarak Sansaryan Han ve Süleyman Cihan." başlıklı bir yazı yazmıştım. Yazının giriş bölümünden de anlaşılacağı gibi bu yazı, Anayasa Mahkemesi'nin Sansaryan Han’a ilişkin kararı vesile yapılarak yazılmıştı.

Sosyal medyayı ve malum platformları aktif olarak takip etmediğimden; yazıya ilişkin kimlerin ne türden değerlendirmeler de bulunduğunu bilmiyorum. Bu çok ta önemli değil; elbette her okurun kendine göre değerlendirme, beğeni ve yergileri de olacaktır.

Sayfalar